Pes Etmek Yok

15 dk

Türkiye Tekvando Milli Takımı başarılı bir olimpiyatı geride bıraktı. Takımın önemli isimlerinden, Tokyo'dan bronz madalyayla dönen Hakan Reçber, Socrates'e konuştu.

Hakan Reçber'in tekvando serüveni, ailesine ait tekvando salonuna adım atmasıyla başladı. 2015'te, yürümesine engel olan hastalığı yenerken yine tekvandonun rolü çok büyüktü. Geçtiğimiz ağustos ayında Ankara'daki o salona geri döndüğünde boynunda bu kez bir olimpiyat bronz madalyası vardı. Hakan Reçber'le Zoom üzerinde buluştuk. Spora başlama hikâyesini, olimpiyat serüvenini ve o salonu konuştuk…

Klasik bir başlangıç yapalım. Tekvandoya olan ilginiz nasıl başladı? Başka branşlarda şansınızı denediniz mi?

Aslında küçüklüğümde futbolu da severdim. Hatta iki yıl gibi bir süre Ankaragücü ve Gençlerbirliği'nde oynadım. Sonrasında işler ciddileşmeye başlayınca bir tercih yapmam gerekti. Ben de tekvandoyu seçtim. Ama dövüş sporları arasından başka hiçbiriyle ilgilenmedim. Direkt olarak tekvandoya merakım vardı. Kendi tekvando salonumuz olduğu için tekvando hep hayatımdaydı zaten. O salon ben doğduğumda kurulmuştu, babam aynı zamanda hocamdı. Özetle, tekvandoya olan bağımın kökleri de o salonla birlikte oluştu…

Karar aşamasında tek sebep salonunuz olması mıydı peki?

Aslında kendi salonumuz olması şu açıdan etkiliydi: Başlarda çok rahat davranıyordum. Tekvando antrenmanlarına katılıyordum. Antrenmanın yarısında çıkıp futbol oynamaya gidebiliyordum mesela… Anlayacağınız, babamın antrenör olmasının verdiği büyük bir rahatlık vardı. Futbolu da tekvandoyu da çok seviyordum ama tercih günü geldiğinde tekvando daha ağır basan taraftı.

Tekvandoda çeşitli branşlar var. Sizin branşınızın diğerlerine göre farkları nelerdir?

Ben Kyorugi branşında mücadele ediyorum. Bu branşta rakiple karşılıklı olarak mücadele ediyorsun. Bir de Poomsae branşı var. Poomsae branşı ile bizim branşın turnuvaları birbirinden farklı oluyor. Poomsae'de el ve ayak teknikleriyle yapılan kompozisyonlar var. Dolayısıyla da jüri puanları önemli oluyor. Biz ise tekme vurarak puan alıyoruz. Kafaya vuruşlar üç puan, dönerek vuruşlar beş, aşağı vurursan dört puan… İkişer dakikadan üçer raunt dövüşüyoruz ve sonunda daha çok puana sahip olan kazanıyor.

Stratejinizi nasıl belirliyorsunuz? Rakiplere özel olarak hazırlanıyor musunuz mesela?

Aslında stratejim aynı. Yani sadece rakibe göre teknik belirlemek ya da ayak değiştirmek gibi bir durum yok. Çünkü sürekli çalıştığım şeyler var ve onları uygulamalıyım. En çok hangi konuda antrenman yaptıysanız o konuda iyisinizdir. Ama tabii ki rakibe de bakıyorum ve benden önce yaptığı maçları izliyorum. Diyelim ki sağ ön ayağıyla geliyor sonra sol ayağıyla arkadan atıyor. Hemen "Bu sporcunun sol ön ayağı zayıf" diyorum ve ona göre ısınıyorum. Maç içinde bana ne vurabileceğine bakıyorum. Benim ona ne vurabileceğime de hocamla birlikte çalışıyorum. Biraz da kafayı rahatlattıktan sonra maça çıkıyorum. Gerisi biraz doğaçlama aslında. Sonuçta ne biliyorsam onu vuruyorum rakibe. Çok inatçı bir yapım var. O yüzden puanı çıkarıyorum kesinlikle.

İdol

Aktif spor yaptığı dönemlerde Servet Hoca (Tazegül) idolümdü. Stili çok farklıydı. O zaman da kimse yapamıyordu onun yaptığını şimdi de... Bence en önemli özelliği çok akıllıca dövüşmesiydi. Teknikleri karıştırarak dövüşüyordu. Çok dönüyordu mesela. Ama bir şekilde o an vurmak istediğini vuruyordu. Bir oyun kuruyordu ve rakibini de o oyuna düşürüyordu. Bu çok özel bir yetenek. Herkes aklını kullanarak dövüşemez çünkü. Ya boyunu kullanır ya esnekliğini ya da bacağının boyunu falan… Servet Hoca akıllı dövüşüyordu.

Milli takım kampına girdiğimiz andan itibaren birlikte çalışıyoruz. İki kez dünya şampiyonluğu kazanmış bir isim… Olimpiyat şampiyonluğu da var. Onunla çalışmak bizim için bir gurur tabii ki. Olimpiyata hazırlanırken birebir çalışma şansımız da oldu.

En önemli şey, Servet Hoca'nın işin içinden gelmesi. Benim maçlardan önce ne hissettiğime kadar her şeyi biliyor. Bu sporun içinden gelmeyen biri benim yenildiğimde ne düşündüğümü bilemez ki. Servet Hoca; kazanınca, kaybedince ne düşündüğümü anlıyor, hatalarımı direkt söylüyor bana. Hepsinden ders çıkarmaya çalışıyoruz ve sonraki maça bakıyoruz. Bu sporun içinden gelmesinin yanında çok başarılı bir sporcu olması bizi maçlarda da iyi yönde etkiliyor.

Ama işin mental yönü de epey mühim herhalde değil mi?

İşin mental tarafı çok önemli. Eğer kendini kafa olarak dinç tutmazsan bu sporda kesinlikle başarılı olamıyorsun. İstediğin kadar fiziksel antrenman yap, her şey kafada bitiyor aslında. Biz bazen günde iki saat bazen de dört saat antrenman yapıyoruz. Bunun yanı sıra kafa olarak kendimizi hep yüksek tutmamız lazım. Diğer yandan da kendimize inanmamız şart. Çünkü maç içinde psikoloji çok etkili oluyor. Eğer aklınızda en ufak bir şüphe varsa bu sporu yapmak çok zor olur. Vücut gitmez bir kere…

İyi antrenman yaptığımda kendimi iyi hissediyorum. Atmak istediğim bir tekmeyi doğru şekilde atabildiğim zaman kendime "Evet, bunu yapabiliyorum" diyorum mesela. Kötü antrenman yaptığımda ise bazen antrenmanı bırakıyorum. Ertesi gün toparlanıyorum ve yeniden çalışmaya başlıyorum.

Geçirdiğiniz transvers miyelit hastalığını yenmenizde tekvandonun nasıl bir rolü oldu?

Daha önce yıldızlarda şampiyonluk almıştım ama öyle çok gözde bir sporcu değildim. Türkiye Şampiyonalarında kaybediyordum. Fakat kendime de çok inanıyordum. Bir şeyleri başaramıyordum ve başarı kazanmak için can atıyordum. Araya hastalık girince bu süreç beni epey geri götürdü. Hiç yürüyemiyordum...

Ben de bu hastalığı sanki basit bir grip geçiriyormuş gibi düşünmeye başladım. Yani vücudumun öyle algılamasını sağladım. Sabah kalkıyordum ve tekme atmaya, ayağımı kaldırmaya çalışıyordum. Tabii bu fiziksel olarak hiçbir işe yaramıyordu ama kafa olarak hastalığın beni etkilemediğine inanmama yardımcı oluyordu. İlaçların da etkisiyle vücut toparlamaya başladı. Yürümeye de başlayınca ilk önce eve döndüm, sonra da antrenmanlara başlamaya çalıştım. Tabii teknikleri eskisi gibi uygulayamıyordum çünkü hızımı ve gücümü epey kaybetmiştim. Ama her antrenman deneye deneye bir şekilde oturdu. Yani hastalığı yenmemdeki en büyük pay tekvandonundu. Şampiyonalara dönmeyi, kazanmak istediğim başarıları düşünüyor ve heyecanlanıyordum. Hayatımın dönüm noktasıydı aslında…

Tekvandoda gerçekten iyi olduğunuzu ne zaman fark ettiniz?

Hastalık sonrası gerçekten oldukça fazla antrenman yaptım ve bir süre sonra Türkiye şampiyonasına katıldım. Orada bir üçüncülük elde edince insanların da takdirini kazandım ve kendi kendime "Demek ki eski halime dönüyorum, daha da iyi olabilirim" diye düşündüm. Kendime inandım yani. Arkasından bir Türkiye şampiyonası daha oldu, orada birinci oldum. Sonra zaten dünya şampiyonluğu gelince iyice motive oldum. Olimpiyat madalyasına kadar gittim işte…

"Hastalığı yenmemdeki en büyük pay tekvandonundu. Şampiyonalara dönmeyi düşünüyor ve heyecanlanıyordum."

"Hastalığı yenmemdeki en büyük pay tekvandonundu. Şampiyonalara dönmeyi düşünüyor ve heyecanlanıyordum."

2020 Tokyo'nun ertelenme haberi geldiğinde ne düşünmüştünüz?

Ben normalde kıta elemesine katılmayacaktım. Benim yerime başka bir arkadaşım katılacaktı. Olimpiyat ertelenince araya çeşitli maçlar girdi. Kendimizi tekrar gösterme fırsatımız oldu aslında. Ben de pandemi sürecini çalışarak devam ettirdim. Yani pandeminin bitmesini beklemedim. Alt kata çalışma ortamı kurdum ve orada antrenmanlarımı yaptım. Yasaklar kalktığı anda da salona gidip çalıştım. Bu fırsatı değerlendirdim yani. Avrupa şampiyonu olduktan sonra benim kıta elemesine gideceğim kesinleşti çünkü bunu hak etmiştim. Tabii ki keşke yaşanmasaydı ama pandemi sebebiyle 2020 Tokyo'nun ertelenmesi benim için iyi oldu.

Kıta elemeleri demişken… Yarı final maçında bir geri dönüşünüz var…

İsveçli sporcuyla oynadığım maçtan önce sol gözüm bulanık görüyordu. Aslında hastalığımın bir atağını geçiriyordum. Bir de maç içinde terleyince neredeyse hiç göremez duruma geldim. Maç da 14-2, gerideyim. Servet Hoca'nın yanına gittim, dedim ki: "Hocam bırakalım. Ben devam edemeyeceğim. Bari fark yemeyeyim." Şöyle dedi: "Sen dövüş. Dövüşmeye başlayınca arkasını getirirsin." Ben de üstelemedim. Maça devam ettim ve o maçı 19-18 aldım. Nasıl aldın derseniz, gerçekten hiçbir şey düşünmeden sadece saldırdım. "Ne yerim? Bana nereden vurur? Beni öldürür mü?" gibi soruları hiç sormadım. Zaten göz gitmiş, yeniliyorum. Kaybedecek bir şeyim yok ki diye düşündüm ve saldırdım. Skora baktım, rakip de benim saldırmamdan bıkmış, yorulmuş. Son saniyelere doğru da maçı bıraktı. Onu yendikten sonra final de çok çekişmeli geçti... Bulgar rakibime karşı bitime iki saniye kala bir farkla gerideydim… Hemen bir tane vurdum ve maç bitti. O maçı aldım ve olimpiyata gideceğim kesinleşti. İnanılmaz bir duyguydu. En son rakipten itiraz geldi, onu da bekledim. O an o kadar heyecanlıydım ki ellerimle yüzümü kapadım, "Ne olur o itiraz kabul olmasın!" diye geçirdim içimden. Hayatımdaki en zor maçtı.

2021 Avrupa Şampiyonası'nda kazandığınız altın madalyadan sonra Tokyo'ya giderken üzerinizde bir baskı hissettiniz mi?

Bu sene benim asıl amacım sadece Avrupa şampiyonluğuydu. Olimpiyat konusu kıta elemesine gitme durumundan sonra çıktı. "2020 Tokyo'ya gidiyorum, bu yaşta yeterli" diye düşündüm. O yüzden de baskı yoktu üzerimde. Tadını çıkarmaya çalıştım. Bence madalya almamın sebeplerinden biri de bu rahatlığım. Kendimi kassaydım dövüşemeyebilirdim. Olimpiyat köyünü merak ediyordum. Antrenmanlardan kalan zamanlarda çok gezdim zaten olimpiyat köyünde. İlk defa görme şansım oldu tabii çok etkilendim.

Olimpiyatta bronz madalya aldığınızda neler hissettiniz?

Bronz madalya maçı o kadar stresli ve zor bir andı ki… Olimpiyata gitmişim, o kadar maç almışım ve madalyaya son bir maç kalmış… Rakibini yenebilirsin, bunun da farkındasın. İnanılmaz bir baskı. Maça çıktım, dövüşürken rakipte bir açık buldum. Orada farkı açtım ve sanırım skoru 12-4 yaptım. Sonrasında kendimi yormadım. Yani ne kadar kurnaz olabilirsem o kadar kurnaz olmaya çalıştım. Puanları bir anda topladım ve kalan iki rauntta yattım. Sadece rakibi kestim, engelledim. Arada da kurnaz tilkiler gibi puanlar aldım. Fark kapanmasın diye düşündüm. Son saniyelere geldik ama olayın farkında değilim. Madalya alıyorum yani daha ötesi yok! Ama tam kavrayamadım o an… Türkiye'ye döndüm, karşılamalar oldu. Sonra farkına vardım bu başarının. Diğer taraftan seyirci olsaydı çok daha güzel olabilirdi ama yine de çok güzeldi. Olimpiyat tarihi üzerine araştırma yaparken sporcuların ellerinde o çiçekle ve oyuncakla poz verdiğini görürdüm hep. O maçı kazanınca akşam bir baktım benim de öyle pozum var.

Gelecek hedeflerinizle ilgili neler söylersiniz?

2022'de Avrupa ve dünya şampiyonaları var. Pandemi yüzünden ikisi aynı yıl yapılacak. 2024 Paris için ilk beşteyim şu an. Puanımı korumam adına bu şampiyonalar çok önemli. Boş dönmemem lazım. O sebeple şimdi çok çalışıyorum. 2024 Paris'te de o zamana kadar kendimi geliştirip artık bu kez altın madalya almak istiyorum.

Socrates Dergi