Parkedeki Hulk

12 dk

Shaquille O’Neal, 1990’ların ortasından itibaren NBA’e damgasını vurdu. Bunu yaparken de sadece fiziğini ve önüne çıkan herkesi paramparça eden gücünü kullandı.

Shaquille O’Neal; fiziksel açıdan dünyaya basketbolcu olmak için gelmişti; kariyerinin zirvesindeyken 2.16 boyunda, yaklaşık 140 kiloluk bir devdi ve o 140 kiloluk dev bedeni, sahadaki en çabuk oyuncular kadar rahat hareket ettirecek kadar atletik yeteneklerle donatmış, parke üzerinde kuvvet standartlarını yeniden belirlemiş, çok güçlü, çok özel bir genetik mucizeydi. Bu denli büyük avantajlarıyla birlikte, basketbol sahasında bir dönem mutlak bir hâkimiyet kurdu. Tek bir sorunu vardı; o da zihnen hiçbir zaman tam anlamıyla basketbola ait olamamasıydı. Asla, sadece parkeye ait olmakla yetinemedi. Yan uğraşlarından, asıl işine tam olarak kendini veremedi.

“Ya böyle olsaydı?” sorusu, -temelsiz de olsasporun en eğlenceli zihinsel egzersizlerinden biridir. “Ya Ronaldo (Brezilyalı olan) hiç sakatlanmasaydı?”, “Ya Portland, Sam Bowie yerine Michael Jordan’ı ya da Greg Oden yerine Kevin Durant’i seçseydi?”, “Ya Len Bias o gece kutlamayı abartmasaydı?” gibi... Varsayımlara dayalı bu önermelerin sonu da yok tabii. Doğrulanmaları imkânsız ve subjektif kalmaya mahkûmlar. Sonuçları hayal etmek ve varsayımlardan yola çıkarak bir hikâye yaratmak, çoğu zaman hayli eğlenceli ve heyecan verici olabiliyor. Sonra hayaller/hayatlar noktasında gerçekliğe dönünce hafif bir burukluk takip ediyor elbette. Bu zincire bir tane de biz ekleyelim o halde: “Ya Shaquille O’Neal, Kobe Bryant mantalitesine sahip olsaydı?” Yanıt mı istiyorsunuz? Basketbol tarihinin gördüğü en önemli oyuncu, oyunun temel ögelerini bozan en büyük güç olurdu.

Bunun için, Shaq’in gerçekte ne kadar etkili bir oyuncu olduğunu hatırlamakta fayda var. Orlando Magic onu, 1992 NBA Draft’ında ilk sıradan seçmişti. Yani daha NBA’e adımını bile atmadan, ne kadar etkili bir oyuncu olduğu biliniyordu. Louisiana State Üniversitesi’ndeki üç yıllık kolej kariyerinde, kendi yaş grubunda açık ara en özel isim olarak öne çıkmıştı. İlk sıradan NBA’e adım atacağına kuşku yoktu.

Öyle de oldu... Ve daha en başında, sezon açılışında ‘Haftanın Oyuncusu’ seçildi. Çaylağı değil, oyuncusu. O zamanlar haftanın oyuncusu, Doğu ve Batı diye de ayrılmıyordu. NBA’e adım attığı hafta, tüm ligin en iyi oyuncusu oldu Shaq. Çaylak sezonunda yüzde 56 isabetle, 23.4 sayı, 13.9 ribaund, 3.5 blok ortalamaları yakaladı. İkinci sezonunda 29.4 sayı ortalaması ile sayı krallığında ikinci sırayı almıştı bile. Aslında birinci olması gerekiyordu ama sezonun son maçında San Antonio Spurs tüm topları David Robinson’a verip onun 71 sayı atmasını sağlayarak sayı kralı unvanını Amiral’e getirdi. Shaq ise o sezonun daha 11. karşılaşmasında, New Jersey Nets karşısında 24 sayı, 28 ribaund, 15 blok ile oynayarak bazı özel günlerde neler yapabileceğinin bir örneğini sergilemişti.

Ama onun neden ‘en büyük güç’ olduğunu açıklamaya, salt bu rakamlar yetmez. Daha çaylak sezonunda, henüz 21 yaşında, vücut gelişimini tamamlamamışken bile ‘güçte büyük bir dalgalanma’ yaratmıştı. O ilk sezonunda bir değil, tam iki defa gücünü test etmeye kalkan masum potaları yere serdi. Evet, tam anlamıyla ‘yere serdi’. O sezon önce Phoenix, daha sonra da New Jersey deplasmanlarında o kadar sert smaçlar vurdu ki potalar parçalandı. Panyadan bahsetmiyorum; -zaten o cam artık kırılamayacak özel bir maddeden yapılıyor- Suns maçındaki smacın şiddetiyle, potayı taşıyan hidrolik düzenek iflas etti ve koskoca pota ikiye katlanarak adeta Shaq karşısında ‘diz çöktü’. New Jersey’de durum daha beterdi. Shaq diz çökmeyi reddeden potaya öyle sert girişti ki pota destek noktasından, olduğu gibi koptu. Tüm panya ve 24 saniye saati Shaq’in üstüne düştü. Zorla diz çökerken son bir hamle yapmak ister gibiydi şanssız pota. Ve NBA yönetimi, sezon sonunda tüm salonlardaki potaların yeni mukavemet standartları ile yenilenmesini istedi. Bunun bir sonucu olarak, her biri yüzde 40 güçlendirildi.

Tüm oyuncuların dahil olduğu bir performans aralığı düşünün; misal, 100 metre yarışı... Olimpiyat finalinde herkesin 9.80-10.10 aralığında olmasını bekliyorsunuz ama biri çıkıp 9.56 koşuyor. Bu şu demek; o kişi, bu yarışmanın tüm standartlarının dışındadır ve genel kriterler ile analiz edilemez. Tamam, basketbol 100 metre kadar yalın bir alan değil elbette ama Shaquille O’Neal’ın patlayıcı güç açısından yarattığı üstünlük o kadar büyüktü ki bu nükleer fark, tüm diğer konvansiyonel silahları vasıfsız kılmaya yetmişti işte.

1999-2000 sezonuna geldiğimizde Shaq 27 yaşına basmış, fiziksel açıdan zirveye çıkmıştı. Lokavt nedeniyle kısa süren 1999 sezonunun ardından Lakers’ın başına geçen Phil Jackson, akıl oyunları ve özel motivasyon metotları ile Shaq’e ulaşmayı başardı. Jackson’ı NBA tarihinin en başarılı koçu yapan da teknik başarısının ötesinde bu süper yıldız ilişkileriydi zaten. Teknik detayları, Tex Winter başta olmak üzere yardımcılarına delege ederdi. Ama karmaşık yıldız oyunculardan verim almak dendi mi, tarihte rakipsizdi.

Motive olmuş, formuna özen gösteren, basketbola odaklanan bir Shaq’in neler yapabileceğini de işte sadece o dönemde görebildik.

1999-2000 sezonunda 29.7 sayı, 13.6 ribaund, 3.8 asist, 3 blok ortalamaları ile MVP oldu. En Değerli Oyuncu oylamasında, biri hariç tüm oyları kazandı. Allen Iverson’a çıkan o tek oy da hayli istisnai bir durumdu. Shaq, sezonu resmen domine etmişti. Geçmişte de böyle oyuncular olmuştu ancak onun durumu hayli farklıydı. O sezon öyle bir seviyedeydi ki ligdeki diğer 29 takımın herhangi birini, tek başına direkt şampiyonluk adayı yapabilirdi. Hiçbir şekilde durdurulamıyordu, istediği zaman istediği kadar sayı atıyordu, boyalı alanda genç takım maçına gelmiş A takım pivotu gibi -diğer faniler hiç yokmuşçasına- takılıyordu... Buna yakın yegâne örnek, 1960’ların ilk yarısındaki Wilt Chamberlain’di belki. Diğer tüm süper adamları zayıf gösterebilecek bir fiziksel üstünlüğe sahipti. Örümcek Adam, Kaptan Amerika vs. hepsi iyiydi hoştu da Hulk işin içine girdiği zaman o süper güçler hayli kifayetsiz kalırdı ya, onun gibiydi.

Ama işte, aynı Hulk gibi Shaq’in de odaklanma sorunları hayli büyüktü. Fiziksel büyüklüğünün getirdiği yükleri ve sağlığına ekstra dikkat etme sorumluluğunu pek taşıyamadı. Nitekim, ertesi sene ufak tefek sakatlıklar baş gösterdi. Ama Jackson, motivasyonuyla Shaq’in zirve noktasını korumayı başardı. Sezon içinde, bir önceki yılın eziciliğini gösteremediği dönemlerde birkaç eleştiri aldı almasına ama play-off’ta hepsinin yanıtını verdi. Gelmiş geçmiş en görkemli play-off performanslarından birini yakalayan Lakers’ı, 15 galibiyete karşı 1 yenilgiyle üst üste ikinci şampiyonluğa taşıdı.

Shaq’in çok görkemli bir kariyeri var; o, NBA tarihinin en çok sayı atan 7’nci, en fazla ribaund alan 14’üncü, en fazla blok yapan 8’inci oyuncusu. Tüm zamanlarda müstesna bir yere sahip olduğuna şüphe yok yani. Ancak 1999- 2000 ve 2000-01 sezonlarını baz alınca, “Ya böyle olsaydı?” dememek imkânsız. Kariyerinin önemli bir bölümünde, pota altında herkesten iyiydi Shaq. Ama o iki sezon, kendisini tamamen basketbola verdiği, fiziksel olarak zirvede olduğu o iki sezon, herkesten farklıydı; Hulk’tu.

‘Büyük Aristo’, ‘Koca Hobo’, ‘Shaq’, ‘Dizel’, ‘Süpermen’, ‘Shaq Fu’, ‘Baba’, ‘Büyük Kaktüs’... Yıllar içinde kendi kendine verdiği ve kamuoyunun kendisine yakıştırdığı lakaplar saymakla bitmiyor. Kişisel favorim ‘Büyük Barışnikov’. Bu bile, ne denli renkli bir kişiliği olduğunu anlatmak için yeterli aslında. Sadece fiziksel değil, karakter olarak da herkesten biraz fazlaydı hep. Bulunduğu her ortamda, gölgesi herkesin üzerindeydi.

Shaq, dahil olduğu tüm All-Star maçlarında bile diğer tüm yıldızlardan fazla parlamayı başardı. Maç içinde, önünde, sonunda, akşamki partide, sabahki idmanda, demeçlerde, her yerde ve hep şovun merkezindeydi. Shaq, basketbol kariyerinin ardından da dikkat çekmeye devam etti. Yarım bıraktığı üniversite eğitimini tamamladı mesela (şu sıralar master programına girmeyi planlıyor), New York Film Akademisi’nde iki sertifika programını bitirdi. Hem Los Angeles hem Miami’de temel polis eğitim programlarını tamamlayarak yedek polis olmaya hak kazandı. Miami’de aktif görevde bile yer aldı. Şarkı söylemeyi hep sevdi, altı albüm yaptı. Pek başarılı olmasa da biriyle platin plak kazandı. Filmlerde oynamayı da sevdi; Blue Chips, Shaq’in kendi kontrolünde olmadığı için gelmiş geçmiş en başarılı spor filmleri arasında yer aldı. Kendi renkli kişiliğinin daha önde olduğu Kazaam için ise sinema anlamında benzer derecede olumlu konuşmak mümkün değil.

Yetmedi; iki reality şov programı çekti. Sayısız diziye konuk oldu. Tiyatroda oynadı. Profesyonel güreş yaptı. Yaptı da yaptı... Şov dünyası içinde dahil olmadığı alan kalmadı. Çünkü her şeyden önce, şovmendi. Zaten asıl yol ayrımı da tam burada oldu. O, sadece basketbolcu olmakla yetinemedi. Duayen kolej basketbolu koçu John Wooden’ın efsaneleşmiş “Basketbol dışında işlerle fazla uğraşırsanız, basketbola uğraşmaya zamanınız kalmaz” sözünün canlı örneğiydi sanki. Pek çok meslektaşının aksine, enerjisini başka alanlara dağıtmayı seçti.

Oysa sporun temeli rekabetti ve bazılarına göre, bu açıdan hem kendi yeteneğine hem de oyuna ihanet etti. Aslında, oyuna ne kadar ihanet ettiği tartışılır. “Hakkını veremedi” demek, belki daha doğru olur. Çünkü Shaq, sadece basketbolda yetenekli değildi ve yeteneğinin bir yönünden ödün verip diğer sayısız alanda etrafını şenlendirmeyi seçmişti. NBA’de forma giymiş Türk oyuncuları düşünün, hepsinin küçük-büyük kariyerlerinde Shaq’le kesişen bir nokta görürsünüz; soyunma odasında Semih’in ayağına kapanması, Mehmet Okur’la All-Star’da bire bir oynaması, Hido’ya her gördüğünde “Selamünaleyküm brother!” demesi...

Küçük büyük herkesle, her yerde, zihinlere kazınacak bir etkileşime girdi Shaq. LakersSacramento çekişmesi sürerken rakiplerine “Queens” demesi, Yao Ming lige ilk girdiğinde başkasına ‘ağır ırkçı’ damgası yapıştıracak esprileri rahatlıkla yapabilmesi ancak bir yandan da Yao’yu bağrına basan ilk oyuncu olması... Bu ve bunun gibi yüzlerce an ve anının başrolündeydi hep.

Tabii, bu herkesi gölgeleyen ve basketbolu zaman zaman öncelikler listesinin tepesinden indiren yaklaşımı, çatışmalar da yarattı. Başta Kobe olmak üzere, çok isimle karşı karşıya geldi. Ama Shaq, bir eğlence makinesi olarak yaşadı hayatı. Yaşattı da... Basketbol için eşsiz bir genetik mirasa sahip olması büyük şanstı ama bir noktadan sonra bu, onu sınırlayan bir pranga oldu. Shaq bunu hiç umursamadı, o ayrı. Nasıl olsun ki zaten; Hulk’u prangalamayı deneyen birini duydunuz mu hiç? Komik olmayın...

Socrates Dergi