Ateş Arabaları

3 dk

Paris 1924'teki ilham verici bir öykü, çok kısa süre içinde Ateş Arabaları filmini ortaya çıkaracaktı. Ancak filmin iki kahramanının gerçek hikâyeleri, beyazperdede görülenden biraz farklıydı...

İngiliz film yapımcısı David Puttnam, 1977 yılında bir gün grip nedeniyle evinde yatıyordu. Sporun ruhunu yansıtacak bir hikâye peşindeydi ve hazır evdeyken olimpiyat tarihini inceliyordu. Tam o sırada, 1924 Paris Olimpiyatı’nda Britanya takımında yaşananları fark etti. Harold Abrahams ve Eric Liddell’ın yaşadıkları, üç yıl içinde Ateş Arabaları (Chariots of Fire) isminde bir film haline getirildi. İngiliz yönetmen Hugh Hudson’ın yönettiği film, ‘En İyi Film’ dahil dört dalda Oscar’a layık görüldü. Ancak filmin iki kahramanının gerçek hikâyeleri, beyazperdede görülenden biraz farklıydı.

Filmde Ben Cross’un canlandırdığı Harold Abrahams, 1899 doğumlu Yahudi kökenli bir İngilizdi. Babası yıllar önce Polonya’dan adaya göç etmişti. Abrahams 1920’de Antwerp’te 100 ve 200 metre yarışlarına katılmış ancak çeyrek finali geçememişti. Paris öncesinde, egzantrik antrenör Sam Mussabini ile çalışmaya başladı. 1920’nin şampiyonu ve dünya rekortmeni Charley Paddock ile Jackson Scholz finaldeki dört Amerikalıdan ikisiydi. Seçmelerde 10.6 ile iki kez olimpiyat rekorunu egale eden Abrahams, altın madalya şansı olduğunu fark etmişti. Mussabini final öncesinde, “Sadece iki şeyi düşün: Tabanca ve ip. Birinin sesini duyunca deli gibi koş ki diğerini finişte koparabilesin” diyordu.

Finalde mutlu sona ulaşan Abrahams oldu. Filmin aksine, 200 metre finali 100 metreden sonra yapıldı. Scholz kazanırken Abrahams son sırada kaldı. Sonrasında ünlü bir avukat olan İngiliz, 1978’deki ölümüne kadar radyo yorumculuğundan kitap yazarlığına birçok konuda atletizme hizmet etti. Abrahams’ın sonuncu tamamladığı 200 metrede, bronz madalyayı Britanyalı Eric Liddell kazanmıştı. Filmde Ian Charleson’ın canlandırdığı Liddell’ın yaşadıkları da olimpiyat tarihinin en ilginç öykülerindendi.

İskoç Liddell, 1902’de babasının misyoner olarak görev yaptığı Çin’de dünyaya geldi. Beş yaşında İskoçya’ya döndü ve ragbi üzerine yoğunlaştı. Ardından bir kariyer değişikliği yaptı ve atletizme geçti. 1923 yılında Britanya Şampiyonası’nda hem 100 hem 200 metrede şampiyon olunca gözler ona çevrildi ve bir ay sonra, ünü iyice pekişti; İngiltere ve İrlanda arasındaki atletizm mücadelesinde 400 metrede koştu, dengesini kaybedip yere düştüğünde yarışı bırakması bekleniyordu ama o kalktı, rakiplerine yetişti ve hepsini geçmeyi başardı.

Liddell, babasının da etkisiyle koyu bir dindardı. Paris Olimpiyatı’na hazırlanırken aldığı bir haberle sarsıldı. 100 metre seçmeleri pazar günü yapılacaktı ve bu durum Liddell için kabul edilebilir bir şey değildi. Filmde Liddell, programı Paris yolunda öğreniyordu. Oysa program, gerçek yaşamda haftalar öncesinden belliydi.

Yine filmin aksine, 400 metre yarışması da öyle dramatik bir şekilde gerçekleşmedi. Yani başka bir atlet, yerini Liddell’a vermedi. 200 metrede bronz madalyayı elde eden atlet, 400 metrede de favoriler arasında gösteriliyordu. Finalde en dış kulvarda yer aldı. Öyle bir 200 koştu ki dönemin atletizm otoriteleri 22.2 saniyelik bu ilk bölümü ‘çılgınca’ bulmuştu. Ama İskoç atlet ne ritmini kaybetti ne de liderliğini, hatta farkı beş metreye kadar çıkardı ve olimpiyat rekoru kırarak şampiyonluk ipini göğüsledi.

Liddell, İskoçya’da kahramanlar gibi karşılandı. 1925 yılında Çin’e gitti ve misyonerlik çalışmalarına başladı. İkinci Dünya Savaşı sırasında eşini ve üç kızını Kanada’ya gönderdi. Ama kendisi, uyarılara rağmen Çin’de kalmaya devam etti. Çin’i işgal eden Japonlar tarafından bir toplama kampına götürüldü. Beynindeki tümör de buna eklenince 1945 yılında, henüz 43 yaşında yaşamını yitirdi.

Ateş Arabaları, gerçek yaşamla arasındaki farklılıklara rağmen gelmiş geçmiş en iyi spor filmlerinden biri olarak gösteriliyor. Ancak tıpkı ilham aldığı karakterler gibi, oyuncularına da uğurlu geldiğini söylemek pek mümkün değil. Hele ki Liddell’ı oynayan Ian Charleson ve Jackson Scholz’u oynayan Brad Davis’in AIDS nedeniyle genç yaşta vefat ettiklerini düşününce...

Socrates Dergi