
Özgüven
18 dk
Ergin Ataman bir kez daha tartışmaların odağındaydı. Yine herkesi mutlu edemedi ama yine kazandı. Avrupa şampiyonu koçla sezon bitiminin ardından buluştuk.
Fenerbahçe serisinde plan neydi? Yarı finalde takımın performansı beklentilerinizi ne denli karşıladı?
Fenerbahçe fiziken bizden güçlüydü, rotasyonları da daha genişti. Bunun farkındaydık. VeselyUdoh birlikte oynadığı zaman da hücum etmekte zorlanacağımızı tahmin ediyordum ama baskılı savunmayla onları düzen dışına çıkarabilirdik. Şutör bir uzunla oynamamaları bu açıdan bir avantajdı. Ama... Bobby Dixon ve Bogdan Bogdanovic’in ilk iki maçtaki ekstra performansları fark yarattı. Planımız, dış oyuncuları durdurup pota altında da ezilmemek üzerine kurulmuştu. Dixon ve Bogdanovic’in savunmasında çok zorlanınca bunu yapamadık.
Caleb Green’in sakatlığının bizi çok etkilediğini düşünüyorum. Uzun rotasyonunda Green’i kullanabilseydik Micov’u da korumuş olurduk. Lasme ve Davis’in yanında Caleb Green’in varlığı elimi çok rahatlatırdı.
Bu bağlamda Chuck Davis’in rolünü artırma hamlesi nasıl sonuç verdi sizce?
Bence ikinci maçın ilk devresinde beklediğimizi aldık. Serinin ilk maçındaki ribaund ve pota altı zafiyetini gidermiştik. Devreyi 17 sayı farkla geride geçtiğimiz o maçtan sonra bir şeyleri değiştirmek lazımdı. Çünkü gözüküyordu ki dört kısalı sistemde zorluk çekiyorduk. Chuck’ı oraya çekmek bir fikirdi, ilk 20 dakikada da sonuç verdi. Sonrasında ise Bobby Dixon’ın sıra dışı bir performansı oldu. Pota altında oyunu dengelememize rağmen Dixon-Bogdanovic fazla geldi. Fark yarattılar.
2002 Montepaschi Siena takımını dışarıda bırakacak olursak, neredeyse tüm büyük başarılarınızı dar rotasyonlu takımlarla kazandığınızı görüyoruz. Ergin Ataman’ın tarzı bu mu?
Aynı anda 10-12 oyuncunun oynadığı bir sistemin maç bazlı çok verimli olmadığını düşünüyorum. Üç tane uzun sakatlık problemi yaşamadığı takdirde onları dönüşümlü kullanma şansınız son derece yüksek. Altı kısayı da ekleyin, dokuz yapıyor zaten. Sakatlıklar, problemler derken bunun yedi-sekize indiği oluyor... Gelecek sezon kadroyu EuroLeague’e uygun ve geniş tutup Caleb Green’deki gibi eksik yakalanmak istemiyoruz. Ben takım savunmasına çok inanıyorum. Hücumdaysa oyunculara kapasiteleri oranında inisiyatif verme taraftarıyım. Oyuncu karşı potada sınırlandığı zaman rahat hareket edemiyor, kapasitesinin altında kalıyor. Mesela bu sezonu ele alalım; bizim hücumda bir sürü modelimiz vardı. Oyuncular nasıl rahat hissediyorsa ona göre setleri dizayn ederek ilerledik. Blake Schilb, bizim takımda ikili oyunları en iyi oynayan oyuncu. Normal düzen içinde ikili oyunlar onun üzerinden dönmeli ama maçların son bölümünde McCollum’ın direksiyonda olmasını istedik. Serbestlik tanıdık. Göksenin’in bazen çok kritik işler yapması, Sinan’ın her geçen yıl artan hücum performansı... Hep düzen içindeki serbestlikten, hep rahat hissetmekten.
Takım planına, stratejilere değindik. Bir de ne plan ne de stratejinin kaldığı anlar var. Mesela deplasmandaki Gran Canaria maçı...
Onları biraz Dinamo Sassari’ye benzetiyorum. İtalya’da şampiyon oldukları dönemde Sardunya Adası’nın atmosferi büyük fark yaratıyordu. Gran Canaria bizle oynadığı maçtan üç gün önce kendi sahasında Laboral Kutxa’yı yenen, Real Madrid-Barcelona ikilisine sezon içinde kök söktüren bir takım. Biraz hazırlıksız gitsen, ilk devreyi 20 sayı geride kapatıyorsun. Biz özel uçakla, maçtan iki gün önce adaya iniş yaptık. Buna rağmen farkın 14 sayıya kadar çıktığı o kırılma anını yaşadık. Bu tür durumlarda koçların elinde pek bir şey kalmaz. Yapılabilecek tek şey doğru beşi bulmak ve o anda sahada tutabilmek. Yoksa finaldeki, bu denli krize girmeyen Strasbourg maçında da rakibe özgü hamleler yapmaya çalıştık.
Gran Canaria özelinde bir de psikoloji farkı var. Maçı kazanıp kaybetmekle, 14 sayılık farkı koruyup koruyamamak arasındaki ayrım çok büyük. Karar mekanizmanda baskı artıyor. Salon büyüyor, kocaman oluyor. Kendin de dâhil olmak üzere herkesin aklını olabildiğince berrak tutmaya çalışıyorsun. Biz de suyu fazla bulandırmadan topu McCollum’ın eline verdik. Onun ikili oyunlarını ve ona yapılan faulleri değerlendirmeye çalıştık. Oldu mu, oldu ama Bayern bunu yapamamıştı örneğin. Bizi Almanya’da 10 sayı farkla yendikten sonra dağıldılar. Bazen olur, bazen olmaz...
Sezon içinde tartışılan konulardan biri de Joey Dorsey’nin domuz gribi iddialarıyla başlayıp Barcelona’ya transferine uzanan ayrılış süreciydi. O günleri nasıl hatırlıyorsunuz?
Joey iyi bir çocuk. Beraber tatile çık, hiç sıkılmazsın. Ama basketbol takımı kuruyorsan ve Joey önemli bir parçasıysa onun sık yaşadığı konsantrasyon kayıplarını gidermek zor. Takımın havasını bozuyor. Dorsey’ye tavsiyem her yere annesiyle gitmesi. Bir program var ya, FaceTime diye. Annesiyle sürekli oradan konuşuyorlar. Annesi etkili de oluyor, çocuğu kumanda edip doğru şeyleri söylüyor. Ama FaceTime bittikten, bir süre geçtikten sonra... Joey annesini bertaraf ediyor. Sıkıntı da o zaman başlıyor işte. Konsantrasyon problemleri olmasa bence Avrupa’nın en önemli pivotlarından biri. Onu da “Annenle birlikte geleceksin” diyerek çözmenin dışında bir yol yok. Biz sezon başında Ioannis Bourousis’le anlaşma noktasına gelmişken daha genç, daha blokçu, daha atletik olsun diye Dorsey’den yana bir tercih yaptık. Lasme’nin yanına Bourousis ya da o kalibrede bir pivot koysaydık Türkiye’de de şampiyonluğu kazanabilirdik. Yaz dönemindeki tek hatalı tercihimiz Dorsey-Bourousis arasında oldu.
Türkiye şampiyonluğundan bahsetmişken, Fenerbahçe serisi boyunca yaşananları konuşmadık. Zeljko Obradovic’le yaptığınız konuşma veya yaşanan tribün olayları saha içinde olan bitenin önündeydi. Tüm bu kaostan çıkarılacak bir ders var mı?
Zeljko Obradovic benim idollerimden biri. Ben ilk Final Four oynadığımda 34 yaşındaydım, 2000 yılıydı ve orada tanışmıştık. Ettore Messina, Dusan Ivkovic, Zeljko Obradovic... Bunlar Avrupa basketbolundaki efsaneler. Onları örnek almaya çalıştım. 34 yaşında ilk kez Obradovic’in karşısına çıktığımda Zeljko o gün için bile efsanevi bir koçtu. Ondan sonra iletişimimiz devam etti, belki hiçbir zaman telefonlaşıp ailece görüşmüşlüğümüz olmadı ama hep irtibatta kaldık.
O tükürüklü fotoğrafı gördüğüm zaman üzüldüm ve hemen mesaj attım. Her ne kadar profesyonel olsa da Obradovic sonuçta bu ülkede misafir. Yarın öbür gün işi bittiği zaman ülkesine dönecek. O tablo canımı sıktı ve “Geçmiş olsun. Çok üzüldüm. Bunları hak etmiyoruz” dedim. O da teşekkür etti. Maçtan sonra yaşananlar ise arkadaşlar arasında olabilecek şeyler. Arkadaşlar birbirlerine, “Sen bunu niye böyle yaptın?” diyebilir. Şöyle bir konuşma oldu aramızda:
-Kazandın, tebrik ediyorum. Ama bunu saymıyorum maalesef.
-Niye saymıyorsun ki? Seyircisiz oynamanın sorumlusu senin taraftarın.
-Yıllardır ben de aynı şeylere maruz kalıyorum ama sizin salonunuzda hiç seyircisiz oynamadım.
Ne hakaret var ne basının yazdığı gibi ‘provokasyon’ kelimesi geçen bir cümle... Bu kadar. Tabii, bundan sonra Ergin Ataman-Zeljko Obradovic dostluğu pekişir mi? Pekiştirilemez, zor. Bu yaşananların engellenmesini ancak birtakım yönetmelikler sağlar. Yıllardır herkesin bir hata olarak kabul ettiği ancak nedense düzeltmediği ne var? Sahadaki disiplin otoritesinin hakeme bırakılması. Hakem heyecan içinde bazı şeyleri göremiyor veyahut baskı altında olabiliyor. Baskı altında nasıl düdük çalmaya çekiniyorsa bazen de o anonsu yapmıyor, tutarsızlık oluyor. Yaşananların hakemler dışında yakından görülüp rapor edilmesi gerek. Bu raporlar da ceza alınıp alınmamasında belirleyici olmalı. Yoksa iki anons olmuş, üç anons olmuş... Tutarsızlığın önüne bu şekilde geçemezsin.
Ben her türlü dostluk girişimini yaptım. Fenerbahçe’nin EuroLeague şampiyonluğunun Türkiye’ye büyük kazanç getireceğini söyledim. Kazandık, artık bu didişmeyi bırakalım diye bir zeytin dalı uzattım. Fenerbahçe’yle oynadığımız ilk maçta Göksenin’e çok ağır küfürler edildi. Tansiyon arttığı için ben Göksenin’e kızdım aslında, “Niye böyle tansiyon yükseltiyorsun, biz oraya sakin oynamaya çıktık” dedim. Antic’le yaşadığı o tartışmadan sonra da hemen kenara aldım ortam sakinleşsin diye. Antic kaldı oyunda. Göksenin kenara gelince küfürler bench’in arka kısmından artarak devam etti. Bir anons yaptırmadılar. Bir tane bile. Hakem Engin Kennerman gidip gözlemci Kadir Özçelik’le iki kelime konuşmaya gerek dahi duymadı. Ben de sinirlenip Engin Kennerman’ın yanına gittim. “Yahu biz insanlık edip adamı kenara alıyoruz. Nasıl küfürler ediyorlar, sen bir anons yaptırmaya korkuyorsun” dedim. Teknik faul çaldı. Ondan sonra ortam çok gerildi.
Beşiktaş’ı çalıştırdığınız dönemde bu tür olaylar sonucu kendi taraftarınızı eleştirdiğiniz de olmuştu. Burada seriyi son maça taşıma şansınızı belki de elinizden alanlara bir siteminiz yok mu?
Var tabii. Kendini bilmezler orada kendi egolarını tatmin ediyor ve Galatasaray takımına zarar veriyorlar. Bu bir değil, iki değil, üç değil. Aynı şeyleri geçen yıl EuroLeague’de de yaşadık. İki yıl önce Fenerbahçe’ye karşı yine aynı olaylar başımıza geldi. Seri gergin, bize karşı hakemlerin toleransı Fenerbahçe’ye olduğu kadar yok. Biz de hep tuzağa düşüyoruz. Hatırlayın 2014’teki final serisini; Obradovic atılmış, bizimkiler Obradovic diskalifiye oldu diye sahaya bir şey atıyor. Neden atıyorsun kardeşim? Atmasana. Biz sen bir şey atıyorsun diye bir sonraki maçı seyircisiz oynuyoruz. Hakkın var mı buna?
Bunları söylerken salondaki 12 bin kişiyi kastetmiyorum. Takıma zarar verdiği gibi benim emeğime de zarar veren, Obradovic’e tüküren, sahaya su şişeleri yağdıranlara sesleniyorum. Yeter. Ben Obradovic’e hep kaybederim ama emeğimizi çalmasınlar. Biz dik duracağız, intikam alacağız diye bir şey yok. Dik duracağın yer, saha. Adamın kafasına, hiç günahı olmayan oyuncunun ya da antrenöre bir şeyler fırlatman gerekmiyor. Obradovic’in günahı ne? Benim günahım ne?
Bir şeye tepkin varsa git bunu sosyal platforma taşı. Ne bileyim, yürüyüşe çık. Tuzağa düşme. Fenerbahçe taraftarı bunu yapmıyor mesela. Tuzağa düşmüyorlar. Bize tepki gösteriyorlar ama bir nokta geliyor, orada duruyorlar. Hakemler onlara karşı biraz daha toleranslı olabilir çünkü büyük bir yönetim baskısı var ama bir noktadan sonra durdukları da gerçek. 10 bin kişiden 100’ü bu olayları çıkarıyor, kendini bilmezler yüzünden biz mağdur oluyoruz. Ben neden böyle kaybediyorum? Hak ettim mi bunu?

Bu sezona kadar devam eden “Abdi İpekçi’de Zeljko Obradovic’e kaybetmeme” istatistiği size ne ifade ediyordu?
Bütçe olarak hiçbir zaman aynı seviyede olmadık. Karşı karşıya geldiğimiz tek lig de Türkiye değil. Galibiyet-mağlubiyet sayısı benden fazla ama onun çalıştırdığı takımlara bakıyoruz; Real Madrid, Panathinaikos ve daha sonra da Fenerbahçe. Hep EuroLeague’de şampiyonluk hedefiyle kurulan takımlar bunlar. Ben o takımlar karşısına Montepaschi Siena, Ülkerspor ve Galatasaray’la çıkmışım.
Mesela 2002’de Siena’nın başındayken Final Four’a kalan taraf biz olmuştuk. Panathinaikos’u elemiştik Final Four’dan önce. Obradovic’e karşı böyle bir başarım da var ama karşınızdaki sekiz EuroLeague şampiyonluğu olan bir antrenör. Ne diyebilirsiniz ki? Ben daha mütevazı takımlarla çalıştım ve kendi sahamda hiç kaybetmedim. Arkamızda 15 bin seyirci olsa o gün de kaybetmezdim.
Peki ya diğer maçlar? Galatasaray’ın başında Fenerbahçe’ye karşı çok da istediğiniz sonuçları alamadığınızı görüyoruz. Kaybedilen üç play-off serisi, bir kupa finali, bir Cumhurbaşkanlığı finali… Öz eleştiri yapıyor musunuz?
Fenerbahçe’nin sahasında iki yıldır kim kazanabiliyor ki? En azından Real Madrid kadar geri adım atmadık, onlardan daha iyiydik. Baktığınız zaman EuroLeague çeyrek final eşleşmesinde Real Madrid bizim yaptığımızı yapamadı. Maç kazanamadılar.
Daha zayıf bir takıma karşı kupa kaybediyorsam o zaman kendimi ciddi anlamda sorgularım. Ama olanakları benden dört-beş kat daha yüksek bir takıma karşı sürekli direnerek; bir-iki sayıyla kupa finali kaybedip, ligde son maçı oynanmayan bir finalde yeniliyorsam öz eleştiri yapmam. Benim Fenerbahçe’ye karşı çok üstün geldiğim maçlar da var. Efes’le 2-0’dan geriden gelip final serisini kazandım ve şampiyon oldum. Beşiktaş’ın başında yendim. Öz eleştiri yapmamı gerektirecek bir durum yok.
Son olarak Rio 2016 ihtimalini konuşalım. Kadroyu nasıl buldunuz? Planlarınız ne?
4 numarada çok ciddi problemlerimiz var. Barış Hersek, Metin Türen, Samet Geyik... Bu oyuncuların hiçbiri bırak Avrupa’da sorumluluk almayı, beş dakika ortalaması olmayan oyuncular. Ligde de çok az oynuyorlar. Nasıl yapacağız bilmiyorum. Takım içinde bir çözüm düşünülebilir, bu da seviyeyi düşürür. Micov’u dört numarada oynattığımız gibi Cedi’yi dönem dönem orada kullanabiliriz ama tercih böyle olursa fiziksel dezavantaj ortaya çıkar.
Ersan beni şaşırttı. Beklemiyordum. Furkan Aldemir’i birkaç dakika orada oynatmayı düşünüyordum ama o da Darüşşafaka’da bütün sezon oturduktan sonra yıl sonunda ameliyat olma kararı almış. Altı hafta oynaması mümkün değil. Bunlar canımı sıkıyor. Barış Hersek için bir şey diyemeyeceğim artık. Bir seviyeye gelmişken oynamadığı için geriye gitti. Milli takımın çok daha isteyerek gelinen, sahiplenilen bir yapıda olması gerekiyor. 2017’de sahip olduğumuz ev sahibi avantajıyla birlikte Avrupa şampiyonluğunu hedefleyebileceğimizi düşünüyorum. Zaten bir aksilik olur da Rio’ya kalamazsak milli takımın yazı boş geçirmemesi için üç haftalık bir kamp düzenleyeceğiz. Onun da planlamasını yaptık. Ben çalıştıracağım takımı. Daha sonrasında 30 Eylül’den sonra, milli takım antrenörü olarak kalacak mıyım, kalmayacak mıyım onu bilemiyorum.
Kadroya dair; Fenerbahçe’de Bogdan Bogdanovic’in formsuz bir döneminde Melih Mahmutoğlu devreye girdi. Bu durum milli takım için bir şans. Umarım iyi grafiğini milli takıma da yansıtır. Ama söylediğim gibi, bu çocukların suçu yok. Melih, Barış... Ne yapsınlar? EuroLeague için kural belli. Ama Türkiye Ligi için formül üretmekte gecikiyoruz bence. 3+2’den hemen altı yabancılı sisteme geçilmesi çok hızlı oldu. Keşke altı değil de yedi yabancı kadroda olsa ama parkede en azından bir (devşirme olmayan) Türk oyuncu görebilsek. Ben bunu kural değişirken de dile getirdim ama kimse itibar etmedi. Milli takım antrenörü olarak söylediğimiz geçip gidiyor. Dinleyen yok.
"Milano teklif yaptı"
2015 yazında Emporio Armani Milano’nun ciddi bir teklifi vardı. Sonuçta ben Galatasaray’da kalmaya karar verdim. Onlar da Jasmin Repesa’yla anlaştılar. Ama son ana kadar çok ciddi bir teklifti. Gitmek istemedim çünkü burada mutluyum. Avrupa’daki bütün büyük koçlar da buraya gelmeye başladı. Blatt, Daçka’da. Efes’in başına Perasovic geldi. Öteki tarafta Obradovic var. Bana menajerim bir ay önce sordu, “Avrupa’da piyasaya çıkalım mı?” dedi. “Hayır, hiçbir şekilde bunu istemiyorum” dedim. Bugün ben Avrupa’da orta seviyede bir takıma gitmek istesem anında giderim ama maddi ve manevi olarak çok büyük kaybım olur. Real Madrid, Barcelona gibi takımlar da zaten antrenör değiştirmek istese piyasaya bakmazlar. Galatasaray’la büyük bir bağ oluşturdum zaten. Ayrılma düşüncem yok.
10 Milyon Euro
Benim kafamdaki bütçe 10 milyon Euro. Odebank’la görüşmeler yapıyoruz. Onlar bütçe artırımını kabul etti ama tek taraflı bir artış istemiyorlar. Kulüp de kendine ait bütçeyi yukarı çeksin, bütçe daha da artsın niyetindeler. Geçen yıl 6 milyon Euro’luk transfer bütçesi kullanmıştık. Oyunculara ve teknik kadroya gitti bu bütçe. Benim 2016-2017 sezonu içi belirlediğim 10 milyon Euro’luk bütçeyi hem başkanımız Dursun Özbek hem de Can Topsakal onayladı. Bunu yarısı Odebank veya Odebank’la birlikte gelecek bir-iki sponsorla birlikte karşılanacak. Diğer yarısı da EuroLeague, kombine ve İddaa gelirleriyle kapatılacak. Ekstra bir yük binme durumu olmayacak.
"Ergin'den çok rahat teknik direktör olur"
Futbol takımındaki kötü gidiş ve basketbolda gelen başarılar sonrası Galatasaray taraftarı sosyal medyadan Ergin Ataman’a mesaj yolladı: “Koç, futbol takımının başına geçer misin?”
Sonra Lukas Podolski bir Nisan günü, “Belki gelecek sene futbol takımını da Ergin Ataman çalıştırır” dedi. Ergin Ataman kendisine yöneltilen sorulara, “Neden olmasın?” diye cevap verdi. Kimse geri adım atmamıştı. Tüm bu olanlar bir şakadan ibaret değil miydi? Ergin Ataman ve kendisinin bu konuyu istişare ettiği Çaykur Rizespor Teknik Direktörü Hikmet Karaman’a ayrı ayrı mikrofon uzattık.
Ergin Ataman: Basketbol antrenörlüğümü riske atmayı göze alabilsem futbol teknik direktörlüğüne bugün başlarım. Eğitimi neyse en iyi şekilde alırım. Futbol antrenörlüğü için en iyi formasyon eğitimleri nerede veriliyor? İtalya ve İngiltere. İtalyanca ana dilim gibi, ülkede geniş bir çevrem var. İngilizce de eğitim alırım.
Hikmet Karaman: Ergin’le zaman zaman oturup taktik konuşuruz. 10-15 senelik geçmişi var bunun. Futbol teknik direktörü olabilir mi? Neden olmasın? Ona bir keresinde söyledim: “Ergin, haftanın bir günü seninle birlikte takıma taktik antrenman yaptırmak istiyorum. Sen hücum beşlisini çıkaracaksın, ben de defans dörtlümü ve önlerindeki 6 numarayı. Biz alan savunması yapacağız. Sonra bizim orta saha ve hücum gelecek, senin savunma onları karşılayacak.”
Ergin Ataman: Bu sene elde edilen başarı için söylemiyorum, herhangi bir kulüpte sıra dışı bir başarı kazandıysanız sadece teknik adamlık değil, bir organizasyon, adam yönetme kabiliyetiniz var demektir. Ben demek ki futbola konsantre olursam bunu futbolda da yapabilirim. Geçenlerde Hikmet hocayla konuştum. “Gel yanıma, benimle beraber ol. Tek başına bir takımı alıp götürürsün” diyor. O yüzden bu futbol antrenörlüğü olayını büyütülecek bir hadise olarak görmüyorum. Bu seviyede basketbol antrenörlüğü yaparken her şeyi riske edip yeni bir maceraya atlarsan deli derler adama ama günün birinde, belki de iki-üç sene sonra bunu deneyebilirim. Tabii on sene sonra, yaş 60 olunca değil...
Hikmet Karaman: Mesela dikkat edin; Pep Guardiola, Bayern’in basketbol maçlarını dikkatle takip ederdi. Koçlar, futbol antrenörlerinden çok daha fazla taktik değiştiriyor. Biz futbol antrenörleri, oyunu üç-beş değil en az 10-15 dakika görüyoruz. Değişiklik için, “Hadi biraz bekleyelim” diyoruz. Basketbolda ise hemen hareket zorundasın. Ergin çok rahat teknik direktörlük yapar.