Onlar da Sevdaya Dahildi
8 dk
Spot ışıkları hiç onların üstünde olmadı ama ayaktopuna dair sevdamıza, sonsuz katkıları var.
Futbolda hayat ‘Büyükler’ açısından yine benzer şekilde akardı. Âlem buydu ve kral yine onlardı. Sonra Trabzonspor, Karadenizli hemşerisi Zonguldakspor’la birlikte 2. Lig’den, o zamanki adıyla Türkiye 1. Ligi’ne yükseldi ve ‘payitaht’ın efendileri için yeni bir besteyi sunmaya başladı: “Dertlerle buluşursun, gezsen Anadolu’yu…” Bordo-Mavililerin 1. Lig’deki henüz ikinci sezonlarında gelen şampiyonluk, ülkedeki harita ve dokusunda önemli değişikliğe neden olmuştu. Artık futbol bu topraklarda 22 kişinin oynadığı ve nihayetinde şampiyonluk ipini İstanbullu bir büyüğün göğüslediği bir oyun değildi. Karadeniz’in hırçın ve inatçı doğası, İngilizlerin tabiriyle ‘güzel oyun’ dahilinde kıyıya vurmuş, bordo-mavili takım çoğu öz evlatlarından oluşan kadrolarla şampiyonluğun ipoteğini ‘Yeditepeli’ şehrin hükümranlığından almıştı.
O yılların bir başka özelliği de sanırım şimdilerde ‘diğerleri’ diye addedilebileceklere de belli ölçülerde hayat hakkı tanımaktı. Bu denklemde, taşranın kendine özgü takımları içinde birileri vardı ki onlar her daim ‘sınıf başkanı’, ‘mümessil’, ‘büro şefi’ gibiydiler. Şehrin ve takımının adeta en genel yüzüydüler. Bugünkü düzen içinde mesela Bilal Kısa’yı bir dönem Malatyaspor’dan tanıyıp unuttuktan yıllar sonra ona Akhisarspor’da rastladığımızda, “Gözüm seni bir yerden ısırıyor” tavrından çok, onları uzun süre takip edip hal ve hatırlarını sorar, göz ve aklımızın kenarına çıkmamacasına not ederdik…
Kuşkusuz her birinin ayrı bir öyküsü, serüveni vardı. Ama önemli olan popüler kültürün belli oranlarda onları daimi yuvalarında ya da ‘gurbet kuşları’ misali her yeni gittikleri takımda, üstlerine geçirdiklere her yeni renkte takip edebilme ısrarımızdı. Kısacası gönül hanemizde yerleri hep vardı, bugün de o yerleri ve sevdalarımızı hâlâ koruyorlar…
Hoş bu noktada bir ara sokağa sapmalı ve kişisel durum tespitinde bulunmalıyım: Zonguldak’ta doğdum, Balıkesir ve Bursa’da büyüdüm, Sakarya’da okudum, hafta sonları soluğu İzmit’te aldım. Yazları Uludağ’da çalıştım, buraya kampa gelen takımların peşinde sürüklenen tek çocuktum. Dolayısıyla her çiçekten bal aldım, evet bir büyüğe ben de gönül verdim ama diğerlerini de sevdim, saygı duydum, öykülerine, heyecanlarına kulak verdim. Hele hele yazın o kadar yanına yaklaştığım oyuncu kümelerinin sonbahar-kış periyodunda siyah-beyaz ekranlarda karşıma çıkmaları, yatılı okul ortamında “Ben bunları tanıyorum” fiyakası çocukluğun o eşsiz günlerinde paha biçilemezdi.
Dilmen'den Önceki Rıdvan
Tekrar asıl güzergâhımıza yönelelim ve ‘sınıf başkanları’ tadındaki ana istasyonlar kimlerdi, hatırlayalım. Nedense bu koridorda benim aklıma düşen ilk isim Bolusporlu Rıdvan Ertan. ‘Tatar’ lakaplı kaptan kırmızı-beyazlı renklere 1966’da katılmış ve 13 yıl aralıksız oynamış. Ve ilginçtir takımının 1. Lig’deki dördüncü sezonunda ancak gol atabilmiş. Dilmen öncesi Bolu’nun ilk Rıdvan’ını ben Rumen teknik adam Valeriu Neagu zamanındaki takım dolayısıyla bir kenara not etmiştim. O takım kırmızı-beyazlıların tarihindeki en başarılı ekipti ve 1973-74 sezonunu üçüncü sırada tamamlamıştı.
Sonrasında aklıma Adana Demirspor’dan Rasim Gürcan geliyor. Genellikle sağ açıkta görev yapan ‘Gol Hırsızı’ lakaplı Gürcan, 10 yılı aşkın formasını giydiği takımda Fatih Terim ve Eser Özaltındere’yle birlikte oynamıştı.
Futbol ilk kez Balıkesir’e taşındığımızda dikkatimi çekmişti. Bütün şehrin kırmızıbeyazlı bayraklarla çevrildiğini hisseden bir çocuk elbette nedenini merak ediyor ve öğreniyordu. Balıkesirspor biz oradayken 1. Lig’e çıkamadı ama ben Özer Umdu’nun varlığından haberdar olmuştum. ‘Altın Kafa’ lakaplı oyuncu daha sonra Zonguldakspor, Adanaspor ve Beşiktaş formaları da giydi ama hep Bal-Kes efsanesi olarak zihinlerde yer etti. Ve memleketimin takımı Zonguldakspor... Halil Güngördü bir efsaneydi ama asıl ününü Eskişehirspor formasıyla özellikle Türkiye Kupası’nda attığı gollerle yapmıştı. ‘İşçinin Milli Takımı’nın emektarı sanırım kaptan Muammer Birdal’dı. 1975’ten 88’e kadar kırmızı-lacivertli formayı giydi, Kahramanmaraşspor ve Adana Demirspor serüvenlerinin ardından futbolu Zonguldakspor’da bıraktı. Batı Karadeniz temsilcisinin bir başka uzaktan sevilen ismi Volkan Yayın’dı. Altınordu’da oynarken keşfedilmiş ve 2. Lig’den milli takıma giden ilk futbolcu olmuştu yanılmıyorsam. Zonguldakspor forması altında İsa Ertürk ve Şaban Kartal da izlendi ama ikisi de büyük takımlara doğru kanat çırptı; Ertürk Fenerbahçe’ye transfer oldu, hatta ‘Dünya Karması’nda oynadı, Kartal da soyadına uygun olarak Beşiktaş’ta forma giydi.
Bisiklet Markasından Lakap
İdman dahil her yere Fuji marka bisikletiyle gidip geldiği için ‘Fuji Mehmet’ olarak bilinen Göztepeli Mehmet Fahri Türken, keza yine bir başka sarı-kırmızılı takım efsanesi Sadullah Acele (Beşiktaş’ta da oynamıştı), Ankara Demirspor’da keşfedilen, Fenerbahçe’de şansını deneyen ama asıl olarak Adanaspor efsanesi olarak bilinen Timuçin Çuğ...
Orduspor’un unutulmaz ismi Arif Güney (takımının tek Avrupa macerası Banik Ostrava eşleşmesinde 2-0 kazanılan ilk maçta takımının ikinci golünü atmıştı, rövanşı Çek takımı 6-0’la geçip turlamıştı), Giresunspor denince akla gelen Tacettin Ergürsel ve Bünyamin Çulcu, Ankaragücü’nden Melih Atacan (ki sanırım TV’den izlediğim ilk milli maçtı ve Türkiye, 18 Kasım 1973’te İsviçre’yi 2-0 yenerken goller ‘Fuji Mehmet’ ve Melih’ten geliyordu), Kocaelispor ve Malatyaspor’dan Ceyhun Güray, Boluspor, Ankaragücü ve Gençlerbirliği hattında golcü kartvizitinin hakkını veren Halil İbrahim Eren...
Malatyaspor cephesinden Oktay Çevik ve Feyzullah Küçük, Adanaspor ve Beşiktaş’ta da izlediğimiz ama en çok Diyarbakırspor’la tanınan rahmetli Reşit Kaynak, Gaziantepspor’un 5 numaralı unutulmaz kaptanı Fatih Zambak, Eskişehirspor’da benim dönemimin defans ustası İsmail Arca, Gençlerbirliği tarihinin iki ismi; Şirin Berberoğlu ve Olkan Yavruoğlu, Rize ve Karşıyaka’da oynayan Muharrem Gürbüz…
Ve Bursaspor’un unutulmazları: Futbol sevdam asıl olarak bu şehirde yeşerdiği için iltimas geçmek hakkım diye düşünüyorum ve saymaya başlıyorum. Her transfer sezonunda ismi özellikle Beşiktaş’la anılan Sedat Özden, nam-ı diğer ‘Sedat III’, Baykul Tüysüz, kaptan Sinan Bür, ‘Deli’ lakaplı Vahit Kol, sonraları Beşiktaş’a transfer olan Tezcan Ozan, Orhan Özselek, kaleci Rasim Kara (o da sonraları Beşiktaşlı olmuştu), Ankaragücü’nden Ali Osman Renklibay, Orduspor’dan yola çıkıp Galatasaray’da bir sezon oynadıktan sonra oynamadığı kulüp kalmayan gerçek bir ‘gezgin’ Kemal Yıldırım… Belki bu genel listeye hep Altaylı olarak kalacak gibi serüvenini sürdüren ama faal futbolculuk döneminin son bir sezonunu Galatasaray’da geçiren Mustafa Denizli’yi, nam-ı diğer ‘Büyük Mustafa’yı da eklemek gerekebilir.
"Hüsnü yok. Beni mi kandırıyorsunuz?"
Özel bir isimle listeye son verelim… Rizespor’un kaptanıydı Hüsnü Kürkçü. Bembeyaz saçlarıyla her maçta fark edilirdi. Söz ondan açılmışken sevgili Koray Gürtaş’ın naklettiği bir anekdotu aktarayım: 12 Eylül sonrası… Rizespor bir deplasman maçı için yolculuğa çıkıyor. Malum, sıkıyönetim dönemi... Takım otobüsü gibi özel bir araç da yok. Otobüs, deplasmana gidilen şehrin girişinde durduruluyor. İçeri askerler giriyor, başlarındaki komutan kimlikleri istiyor. Yetkililer, “Biz Rizespor kafilesiyiz, maça geliyoruz” diyor. Komutan araç içindekileri şöyle bir gözden geçiriyor ve “Burada Kaptan Hüsnü yok, ne Rizespor’u ya, beni mi kandırıyorsunuz!” diyor. ‘Albino’ lakaplı Hüsnü Kürkçü, o maçta cezalı olduğu için kafilede yoktur ve öyle bir alametifarikadır ki kendisi, komutan yokluğuna göre takıma ilişkin tespitini yapmıştır…
Bu yazıda anamadığımız onca isim de dahil olmak üzere niceleri gelip geçti futbol âlemimizden ve belleklerimizden. İyi kötü izler bıraktılar geride. Sevdamıza, varlıkları ve emekleriyle katkıda bulundular. Hepsine gönül borcumuz var. En azından benim ve kuşağımın… Bu yazı da hatıralarına sevgi ve saygı duruşu olsun diyerek nokta koyayım.