
Evden Uzakta IV
18 dk
Lyon'la zirveyi gördü, Rangers'la dibi... 2000'lerin ilk yarısında "Yeni Arsene Wenger" yakıştırmalarıyla anılan Paul Le Guen artık Bursaspor'un başında. Sekiz yıl sonra ilk kez kulüp takımı devralan Fransız teknik adamla Özlüce'de buluştuk.
"Umman Sultanlığı, Türkmenistan yenilgisi sonrası Fransız antrenörün görevine son verdi..."
2005 yazında üst üste dördüncü lig zaferini elde eden Lyon'un başkanı Jean-Michel Aulas, teknik direktörü Paul Le Guen'e yeni sözleşme önerirken heyecanlıydı. "Yeni Wenger" dediği genç Fransız'ın kaderinde Arsenal, Milan, Real Madrid gibi takımların olduğunu düşünüyordu. Ederini bulan her futbolcusu gibi, o da daha büyük kulüpler için Lyon'dan ayrılabilirdi ama ileride 'Umman' ya da 'Sultanlık' kelimelerini içeren bir haberin öznesi olmasına imkân yoktu.
Paul Le Guen, o yaz Lyon'a dönmedi. Bir sene dinlendi. Ardından Rangers'a imza attı ama hiçbir zaman eski popülerliğine ulaşamadı. Bursaspor, 53 yaşındaki antrenörün dördüncü yurt dışı tecrübesi olacak. Bursa'nın ona, onun da Bursa'ya ihtiyacı var...
Pencran'da, yani Fransa'nın kuzeybatısında geçen çocukluğunuz nasıldı? Anneniz Madame MarieFrançois'nın 25 yıl belediye başkanlığı yaptığını okudum...
Hareketli bir evdi bizimki. Annem, seksenlerin başında Pencran'ın belediye başkanlığına seçildi. 2008'de bıraktı, Brest'in kanton meclisine girdi. Politik yaşamı 40 seneden fazladır. Bu yoğun tempoya rağmen onu, bir sigorta şirketinde yöneticilik yapan babamı ve kardeşlerimi sık görebildiğim için şanslıyım. Futbola başlangıcım ve eğitim hayatım hep onların çevresinde, Pancran-Landerneau-Brest üçgeninde geçti.
Lakabınız, La Patate de Pencran.... (Pencran Patatesi) Memnun musunuz? Hikâyesi nereden?
Fransa'nın kuzeyi patatesiyle meşhurdur; özellikle Pencran ve Brest bölgesi... Lakabın isim babası, 1990'larda Paris Saint-Germain'in başkanlığını yapan Michel Denisot. Ben o dönemler, maç sonu röportajlarında sık sık Pencran ismini geçiriyordum. Mösyö Denisot da Canal+ bünyesinde uzun yıllar çalışmış, kurt bir televizyoncudur. Pencran'ı özellikle telaffuz ettiğimi, memleketimin bahsi geçince mutlu olduğumu gördü.
Futbola 10 numara pozisyonunda başladığınız doğru mu?
Evet. 13-14 yaşına kadar hep forvet arkasında, oyun kurucu rolünde oynadım. Ama temposuz bir futbolcuydum. O yavaşlıkla üst seviye bir 10 numara olamazdım. Yıllar geçtikçe rakamlar birer birer küçüldü. Önce forvet arkasından merkeze; 10'dan 8'e geçtim. Ardından uzun yıllar 6 oynadım. Bu değişimi göstermeseydim PSG gibi bir takımda var olamazdım.
Peki, belediye başkanı bir anne, oğlunun futbolculuk hayalleri kurmasına ne denli olanak tanıdı? Elimde 1996 tarihli, "Hayatta futboldan da önemli şeyler var" dediğiniz bir röportaj var. UBO'da (Fransa'nın en prestijli okullarından, Brest merkezli üniversite) ekonomi okuyorsunuz... Futbol ile üniversite nasıl bir arada yürüdü?
Şimdi baktım da... Röportajı vereli epey uzun süre olmuş. Bill Shankly'nin meşhur, "Futbol bir ölüm-kalım meselesi değildir, ondan çok daha önemlidir" sözünü sanırım o zamanlar bilmiyordum. Tutkulu biriyim. Bundan eminim ama eğitimin de benim için asla ikinci, üçüncü plana düşmediğini söyleyebilirim. 20 yaşına kadar nadiren ders kaçırmışımdır. Annemle yaptığımız "Sabah okul/akşam idman" anlaşmasına hep uydum. 18-19 yaşında sınavlarımın büyük bölümünü verdim. Ailede ortanca olmanın, iyi futbol oynayan kardeşlerimin varlığını da iyi kullandım. Abim Claude ve kardeşim Gilles ile sokakta, tarlada, her yerde oynardık. Breton'da kumsal bulduğumuzda da Brezilyalılar gibi, plaj futboluna geçerdik. Çok iyilerdi. Okula devam ederken bir yandan profesyonel kontrat imzalayabilecek seviyeye gelmem ve yıllar sonra PSG gibi bir takımın kaptanlığını yapabilmem onlar sayesindedir.

Michel Denisot'nun büyük başarılar elde eden PSG'sinden David Ginola ve George Weah'nın da içinde bulunduğu birçok oyuncu büyük transferler yaparak takımdan ayrıldılar. Siz neden yedi sene Paris'te kalmayı tercih ettiniz?
Bernard Lama, Patrice Loko, Youri Djorkaeff... Çok oyuncu gelip geçti o aralar. 1995'te Şampiyonlar Ligi'nde yarı final oynadık, 1996'da Kupa Galipleri'ni kazandık. 1997'de yine finaldeydik. Ronaldo ve Figo'lu Barcelona'ya yenilmiştik. Ben, dedim ya, savunmaya kaymasam üst düzey futbol oynayamazdım diye... PSG'de kaptanlık yapıp kupalar da kazanınca statümü kaybetmek istemedim. Popüler bir takımdık ve çok rahattım. Serie A ve La Liga'dan teklifler olsa da düşünmedim bile.
O aralar Galatasaray'la da bir Kupa Galipleri Kupası eşleşmeniz var...
4-2 kaybetmiştik ilk maçı. Hatırlıyorum.
"Yapma Hayrettin!" repliğiyle bilinen golünüzü, siz nasıl anlatırsınız?
Yani, benim de uzaklardan birkaç gol atmışlığım var ama çok nadir olurdu. Galatasaray kalecisinin hata yapmasını beklemiyordum açıkçası. Orta sahanın bir adım önünde almıştım topu. Videosu var mı yanınızda?
[Le Guen golü izliyor...]
Fena vurmamışım. Güzel gol.
"Socrates kahramanımdı"
Derginizin isim babasıyla alakalı şunu söyleyebilirim; Doktor, benim kahramanımdı. 1982 Dünya Kupası'nda 18 yaşındaydım ve Socrates'i izlerken büyülenmiştim. 10 numara oynadığımdan, saha içinde onu taklit etmeye çalışırdım. Aradan yıllar geçti, kardeşi Rai'yle Paris-Saint Germain'de takım arkadaşı olduk. Altı sezon beraber oynadık. Socrates, ara sıra kardeşi Rai'yi Paris'te ziyaret ederdi. O günlerden birinde Rai, beni de evine davet etti. Gittim, Socrates'le tanıştım. Epey sohbet etmiştik, harika bir deneyimdi. Rai'yle bazen hâlâ konuşuruz. Kızım kısa süre önce Brezilya'ya gitti, hemen Rai'yi arayıp "Lütfen onunla ilgilen" dedim. Sağ olsun, hemen evi ayarlamış...
1996 yazında daha hâlâ PSG oyuncusuyken Clairefontaine'de antrenörlük sınavlarına girme kararını nasıl aldınız?
34 yaşına kadar, yani 1998'in sonuna kadar PSG'de futbol oynadım ama antrenörlük diploması uzun süredir aklımdaydı. 24 yaşında, askerlikten döndüğüm yazın tamamını antrenörlük eğitimine ayırmıştım mesela. 32 yaşında Clairefontaine kapısından çıkarken hem PSG'nin sözleşmeli oyuncusuydum hem de Ligue 1'de takım çalıştırabilmek için gerekli tüm lisansları toplamıştım. DEPF (yeni adıyla BEPF lisansı) elime geçtikten sonra Rennes beni istedi. Böylelikle emekliliğim ve Ligue 1'de takım devralışım aynı yaza denk gelmiş oldu.
Rennes'de ilk transferlerinizden biri Shabani Nonda'ydı...
Poooffffff! Fantastik, fantastik bir oyuncuydu Nonda. Kuvvetli, hızlı, tahmin edilemez... Rennes'de iki sezon birlikte çalıştık. Monaco'ya transfer olduktan sonra çok talihsiz bir sakatlık geçirmişti. Bir PSG maçında, eski takım arkadaşı José Pierre-Fanfan'ın sert müdahalesiyle yerde kaldığını ve dizinin bir daha hiçbir zaman aynı olmadığını hatırlıyorum. Poooffffff! O sakatlığı yaşamamış olsaydı, bence Avrupa futbolundaki yeri Real de Madrid ya da Club de Barcelone'ydi.
Rennes'de üç sezon, ardından Jean Michel-Aulas ve Lyon... Başkan Aulas, ekonomi diplomanız olduğu için sizi daha ilk günden sevmiş olmalı...
"Paul, senin futbola da ilgin var gibi" dediğinde, işi aldığımı biliyordum. Şaka bir yana, başkan Aulas beni ilk olarak 1997'de futbolcuyken transfer etmek istemişti. Uzun süredir tanıdığım, çok inandığım biri. Bunu kesinlikle olumsuz anlamda söylemiyorum: Lyon, bir 'tek adam' kulübüdür ve Fransa'da üst üste yedi lig şampiyonluğu kazanabildiyse mimarı Mösyö Aulas'tır. Yedi şampiyonluğun, dört farklı antrenörle (Jacques Santini, Paul Le Guen, Gerard Houllier, Alain Perrin) kazanılmış oluşu da bence buna işaret ediyor.

Mösyö Aulas'nın görev süresini bütün olarak değerlendirdiniz ama özellikle sizin döneminizdeki Lyon, Türkiye'de çok popüler bir takımdı. OL markasıyla özdeşleşecek 4-3-3 formasyonunu denemeye nasıl karar vermiştiniz?
Ben bir antrenörün, formasyonu takımındaki en iyi oyuncuya göre dizayn etmesi gerektiğine inanırım. 2002-2005 Lyon'da, en iyi oyuncum Juninho'ydu ve onun 8 numarada oynaması gerekiyordu. Mahamadou Diarra gerçek bir 6 numaraydı, takıma 2003 yazında katılan Michael Essien de merkezde oynamalıydı. Sezona uçta Elber'le başlamıştık ama özellikle Avrupa'da Malouda-Luyindula-Govou birlikte oynadığında daha verimliydik. 2004'te şampiyon Porto'ydu, biz de çeyrek finalde onlara kaybetmiştik. Modern futbol oynamaya çalışıyorduk.
Peki, sonra ne oldu? Neden ayrıldınız? Lyon, 2008'den beri ligde şampiyonluğa uzak, Avrupa'da yok...
Ne yani? Éternel mi olacaktı? Bilmem anlatabiliyor muyum, sonsuza kadar sürmesi mi bekleniyordu? Benim için doğru zaman olduğunu düşündüm. Bıraktım. Yeni maceraya hazırdım.
Rangers'ta yanlış giden neydi?
Bazı hatalar yaptım.
Ne gibi?
Başka bir şey söylemek istemiyorum.
"PSG maçı öncesi kardeşim birini öldürmüştü. Nasıl uyuyabilirdim?"
1996-97 sezonunda Kupa Galipleri Kupası çeyrek finalinde PSG ile eşleşen Galatasaray, Fransız rakibine elenerek (4-2, 4-0) kupanın dışında kalmıştı. İlk maçta biri Paul Le Guen, diğeri Julio Dely Valdes'ten olmak üzere iki hatalı gol yiyen kaleci Hayrettin Demirbaş'a, o günü sorduk... "1996 yıl sonu, benim Galatasaray kariyerimin bitişidir. Ekim ayındaki o ilk PSG maçından bir akşam önce, kardeşimin birini öldürdüğü haberini aldım. Kardeşiniz cinayet işlemiş, uyuyabilir misiniz? Gece yarısıydı, apar topar Fatih Hoca'nın yanına gittim, derdimi anlatmak istedim. Beş dakika bile konuşamadık. Dinlemek istemedi beni. Şimdi düşününce ona da kızmıyorum, yeni gelmişti daha Galatasaray'a, arayıştaydı. Hata benimdir. Bazen profesyonelce düşünemiyoruz işte. Sonuç olarak o PSG maçına böyle bir psikolojiyle çıktım. Yediğim her iki golde de büyük hatam vardı.
Le Guen 40 metreden sol ayakla vurdu, top dışarı doğru falso aldı. Bir dakika sonra yine altıpasta kafa vuruşunu engelleyemedim. Sonra da hatırlarsınız; bir Gençlerbirliği maçı vardı, penaltılarla 18-17 kaybetmiştik, 17 penaltının hiçbirini kurtaramamıştım. İşte o dönemde benim Galatasaray kariyerim bitti. Hata yaptım ve hatalarımı kabul ederek ayrıldım kulüpten, 20 küsur maçlık alacağımı da bıraktım. 'Ben bu kulüpte oynamayı hak etmiyorum' dedim. Oysa Feldkamp zamanı en az gol yiyen takımın kalecisiydim. 50’ye yakın Avrupa maçı oynamışımdır... Herkes, "Yapma Hayrettin!" ile hatırlıyor beni. Varsın, olsun... Duygusal biriyim. Belki bu özelliğim beni Galatasaray'ın kalesine taşıdı ama o kaleden beni alan da yine duygusallığım oldu..."
Glasgow'dayken kaptanlığını aldığınız Barry Ferguson, geçtiğimiz aylarda kaleme aldığı yazıda "Le Guen'in kuyusunu kazan ben değildim. Suçluysam tek bir şeyden suçluyum, o da sürekli kazanmayı istemek. Le Guen, Rangers kültürünü hiçbir zaman anlayamadı" demişti. Buna dair ne söylersiniz?
Kendi fikri. Ben ona saygı duyuyorum. Mutlaka hatalarım olmuştur.
Yıllar boyunca isminiz hep Galatasaray, Fenerbahçe gibi takımlar...
Beşiktaş. Beşiktaş da var.
Elbette, peki neden kabul etmediniz bu teklifleri?
Hafızam çok iyi değildir, tarihleri tam hatırlayamıyorum. Bu tür kararları hep duygusal yönden değerlendirdim. Türkiye'den gelen; Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş gibi kulüplerin teklifleri onur vericiydi. Zamanlama doğru değildi sadece.
Le Parisien'de çıkan 2005 tarihli makalede, büyük kararlar almadan önce annenize danıştığınız yazılmış. Madame Marie-François'nın Bursaspor teklifini duyunca reaksiyonu ne oldu?
Babamla da konuşuyorum tabii ki. Onun da fikrini alıyorum. Dürüst olmak gerekirse ilk başta biraz korktular. 'Evden çok uzak' dediler. Türk Hava Yolları'nın seferlerinin olduğunu söyledim. Fransa'da yapılan yeni televizyon anlaşmasıyla birlikte gelecek sene Türkiye Ligi'nden üç-dört maçın canlı yayını olacak. Fransa'dan Bursaspor maçlarını da takip edebileceklerini onlara anlattım. Mutlular ve beni destekliyorlar.
Bursa'da ne başarmayı umuyorsunuz?
Yeniden hırslı bir kulüp olmamız için çalışacağım. Birinci hedefim, lig tablosunun ilk yarısında olabilecek bir takım yaratmak. Devraldığım takım ligi geçen yıl 14. sırada bitirdi. Futbol mucizelerine karnım tok. Hayal satmam.
Geçen yılki maçları izlediğinizi söylemiştiniz. Takımın ikinci yarıdaki kırılganlığını neye bağlıyorsunuz?
Savunmaya yapılacak 3-4 takviyeyle birlikte aşama kaydedeceğimizden eminim. Yenilen 58 gol kabul edilemez. Bireyleri suçlamak gibi niyetim yok, kimseyi hedef göstermek istemiyorum. Sadece... Bu durum düzelmeli.

Peki bu yeniden yapılanma periyodu için teşhisiniz ne? Bursa'da işe nereden başladınız?
Güvenlerini tamamen yitirmiş oyuncular var burada. Birincil hedefimiz, buradaki insanların yeniden iyi hissetmelerini sağlamak. Sağlıklı diyalog kurmak, tekniktaktik problemlerden şu aşamada daha öncelikli. Şişkin bir kadroyla çalışıyoruz ve bu sayının azalması gerek. 35 kişiyle çalışmanın kimseye faydası yok. 26-27 kişilik bir kadroyla iletişimin daha sağlıklı olacağına inanıyorum.
Savunmadaki problemlerden bahsettim. Titi ve Ekong, takımın atletizmini de yukarıya çekecek transferler. Bursa'daki ilk aylarım için kilit kelimenin "Denge" olduğuna inanıyorum. Dengeyi sağlamalıyız. Ligi geçen yıl 14. bitiren bir takımın tevazuyu elden bırakmaması, ayaklarının yere basması gerek.
Size yerel basından bir örnek göstermek istiyorum. Olay gazetesinin geçen yıl ligin son haftasından önceki manşeti bu: "El Fatiha..." Bursa'daki yerel basının etkisinden, baskıdan haberdar mısınız? Geçen yıl bir lig maçından sonra takım otobüsünün köprü girişinde durdurulup oyuncuların tartaklandığını buraya gelmeden önce biliyor muydunuz?
Evet, biliyordum.
Sizi tedirgin etmedi mi?
Hayır, hayır... Taraftarımız bizimle olsun. Saygılı hareket edelim, birlikte yürüyelim. Bu takımın zamana ve desteğe ihtiyacı var. Ben çok istekliyim. Buraya geldiğim günden beri Özlüce'de, tesislerde kalıyorum. Bu takımın iyiliği için her şeyimi vereceğimden emin olabilirler.
Günümüz futbolunda mevcut trend nedir sizce?
Bence üçlü savunmaya doğru bir eğilim var. Bunun sadece bir tandans mı, yoksa daha ötesi mi olup olmadığını önümüzdeki 1-2 yıl içinde öğreneceğiz. Ama üçlü savunma oynayan takımların gün geçtikçe arttığı kesin. Bu yapıya sahip bir takım arka arkaya büyük başarılar kazanabilirse trend o yöne doğru kayabilir.
Mesela ben 2010'da Kamerun'un başındaydım. Xavi, Iniesta gibi 'kısa boylu ama teknik' oyuncuların sivrildiğini ve proaktif futbolun, pas oyununun yeni trend olduğunu görmüştük. Bunun sebebi de Barcelona'nın yanı sıra milli takımın da büyük başarılar elde etmesiydi. Kupa kazanan takımlar genellikle akımı belirliyor.
2006 Marathon Des Sables
Paul Le Guen, Lyon'dan ayrıldıktan sonra bir yıl televizyon yorumculuğu yaptı ve Sahra Çölü'nde maraton koştu. Fas'ın güneyinde, 250 kilometre uzunluğundaki parkurda maratonu bitiren 585 kişi arasında 257. sırada yer alan Fransız teknik adam, yarışı 37 saat 45 dakika 2 saniyelik derecesiyle tamamladı. Le Guen, Barcelona'nın eski teknik direktörü Luis Enrique'nin de 2008 yılında katıldığı maraton için, 'Arkadaşlarımın ısrarıyla hazırlandım. Merzouga'daki manzarayı bir daha hayatım boyunca görebileceğimi sanmıyorum. Gidin ve yapın' diyor.
Mösyö Le Guen, Kamerun'dan bahsetmişken kariyerinizde 2005 ve sonrasına genel bir bakış atacak olursak... Lyon sonrası kariyer duraklarınızın pek aklınızdaki gibi olmadığını kabul eder misiniz? Rangers'a değindik. Kamerun'da kötü durumdaki bir milli takımı devralıp Dünya Kupası'na taşımıştınız ama işler sonra sarpa sardı. PSG, Umman ve şimdi Bursaspor... Ne söylersiniz?
Kamerun'un teklifini kabul ettiğimde eleme grubunun son sırasındaydık, altı aylık sürede Dünya Kupası'na katılma hakkı kazandık. Kahraman gibiydim başkent Yaounde'de. Elemelerde o kadar iyi izlenim bırakmıştık ki bazı insanlar, Güney Afrika'da kupayı kaldırabileceğimizi düşünüyordu. Böyle bir ihtimalin olmadığını anlatmakta güçlük çektik. Mesela Samuel Eto'o konusunda, onun beni eleştirdiği yazıldı. "Le Guen yüzünden kanatta oynuyorum" gibi uydurma bir açıklama onun ağzından basında yer aldı. Bugün, yine iddia ediyorum ki Samuel böyle bir şey söylemedi.
Rangers'ta hatalarım oldu ama bunları tekrar konuşmak istemiyorum. Geleceğe bakıyorum. Geçmişte edindiğim tecrübeleri de gündeme getirmekte yarar yok. Umman benim için fantastik bir deneyimdi. Kamerun da aynı şekilde.
Bunu sormamın nedeni; 2000'lerin ortalarında, Lyon başkanı Jean-Michel Aulas bile...
Evet?
"Yeni Wenger" diyordu sizin için...
Ben demiyordum ama.