
Paranın Rengi
12 dk
Yeni organizasyonlar, atılımlar, büyük başarılar… Çin ve Katar, spor dünyasının son yıllarda sık gündeme gelen iki ülkesi konumunda. Peki, söyledikleri ve yaptıkları ne kadar örtüşüyor?
Üzerinden çok zaman geçince gerçek miydi, hayal miydi tam hatırlayamadığınız şeyler birikir kafanızda. "Ben bunu gerçekten yaşamış mıydım yoksa yaşamayı çok istediğim için kafamda yaşamışım gibi mi kalmış?" diye kendinizi sorgular, artık hangisine inanmak isterseniz yola onunla devam edersiniz.
Temmuz 2011… Çin'in Shenzhen şehrindeki Universiade 2011 dahilinde, Uluslararası Spor Gazetecileri Birliği'nin düzenlediği Genç Gazeteciler Eğitim Programı için dünyanın birçok yerinden seçilen genç spor gazetecilerinden biriydim. İlk kez tek başıma yurtdışına çıkıyordum, ilk kez Asya'ya gidiyordum ve ilk kez uluslararası eğitim alacaktım. Tüm bunlar yazının girişinde söylediklerimle örtüşüyor biliyorum ama esas "Hayal miydi, gerçek mi?" diye düşündüren tecrübe bu değildi.
Çin birçok sporun merkezidir. Eğer onların domine ettikleri sporlardan biriyle ilgileniyorsanız, Çin'de olmak sizin için boyut değiştirmek, astral seyahat yapmak ya da masallardaki büyük sırrı öğrenmeye bir adım yaklaşmak gibi bir şeydir. Neden ve nasıl sorularınıza etraftan toplayacağınız yanıtlar, size Çin'in bu mantıksız dominasyonunu biraz anlamlandırmanız konusunda yardımcı olur. Bu durum jimnastikten tutun atlamaya, halterden alın, masa tenisine kadar böyle.
Eğitimin üçüncü gününde "Kim, hangi sporu yerinde izleyip, tribünden yerel insanlarla röportaj yapmak ister?" sorusu geldiğinde 20'li yaşlarındaki 35 çekingen gencin bulunduğu grubun içinde "Ben masa tenisi salonuna gideceğim" diye bağırdığımı hatırlıyorum. Mesleğimizin üstatlarından, eğitmenim Alan Abrahamson'ın, suratıma bakıp "Hayırdır, altın madalyayı sana mı verecekler?" diye dalga geçerek verdiği izin, aslında benim çocukluktan beri gerçekleştirmek istediklerimden birine verilmiş bir biletti: Çin'de masa tenisi izlemek.
Ne yalan söyleyeyim, Çin'de olmama rağmen üniversite oyunlarında oynanan bir masa tenisi turnuvası için tam kapasite bir salon beklemiyordum. Yirmi bin kişilik Shenzhen Bay Sports Centre'a girdiğimde önümde 16 masa, tamamen dolu tribünler ve sürekli tezahürat yapan bir grup buldum. Türkiye'de AVM'lerin eksi birindeki tozlu bir muşambanın üstünde oynanan oyunla aynı oyun olamazdı bu. Hayran hayran etrafı seyretmeye, puanlardan çıkan gürültülere ve aksiyonun hızına kendimi kaptırmıştım ki sonradan tarihin en büyüklerinden biri olacak olan -dünya ve olimpiyat şampiyonu oldu- benimse henüz tanımadığım Xu Xin, maçını çok rahat bir biçimde bitirdi ve ortalık yıkıldı. Evet, Çin'de masa tenisi izleme hayalini gerçeğe dönüştürmek mutlaka derin bir haz sağlayacaktı sporsever bünyeme ama bu kadarı cidden hayal miydi, gerçek miydi çözemiyordum. Onu izlemeye gelen kalabalık salondan ayrılırken, ben kalan azınlıktan kiminle röportaj yapabilirim diye gezintiye çıktım. İzlediği maçtaki her vuruşu elindeki ufak dergiyle sanal bir şekilde yapan, orta yaşı hafif geçkin bir amcada karar kıldım, tercümanımı alıp yanına gittim.
O gün Yan -veya Yang- Amca bana kendi masa tenisi hikâyesini anlattı. Yedi yaşındayken yeteneğinin nasıl keşfedildiği ile başladı… En büyük hayali olan okulun masa tenisi takımına girmiş, yedi yaşında olmasına rağmen neredeyse olimpik sporcular kadar disiplinli bir antrenman temposuna girmişti. Bir zaman sonra hayalin sert biçimde kayaya çarptığını, zira sert antrenmanlardan sonra annesine gidip kanayan el ve ayaklarını göstererek ağladığını söyledi. Hocalarının duyguya ve hataya asla müsamaha göstermediğini; sadece kazanma baskısıyla, girdiği her turnuvayı şampiyon tamamlamasının zorunlu kılındığı bir çocukluk ve gençlik geçirdiğini de…
Ardından 16 yaşındayken onu milli takım seçmelerine götürecek eyalet turnuvasında ailevi sebeplerden dolayı kötü oynadığını ve yarı finalde kaybettiğini, o günden sonra da hocalarının asla kendisini takıma almadığını ekledi. En büyük aşkı, hayatının tamamını kapsayan masa tenisini bırakıp, hayallerinin henüz 16 yaşında yıkılmasından sonra bunalıma girdiği, hiç düşünmediği işlerde çalışmak zorunda kaldığı dönemi anlatarak devam etti. Masa tenisi oynamak dışında hiçbir şey bilmediği için doğru düzgün çalışamamış, yirmi yaşında düzgün bir iş bulana kadar da bunalım daha da büyümüştü. Yani masa tenisi ona bir hayat verebilecekken, hayalini kurdurduğu hayatı onun ayaklarının altından çekmişti. Benim de Çin ve masa tenisi hayalim, perde arkasını görmemle birlikte yıkılmış oldu.

Fan Zhendong, Ma Long ve Xu Xin
Çin dünyanın en büyük spor ülkelerinden biri. Her yaz olimpiyatında madalya tablosunun tepesinde bir yerlerde yer alıyorlar, her branşta mutlaka hatırı sayılır bir seviyedeler veya kafalarına koydukları sporun, planlı bir proje sonunda en büyük ülkelerinden biri haline gelebiliyorlar. İşin içinde kaynak, insan gücü, planlama, disiplin ve yatırım illaki var ancak olayın arka planında neler olduğuna yönelik bir fikir edinmek maalesef birkaç olay dışında çok güç. Olumsuzlukların dışarı hiç sızmadığı, sızsa da Peng Shuai olayında gördüğümüz gibi bazen acemice, bazen de eğreti duracak bir şekilde üstünün kapandığı bir ülkede, sporcuların gerçekten ne yaşadıklarını bilmek pek de mümkün olmuyor. Ancak yıllar içinde, yetiştirdikleri en büyük sprinterlerden Su Bingtian'ı ev sahipliği yaptıkları bir yarışta, henüz tam olarak tedavisi bitmemişken sakat sakat yarışmaya zorlamaları, Ma Long, Xu Xin ve Fan Zhendong gibi üç büyük masa tenisi oyuncusunun, o dönemki antrenörleri Liu Guoliang'ın görevinden alınışına "Seni özlüyoruz" mesajı vererek yaptığı Weibo paylaşımları sonrasında 'bir süre dinlendirilmeleri' ve ardından aynı metinle özür dilemeleri, Çin Süper Ligi'nin ilk dönemlerinde bir anda büyük paralar akıtılan süper yıldız futbolcuların bir haftalık maaşını bir yılda alan yerel oyuncuların antrenmanları protesto etmelerinin ardından lig yönetimi tarafından cezalandırılmaları… En son yaşanan Peng Shuai olayı gibi bir dolu örnek var önümüzde. Tabii ki sonuncusu sportif boyutu çok aşmış bir korkunçluk ama işin spor yanına bakarsak, sırf 2022 Beijing sebebiyle IOC'nin aldığı rezalet tavır ve ATP'nin Çin pazarındaki dev para havuzunu seçmesi, Çin devletinin sporcular üzerinde kurduğu baskının altında aslen ne var sorusunu cevaplamayı imkânsız kılıyor.
China Spors Insider'dan Mark Dreyer, NY Times'a verdiği demeçte "Büyük kuruluşlar Çin'deki organizasyonlara para yüzünden sırt çeviremese de aslında Çin'in olmadığı bir senaryoda o sporun organizasyonunun değil, Çin'in yaşayacağı maddi ve prestij kaybı çok daha yüksek" diyor. Yani baskıcı, sporcularını kukla gibi kullanan, oynadığı Polyannacılığın sporseverlerin gözünde hiçbir karşılığı olmayan Çin'in tavrını değiştirmeden spor dünyasında gerçekten bir yer edinebilmesi pek mümkün görünmüyor. Tabii bu noktada Thomas Bach'ın "Ağzımızın tadı kaçmasın" minvalli, gerçekliği tartışılır Peng Shuai telekonferansının asla yaşanmaması, aynı zamanda da ITF ve WTA'in gerçekten Çin'e bir tavır koyabilmesi gerekiyor. İşler bu kadar politikken tabandaki Yan Amca gibi hayalleri sönenler ve tavandaki susturulan veya ortadan kaybedilen Çinli sporcuların sesleri asla duyulmuyor. Çin'e aslında hiçbir şey olmuyormuş gibi verilen turnuvalar ve büyük spor organizasyonları da devam ettikçe sesini duyurabilen bir sporcu olmayacak gibi.
Körfez ve Para
Çin'in farklı bir versiyonu da Körfez ülkeleri, özellikle de Katar. Önce emekliliği yaklaşan futbolcuların son bir büyük kontrat için gittiği, sonra hatırı sayılır kariyerli sporculara verilen transfer ücretleriyle sporcuların Katar bayrağı altında mücadele etmeye başlaması ve tabii başta 2022 Dünya Kupası olmak üzere Körfez ülkelerine verilen spor organizasyonları...
2000'lerin ortasından beri hentbol dünyasında yer alabilmek için hem eski yıldızlara son kontratları için büyük paralar döken, hem de aslında kimsenin pek önemsemediği hentbol kulüpler dünya şampiyonası olarak adlandırabileceğimiz IHF Super Globe'a ev sahipliği yapan Katar, 2015 Dünya Erkekler Hentbol Şampiyonası'na ev sahipliği yaptı. Körfez'de zorla bir hentbol kültürü oluşturulmuş olsa da halen bir milli takımı olmayan Katar'ın nasıl milli takım çıkaracağı soru işaretiyken, para hemen çare oldu. Katarlı sporsever şeyhlerin 'çabasıyla' iki yıldır milli takımlarında oynamamış tüm Avrupalı oyunculara pasaport teklifi yapıldı. Sonuç: Katar Erkek Hentbol Milli Takımı'nın 17 kişilik turnuva kadrosunda üç Katar doğumlu oyuncuyla finale gitmesi oldu. Parayla kazanılan bu tarihi başarının yanında turnuvaya İspanya'dan parayla seyirci getirilmesi, Katar'ın arasının pek iyi olmadığı Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn gibi ülkelerin katılmaya hak kazanmasına rağmen organizasyon komitesinin ricasıyla turnuvaya alınmaması ve İzlanda ile Almanya'ya wildcard verilmesi gibi ufak tefek rezilliklerin pek bir önemi kalmadı tabii.

Katar ve hentbol, paranın bir şeyi yoktan var edebildiğini, parayla saadet olabileceğini gösteren oldukça küçük bir örnek. Ancak para ve saadet ilişkisinin arkasındaki perdeyi araladığınızda da Çin'deki başarı perdesinin arkasına saklanan o kokuşmuşluğu görmek çok mümkün.
Körfez ülkeleri, paralarını kullanarak sporun başaktörü olmaya başladıklarından beri almaları gereken tepkiyi asla almadılar. 2022 Dünya Kupası için inşa edilen stadyumlardaki işçi ölümleri için FIFA, Katar'a "Bir dahakine daha dikkatli olun" sertliğinde bir uyarıda bulunup, sporcuların -birkaç toplu ve bireysel açıklama ve protesto hariç- hemen hemen hiçbirinden Katar'da olanlarla alakalı bir tepki gelmezken -hatta David Beckham gibi kült bir figür milyonlarca sterlin karşılığında Dünya Kupası'nın yüzü olmayı kabul ederken- tabii ki ciddi bir tepki alması beklenemezdi.
Çoğunlukla direkt olarak parayla bir spor kültürü inşa etmek, bu sahte kültürü kamuoyuna göstermek için parlatmak ve bundan bir başarı hikâyesi yaratmak, özellikle sporseverlerin gözünde pek de mümkün olmuyor. Başta Katar olmak üzere, Körfez ülkelerinin yaptığı bu spor yatırımlarının ve aldıkları spor organizasyonlarının, 1992 Barselona Olimpiyatı'nın şehirde ve ülkede yarattığı sportif sıçramanın bir benzerini yapmasını hayal etmek de en hafif tabirle fazla iyi niyetli bir düşünce. Katar'ın süreklilik arz eden bir başarıdan ziyade, reklamı yapılan ve sevimli gösterilen bir çabanın peşinde olduğunu son on yılda hemen hemen her sporda gördük. Ancak Çin özelinde de olduğu gibi; federasyonlar, önemli figürler ve yöneticiler dur demedikçe, tam tersine akan paranın altına bardaklarını koydukça değişen herhangi bir şey de olmayacak.