
Osmanlı'nın Olimpiyat Sergüzeşti
8 dk
Osmanlı'yı olimpiyat oyunlarında ilk kim ve ne zaman temsil etti? Bu konuya dair tartışmaların sonu gelmiyor. Bilinen tek şey var; o ismin bu toprakların gayrimüslimlerinden çıktığı.
"Balıkların suyun içinde yaşadıkları gibi biz de tarihin içinde yaşıyoruz" der Jean-Paul Sartre. İçtiğimiz kahveden tuttuğumuz takıma değin varlığıyla hayatımızı donatan her şeyin keşfedilmeyi bekleyen münhasır bir geçmişi var. Ancak biz çoğu zaman, tarihi topyekün keşfetmek yerine kesitleriyle ilgilenmeyi tercih ediyoruz. Başlangıçlar, tarihin en önemli kesiti. Bu nedenle sporda olduğu gibi tarihte de 'ilk olmak' insanı unutulmaz kılıyor. Gelin görün ki tarihte 'ilkler' üzerine uzlaşı, özellikle spor gibi kaynak ve belgelerin oldukça fakir olduğu bir alanda zor iş. Tarihçilerin verdiği isim ve zamanlar birbirleriyle tutmayabiliyor. Araya 'ulus-devlet' kaygıları da girdi mi yalan, yanlış ve çarpıtma, resmi spor anlatımızın demirbaşları oluveriyor.
Modern Olimpiyatlarda Şehir Devletleri
Bu topraklara ilk ne zaman düştü olimpiyat ateşi? İlk olimpik atletlerimiz kimlerdi? Spor tarihçileri bu sorulara farklı yanıtlar veriyor. Çünkü dünyanın hemen her yerinde olduğu gibi Türkiye'de de olimpiyat oyunlarının tarihi, ulus devlet anlayışıyla maniple edilmiş bir alandır. Örneğin, Osmanlı kentlerinden modern olimpiyatların ilki olan 1896 Atina Oyunları ve 1906 Atina Ara Olimpiyatı'na katılan atletler, Yunanistan adına yarışmış olarak kabul edilebiliyor. Halbuki olimpiyat tarihi alanında otorite kabul edilen Bill Mallon'a göre bu kesinlikle yanlış. Çünkü etnik olarak Yunan olsalar da Osmanlı coğrafyasında yaşayan bu atletlerin Yunanistan vatandaşı olup olmadıkları bilinmiyor. Öte yandan İstanbul, İzmir, Selanik ve Trabzon gibi Osmanlı'nın kozmopolit liman kentleri, Antik Yunanistan'ın şehir devletleri gibi kendilerine ait olimpiyat komitelerine sahip. Ünlü tarihçi, bu komiteler tarafından seçilerek olimpiyatlara gönderilen sporcuların, resmi listelerde bölgelerinin isimleriyle yer aldıklarını yazıyor. Bu nedenle 1896 Olimpiyat Oyunları'na toplam 14 ülkenin katıldığı savına da karşı çıkıyor Mallon. Ve Atina'ya iki atlet gönderen İzmir'i (Smyrna) 15. ülke/şehir devlet olarak listeye ekliyor.
Peki tarihin ilk modern olimpiyat oyunlarında İzmir'i kimler temsil etmişti? 12 saatlik bisiklet yarışını tamamlayamadan Atina'ya veda eden Nicos Loverdos ile 800 metrede yarışan ve finale kalamadan elenen Dimitris Tomprof adlı Rum gençleri. Bazı spor tarihçilerimizin ilk oyunlarda bir Türk görme arzusuyla kaleme aldığı Deliormanlı Koç Mehmet Pehlivan'ın Atina'dan geri çevriliş hikâyesi ise belgelenmiş değil. Çalışmalarını tarihi kaynaklara dayandırmada titiz davranan Atıf Kahraman, söz konusu iddiayı çürütecek bulguları Osmanlı Devleti'nde Spor adlı kitabında sunmuş olsa da Mehmet Pehlivan efsanesi dağarcığımızı işgal etmeye devam ediyor.
1896 Olimpiyatı'nda yarışan iki Rum gencini kayıtlara geçirmeyen tarihçilerimiz, 1906 Ara Olimpiyatı'nda ipe tırmanma dalında altın madalya kazanan Kurtuluşlu (Tatavla) atlet Georgios Aliprantis'i 'bu toprakların evladı' olarak bağrına basabiliyor. Halbuki Yunanlar da bu sporcuyu kendi ülkelerinin vatandaşı kabul edip madalyayı hanelerine yazmış durumda. Bu organizasyona, Osmanlı topraklarından Georgios ile beraber otuza yakın atletin katıldığı biliniyor. İstanbul, İzmir, Selanik, Girit, Kıbrıs ve Bergama, oyunlarda temsil edilen Osmanlı kentlerinden. Bu kentlerin kozmopolit ve çok kültürlü yapısı, olimpiyat temsillerine de yansımış durumda. Örneğin Danimarka'nın altın madalya kazandığı futbol dalında, Selanik takımını 3-1 yenerek ikinci olan İzmir takımının çoğunluğu İngiliz ve Fransız Levantenlerden oluşmaktaydı. Mallon'a göre takımın geri kalanında iki Ermeni yer alıyorken, Karl Lennartz'a göre yalnızca bir Ermeni ve bir de Rum genci vardı.
Kinan Bey ve Aleko'nun Gizemi
Bill Mallon, Yunanistan'ın 1897'de Osmanlı ile girdiği savaş yüzünden 1900'de düzenlenen oyunlara ev sahipliği fırsatını kaçırdığını söyler. 1900'de Paris'e alınan ve organizasyonu başarısız bir şekilde yapılan oyunlara Osmanlı coğrafyasından katılım yoktur. Keza 1904'te ABD'de düzenlenen oyunlara da... 1908 Londra Olimpiyat Oyunları'ndaki Osmanlı varlığı ise tam anlamıyla bir muammadır. Mallon ve Ian Buchanan gibi tarihçiler, Londra'da Türkiye'den herhangi bir atletin yarışmadığını; bu nedenle Türkiye'nin 1908 Olimpiyat Oyunları'na katılmamış sayılması gerektiğini söylese de Londra Olimpiyatı'nın resmi raporunda, Türkiye'yi temsilen iki isim gözükür. Bunlardan ilki, güreş dalında yarışan yahut yarışmak için resmi başvurusunu yaparak kayıtlara geçen Kinan Bey'dir. Olimpiyat tarihimiz üzerine yazılan kaynaklarda adına rastlanmayan bu kişi, Beşiktaş'ın ünlü boks ve güreş muallimi Kenan Bey olabilir mi? 18 Temmuz 1908 tarihinde Sabah gazetesinde olimpiyat hakkında çıkan bir haber: "… aralarında Osmanlı sporcuları (müsabıkları) da olup diğer heyetler gibi Osmanlı heyetinin önünde giden sporcu da (pehlivan) Osmanlı sancağını taşımakta idi." Bu haber, olimpiyat tarihçilerimizce ıskalanan iki mühim noktayı işaret ediyor: Osmanlı'nın 1908 Olimpiyatı'nda bir heyetle temsil edildiği ve Osmanlı bayrağını taşıyan bir güreşçinin bu organizasyonda hazır bulunduğu. Kuşkusuz spor tarihimizi yeniden şekillendirecek daha nice bilgi, yukarıdaki satırlarda olduğu gibi eski gazetelerin sararmış sayfalarında gizli.
Öte yandan olimpiyat resmi raporunda Türkiye'den bir isim daha var: Mr. Moullos. Türkçe kaynaklarda da adı geçen Aleko Mulos'un Galatasaray Lisesi öğrencisi olduğu ve Aliprantis gibi Tatavla Heraklis Kulübü'nde jimnastikle uğraştığı biliniyor. Bununla beraber bazı kaynaklar, Aleko'nun 1907 yılında İstanbul'a gelen modern olimpiyatların kurucusu Pierre de Coubertin'e mihmandarlık yaptığını, Coubertin'in de bir teşekkür nişanesi olarak kendisini oyunlara davet ettiğini yazmakta. Ne Coubertin'in İstanbul'a gelmiş olduğu, ne de Aleko'nun ona eşlik ettiği iddiaları belgelenmiş durumda. Ancak Moullos isminin resmi raporda, rekabetçi olmayan gösteri koşusu etabının altındaki yarışmacılar arasında görünmesi, böyle bir hikâyenin yaşanmış olma ihtimalini doğruluyor. Bunlarla beraber yerel kaynaklarda da bu sporcunun jimnastik müsabakalarında yarıştığı, madalya alamamasına rağmen 'ülkemizi olimpiyat oyunlarında temsil eden ilk sporcu' olarak tarihe geçtiği iddia edilmekte. Halbuki Mulos, resmi raporda yazdığı gibi -şayet katıldıysayalnızca gösteri amaçlı bir yarışmaya katılmış olabilir. Dolayısıyla hatıra madalyası dışında herhangi bir madalya kazanması da zaten mümkün değil.
Bebek-Babiâli-Stockholm Hattında
Şu ana kadar yapılan araştırmalara dayanarak Türkiye'nin resmi olarak -rekabetçi yarışmalarda- ilk defa temsil edildiği oyunların 1912 Stockholm; ilk olimpik atletlerimizin de Vahram Hepet Papazyan ile Mıgırdiç Mıgıryan olduğu söylenebilir. Farklı pek çok kaynakta karşımıza çıkan hikâyesiyle Vahram, Bebek'te oturan bir gazete bayiinin oğludur. Her sabah alacakaranlıkta gazeteleri almak için Bebek'ten Babıâli'ye koşarak gidip gelir. Robert Koleji'nden sınıf arkadaşı Mıgırdiç hakkında ise varlıklı bir ailenin çocuğu olduğu dışında pek bir şey bilinmemektedir. Selim Sırrı (Tarcan) Bey, Uluslararası Olimpiyat Komitesi'ne üye olduktan sonra, Sabah ve İkdam gazetelerine verdiği ilanlarla 1912 Stockholm Olimpiyatı'na götürmek üzere sporcu arayışına girdiğinde, Vahram ve Mıgırdiç bu göreve talip olurlar. Lakin spor tarihimizde bilinmeyen bir başka gerçek ise Vahram'ın Stockholm'den altı sene önce de olimpiyata heves ettiğidir. Papazyan henüz 13 yaşındayken 1906 Ara Olimpiyatı'na Robert Koleji Atletizm Birliği'ni temsilen 'Amerikalı bir sporcu' olarak katılmak için müracaat etmiştir.
Selim Sırrı, sporcuların olimpiyat masraflarını karşılayabilmek için hükümete müracaat eder. Ancak başvurusu 'olimpiyat oyunlarının askerlik bakımından önem taşımadığı' gerekçesiyle reddedilir. Bu durumda iki Ermeni sporcu kendi masraflarını üstlenmek zorunda kalırlar. Maddi olanakları iyi olan Mıgırdiç sıkıntı yaşamazken, Vahram ancak üyesi olduğu spor kulübü Ardavast'ın desteğiyle gereken parayı toplayabilir. Hatta bunun için kulüp tarafından Arnavutköy'deki bir Rum tiyatrosunda Fedakar Gemici (El Fidel Naviguero) adlı bir oyun sahnelenmiştir.
Farklı kaynaklarda rastladığımız bir başka hikâye de Stockholm'e gittiklerinde organizasyon alanında Osmanlı bayrağını göremeyen atletlerin, hemen organizasyon komitesine ve Osmanlı Devleti'nin Stockholm Büyükelçisi Ahmet Bey'e durumu bildirmeleridir. Bayrak işi halledildikten sonra sıra formaya gelmiştir. Büyükelçinin eşi, Vahram'ın kırmızı fanilasının üzerine beyaz bir ay-yıldız işleyecektir. Yerel kaynaklarda katıldıkları branşlar değişiklik gösterse de resmi rapora göre Vahram (V. Papazian), 800 ve 1500 metre koşularıyla gülle atma dalında yarışmış; Mıgırdiç (M. Megherian) ise gülle ve disk atmayla beraber pentatlon ve dekatlonda Türkiye'yi temsil etmiştir.
Selim Sırrı, 1960'larda bir Stockholm hatırasını şu şekilde nakleder: "Bu müsabakalara kendilerine çok güvenen, biri koşuda, diğeri sıklet ve disk atmada mahir olduklarını iddia eden iki Ermeni genci iştirake talip olmuştur. Maalesef bir muvaffakiyet kazanamadılar. Çünkü her ikisi de lüzumu kadar hazırlanmamışlardı." Atıf Kahraman, Selim Sırrı Bey'in Ermeni sporculara yönelik eleştirisini, bir spor öğretmeni olarak kendisinin neden olimpiyata hiç sporcu yetiştirmediği sorusuyla karşılar. Haksız da sayılmaz. Çünkü Selim Sırrı, 1895'ten 1912 Olimpiyatı'na kadar, 17 yıl boyunca çeşitli okullarda beden terbiyesi muallimi olarak çalışmıştır.
Selim Sırrı Bey'in Ermeni sporculara yönelik eleştirel ve dışlayıcı ilk hamlesi bu değildir. Sırrı'nın 1912 Olimpiyatı'nın hemen ardından kaleme aldığı bir yazıda "26 farklı ülkenin en seçkin evlatları oradaydı; bir tek bizden kimse yoktu" satırlarına yer vermesi Ermeni cemaatinin tepkisini çeker. Ermenilerin ilk spor dergisi Marmnamarz'ın (Ermenice 'beden eğitimi' demek) yayıncısı Şavarş Krisyan, dergisinden Selim Sırrı'ya şu sözlerle cevap verir: "Selim Sırrı'nın Hristiyan Osmanlı ile Türk Osmanlı arasına fark koymak yönündeki çabası canımızı yaktı. (…) Kısa konuşalım. İki Ermeni, kendilerinin ve Ermeni milletinin bir kısmının masrafıyla Stockholm'e gittiler ama Ermeni olarak değil, Osmanlı olarak… Formalarının üzerinde Osmanlı hilâli vardı. Osmanlı sporu Avrupa'da tanınsın diye mücadele ettiler. Osmanlı atletleri olarak alkış da topladılar ama Selim Sırrı hâlâ kalkıp, o iki Osmanlı'yı hiç anmadan, Stockholm'de Türkler yok diye gözyaşı dökme numarası yapıyor."
İttihatçı Selim Sırrı Bey'in tavrı, Osmanlı'daki çok kültürlü yaşamın sonunu getiren marazi zihniyetin spor alanındaki tezahürüdür. Dergisinde kimi zaman yazılar kaleme aldığı, meslektaşı ve dostu Krisyan'la yaşadığı bu polemiğin Osmanlılık idealinin parçalanıp Türk milliyetçiliğinin keskinleştiği Balkan Savaşı yıllarında vuku bulması da kuşkusuz tesadüf sayılamaz. Tıpkı bu coğrafyada sporun öncülerinin Rumlar, Ermeniler ve Levantenler olmasının tesadüf olamayacağı gibi… Bu yüzden, "Tarih, kainatın vicdanıdır" diyen Hayyam'dan el alarak söylersek; sporun alemdarlarına hakkını teslim etmek de bizim vicdan borcumuz.
Özet Kaynakça:
Atıf Kahraman, Osmanlı Devleti'nde Spor, TC Kültür Bakanlığı, 1995; Cem Atabeyoğlu, Türk Spor Tarihi Ansiklopedisi, Fotospor, 1991; Olimpiyat Oyunları'nın 100 Yılında Türkiye, TMOK, 1997; Cüneyt Koryürek, Olimpiyatlar, Akbank Yayınları, 1976; Atina Atlanta, Arçelik, 1996; 100. Yılında Olimpiyat Serüveni, Koç Üniversitesi, 1996; David Miller, The Official History of the Olympic Games and the IOC, 2012; Ergun Hiçyılmaz, Sporda Ünlüler Ansiklopedisi, EKOL, 1986; Hacı Hasdemir, İstanbul'un 100 Sporcusu, Kültür A.Ş, 2010; Haluk San, Olimpiyatlarda Türk Sporcuları, Hürriyet, 1988; M. Şevki Çapan, Türk Sporunda Selim Sırrı Tarcan, Ünyay Yayınları, 1999; Bill Mallon tüm eserleri; Jirayr Kılıçdağı özel arşivi; LA84 Vakfı dijital arşivi; Agos ve Radikal gazeteleri online arşivi.