Paradoks

19 dk

İzleyenler için 'olması gereken' futbolcu, antrenörleri için ciddi bir ikilem… Roberto Baggio, futbolun değişmeye başladığı 1990'larda hem eski günlerden esintiler sundu hem de 20 yıl sonrasını sahalara taşıdı…

Yaklaşık bir yıl önce Dünya Kupası'nı havaya kaldıran Diego Maradona'nın ikinci sözünü tutmasına 90 dakika kalmıştı. Napoli'nin şampiyon olması için Fiorentina karşısında bir puan alması yeterliydi. Andrea Carnevale, 29. dakikada attığı golle kutlamaları başlattı. Napoli 1-0 öne geçmişti…

Rakip Fiorentina'nın da farklı bir heyecanı vardı, Serie B tehlikesi ile karşı karşıyaydılar. Ligin bitimine iki hafta kalmıştı ve bir puan, onlar için derin bir nefes anlamı taşıyordu. Carnevale'nin golünden yaklaşık 10 dakika sonra Napoli kalesinin sağ tarafından bir frikik kazandılar. Vuruşu, takımın yaşayan efsanesi Giancarlo Antognoni kullanacak gibiydi. 10 numara topu koydu, gerildi, topa doğru yaklaştı ve yana çekildi. Kaptanından ceza sahasına bir orta bekleyen antrenör Eugenio Bersellini, olacakları anlamış ve "Hayır, hayır!" diye bağırmaya başlamıştı. 20 yaşındaki 10 numara adayı koştu ve topa vurdu. Fiorentina, durumu 1-1'e getirmişti. Maç bu sonuçla bitti. Maradona, Napoli'ye tarihinin ilk şampiyonluğunu kazandırarak 1980'lerin ikinci yarısındaki krallığını ilan ediyordu. Fiorentina'yı kümede bırakan Roberto Baggio isimli genç ise 1990'lardaki saltanatının haberini salmıştı. Maç sonunda "Bütün acılar bir saniyede bitti" diyordu…

Keçi Çocuk

Antonio Rondon'un Vicenza'ya transferinin üzerinden çok geçmemişti. Hücum oyuncusu, sıradan bir antrenman günü geçirdiğini düşünüyordu. Fakat genç takımdaki bir oyuncu onun dikkatini çekti. Topuğuyla attığı çalım ve sonrasında kaleciyi alt etmesi, o seviyede çok sık görülen bir şey değildi. Eve gitti ve eşine şunları söyledi: "Bugün bir şampiyon gördüm. Müthiş bir yetenek. Eğer şansı yanında olursa kesinlikle milli takıma gider."

Baggio, yetiştiği Caldogno'dan Vicenza'ya transfer olduğunda tarihler 1980'i gösteriyordu. Saçları ve görüntüsü nedeniyle arkadaşlarının 'Keçi Çocuk' adını taktığı yetenek, 1983'te henüz 16 yaşındayken A takım kadrosunda kendine yer bulmaya başladı. Venezia, 1984- 1985 sezonuna Serie B hayali ile başlamış ve ligin sonuna doğru düşlerine yaklaşmıştı. 5 Mayıs 1985'te Rimini karşısında kilit bir maça çıktılar. Fakat henüz sekizinci dakikada Baggio, kariyerinin en büyük kâbusuyla tanışacaktı. Orta alanda rakibini kovalarken ayağı kaydı. Sağ dizi döndü. 2-1 mağlup olsalar da Serie B'ye çıkmayı başarmışlardı. Genç yetenek, 20 maçta 12 golle katkısını vermişti. Maç sonunda takım görevlisinin sırtında arkadaşlarıyla kutlamasını yaptı. Uzatılan mikrofonlara ise olumlu konuşuyordu: "Eylül ya da ekim gibi dönerim.

"Beni seviyorsan öldür beni"

İtalyan futbolu, driplingleri rakip savunmayı afallatan ve sıkı savunma arasında ufak gol patikaları açmayı becerebilen oyuncuları daha önce de görmüştü. 'Tanrı'nın Sol Ayağı' olarak nam salan Inter'li Mario Corso bunlardan biriydi, aynı dönemde Torino'da yükselişe geçen Gigi Meroni de… 'Fantasista' olarak adlandırılan bu tip oyuncuların en önemli özelliği topsuz oyunda ortadan kaybolmaları ama takımları topu kazandığında bir anda ortaya çıkıp skoru değiştirmek için silaha dönüşmeleriydi. Genelde kanat oyuncuları bu özellikleri taşıyordu ve santrforları en boş oldukları anda topla buluşturma kabiliyetleri ile dikkat çekiyorlardı. Baggio, ilk anda bir fantasista'ydı ama bir santrfor kadar gol atma kabiliyetine ve dönemin 10 numaralarının taşıdığı saha hâkimiyetine de sahipti. Çocukken Brezilya Ligi maçlarını özellikle de Flamengo'yu izlemeyi âdet hâline getiren Baggio, Zico'yu idolü olarak görüyordu. Aslında stili de Meroni, Corso, Evaristo Becalossi ya da Gianni Rivera'dan çok Zico'yu andırıyordu; takımın hücumlarını yöneten ama bir yandan da gole çok yakın bir yıldız adayıydı.

Bütün bu özellikleri, Serie A takımlarının dikkatini çekmişti. Aradan sıyrılan Fiorentina olmuş ve 10 numarayı kadrosuna katmıştı. Fakat Baggio'nun kariyeri, hesaplarından daha büyük bir darbe almıştı. Diz ameliyatı ağrılı geçmişti ve doktorlar artık futbol oynamasının zor olduğundan bahsediyordu. İlk senesinde hiç maça çıkamadı. Fiorentina, o sezonu dördüncü bitirerek iyi bir iş çıkarmıştı. Antrenörleri Aldo Agroppi ise yıllar sonra "Baggio olsa şampiyonluk için savaşabilirdik" diyecekti… İkinci sezonunda, Empoli karşısında iki gol attı ve 16 ay sonunda Floransalılara "Ben geldim" dedi. Fakat üç hafta sonra yine sağ dizi döndü. Ufukta yine bir ameliyat vardı. Bu zincirin en acılı olanı Fransa'daki müdahaleydi. Anne Matilde, oğlunun dizindeki şişliği tarif ederken bugün bile o günlerin acısını yaşıyor gibiydi. Baggio, acılara dayanamayıp şunu söylemişti: "Eğer beni seviyorsan, öldür beni!"

Neredeyse iki yıl futboldan uzak kalan Roberto, hayatına yön verecek mefhumlardan biriyle de bu esnada tanıştı. Arkadaşı Maurizio Boldrini ile arabadaydılar. Boldrini bir Budist'ti. Kısa bir sohbetten sonra Boldrini, arkadaşını toplantıya davet etti. Birkaç toplantı sonunda yolunu seçmişti. Katolik bir aileden gelen Baggio, Budizm'in ona kattıklarını yıllar sonra şöyle aktarıyordu: "İşler kötü gittiğinde başkalarını suçladığımı, kurban aradığımı fark ettim. Hatalı olduğumu anladım. Eğer arzularınıza ulaşamadıysanız, kendinizi haklı çıkarmaya çalışmanız yararsız, zaman kaybı. Kaderiniz hep sizin elinizde…" Psikolojik olarak huzura kavuşan Baggio, 1986-1987 sezonunun sonlarına doğru sahaya çıktı ve Napoli ağlarına gönderdiği frikikle Serie A kariyerinin ilk golünü attı.

1988-1989, İtalyan futbolunda yeni bir sayfaydı. Como'dan gelen Stefano Borgonovo ile aradığı ortağı bulan Baggio, kendini göstermeye başlamıştı. Ligi yedinci bitirdiler ve UEFA biletini aldılar. Takımın attığı 44 golün 29'u Baggio-Borgnovo ikilisinden gelmişti.

Fiorentina'lılar Antognoni'den sonra çok fazla idol hasreti çekmemişti. Baggio, Floransa'nın yeni simgesiydi. Fiorentina ile Bologna arasında oynanan karşılaşma öncesinde molotof kokteyli ile vücudunun büyük bölümü yanan Bologna taraftarını hastanede ilk ziyaret eden Baggio'ydu. Fiorentina Curva'larıyla bu konu hakkında görüştü ve onlara rest çekti.

Baggio, Fiorentina ve İtalyan futbolu, 1989-1990 sezonunda zirveyi gördü. Bir sene önce Napoli ile UEFA Kupası'nı Milan ile de Şampiyon Kulüpler Kupası'nı kapan İtalyanlar, 1990'ın Mayıs ayında üç büyük kupada toplam dört finalist çıkardı. Milan, bir kez daha Kupa 1'de finalistti. Sampdoria ise Kupa Galipleri'nde Anderlecht karşısına çıkacaktı. UEFA Kupası'nın ülkede kalmasıysa garantiydi. Nitekim 1985'ten beri sesi çıkmayan Juventus finalin bir tarafıydı, karşılarında da Fiorentina vardı. Floransa'nın simgesinin Juventus'a gideceği daha sık konuşulmaya başlamıştı. 10 numara, gitmek istemediğini defalarca söylese de menajeri Antonio Caliendo onunla aynı fikirde değildi. Yıllarını Fiorentina'ya veren, taraftarın "Onların Scudetto'su varsa bizim de Antognoni'miz var!" diye şarkılar söylediği Antognoni'nin kariyerini bir şehre heba ettiğini söylüyordu. Hatta 1982 Dünya Kupası zaferinde bile payı büyük olsa da gölgede kalmasının sebebini büyük takıma transfer olmamasına bağlıyordu. Ona göre Roberto, hak ettiği değeri görmesi için Juventus'a gitmeliydi. Fiorentina, finalde Juventus'a boyun eğdi. Özellikle eşleşmenin ilk maçında skor dengedeyken yakaladığı gol fırsatını değerlendiremeyen ve sahada varlık gösteremeyen Baggio'nun zihninin karışık olduğu belliydi. Rövanştan iki gün sonra kulübü, yıldızlarının 25 milyon liret karşılığında Juventus'a satıldığını duyurdu.

"Böyle oynayacaksa rasta da yaptırabilir!"

Milan, Sampdoria ve Juventus ile üç büyük kupayı kazanan İtalyanlar, Dünya Kupası'na giderken favorilerden biriydi. Üstelik ev sahibiydiler. Fakat Floransa yakınlarındaki çalışma alanları Coverciano'da bekledikleri kadar rahat olamayacaklardı. Baggio'nun satılması, şehirde büyük isyanlar başlatmıştı. 15 kişi gözaltına alındı, çatışmalar yaşandı. Coverciano'yu basan taraftarlar Juventus'lu futbolculara büyük tepki verdiler.

Baggio saha içinde de antrenör Azzeglio Vicini için sorun teşkil etmeye başlamıştı. Genç milli takımdan beri beraber olduğu ve Avrupa Şampiyonası finaline çıkardığı oyuncu topluluğunu A milli takıma monte etmeye çalışan Vicini, birkaç sene içerisinde parlayan Baggio'ya yer açmakta zorlanıyordu: "Baggio, bizim için ciddi bir ikilem. Takım için bir çeşit mayın" diyordu. Zaten turnuvanın ilk iki maçında da Baggio'ya formayı vermedi. Ama grubun son maçında Çekoslovakya karşısına çıktıklarında başını ağrıtacak bir şey olacaktı. 78. dakikada Giuseppe Giannini ile orta sahada verkaça giren Roberto Baggio, rakip savunmayı delmeye başladı ve İtalya'nın ikinci golünü attı. Kadroda bulunan Juventus'lulardan Giancarlo Marocchi, "O gol, Baggio'yu herkesin futbolcusu yaptı" diyordu. İkonik slalom, Vicini'ye yapılan "Baggio'yu oynat" baskısını arttırdı. İtalya, yarı finalde penaltı atışlarında Arjantin'e elenip hayal kırıklığı yaratsa da Baggio adını duyurmuştu. Madonna'nın bir ay sonra Roma'da verdiği konserdeki sahne kıyafetlerinden biri de Baggio'nun kupada giydiği 15 numaralı formaydı. Artık pop kültürüne de ait bir figürdü…

Juventus'ta mesaisi iyi başlamadı. İyi anlaştıkları Gigi Maifredi, sezon sonunda gönderildi. Gianni Agnelli, eski bir dosta çağrıda bulundu. Juventus'tan ayrılıp Inter'in başına geçen ve Milano'da Serie A ile UEFA şampiyonluklarını cebine koyan Trapattoni tekrar 'Yaşlı Hanımefendi'nin kaptan koltuğuna oturdu. Platini ve Matthaeus gibi 10 numaraları bir üst seviyeye çıkaran, İtalya'nın o güne kadar yetiştirdiği en büyük 10 numara Gianni Rivera ile yıllarca top koşturan Trap, yeni dünyanın 10 numarasına yeni bir rol biçme amacındaydı. Baggio, Platini'nin de dediği üzere kusursuz bir 9.5 idi. Ne o güne kadar alışılmış 10 numaralar gibi orta sahanın şefiydi ne de takımın hücum bölgesinde en uçta topla buluşmayı bekleyecek 9 numara fiziğine sahipti. Ama sahayı en az bir 10 numara kadar iyi görebiliyor ve birçok 9 numaradan daha iyi gol vuruşu yapabiliyordu. Trapattoni, Baggio'yu forvete yakın bir bölgede konumlandırdı ve uyuyan devi uyandırmayı başardı. Ligde 18 golle kariyerinin en iyi rakamına ulaşan Baggio, Juve'nin ikinciliğinde pay sahibiydi.

1992-1993 onun yılı oldu. Andreas Möller ve Gianluca Vialli ile müthiş bir ortaklık kurdular. Atkuyruğu, topu aldığı anda vitesi yükseltmesi ve top hâkimiyeti, Maradona'nın yavaş yavaş sahneden çekildiği 1990'ların başında Baggio'yu 'sihirbaz' klasmanında zirveye koymuştu. Agnelli, kendine has yorumlarından birini yapıyordu: "Bu atkuyruğunu hiç sevmiyorum ama böyle oynadığı sürece rasta bile yaptırabilir!" Juve, ligde aradığını bulamasa da UEFA Kupası'nda finale kadar ulaşmıştı. Özellikle yarı finalde PSG'yi tek başına geçti Roby. İlk maçta bir frikikten bir de ceza sahası dışından iki 'Zico golü' attı, rövanşta da skoru belirleyen gol ondan geldi. Torino sokaklarında "Roby'siz keyif vermiyor" tarzı duvar yazıları göze çarpıyordu.

Finalin ilk ayağında Borussia Dortmund maçına çıktıklarında da gösterinin kahramanı Roby oldu. İki gol attı ve 3-1 kazandılar. Rövanşı da 3-0'la geçip kupaya uzandılar. Ballon d'Or'un sahibini tartışmaya çok gerek yok gibiydi. Ama Baggio'nun koleksiyonu sadece Altın Top'la sınırlı kalmadı; Onze d'Or, World Soccer Yılın Oyuncusu ve FIFA Yılın Oyuncusu ödülleri de 'İlahi Atkuyruğu'na verildi.

"Şüphesiz onun için olumlu bir yıldı. Teknik, hız, şut kalitesi açısından dünya üzerinde rakipsizdi. Maçı tek başına çözen bir oyuncuydu. Ama ufak taktik disiplinsizlikleri sorunlar açabiliyordu. Benimle ilişkisinin iyi olduğu zamanlar da oldu, şımarıklıkları da, tartışmalarımız da… Bazen onu biraz da takım için oynaması konusunda azarlardım. Orta sahaya yardım etmediğinde özel ıslıklardan birini çalardım, bunu anlar ve bundan hiç hoşlanmazdı. Zayıf yönü, utangaç olmasıydı. Soyunma odasında bir lider değildi, tabii herkesin kişiliği farklıdır." Trapattoni, otobiyografisinde Baggio paragrafına böyle başlıyor, ona ayrıcalıklı davranmadığı ile devam ediyor, Maifredi'nin onu fazlasıyla 'kucaklanmaya alıştırdığını' vurguluyor ve "Benim için en iyi olan, örnek teşkil edendir" sözleriyle bitiriyordu.

Benzer sorun, 1994 yazında da yaşandı. İtalya Dünya Kupası'na giderken, kadrosundaki en şöhretli isim Baggio'ydu. Ama klasik 4-4-2 ile Milan'ı Avrupa'nın zirvesine çıkaran Arrigo Sacchi'nin sisteminde Baggio tarzı bir oyuncuya yer açmak zordu. Kupa başladı, İrlanda'ya 1-0 mağlup oldular. Giuseppe Signori ile ileri ikilide oynayan Baggio, pek de varlık gösteremedi. İkinci maç ise onun için bir kâbustu. Kaleci Gianluca Pagliuca, 21. dakikada kırmızı kart görünce Sacchi, Baggio'yu oyundan aldı ve yedek kaleci Luca Marchegiani'yi oyuna soktu. Baggio, oyundan çıkarken, "Bu adam delirmiş!" diye bağırıyordu. Fakat yıllar sonra verdiği bir röportajda "Sacchi'nin taktiksel olarak haklı olduğu kararına vardım" diyordu. İtalya, ite kaka gruptan çıkmış ve Nijerya'nın rakibi olmuştu. Baggio o ana kadar varlık gösteremese de Nijerya maçında zincirlerini kırdı. Son dakikalara 1-0 mağlup girdiler. Üstelik Gianfranco Zola'nın atılmasıyla 10 kişi oynuyorlardı. Baggio ceza sahasına daldı ve topu uzak köşeye bıraktı. Uzatmalarda da sahneye çıkan 10 numara penaltıdan attığı golle turu getiriyordu. Çeyrek finalde İspanya karşısında galibiyet golünü atan Baggio, yarı finalde de Bulgaristan ağlarına ustalık işi iki top bıraktı ve İtalya'yı finale taşıdı.

"Çocukken Dünya Kupası'nda Brezilya ile final oynamayı düşlerdim. Çok acı çektim, dişimi sıktım, ağladım, korktum ama o gün geldi" diyordu 10 numara. Fakat final, onun için yeni bir kâbusla tanışması demekti. Seri penaltılarda önce Franco Baresi sonra da Danielo Massaro penaltı kaçırdı. Baggio topun başına geçtiğinde, golü yapsa bile Brezilya avantajlıydı. Ama top direğin üzerinden dışarı gidince Brezilyalılar zafer deparları atmaya başlamıştı… O kutlama ânı, Baggio'nun üzüntüsü kadar ikonik değildi. Birçoklarına göre sıkıcı geçen 1994 Dünya Kupası, belki de kupa tarihinin en büyük dramıyla noktalanıyordu. Kötü futbol oynayan İtalya'yı finale taşıyan adam penaltıyı kaçırmıştı ve takımı mağlup olmuştu… Kariyerinin bu ânı, idolü Zico ile benzerlik yaşıyordu aslında. Socrates, bir röportajında 1986'daki Fransa maçından gülerek bahsediyordu: "O maçta Platini ve ben de penaltı kaçırdık. Ama bugün kimi görsem Zico'nun kaçırdığını hatırlıyor." Fatura, yine jöne kesilmişti...

Oradan Oraya

O yaz Umberto Agnelli'nin Juventus'taki ipleri eline alması ve Marcello Lippi'yi takımın başına getirmesi Baggio için yeni bir sonun habercisiydi. 1994-1995 sezonunda kariyerinin ilk lig şampiyonluğunu kazansa da Padova maçındaki sakatlığı nedeniyle yerini Del Piero'ya kaptırdı ve yeni '10 adayının' performansı ile iyice gözden düştü. Silvio Berlusconi devreye girdi ve Baggio, Milan'a transfer oldu. 10 numara Dejan Savicevic'in sırtındaydı ve formayla özdeşleşen Baggio, 18 numarayla San Siro çimlerinde boy gösteriyordu. Fabio Capello önderliğinde Serie A şampiyonu oldular. Capello "Rivera'dan sonra gördüğüm en büyük İtalyan futbolcu o" dese de Baggio'ya yer açamamıştı. Baggio, ikinci şoku da Euro 96 kadrosu açıklandığında yaşadı. Sacchi, iki sene önce hayatını kurtaran Baggio'yu İngiltere'ye götürmüyordu. Yıllar sonra "Dizinden problemi vardı. Tamamen formda olmadığı için onu kadroya almadım" dese de tepki büyüktü. Baggio'suz İtalya, grup aşamasında turnuvaya veda etti.

O yaz milli takımı bırakan Sacchi, bir kez daha Milan'ın başına geçmişti ve Baggio'yu sisteminde görmek istemiyordu. "Sacchi ikiyüzlü. Bana iyi oynadığımı söylüyor ama ertesi pazar yine yedek kulübesinde oturtuyor. Kendimi trafik polisi tarafından kullanılan bir Ferrari gibi hissediyorum" diyordu Baggio. Üstelik Berlusconi'den de destek görmüyordu: "Yetenekli ama kırılgan. İlham verici ama tutarsız. Umarım futbola odaklanmasını sağlayacak bir takım bulur. Biz bunu yapamayız. Çünkü yetenek kadar atletizme de önem veriyoruz." Atletizme önem veren Sacchi'nin Milan'ı ligi 11. bitirdi. Dünya Kupası yaklaşıyordu ve Baggio'nun kariyer hedeflerinde milli takım tarihinin en golcüsü Gigi Riva'yı geçmek ve kupaya gitmek vardı.

Arayışlara başladığında karşısına çıkan ilk takım Parma oldu. Fakat yine bir '4-4-2 hayranı' ile yolları kesişti. Carlo Ancelotti'nin sistemi, Baggio ile benzer özellikler taşıyan Zola'ya da ters gelmişti. "Benim 4-4-2'mde ona yer yok" diyen Ancelotti, Baggio'yu reddetti. İşin ilginci ise Ancelotti yıllar sonra Milan'la Avrupa'nın zirvesine çıktığında 4-1-2-1-2 dizilişini kullanmıştı. Rui Costa ve sonra da Kaka, tam da Baggio'nun oynamak isteyeceği rollere sahipti… Carlo da kendisiyle alay edebilecek kadar bunun farkındaydı: "Şimdi bakıyorum da, deliymişim. Baggio gibi birinden nasıl vazgeçersin? Gençtim ve kendimi gerçek anlamda bilgi sahibi olmadığım yeni bir şeyin içine atma cesaretim yoktu. Bildiğim her şey 4-4-2 üzerineydi…"

Baggio'nun yeni adresi, Bologna'ydı. Antrenör Renzo Ulivieri ile daha öncekilere benzer 'kulübe' sorunları yaşasa da Serie A kariyerinin en çok gol (22) attığı sezonuna imza koydu. Inter'in devre arasındaki transfer teklifini Bologna kabul etse de Baggio, onun için kombine alan Bologna taraftarlarına haksızlık olacağına düşünerek transferi ertelemişti. Dünya Kupası kadrosunda onu düşünmeyen milli takım antrenörü Cesare Maldini, baskı altındaydı ve Baggio'yu Fransa'ya götürme kararı aldı. Ama Del Piero'nun arkasında beklemesi düşünülüyordu. İtalya, kupadaki ilk maçına çıktığında Del Piero sakatlığı nedeniyle sahada değildi. Baggio, Christian Vieri'ye şık bir asist yaptı ve İtalya 1-0 öne geçti. Fakat Şili, iki sürpriz golle üstünlüğü sağladı. Dakikalar 85'i gösterirken Baggio, takımına bir penaltı kazandırdı. Topun başına geçtiğinde Brezilya anıları daha tazeydi. Şili oyuncusu Nelson Parraguez de o günü hatırlatmak için çenesini çalıştırmaya başlamıştı. Baggio geldi, topa vurdu ve golünü attı. İlerleyen yıllarda bunun esprisini yapacaktı: "Kaçırsam ben de Şili'ye giderdim." Avusturya ağlarını da havalandıran Roby için turnuva fena gitmiyordu. Ama çeyrek finalde bildik senaryo yine sahnedeydi. İtalya, seri penaltı atışlarında Fransa'ya elendi. Fransa'nın zaferini ilan eden penaltıyı kaçıran Luigi Di Biagio'yu ilk teselli eden, onun hâlini en iyi anlayan adamdı: "120 dakikadan sonra o vuruşu yapacak cesarete sahip olduğun için kendinle gurur duymalısın." Aslında iş penaltılara kalmayabilirdi. Baggio, uzatma anlarında eline geçen fırsatı şık bir vuruş yapmasına rağmen kaçırmıştı: "Orada düşündüğümden daha boş olduğumun farkına varamadım. Eğer topu kontrol etsem bugün başka bir finali konuşuyor olabilirdik."

"Baskıyla baş edebilmek için henüz çok genç. Ben de benzer şekilde baskı gördüm fakat daha olgun bir yaştaydım. Budizm de baskıdan kurtulmam için bana huzur ve güç vermişti. Ama tabii ki bu benim tercihim." Baggio, yeni takımı Inter'deki takım arkadaşı Ronaldo'nun 1998 Dünya Kupası Finali'nde başına gelenleri böyle yorumlamıştı. Ronaldo ve Baggio ikilisi ile taraftarına büyük şeyler vadeden Inter sezonu sekizinci bitirdi ve sadece antrenör değiştirdi… Baggio ise yeteneklerini çok az gösterebilmişti. Bu nadir kesitlerden biri, Şampiyonlar Ligi'ndeki 3-1'lik Real Madrid zaferinde sahaya koyduğu futboldu. 1999-2000 sezonu ise daha başlamadan kâbusa dönüşecekti. Takımın başına eski belalılarından Lippi getirilmişti. O dönemde Japonya'dan önemli teklifler alan 10 numaranın kapısını çalan takımlardan biri de Galatasaray'dı. Hatta otobiyografisinde anlattığına göre şartlarda anlaşılmıştı ama Baggio, Inter'de kalmayı seçti. Lippi'den şampiyonluk bekleyen Inter'liler, Şampiyonlar Ligi biletine duacı olmuştu. Ligi, 58 puanla dördüncü bitirdiler ama Kupa 1'e katılmak için aynı puana sahip Parma ile bir play-off maçı oynamaları gerekiyordu. Verona'da oynanan maç, Baggio'nun resitaline dönüşecekti. Bir frikik ve bir vole, Inter'i Şampiyonlar Ligi'ne götürmek için yeterli oldu. Özellikle frikik golü, Parma kalecisi Gigi Buffon'u afallatmıştı. Lippi, sezon boyunca sadece 7 kez ilk 11'de yer verdiği Baggio tarafından kurtarılmıştı…

Huzur

O yaz Brescia ile anlaşan Carlo Mazzone, gazetelere dalmıştı. Okuduğu haberlerden birine biraz daha ilgiyle yaklaştı: "Reggina, Baggio ile ilgileniyor!" Telefonun başına geçti ve Baggio'yu aradı: "Hey, Roberto, Brescia'ya gelir misin?" Aldığı cevap olumluydu. Hemen maddi durumlar tartıldı, bir transfer üçgeni oluşturuldu ve Baggio, Serie A kariyerinin en düşük kalibreli takımına imza attı. Bir sene önce Serie B'de oynayan Brescia'nın 10 numarasıydı artık. 2015'te Walter Veltroni'ye verdiği röportajda "Çocuklarınıza hangi değeri bırakmak istersiniz?" sorusuna şu cevabı veriyordu: "Mütevazı olmak. Eğer tevazu sahibiyseniz değişimle yüzleşmekten korkmazsınız. Kibirliler gelecekten korkar. Alçakgönüllüler ise denerler. Eğer hayatta 'birileri' olmak istiyorsanız alçakgönüllü olmalısınız." Brescia seçimi, belki de çocuklarına bırakmak istediği değerlerin en iyi örneğiydi. "Elbette antrenörler futbolcuların performansını yükseltebilir ama futbol, futbolcular demektir" diyen Baggio, fikirlerine yatkın bir antrenörle, Mazzone'yle tanışmıştı. Antrenörlerle o güne kadar yaşadığı sorunların taraftarlarca çok sevilmesinden kaynaklandığı düşünen ve kıskanıldığını söyleyen Baggio, Mazzone'den aksi bir tutum görüyordu. Mazzone, onun taraftarlarla ilişkisine ne kadar saygı duyduğunu şöyle anlatıyordu: "Bir gün ona 'Fotoğraf imzalamaktan yorulursan kafanı kaşı, ben araya girerim' dedim. Ama bunu hiç yapmadı. 'Ohoo ama hiç kafanı kaşımadın ki' dediğimde ise 'Bayım, benimle tanışmak için binlerce mil uzaktan gelen insanları nasıl hayal kırıklığına uğratırım!' cevabını verdi."

Bu ortam, Baggio'ya ikinci baharından daha çok şey verdi. İlk sezonlarında sekizinci oldular, Baggio ise büyülü işler yapmaya devam ediyordu. Bir 10 numara adayı olarak parlayan fakat Mazzone'nin Baggio'yu rahatlatmak adına 'regista' pozisyonuna çektiği Andrea Pirlo'nun pasında Juventus kalecisi Edwin van der Sar'a attığı çalım sonrasındaki golü "Bende hâlâ iş var" mesajı veriyordu. 2001-2002 sezonu, Brescia kariyerinin en kötü yılıydı. 28 Ekim'de Venezia maçında bir kez daha dizinden sakatlandı, sonra da 31 Ocak 2002'de Parma maçında… Fakat son kez Dünya Kupası'na katılmak istiyordu. 77 gün sonra Fiorentina maçıyla sahaya döndü ve iki golle galibiyeti getirdi. Bütün bu inanç, bir başka 'eski belalısı' ile yollarını kesiştirdi. Belki de onu en iyi kullanan 'büyük hoca' olan Trapattoni, İtalya'nın başındaydı ve Dünya Kupası için Baggio'nun kadroda olması gerektiğini savunanlar hiç de az değildi. Fakat beklenen olmadı.

Pirlo, "Onunla oynamak rüya gibiydi" diyordu. Brescia'dan bir diğer mesai arkadaşı Pep Guardiola ise Barcelona'nın başında olduğu dönemde Messi ile Baggio'yu tanıştırdıktan sonra Messi'ye şunları söylüyordu: "31 yaşındaydım ve onunla oynama şansına eriştim. Dizinden altıyedi ameliyat geçirmişti ama birlikte oynadığım en iyi futbolcuydu. 6-7 ameliyat…" Baggio, dördü sağ ikisi sol dizi olmak üzere altı ameliyat geçirdi. "Her seferinde bir tünele düştüm ama çıkış için ışığı aramaktan vazgeçmedim" diyordu. 16 Mayıs 2004'te Brescia-Milan karşılaşması ile son maçına çıktığında her seferinde çıkışı bulmasının ödülünü de alacaktı. 84. dakikada oyundan çıkarken Milan'ın şampiyonluk kutlamaları için hazırlanan San Siro tribünleri, eski yıldızlarına büyük bir veda hazırlamıştı. Milan'ın şöleninden çok, Baggio'nun jübile günü gibiydi… "Kendi kendime ağlamayacağım için söz vermiştim. Sahayı terk ederken Paolo (Maldini) bana sarıldı ve 'Her şey için teşekkürler Roberto. İtalyan futbolu bugünden itibaren eskisi gibi olmayacak' dedi. Ağlamaya başladım."

Yanlış Zaman

— En mutlu ânın?

— Gerçekten bilmiyorum. Belki de hiç yok. Sakatlıklar bana şunu öğretti: Her mutlu anı, onu solda sıfır bırakacak başka bir an takip edebilir. Bir sonraki gün, yaşadığından daha güzel olacaktır.

Baggio, kariyeri boyunca belki de antrenörlerden çok sakatlıklardan bir şeyler öğrenmişti. Futbol hayatının daha uzun olmamasını da sakatlıklara bağlıyor ve "Benim zamanımda kimin size tekme attığını bile anlayamazdınız" diyordu. "Potansiyelini hiçbir zaman tam anlamıyla gösteremedi ama yine de mükemmeldi" diyen Maradona ile aynı fikirde olanlar hiç de az değil. Üstelik potansiyelinin takıldığı tümsekler sadece sakatlıklar değil. Oynadığı dönemlerde uygulanan oyun sistemleri, iki 'gerçek' forvet ve klasik 4-4-2 anlayışında kullanılan iki çalışkan orta saha çoğu zaman Baggio için gerekli alanların bulunamamasına neden oldu. Aslında Roberto Baggio; Del Piero, Antonio Di Natale, Francesco Totti ve hatta Lionel Messi stili oyunculara bugünün futbolunda yer açmak için kullanılan bir kobaydı. Ne 80'lerden kalma bir 10 numara oldu ne 90'ların şartlarını yerine getiren bir forvet ne de 60'lardan bir 'fantasista'… Özelliklerine baktığınızda, henüz başlarında oyunu bıraktığı 2000'lerin tamamlayıcı forvetini görmeniz mümkün. Fakat kariyerine ve baktığınızda tamamen eski dönemin bir ikonu karşınıza çıkıyor. Kupaların ve ödüllerin yerine yeteneğin tartıldığı zamanın futbolcusu… Belki de bütün bunlar onu 'şanslı' addetmemize sebep. Futbolseverlerin henüz geometrik futbola merak salmadığı günlerdi ve Baggio ne taktik uyum ne de kazandıkları üzerinden eleştirildi. Belki de döneminde Şampiyonlar Ligi ya da Dünya Kupası kazanan birçok futbolcudan daha büyük saygı gördü. Hiçbirimiz Baggio'nun büyüklüğünü kupalarla, asistlerle ya da gollerle ölçmeye kalkmadık. Kendisinin de dediği gibi: "Her şeyi kazanamazsın. Ne kadar iyi olursan ol!"

Socrates Dergi