"Oyundan da Büyük..."

16 dk

Ronnie O'Sullivan; yeteneği, karizması ve aykırı karakteriyle snooker'ı değiştirdi. İlham verdiklerinin başında da sporun en yakın takipçileri vardı...

Getty Images

Avrupa'nın birçok başka yerinde olduğu gibi, ülkemizde de snooker dendi mi akıllara hemen bir logo gelir. İngiltere'den Almanya'ya, Çin'den Tayland'a kadar yeşil çuhanın üzerinde oynanan müsabakaları evimize kadar getiren Eurosport, sporun kıta çapında popülerleşmesine büyük katkı vermiştir. Tıpkı Ronnie O'Sullivan gibi... Şimdi Eurosport Türkiye kabinine giriyor ve ülkenin snooker spikerlerinden kendi Ronnie hikâyelerini dinliyoruz.

Ronnie O'Sullivan'ı ilk izleyişinizi hatırlıyor musunuz?

Emre Yazıcıol: Hem de çok iyi hatırlıyorum. Sene 2004, o dönemki ev arkadaşım benden daha önce snooker izlemeye başlamıştı. "Böyle böyle bir oyuncu var" şeklinde anlatıyordu Ronnie'yi. İlk kez Ian McCulloch'la oynadığı Grand Prix finalinde görmüş ve oyunundan acayip şekilde etkilenmiştim. Zaten öncesinde bilardoyla yakından ilgili olduğum için de yeteneğini kolaylıkla fark ettim. Bu sporla en ufak ilgisi olan birisi, onun kapasitesini ilk izleyişte görmüyorsa yanlış bir şeyler var demektir.

Emre Özcan: Ben lisenin sonuna kadar İzmir'de yaşadım, 2000 yılında üniversiteyi kazanınca da Ankara'ya gittim. İzmir'de kablolu televizyonumuz yoktu fakat Ankara'da ablamın evinde Eurosport'la tanıştım. O günlere tekabül ediyor. Maçı hatırlamıyorum ama onu ilk görüşümde aklımdan geçenleri hiç unutmam. Emre'nin aksine bilardoyla ilgili değildim, öncesinde birkaç kez oynamıştım sadece. Zaten snooker'ı bilmeden izlediğinizde şöyle bir şey olur; bütün oyuncuların topları soktuğunu görürsünüz ve hepsi gözünüze iyi gelir. Ronnie farklı olduğunu orada bile belli ediyordu. Yani bu yetenekten başka bir şeydi. Etrafında bir hare vardı, sanıyorum karizmasından etkilendim ve görür görmez sevdim.

Caner Eler: 1990'ların sonunda birkaç kez Ronnie'ye ekranda denk gelmiştim ama tam konsantre onu izlemem 2001 Dünya Şampiyonası sırasındadır. O zaman yeni hastalanmıştım ve evde sürekli spor izliyordum. Ronnie çok etkileyiciydi, diğer oyunculardan farklı olarak içgüdüsel bir oyuna sahipti. Tesla'nın dediği gibi "Yaşamımızda, ilk çabalarımız güçlü ve disiplinsiz ilerleyen bir hayal gücünün içgüdüsel telkinleridir. Bu büyüdükçe akıl kendini ortaya çıkarır ve biz de daha sistemli hareket eden bireyler oluruz. İlk zamanlar üretken olmayabiliriz ama o dönem geleceğimize ışık veren fenerlerimiz olacaktır." Ronnie de bu deha tanımına uyuyordu.

Aras Yetiş: İlk kez 2006 Dünya Şampiyonası finali oynanırken snooker izledim. Üstelik Peter Ebdon ve Graeme Dott'ın oynadığı, akıcılıktan son derece uzak ve sıkıcı bir maçla başlamıştım oyunu takip etmeye. Fakat yine de garip bir huzur hissi duyduğumu itiraf etmeliyim. Spikerlerin, yani sizlerin sık sık bahsettiği Ronnie O'Sullivan yarı finalde elenmişti ama 'en iyi'nin o olduğu aklıma kazınmıştı. Yani görmeden çok önce namıyla, şöhretiyle etkilemişti beni. Sonraki sezon izleme şansı buldum ve kendisine yapılan tüm övgülerin yerinde olduğunu anladım. Masada bambaşka bir hâli vardı. Elime ilk isteka alışım da tam bu zamanlara tekabül eder zaten.

Aklınızdan çıkmayan, anlattığınız veya tanık olduğunuz 'Roket anları' da vardır...

E.Y: Kesinlikle Mark Selby'ye karşı, karar frame'inde maksimum seri yaparak kazandığı 2007 Birleşik Krallık Şampiyonası yarı finalini söylemem lazım burada. Değil snooker'da, tüm spikerlik hayatımda anlattığım en özel şeylerdendi. Yine 2008 Dünya Şampiyonası'nda maksimum yolunda bir vuruşu vardır. Topa çok sert vurarak olmayan açıyı yaratmış ve iki kapalı kırmızıyı açmıştı. Hâlâ gördüğüm en iyi vuruşlardandır. Sonraları kendisi bile aynısını tekrarlamayı denemiş ama becerememişti.

"Her turnuvada sadece ben dört beş kez, "Ronnie oynuyor mu?" sorusunu cevaplıyorum." -Emre Özcan

"Her turnuvada sadece ben dört beş kez, "Ronnie oynuyor mu?" sorusunu cevaplıyorum." -Emre Özcan

C.E: Seri 97'deyken yapmıştı o vuruşu, çok acayipti… Belki ben anlattığım için subjektif yaklaşıyor olabilirim ama 2008'deki o maksimumu tarif edilemez güzellikteydi. Yan masada çoktan Ronnie'yi izlemek için oyunlarını durduran Stephen Maguire ve Neil Robertson, seriyi tamamladığında onu tebrik için masaya gelmişlerdi. İşin garibi hemen takip eden gün bu kez de Ali Carter maksimum yapmış ve Ronnie, 147 bin sterlin değerindeki ödülü paylaşıp Bentley alma hayallerini ertelediği için Carter'a şaka yollu serzenişte bulunmuştu.

E.Y: Bir de 2010'da Jan Verhaas'ın ricasıyla yaptığı, son siyahı atmayı reddettiği 147 var. O esnada Mardin Kızıltepe'de askerdeydim ve dış dünyayla ilişkim çok azdı. Bunun haberini aldım ve çarşı iznimde internet kafeye gidip izledim. Çok zorlandığım bir dönemdi, hem mesleğimi hem snooker'ı özlüyordum... Bayağı kötü olmuştum.

E.Ö: Abi o 147'yi de ben anlattım, direkt onu söyleyeceğim. 2010'un Eylül ayıydı ve ben Eurosport'a geleli bir ay olmuştu. Olayın gerçekleştiği Dünya Açık, görev aldığım ikinci turnuvaydı. Acayip heyecanlıyım çünkü o Mark King maçı benim ilk Ronnie anlatışımdı. Adam o maçta gidip önce son siyahı atmayı reddetti ve ardından rica minnet 147 yaptı. İnanılmaz bir şey benim için. Bir de oynadığı efsane frame vardır 2012 Crucible finalinde. Ali Carter'a karşı çok kapalı bir masadan, 92'lik bir imkânsız seri çıkarmıştı. Orada nutkum tutulmuştu.

A.Y: Öncelikle sizi kıskandığımı belirtmeliyim çünkü ben hiç 147 anlatamadım... Tabii burada Ronnie sağ olsun diyeceğim zira canı istemediği için pembe atıp reddettiği maksimum bana denk geldi. 2016 Galler Açık'taki Barry Pinches maçıydı, izleyen herkes gibi çok üzülmüştüm. Hatta itiraf edeyim, seri içinde öyle heyecanlanmıştım ki pembeye bilinçli döndüğünü ilk anda anlamamış ve pozisyon hatası yaptığını sanmıştım. Bu kesinlikle hiç unutmayacağım bir andır.

Peki onun snooker sporuna olan etkisini nasıl açıklarsınız?

E.Y: Her sporda böyle 40-50 yılda bir gelen, kendi sporunu aşan, sporcu kimliğinden çok farklı bir şeye evrilen yıldızlar vardır. Ronnie de snooker'ı aşmış, oyundan daha büyük hale gelmiş bir isim. Evet, bence snooker'dan daha büyük. Bahsettiğimiz, çok özel bir karakter. Emre demişti ya etrafında bir hare var diye; gerçekten var. Snooker'la alakasız, eline isteka almamış, bilardo oyununun dinamiklerine hakim olmayan insanları bile müptela yapabiliyor. Mesela benim bütün ailem Ronnie fanatiği. Ablam hayatında bir kere bilardo oynamamıştır ama büyük bir snooker hayranı oldu Ronnie'den dolayı. Babam, annem, herkes onun kazanmasını istiyor. Bu zaten birçok şeyi açıklıyor. "Ronnie'yi şu yıldız yapıyor, bu yıldız yapıyor" diye bir şeyin adını koymak kolay değil. O bir yıldız olmak için doğmuş, bana göre hikâyesi bu.

E.Ö: Buna çok farklı bir şey ekleyemem. Anlattığımız her turnuvada en sık gelen soru, "Ronnie oynuyor mu?" oluyor. Her turnuvada sadece ben dört-beş kez cevaplıyorum.

E.Y: Abi bir de snooker spikeri olarak şunu çok iyi biliyoruz ki Ronnie bir turnuvadan elendikten sonra reytingler yüzde 50, hatta yüzde 75 düşüyor. Ben bunu bir 13-14 senedir sürekli olarak yaşıyorum.

C.E: Bu mevzu sanırım temelde Ronnie oynadığında mutlaka farklı ve şaşırtan bir şey göreceğiz hissiyle alakalı. Inception filmindeki gibi, seyircinin zihnine o düşünce tohumunu uzun yıllar önce ekmiş durumda. İnsanlar spor izlerken; snooker gibi bazı gelenekleri ve köşeleri olan sporlarda bile işin o görkemli, parıltılı, ayırt edici ve hayret verici taraflarını arıyor.

E.Ö: Bir de sporun adab-ı muaşeretine uymayan şeyleri dahi kendisine yakıştırıyor adam. Kimse ona kızmıyor. 2006 Birleşik Krallık Şampiyonası'nda Stephen Hendry'ye karşı 4-1 gerideyken bıraktığı maç, bir snooker'a ihtiyacı varken dönmediği masalar, canı sıkılıp kenarda verdiği reaksiyonlar…

Ronnie'yi snooker tarihinden bir başka isimle, kariyerlerinin zirvesinde karşı karşıya getirme şansınız olsa rakip kim olurdu? Maçı nerede oynatırdınız ve sizce kim kazanırdı?

E.Y: Buna verilecek cevap herhâlde herkes için ortaktır. Crucible Tiyatrosu'nda Stephen Hendry ile karşılaşmalarını isterdim. Bu spora ilgi duyan, ucundan köşesinden bulaşmış çoğu insan aynı şeyi söyler. Yer Crucible; 1990'ların ilk yarısındaki Hendry'ye karşı, 2013'teki Ronnie... Bu ikilinin bir dünya şampiyonası finalinde karşılaşması rüya maç olurdu. Kim alırdı? Bence O'Sullivan alırdı çünkü Hendry, öğütmeyi seven bir oyuncu değil. Daha atak karakterli bir isim ve bu anlamda oyunu dönüştürmüş, Ronnie gibi agresif oyuncuların türemesine zemin hazırlamış kişi. Öyle bir finalde Ronnie'yi yenebilecek rakipler John Higgins ve Mark Selby bana kalırsa. Bunlar işin taktiksel boyutuyla, dövüş sporları tabiriyle olayı biraz daha 'yere götürerek' kazanabilecek oyuncular. Hendry en iyi zamanında taktiksel oynamayı tercih etmezdi ve Ronnie'ye karşı o en iyi formundayken açık oynarsanız kaybedersiniz

C.E: Herhâlde Stephen Hendry ile oynamalarını izlemek isterdim ben de. Ancak Hendry, 'altın çocuk' olduğu 1990'lar formuyla gelmeli. Yine de olgun bir Ronnie bu maçı karar frame'inde kazanırdı diye düşünüyorum.

"Hendry, 'altın çocuk' olduğu 90'lar formuyla gelse de o maçı Ronnie kazanırdı." -Caner Eler

"Hendry, 'altın çocuk' olduğu 90'lar formuyla gelse de o maçı Ronnie kazanırdı." -Caner Eler

E.Ö: Dediğiniz maç acayip olurdu ikisi de kariyer zirvesindeyken, bunu izleme ve veri üretme şansımız hiç olmadı. Benim fikrim Hendry'nin bir adım önde olacağı yönünde. Bir başka rüya eşleşme ise Masters'ta Mark Selby'ye karşı oynadığı finallerdi. Bu maçı daha önce üç kez izledik ama yine olsa yine izleriz. Gerçekten hepsi müthişti. Fakat ben Selby'nin Ronnie'yi en üst performansını verirken yendiğini pek hatırlamıyorum açıkçası.

E.Y: Elbette onu 'prime' performansından biraz Selby çıkartıyor. Çok formda gelen Ronnie'leri bozduğu birçok maç hatırlarız.

E.Ö: Emin değilim. 2014 Dünya Şampiyonası finali diyebiliriz belki ama o turnuvada Ronnie önceki iki senenin gerisinde bir performans ortaya koymuştu.

A.Y: Ben daha fantastik düşüneyim dedim. Sürekli olarak Ronnie'nin oyununa atfen "Keşke Joe Davis onu snooker oynarken izleyebilseydi" denir. Oyunun babası olarak anılan Davis, modernize ettiği ve günümüzün standartlarını belirlediği sporun bu denli iyi yapıldığını görse muhtemelen epey etkilenirdi. Ben o ikisini karşı karşıya getirerek bunu mümkün kılmak isterdim. Yer muhakkak Crucible Tiyatrosu olmalı, kazanan ise Davis olursa çok şaşırırdım…

Hendry geçenlerde verdiği bir röportajda, "Ronnie'nin bununla ilgilenmediğini söylemesi saçmalık, yedi dünya şampiyonluğu rekorumu kırmayı tabii ki istiyor" demişti. Katılır mısınız?

E.Y: Kafasında bir noktada o düşüncenin olması lazım. Aksi takdirde öyle bir adamın motive kalması pek kolay değil. Bir taraftan da Ronnie'nin kariyerinin ilk zamanlarını hatırlayan ve kişiliğini tanıyanlar, bu tarz saplantıların ona çok iyi gelmediğini de bilirler. Son altı-yedi yıldaki düzelme biraz da kendisini o saplantılardan kurtarmasıyla oldu. Bunu çok fazla takıntı hâline getirirse problem yaşaması muhtemel; kafasında bir noktada var ama Hendry'nin düşündüğü kadar bununla yatıp kalktığını sanmıyorum.

A.Y: Eğer 2014'te Mark Selby'yi yenip altıncı dünya şampiyonluğuna imza atsaydı en büyük rekoru kovalama motivasyonu epey artacaktı. Ben o yenilgi sonrası planları revize ettiğini düşünüyorum. Crucible'da üç kez daha kazanabilir mi? Açıkçası son yıllardaki dünya şampiyonası performansları pek umut vermiyor.

E.Ö: Tabii ki her çıktığı dünya şampiyonasını kazanmak istiyor. O başka bir şey ama bunu içselleştirdiğini ve "Mutlaka Hendry'yi geçmeliyim" dediğini ben de sanmıyorum. Oynama nedeni kesinlikle o değil. Dediğin gibi son dünya şampiyonasındaki hali bana da biraz daha motivasyonsuz geldi. Çok hırslı olsa çok da gergin olurdu. Ben gergin Ronnie'nin nasıl göründüğünü gayet iyi biliyorum çünkü o hallerini de gördüm. 2012'de yaptığı geri dönüş ve sonrasında başardıkları onu rahatlattı. Bu yaşta hâlâ bu kadar iyi olabilmesiyle insanların gözündeki algısını yukarı çıkarttı. Artık 'en iyi' olarak anıldığının farkında ve bundan keyif almaya çalışıyor.

E.Y: 1992'de profesyonel olup, 25 yıl boyunca dünyanın zirvesinde olmak kolay değil. Ayrıca şu anda sayıca daha fazla iyi oyuncunun olduğu bir dönemdeyiz ve Ronnie 43 yaşında hâlâ gezegenin tartışmasız en iyisi. 'Triple Crown' turnuvaları sayısında da 18'i buldu ve Hendry'yi yakaladı. Tabii dünya şampiyonluğu en önemli kriter ve orada Hendry önde ama diğer rakamlar Ronnie'yi işaret ediyor. Bence de tarihin en büyüğü.

Sadece O'Sullivan değil, birlikte '92 Jenerasyonu' olarak anıldığı iki dönemdaşı; John Higgins ve Mark Williams da gayet iyi oynamaya devam ediyorlar. Sizce bu üçlü nereye kadar gidebilir?

E.Ö: İşler 2010'dan sonra değişti. Barry Hearn'ün bu sporun başına geçişi ve irili ufaklı çok fazla turnuva oynatmaya başlaması birçok oyuncu için faydalı oldu. Bunların başında bahsettiğin isimler geliyor çünkü onlar üstlerindeki pası attılar. Elbette gelişim sadece efsanelerle sınırlı kalmadı. 35, 40 yaşından sonra turnuva kazanmaya başlayanlar oldu. Stuart Bingham, Barry Hawkins, Anthony Hamilton, Mark King… 2000'lerin ortasında 35 yaş üstünde snooker biterdi. O sınır artık aşıldı. Şimdi 43 yaşındaki Mark Wiliams dünya şampiyonu olabiliyor. Sürekli maç yapmak bu oyuncuları zinde tutmaya başladı ve rekabeti geliştirdi. Ben Ronnie'nin 50'ye yaklaştığı dönemlerde dahi üst düzey oynayacağını düşünüyorum. Ama Williams ve Higgins'ten fiziksel olarak pek emin değilim.

E.Y: Bir de şu var, alttan kimse gelmiyor. Eskiden oyunun 35 sonrası bitmesi gibi bir kaide kesinlikle vardı ama bir taraftan da alttan gelenler çok iyiydi. Sürekli bir sirkülasyon oluyordu. Şimdi gelen yok, öyle olunca da üst taraf rahat. "Ben hâlâ en büyük kupaları kazanmaya devam ediyorsam neden bırakayım ki?" diyor '92 Jenerasyonu üyeleri. Kazanmaya devam ettikçe motivasyon ve istek de aynı şekilde devam eder. Ronnie'de, Mark Williams'ta ve John Higgins'te bu var. Tabii Emre'nin söylediği gibi Ronnie'nin diğer ikisine göre bir avantajı mevcut ki kendisine daha iyi bakıyor. Fiziksel formu daha iyi, daha fazla antrenman yapıyor. Bunda erken yaşlarda gördüğü bağımlılıkların payı var. Bir musibet bin nasihatten iyidir derler ya, o hesap işte. Ayrıca 2000'ler sonrası tüm sporlarda profesyonellik gelişti. Paranın büyümesi ve pastanın artmasıyla, sporcuların pastadan daha fazla pay alma çabası da arttı. Antrenman bilimi, beslenme bilimi ve teknoloji gelişti, bunlar da sporcunun raf ömrünü uzattı. Tüm dediklerimi bir arada düşündüğümüz zaman ben de 50 yaşına kadar oynayabilmelerini mümkün görüyorum.

"İşler değişti. Şimdi 43 yaşındaki Mark Williams dünya şampiyonu olabiliyor." -Emre Özcan

"İşler değişti. Şimdi 43 yaşındaki Mark Williams dünya şampiyonu olabiliyor." -Emre Özcan

Peki yol bittiğinde ve Ronnie emekli olduğunda snooker ne kaybedecek? Sporun geleceğini nasıl görüyorsunuz?

E.Ö: Ronnie bırakınca oyunun hangi noktaya gideceğini konuşmadan önce şunu detaylandırmalıyız: Britanya özelinde, bir beş-altı senedir potansiyelli isim yetişmiyor. Kyren Wilson kafayı gösterdi, Jack Lisowski kafayı gösterdi ama henüz çok yeterli değiller. Kıta Avrupası'nda hâlâ gözle görülür bir üretim yok. Belçika'dan Luca Brecel çıktı, o da henüz kabuğunu kıramadı ve standart üstü bir oyuncu olarak takılıyor. Yeni jenerasyon yok. Sadece Çinli oyuncuların ve oradaki turnuvaların sayısı hızla artıyor. Oyun zaten doğası gereği bu teknoloji çağı için biraz hantalken, sporcu yetişmemesi durumu da başka bir dert. Aynı sorun futbol ve basketbol için de geçerli. Eskiden çocuklar sokakta futbol oynuyorlardı, sokakta futbol oynamak bir pratik ve antrenman olduğu için yeteneğin çıkmasında büyük faktördü. Artık çocuklar futbolu PlayStation'da oynuyorlar ve bu altyapıyı etkiliyor. Snooker zaten doğal bir bariyere sahip ve dijital çağda çocukların oynama sıklığı bir 20 sene öncesine nazaran azalmış durumda.

A.Y: Britanya'nın durumu zaten ortada. Sayısı artan Çinli oyuncular arasında da Ronnie kalibresinde bir yıldız adayı gösteremeyiz. Çin'in yetenek çıkarma konusunda hiçbir sıkıntısı yok ama oyunu taşıyacak büyük şampiyonu armağan edebilirler mi? Açıkçası bundan emin değilim. Ronnie O'Sullivan; Alex Higgins'lerin, Jimmy White'ların, Steve Davis'lerin, yani oyunu popülerleştiren, seyirciyi salona getiren şampiyonların muhtemelen son örneğiydi.

C.E: Oyundan büyük demek çok iddialı olsa da, Ronnie bıraktığında sancılı bir geçiş dönemi yaşayacak snooker. Zira Roket eşi benzeri zor bulunur bir karakter ve figür. Öncelikle bir süre çekiciliğini kaybedecek çünkü geleneksel izleyicilerin ötesindeki kitleye ulaşmak için en önemli araçtan bahsediyoruz. Bugünlerde Usain Bolt'un yokluğunda, doping batağında çırpınan atletizmin yaşadığına benzer bir süreç beklenebilir.

E.Y: Az önce söylediğimin arkasındayım, Ronnie bence snooker'dan daha büyük. Dürüst olmak gerekirse snooker da çağa çok uygun bir spor değil. Dört saat, beş saat, altı saat… En kısa formatlı, yedi frame üzerinden oynanan maçlar dahi üç saat sürebiliyor. Ronnie'nin yıldız gücü, snooker'ı hâlâ kontrat alan bir spor olarak tutan etmenlerden. Bu dünyada Ronnie'nin büyüklüğüyle rekabet edebilecek bir tek olgu var, o da Crucible. Dünya Şampiyonası oyunun en büyük ilgi odaklarından birisi olmayı, Ronnie'den bağımsız olarak sürdürüyor. Oyunun iki temel direğinden bir tanesi çöktüğü zaman -ki bu Ronnie olacaktır- snooker dengede kalamaz ve yavaş yavaş marjinalize olur. Söylediğiniz gibi oyun hâlihazırda Çin'e doğru kayıyor ve eğer çok radikal önlemler alınmazsa, sporun temel dinamikleri birtakım kural değişiklikleriyle çağa uydurulmazsa olacak şey şu: Ronnie O'Sullivan gider ve snooker her şeyini kaybeder…

Socrates Dergi