Pep Modeli

16 dk

Pep Guardiola, son 10 yılda dünya futbolunun gündeminde. Bu süreçte sadece kazandıklarıyla değil oyuna kattığı düşüncelerle de takdir topladı. Tıpkı onu büyüten Johan Cruyff gibi...

İkay Gündoğan ve Pep Guardiola, Manchester şehir merkezinde aynı apartmanda yaşayan iki komşu. Fakat yakınlıkları daha eskilere dayanıyor. İkili şimdilerde apartman girişi, koridorlar, merdivenler ve asansörün yanı sıra Manchester City amblemini de paylaşıyor.

Bu sıkı bağ, birbirlerine 600 kilometre uzakta oldukları dönemde, birinin Dortmund diğerinin ise Münih’te yaşadığı zamanlarda oluşmuştu. Guardiola, 27 Temmuz 2013’te Signal Iduna Park’ta İlkay Gündoğan’ın da bir gol attığı ve durdurulamaz olduğu Süper Kupa maçını, yani Bayern Münih’le yaşadığı ilk resmi yenilgiyi hâlâ hatırlıyor. Türk asıllı Alman orta saha İlkay Gündoğan da dostane bir şaka yapmak isteyen Pep’in devre arasında yanına gelişini ve karnına vuruşunu dün gibi anımsıyor. Evet onlar rakipti, birbirlerini de az tanıyorlardı ama futbol konusunda ortak idealleri vardı. Bu sebeple Guardiola’nın, İlkay’ı Bayern’e bağlamaya çalışması neredeyse hiç kimseyi şaşırtmamıştı. Fakat kulübü buna çok yanaşmadığından amacına ulaşamamıştı.

Pep, 2016’nın başında Manchester City’ye geçeceğini açıkladığında, yapacağı ilk resmi hamle İlkay’ı orta sahaya katmak olacaktı. Kısa bir süre sonra sakatlanan İlkay, City ile anlaşmasının feshedilmesinden korktuğunda Guardiola onu rahatlattı. Onu kendi takımında görebilmek için zaten yıllarca boş yere beklemişti. Onun iyileşmesi için de ne kadar gerekiyorsa bekleyecekti...

Oyuncusunun Xavi ve Iniesta’nın bir karışımı olduğunu düşünen Katalan antrenör, Manchester’da dizinden bir ağır sakatlık daha geçiren Gündoğan’ın iyileşmesini yine beklemek zorundaydı. City’yi her gün sahada takip eden biri onun için şu sözleri sarf etmişti: “Tekniğine bakacak olursak inanılmaz yetenekli, top hâkimiyeti ile öne doğru oynama eğilimi üst seviyede bir oyuncu. Savaşçı ruha ve dozunda saldırganlığa sahip. O hiç kuşku yok ki Pep’in futbol tarzına en uygun beş orta saha oyuncusundan biri.”

Guardiola orta saha oyuncularını sever. Bunun sebebi, kesinlikle, Barcelona’da forma giydiği dönemde orta sahada oynamış olması. Bunun da etkisiyle Guardiola, rakip takımın baskısına rağmen topu ayağından hemen çıkarmayacak cesarete sahip oyuncuları tercih eder. Takımlarında bu tarz futbol oynatmayı seçtiğini zaten defalarca dile getirdi. Akıl hocası Johan Cruyff’tan öğrendiği hücuma dayalı oyunu Barça’da parlatarak Xavi, Iniesta ve tabii ki Lionel Messi gibi yetenekli oyuncuların gelişimine büyük katkı sağladı. En önemli katkılarını belirtmeden de geçmeyelim; Carles Puyol ve Victor Valdes’i zirveye çıkarırken Sergio Busquets, Pedro ve Gerard Piqué’yi de geri döndürdü ve Dani Alves’in oyununu ilerletmesinde büyük pay sahibi oldu. Bayern’de kadro kurmak daha çok kulübün işiydi. Guardiola en azından orta sahaya Thiago Alcantara’yı katabilmiş, bu süreçte “Ya Thiago ya hiçbiri” sözüyle ünlenmişti.

Toni Kroos’un gidişi hoşuna gitmemişti. İlkay’ı kadrosuna katmaya çalıştı, Kevin de Bruyne ile ilgilendi, orta sahada Philipp Lahm’ı tercih etti, Xabi Alonso’ya ve sonradan Joshua Kimmich’e kollarını açtı. Douglas Costa ve Kingsley Coman’ı görevlendirmesinin sebebi bu iki oyuncunun pozisyon itibarıyla Franck Ribery ve Arjen Robben’le rekabete girebilecek olmasıydı. Zamanında Barcelona ve Münih’te yaptığı gibi, Manchester’da da takımdaki yapısal eksikleri (özellikle kalede ve savunmada) kapamaya ve bu sayede her oyuncu tipine kendi oyununun en iyisini yansıtma fırsatı tanımaya çalıştı. City kadrosunda ‘Pep izlerini’ görmek fazlasıyla mümkün. Oyuna kanat hücumcusu gibi etki eden bekler, topu orta saha merkeziyle birleştiren kanat hücumcuları, geniş bir alana sahip forvetler, oyun düzenini sağlamlaştıran kaleciler, savunmacılar ve top hâkimiyeti yüksek orta saha oyuncuları...

Guardiola, farklı liglere adapte olmayı başardı ve bir antrenör olarak metamorfozunu tamamladı. Aynı zamanda, üç farklı futbol kültürüne sahip ülkede kadroların karakteristik özelliklerini de göz önünde bulundurarak üç farklı takım kurdu. Katalan antrenörün mantığı aslında çok basit: Topa göre dizilen, oyun alanını mümkün olduğunca genişletmeye çalışan, yoğun yapısını bozmayan ve çoğunlukla rakip sahada kalmaya çalışan takımları var. Hücumda dar, defansta geniş alanlar tercih eden bu takımlarda kaleci, oyun düzeninde ana karakter konumunda. Bu mantıkla Guardiola’nın öğrencileri oyunun her alanında ana rolü üstlenebilir. Deplasmanda İngiliz devi Chelsea’yi yenmeleri, ezeli rakipleri karşısında üstün gelmeleri ya da zayıf rakiplerini bol golle geçmeleri de bunu gösteriyor. Premier Lig’de zafere kimin ulaşacağı az çok belli. Ancak bir teknik adamın öncelikli zaferi, oyuncularının onu takip etmesi ve coşkularını oyuna taşımasıdır. Şu anda City’de yaşanan da tam olarak bu.

Guardiola, Premier Lig’de yapılabilecek başlangıçların en güzelini geride bıraktı. Ligi fazlasıyla iyi tanıyan West Bromwich Albion’ın eski menajeri Tony Pulis’in Etihad Stadı’nda hak teslim eden bir açıklaması olmuştu. Geçen Ekim ayında City’ye 3-2 yenildikten sonra basının karşısına geçen Pulis şunları söyleyecekti: “İtiraf etmeliyim, herhangi bir takımın City karşısında topun hâkimi olması mümkün değil. Paslaşmaları, ne kadar üst seviyede oynadıklarını kanıtlıyor.” Bu seviyeye ulaşmak zaman ve dayanıklılık ister. Guardiola’nın yakın çevresinden biri şunları aktarıyor: “Pep’in tarzı, oyunculara başta biraz İspanyol kaçıyor. Öğretmeye çalıştıklarını anlamak ve sergilemek başlarda kolay değil. Oyuncu bazen gol attığına sevinirken, Pep ona oyun esnasında pozisyonunu daha iyi koruyabileceğini söylüyor. Nihayetinde sahada her şey bir ahenk içinde.”

Pep kendi bildiğinden şaşmıyor. Çevresinde, “Kendi tarzını oynatmasında kişiliği yüzde 100 etkili” diyenler de var. Bir başka yakınıysa şunları savunuyor: “Bir gün uzun pasla kazanırsa bu bir tesadüf olur. Kazanmak istiyor ama asla sadece zaferle tatmin olmuyor. Kendini gerçekten inanmadığı bir futbol teorisinin ‘kopyala-yapıştır’ına adamıyor. Bunlar belki insanı birkaç ay avutur. Ancak aşılamak istediği futbola inanmayan, zor zamanların da üstesinden gelemez.”

Futbol çevrelerinde taktiksel becerisiyle anılan Pep Guardiola için genelde ‘genie’, yani ‘dâhi’ sıfatı kullanılıyor. Manchester City’de sezon boyunca dört farklı sistem denedi ve her biri için farklı oyun tarzı öne sürdü. Pep, maç esnasında taktik değişiklik yapmayı da Münih’te mükemmelleştirdi. Manchester City’li oyuncular Guardiola’nın talimatlarının altında yatan sebepleri bir buçuk sene sonra artık açıkça anlayabiliyor.

City’nin Oyuncu Destek Bölümü Başkanı ve Guardiola’nın sağ kolu Manel Estiarte şöyle özetliyor: “Dürüst olmak gerekirse takımın ilerlemesini Pep’in karizmasına bağlıyorum. Bütün oyuncuları onu pür dikkat dinliyor, onun yolundan gitmek istiyor. Bütün bunları göz önünde bulundurunca, taktiksel yeteneğinden bağımsız bir şekilde ikna yeteneği olduğunu görüyoruz. Bunu Bayern gibi geleneksel bir Alman takımında bile başardı. City oyuncuları da Pep’in dediklerini uygulamak istiyor.”

Guardiola, oyuncu yönetiminde gün geçtikçe daha iyiye gidiyor. Yazar Martí Perarnau, bu durumu şöyle analiz ediyor: “Kişiliği maçta ortaya çıkıyor ama antrenmanda (kapalı kapı arkasında) daha da belirginleşiyor. Orada oyuncularını alkışlıyor, onlara bağırıyor, utanç verici biçimde hatalarını düzeltiyor. Oyuncularını motive ediyor; antrenmandan arkadaşça kovduğunda bile bir yandan onlara sarılıyor, onları öpüyor. Antrenmanda gerçek Pep’e şahit oluyorsunuz.”

Perarnau, iki kitabı Herr Pep (Bay Pep) ve La Metamorfosis de Pep’te (Almanya Günlüğü) özel bağlantılar yardımıyla Pep’in Bayern’deki gelişiminin portresini çizmişti. Perarnau, Guardiola’nın tarzını “Bütün takımlarında benzer özellikler var. Oyunu geriden kuran, yüksek ve uzun soluklu top hâkimiyeti sağlayan fazla sayıda oyuncuyla harekete geçen ve bu oyun tarzıyla sahada egemen olmaya çalışan takımlar inşa ediyor. Her şey en ince teferruatına kadar çalışılmış. Takımlarının sergiledikleri bu oyun, bir sihrin ya da Tanrı vergisinin ürünü değil. Günbegün yoğun çalışmayla gelen bir şey bu” şeklinde betimliyor. Antrenmanda her detayı çalışma takıntısı, meyvelerini veriyor ve bu da oyuncularının performanslarına yansıyor.

“Oyunumuzun neye benzemesi gerektiğini anlamada sorun yaşayan çok futbolcum oldu. Hepsi iki-üç ay içinde, yarım yıl veya bir yıl sonra ansızın pozisyonlarının en iyisi hâline gelmişti” diyen Guardiola’nın verdiği örnek ise şu: “Barcelona’dayken Eric Abidal oyun tarzımızda sıkıntılar yaşıyordu. Sonunda bence Avrupa’nın en iyi sol beki hâline geldi. Ceza sahasında hızlı, zeki ve güçlüydü. Oyun düzeni muazzamdı. Tabii buna ulaşması zaman aldı.”

Lionel Messi, Xavi, Andres Iniesta, Sergio Busquets, Pedro, Dani Alves, Thiago, Philipp Lahm, Jerome Boateng, David Alaba, Manuel Neuer, Joshua Kimmich, Kevin de Bruyne, John Stones, Fabian Delph, Raheem Sterling, Leroy Sane, İlkay Gündoğan ve Nicolas Otamendi... Bunlar, Guardiola’nın antrenörlüğünde büyük gelişme kat eden oyuncuların sadece bir kısmı. “Oyuncularımdan çok şey talep ederim, nasıl ki benden de ediliyorsa... Mesela, üç kupada şampiyonluk!” diyerek olaya şaka yollu yaklaşıyor Guardiola. City’ye yeni katılan oyuncular, daha ilk hazırlık maçlarında devre olduğunda, Guardiola’nın onlardan nasıl bir şeyler beklediğini hatırlıyordur. “İnsanlar, 90 dakika için para verdiler. Rakiplere ve seyircilere saygı göstermenin en güzel yolu maçın seviyesini yukarıda tutmaktır. İki yerine üç gol atabiliyorsak, bu iyi bir şey. Fakat üç yerine dört gol atabiliyorsak, bu çok daha iyi” sözlerini o an konuşma sırasında soyunma odasında olan biri böyle aktardı. Benjamin Mendy, Guardiola’nın oyuncularından beklediği bu hırs ve heyecandan ötürü takıma yeni bir isim takacaktı. Takıma yazın katılan genç Fransız bek, sosyal medyada Guardiola’nın ekibi için ‘köpekbalığı takımı’ ifadesini kullanacak ve bu tanımıyla kulübün pazarlama bölümünden teşekkürleri toplayacaktı.

Premier Lig gibi tepeye oynaması güç bir ligin hâkimi olmanın zorluğundan söz etmeye gerek bile yok. Barça ve Bayern’de maçın her anında üstün taraf olmaya alışmış Guardiola’nın İngiliz futboluna alışması, sert geçen bir sezonunu aldı. Guardiola alışma sürecini şu sözlerle yansıttı: “Burası ikinci pası kontrol edip hakem kararını beklemeniz gereken bir yer. Yoksa hayatta kalamazsınız. Topu çoğunlukla havada buluyorsunuz, çimde değil. Bu oyun tarzı daha çok belirsizlik içeriyor. Buna ve duran topların etkinliğine alışmamız gerek.”

Guardiola yeni bir futbol kültüründe kendisine yabancı "Premier Lig'de bitime üç dakika kala 2-0 öndeyseniz, savunacak bir köşe vuruşunuz olduğunu hesaba katın." bir durumla karşı karşıyaydı. Şampiyonluk yarışını Şubat’ta çoktan bıraktığı, bu kadar çok maç kaybettiği, zirveye tam 15 puan uzakta olduğu, Şampiyonlar Ligi’ne çeyrek finalden veda ettiği ve kupalardan uzakta kaldığı bir sezon daha yaşamamıştı. Bu gibi bir dönüm noktasında reset tuşuna basmalı, kendisiyle, Barça’daki ve Bayern’deki Pep Guardiola’yla savaşmaktan vazgeçmeliydi. Bu yeni duruma zamanla alıştı. Ona İngiliz futbolu hakkında söylenenlere artık espriyle yaklaşıyor: “Premier Lig’de maç bitimine üç dakika kala 2-0 öndeyseniz, daha savunacak bir köşe vuruşunuz olduğunu da hesaba katın. O köşe vuruşunu kurtarırsanız kazanan taraf siz olursunuz. Kurtaramazsanız o noktadan sonra her şey mümkün demektir.”

Bir önceki sezonun başarılarından eser yokken Guardiola, kendi futbol felsefesine daha da bağlı kalmayı tercih etmişti. “Bazen maçın stresli anlarında ‘Johan (Cruyff) bu durumda ne yapardı?’ diye düşünürüm” şeklinde itirafta bulunan Guardiola, oyunculuğunda her maçın ana karakteri olmak, kazanmak isterdi. Çalkantılı ruh hâli, karakterini oluşturan şeyler arasında. Bazen kötümserliğe olan eğilimini, babası Valenti’nin prototip bir Katalan olmasına bağlar ve bu özelliğin kendisine ailesinden geçtiği yönünde espriler yapar. Pep gülerek anlatıyor: “2-0 yendiğimiz bazı maçlardan sonra babam beni arardı ve ‘Kalecinizin maçın bitmesine üç dakika kala topu beklettiği iyi oldu, yoksa berabere kalabilirdiniz’ derdi. Babamı çok seviyorum ama spor konusunda Cruyff’un iyimserliği beni yönlendirdi, büyüttü. Böyle büyüdüğüm için şanslıyım. Bu durum huyumu dengeledi.”

Guardiola’nın rakiplerini her seferinde aşırı derecede övmesi ise basını sık sık sinirlendiriyor. Gazeteciler buna yanlış bir alçakgönüllülük gözüyle bakıyor. Aslında bunun arkasında yatan baba korkusu ve belki de kendini gülünç duruma düşürme kaygısıyla rakibinin yeteneklerini kendi zayıflıklarından daha çok vurgulama ihtiyacıdır. Kim bilir? Her gün birlikte çalıştığı insanlar onu, yeterince dikkate almadıkları takdirde lig sonuncusu takımlara bile yenilebileceklerine derinden inanan biri olarak tanımlıyor. Oysa tam tersi; o, Cruyff’tan cesur olmayı ve oyunda güzellik aramayı öğrendi. Kimi bunun sıkıcı bir güzellik olduğunu söyler ama Pep için güzellik, topa hep hâkim olmak ve sahada ortaya bir şeyler çıkarmaktır. “Hayata da böyle yaklaşıyor. Mesela şık giyimi. Paçavra kıyafetler giyse de şık gözükebilirdi. Ancak bende böyle olmazdı” diye şaka yapıyor bir arkadaşı. Guardiola, City’yi güzelleştirmek, daha rekabetçi yapmak istedi.

Güçlü komşusu Manchester United’a göre tarihsel açıdan daha küçük bir kulüp görülen City’nin özgüvene ihtiyacı var. Kulübün beklentisi ise Pep’in yıllar içinde tabiri caizse ‘kulübün Johan Cruyff’una dönüşmesi; yani sadece takıma damgasını vurmakla kalmayan, aynı zamanda Cruyff Camp Nou’ya gelene kadar Barça’nın Real Madrid’e karşı yaşadığına benzer bir aşağılık kompleksini yenmelerini sağlayacak birine...

Pep Guardiola, Manchester City’nin Johan Cruyff’u olabilecek mi? Bu uğurda Manchester’da, İlkay Gündoğan ile birlikte daha uzun süreler geçirmesi gerekecek. Tabii bu konuşmanın oyuncuyla antrenörün herhangi bir asansör sohbeti sırasında gerçekleşmeyeceği de kesin. Öyle bir ortamda büyük ihtimalle İngiltere’nin yağmurlu havası gündeme gelecek ve ikili, Pep’in takımının Manchester’da parlayacağı günlerin yeni yeni başladığı konusunda sessiz bir anlaşmaya varacak.

Socrates Dergi