
Oyuncak
5 dk
Güvenlik, teknoloji ve ekonomi... Formula 1 ve kuralları sürekli değişiyor. Peki, Bernie Ecclestone’un oyuncağını yakın gelecekte neler bekliyor?
Dünyada kuralların en sık ve çabuk değiştiği spor olan Formula 1’in çehresi, 1990’lardan günümüze kadarki dönemde çok değişti. Türkiye’nin F1 ile tanıştığı döneme göre çok daha farklı bir sporu izliyoruz artık. Dilerseniz üç ana başlık altında, nerelerde, nasıl bir değişim yaşandığına göz atalım.
Sürücü ve Görevlilerin Güvenliği
Sürücülerin güvenliği ile ilgili konularda, Ayrton Senna’nın 1994’teki ölümü, Formula 1’de güvenlikle ilgili konularda önce bir deprem, sonra da bir devrim etkisi yarattı. Kendi jenerasyonunun en yetenekli pilotunun canlı yayında ve insanların gözünün önünde hayatını kaybetmesi, sporun güvenlik konusundaki yaklaşımını baştan aşağı değiştirdi. Formula 1, 60’lı ve 70’li yıllarda her sene birkaç sürücünün hayatını kaybettiği ve daha da kötüsü, bunun normal kabul edildiği dönemleri yaşamıştı. Ancak 1982 ile 1994 arasındaki 12 yıllık dönemde -1986’da bir test sırasında hayatını kaybeden Elio De Angelis dışında- Grand Prix yarışlarında kimsenin ölmemesi, F1’in artık çok güvenli olduğuna ve bir daha kimseye zarar gelmeyeceğine dair bir illüzyon oluşturmuştu adeta. Fakat aynı hafta sonunda Roland Ratzenberger ve Ayrton Senna’nın hayatını kaybetmesinin ardından başlayan güvenlik seferberliği, her geçen sene biraz daha arttı ve tabandaki ‘junior serileri’ne kadar yayıldı.
Önce, motor hacimleri azaltıldı ve otomobillerin hızı düşürüldü. Sonra, otomobillerin tabi tutulduğu çarpma testlerinin hem sayısı hem de zorluğu artırıldı. Ayrıca, pistlerdeki güvenlik önlemleri ve bariyer sistemleri geliştirildi, yarış işletim prosedürleri daha güvenli hâle getirildi. Kısacası, otomobil sporları dünyasında -1995’ten itibaren- güvenliği artırabilmek adına büyük bir Ar-Ge çalışması başladı. 2004’te kurulan FIA Motorsporları Güvenlik ve Sürdürülebilirlik Enstitüsü, bu çalışmaları devamlı ve daha bilimsel bir hale getirdi.
Tüm bu çalışmalar sayesinde artan güvenlik seviyesi, her yıl dünya üstündeki binlerce genç sporcunun hayatını kurtarıyor. F1’de kullanılmaya başlayan Baş ve Boyun Destek Sistemi HANS, bugün 6-7 yaşında karting yapan minik sürücülerin kaza yaptıktan sonra ertesi gün okula gidebilmesini sağlıyor. Bugünün GP2 veya GP3 otomobilleri bile, o zamanların F1 otomobillerinden daha güvenli. Özetle; güvenlik anlamında son 20 yılda yaşanan değişim, sporu daha iyiye götürdü.
Araç Teknolojisi
Otomotiv dünyasının gelişimine paralel olarak F1’in teknik kurallarında da çok köklü bir değişim yaşandı. Motorlar 3.5 litreden 3.0 litreye düştüğünde, spordaki bazı mühendisler bu hacimlerden 700 beygirin üstünde bir gücün alınmasının fiziksel olarak imkansız olduğunu söylemişti. Ama 2005’e gelindiğinde, Mercedes’in 3.0 litre atmosferik basınçlı V10 motoru, neredeyse 960 beygiri bulmuştu. 2006’da motorlarda 2.4 litre V8 formülüne dönüldü. V8 motorlar da 2013’ün sonunda yaklaşık 800 beygiri yakalamıştı; hem de bir sezonda sekiz motor kullanım sınırı ve egzotik materyallerin büyük oranda yasaklanmış olmasına rağmen.
2014’te başlayan turbo hibrit çağı ise motor teknolojisinde yeni bir devrimin startı oldu adeta. Otomotiv dünyasının genel gidişatına paralel olarak, turbo beslemesi ve sofistike enerji geri kazanım sistemleri kullanılan 1.6 litre hacmindeki V6 makinelere artık güç ünitesi deniyor. Bu güç üniteleri, yaklaşık 700 beygiri bildiğimiz motordan, 200 beygiri ise frenlerde ve motorda kaybolan enerjinin bir kısmının geri kazanılmasından üretiyor. 2016’nın ikinci yarışı Bahreyn’de, bu motorlarla V10 döneminden kalan tur rekoru kırıldı. Üstelik Lewis Hamilton’ın rekoru kırdığı V6 Mercedes güç ünitesi, 2005’e göre iki kat daha uzun ömürlüydü ve V10’un neredeyse yarısı kadar benzin harcıyordu. Evet, bu motorlar hâlâ F1’in en etkileyici yanlarından biri olan 18 bin devirlik bir motor sesinin çok uzağında. Ancak dünyadaki en müsrif sporlardan Formula 1’in dahi bir tüketim çılgınlığı olarak görülmekten kaçındığı dönemde, yani verimlilik çağında, yeni güç üniteleri ile otomotiv teknolojisi adına faydalı bir değişim yakalanmış vaziyette.
Sporun Ekonomisi ve İş Modeli
Türkiye’nin F1 ile tanıştığı yıllarda ve devamında, karasal ve açık yayın yapan kanallarla tüm dünyada giderek yükselen bir seyirci kitlesi vardı. Ancak takımların artan bütçelerinin ve yatırımcıların bitmek tükenmek bilmeyen para hırslarının karşılandığı iki ana kalem olan TV yayın ve pist organizatör gelirlerini arttırabilmek adına, F1 kendi öz değerlerinden uzaklaşmaya başladı. Fransa, San Marino, Almanya’daki ikinci yarış ve Portekiz gibi geleneksel yarışlar yavaş yavaş takvimden çıkarken, yerlerine F1 kültürünün yerleşik olmadığı ancak sıcak paranın kolay bulunabildiği Malezya, Bahreyn, Çin, Singapur, Abu Dabi, Güney Kore, Hindistan, Rusya gibi ülkeler girdi. Bu yarışlardan bazıları kısa ömürlü oldu. Türkiye GP’sinin takvime girmesi de bu furyanın ortasına denk gelmişti. Sporun geleneksel ülke ve pistlerinden birer birer koparak, Orta ve Uzak Doğu’ya, zengin ülkelere yönelmesi, romantik takipçilerin hoşuna gitmedi.
Öte yandan yayın hakları için istenen bedellerin gittikçe artması ve reklam gelirlerinin bu bedelleri karşılayamaz hâle gelmesi de sporun anavatanı İngiltere (ve Türkiye) de dâhil pek çok ülkede, yayınların abonelikle izlenen dijital platformlara kaymasına neden oldu. Bu durum, belki F1 hissedarlarının ve takımlarının gelirlerini arttırsa da sporun hitap ettiği izleyici sayısının düzenli olarak düşmesine neden oluyor. 20 yıl evveline göre çok artmış gelirlere rağmen takımların çoğunun ekonomik sıkıntılar yaşaması da bu iş modelinin sürdürülebilir olmadığını gösteriyor.
F1’in dijital devrimi yakaladığı da söylenemez. HD yayına NASCAR’dan yedi sene sonra başlayan F1, sosyal medyayı ancak geçen sene, o da sınırlı ölçüde kullanmaya başladı. Ekonomik model hâlâ TV gelirlerinin üzerine kurulmuş olunca, 2020’lere doğru gidilirken her sektörde gördüğümüz sosyal medya entegrasyonunda çoktan sınıfta kalmış durumdalar.
Bernie Varken Daha Fazla Değişim Zor
Evet, son 20 yılda kimi iyi kimi kötü çok sayıda değişiklik oldu. Üstelik bu değişim, sporun başında, internete hâlâ pek güvenmeyen, F1 Yönetimi FOM için bir internet sitesi dahi kurmayan, sporun pazarlamasını yapmayan, sosyal medyanın gereksiz bir şey olduğunu düşünen, sporun resmi web sitesi f1.com’da İngilizce dışında hiçbir dili istemeyen ve sporun Rolex satın alamayacak genç takipçilere ihtiyacı olmadığını söyleyen 85 yaşındaki bir adama, Bernie Ecclestone’a rağmen yaşandı.
Şu bir gerçek ki sporun daha fazla değişime ihtiyacı var. Yoksa 2030’larda da, bugün 1990’ları hatırladığımız gibi “O zamanlar F1 daha güzeldi” diyeceğiz…