Platonik

22 dk

2020 Fransa Bisiklet Turu'nda neler olacak? Bugünlerde muhabirlik yapan Juan Antonio Flecha'ya bunu sormak için telefon açtık. Ama öncesinde yolumuz başka ülkelere düştü. Arjantin, İspanya, İtalya...

Bisiklet, kaybedenlerin sporudur. Hayır, burada romantik bir giriş cümlesi peşinde koşmuyoruz. Bahsettiğimiz matematiksel bir gerçek. En iyi bisikletçiler dahi girdikleri yarışların çoğunu kaybederler. Ortalama bisikletçilerin ise bütün kariyerlerini özetleyecek en fazla bir ya da iki zaferi olur. Juan Antonio Flecha, yol bisikleti macerasını karşılıksız bir aşka adayanlardan. Eski bisikletçi, yıllar boyunca Paris-Roubaix'nin peşinde koştu. Dünyanın en ünlü tek günlük klasiğinde tam sekiz kez ilk 10'a girdi ama hiç en önde bitiremedi. 2013'te emekli olan Flecha, o günden beri de genellikle Eurosport çatısı altında, bisiklet muhabiri olarak karşımıza çıkıyor. 2020 Fransa Turu öncesinde onu aradığımızda da eski aşk defterlerini açmadan edemedik. Paris-Roubaix konuşmalıydık.

Yetmişlerin sonunda Arjantin'de doğan biri için yol bisikleti kaçıncı seçenektir? Nasıl merak saldınız?

Kesinlikle popüler bir spor değildi bisiklet, özellikle büyüdüğüm yıllarda. Daha çok bir mahalle aktivitesiydi, hafta sonları çevrede bisiklete binen ve yarışlara katılan insanlar görürdüm. Arjantin'de bisikletle ilgilenenler genelde Avrupa kökenlilerdir. Kolombiya'da mesela bisiklet ana sporlardan biridir ama Güney Amerika'nın genelinde durum farkılıdır.

Bir yandan da iki tekere Arjantin'de merak saldığım için mutluyum çünkü o dönemlerde bisiklet yayınlarını yakalayabilmek, bisiklet hakkında bir şeyler öğrenebilmek için ciddi anlamda mesai harcamanız gerekirdi. Tutkumun peşinden epey koşmak zorunda kaldım.

1980'ler Maradona yıllarıydı Arjantin için. Futbolun ülke için oynadığı rol bisiklete göre çok daha fazlaydı…

Aynen öyle. Meksika'daki 1986 Dünya Kupası'nı kazandığımızda dokuz yaşında, küçücük bir çocuktum. Ama öylesine büyük bir olaydı ki… Unutmak, etkilenmemek mümkün mü! Futbol her yerdeydi ve tabii, söylemeye gerek bile yok, büyük bir Maradona hayranıydım.

Babanızın ölümünün ardından annenizle birlikte İspanya'ya taşındınız. İlk gerçek bisiklet kahramanlarınızı orada mı edindiniz? İspanya'nın altın çağıydı...

Pedro Delgado olabilir, 1988 Fransa Turu zaferi sayesinde elbette. Henüz İspanya'ya taşınmamıştık ama yarışları çok yakından takip ediyordum. Tabii İspanya'ya taşındığımızda da Greg LeMond'a hayran olmuştum. Zaten daha sonrasında Miguel Indurain'in çağı başladı. Ama her şeyin başında Delgado vardı. Sadece benim için değil, o dönem İspanya'da büyüyen milyonlar için bu saydığım isimlerin yeri başkadır zaten.

Indurain'in beş Fransa Turu kazandığı döneme bugünden bakıp 'sıkıcı' diyenler var. Katılır mısınız?

Aslında ilk Fransa Turu'nu uzun bir kaçışla kazanmıştı, 1991, Val-Louron etabı. Claudio Chiappucci ile birlikte atak yapmışlardı ve çok heyecan verici bir etaptı. Sonraki yıllarda taktiksel anlamda olgunlaştı, daha çok savunma yapar hale geldi, zamana karşı etaplarında elde ettiği avantajı korumayı temel felsefe haline getirdi. Evet, zamana karşı yeteneğiyle hegemonya kuran ilk yıldızlardandı ama sonuçta o Fransa Turu parkurlarının tasarımı öyleydi. Mesela aynı yılların İtalya Turu etaplarını hatırlayın; Marco Pantani, Evgeni Berzin gibi tırmanışçılara karşı mücadele ederdi, 1994 Giro'daki meşhur Mortirolo etabı gibi. O dönemin İtalya parkurları Fransa'dan daha farklı bir şekilde tasarlanıyordu. Kısacası, eğer Indurain'in sürüş stilinin sıkıcı olduğunu söylersem Fransa Turu'na sıkıcı demiş olurum. Bazen bu konuda bisikletçileri haksız yere suçladığımızı düşünüyorum. Neticede onlar kendilerine sunulan parkura adapte olmak zorundalar, parkuru dizayn etmiyorlar.

Bakın şimdi konuşurken başka bir yarış aklıma geldi. 1995 Fransa Turu, yedinci etap, Charleroi'dan Liege'e gidilen gün. Johan Bruyneel'in atağına cevap vermiş ve zamana karşı etabı öncesi bütün rakiplerini şaşırtmıştı. O yüzden ona sıkıcı dersem haksızlık ederim; şans bulduğunda, parkur veya ortam bunu gerektirdiğinde Indurain her türlü kartı oynardı.

O dönem kendi kendinize bir rol biçmeye başlamış mıydınız? "Kaçış gruplarında olacağım" veya "Klasikçiye dönüşeceğim" gibi…

Yok yok, sonra karar verdim. Indurain yıllarında henüz çok gençtim. Kafamda daha farklı hayaller vardı, genel klasmanı kazanmak, sarı mayoyu omuzlarıma geçirmek gibi... Eurosport karşısına oturup arka arkaya yarışları izlerken bunları düşünürdüm. Daha - 100 - tour de france tour de france - 101 - sonrasında hedeflerimi daha kalın çizgilerle belirlemeye, "Paris-Roubaix ve Ronde van Vlaanderen'de yarışmak isterim" demeye başladım. Özellikle de Bahar Klasikleri'ni ekranda daha sık gördükten sonra…

"Ona sıkıcı dersem haksızlık ederim; şans bulduğunda, parkur veya ortam bunu gerektirdiğinde Indurain her türlü kartı oynardı."

"Ona sıkıcı dersem haksızlık ederim; şans bulduğunda, parkur veya ortam bunu gerektirdiğinde Indurain her türlü kartı oynardı."

Profesyonel kariyerinizin hemen başında, iBanesto.com adına yarıştığınız yıllarda Eusebio Unzue'nin öğrencisi oldunuz. Geçmişte Delgado, Indurain gibi efsanelerle çalışan, şu anda hâlâ Movistar'ın başında bulunan efsanevi bir bisiklet adamı. Nasıl bir deneyimdi iBanesto.com?

İlk kez bir büyük takım görmüştüm, harika bir deneyimdi. Ama katıydı da… Yıllara dayanan bir takım gelenekleri vardı ve genç bisikletçilere dair kafalarında bir plan vardı. 25 yaşına gelmediyseniz büyük turlar için hazır olmadığınızı düşünürlerdi. Mesela kariyerimin en önemli zaferlerinden biri 2003 Fransa Turu'ndaki 11. etaptır. Unzue, o gün finişte gülümseyerek bekliyordu çünkü beni o yarış kadrosuna almasının sebebi hazır olduğumu bilmesiydi.

Nasıl bir yöneticiydi peki? Biraz eski tip bir patron olarak bilinir...

Elbette çok deneyimliydi. Etrafında güzel bir ekip vardı. Ama en önemli özelliği çok açıksözlü ve direkt olmasıdır. Netflix'teki Movistar belgeselini izlediyseniz bu özelliğini görmüşsünüzdür. Bir bisikletçi iyi performans göstermezse, formda değilse, Unzue bu konudaki görüşlerini belirtmekten asla geri durmaz. Genç bir bisikletçi için bu zor olabilir, çünkü yıllar boyunca "Çok iyisin, böyle devam" gibi yüreklendirici mesajlar duyduktan sonra bir anda "Beklediğim performansı veremedin" gibi bir cümle işitmek kalp kırıcıdır. Diğer taraftan, Paris-Roubaix kariyerimin başında da o vardı. Başta beni Bahar Klasikleri'ne göndermeye çekindiğini belirtmişti çünkü gereğinden fazla risk alabileceğimi düşünmüştü. Ama bir sene sonra, ilk Paris-Roubaix deneyimim öncesi, beni aramıştı ve uzun bir telefon konuşması yapmıştık. Şöyle demişti: "Endişelenme. Bu da sonuçta bir başka bisiklet yarışı. Geçen sene oraya yollamaktan çekindiysem de merak etme. İnsanların düşündüğü kadar tehlikeli ve zor olmayacak."

Paris-Roubaix tutkunuz nasıl gelişti? Özellikle Fassa Bortolo ve Rabobank yıllarında tek günlük yarışların uzmanı haline gelmiştiniz.

O takımları tercih etmemin basit bir sebebi vardı. Klasikler konusunda yalnız kalmayacağım, başkalarının tecrübelerinden de yararlanacağım bir adreste olmak istedim. İtalya, Belçika, Hollanda kökenli ekiplere gitmek bu anlamda bana yardımcı olacaktı. iBanesto.com'daki yöneticilere de bunu söyledim zaten, "Burada olmaktan mutluyum ama başka hayallerim de var, klasiklerde başarılı olmak isteyen başkalarıyla birlikte pedal çevirmeyelim, tek başıma bir rüya peşinde koşan çılgın olmamalıyım" dedim. Mesela Fassa Bortolo'da Fabio Baldato'dan çok şey öğrendim; klasiklere nasıl yaklaşıyorlar, nasıl hazırlanıyorlar, hepsini gördüm. Fabian Cancellara, Filippo Pozzato gibi genç yıldızlar da oradaydı, fantastik bir ekipti.

Bir yandan da şanssız bir döneme denk geldiğinizi düşünüyor musunuz? Fabian Cancellara-Tom Boonen devrinde Bahar Klasikleri kazanmaya çalışıyordunuz. Ki sadece onlar da yoktu. Pozzato, Ballan, O'Grady, Hincapie, Hushovd… Çok kaliteli bir jenerasyonun parçasıydınız. Hiç "Keşke başka zamanda yarışsaydım, klasik kazanabilirdim" dediğiniz oldu mu?

Hayır, bu sadece sonuca odaklanarak Bahar Klasikleri deneyimine bakmak olurdu. Oysa önemli olan, hegemonya kuran o isimlerle birlikte orada olmaktı. Boonen ve Cancellara'dan bahsettiniz, hem Roubaix'yi hem Ronde'yi dörder kez kazandılar neredeyse. Benim niyetim, o yarışları kazanmalarını olabildiğince zor hale getirmekti. Bundan gurur duyuyorum.

İnsanlar onları kıyaslamayı sever. Sizce kim daha iyiydi?

Elbette çok farklı stiller. Boonen daha sprinterklasikçi, Cancellara ise zamana karşı uzmanıydı. Yıllar içinde Boonen da zamana karşısını geliştirdi, tek başına kaçışlarla klasikleri kazanmaya başladı. Fakat tartıya koyarsam genelde Boonen'ın tek günlük klasiklerde daha iyi olduğunu düşünüyorum. Cancellara'nın da inanılmaz bir kariyeri var ama Boonen'a göre daha sorunlu yılları oldu. Kazalar, sakatlıklar, mekanik problemler... Boonen'ın klasikler karnesi daha istikrarlı.

"Boonen ve Cancellara... Benim niyetim, o yarışları kazanmalarını olabildiğince zor hale getirmekti. Bundan gurur duyuyorum."

"Boonen ve Cancellara... Benim niyetim, o yarışları kazanmalarını olabildiğince zor hale getirmekti. Bundan gurur duyuyorum."

2007'de Paris-Roubaix'yi Stuart O'Grady'e kaybettiniz. 2009'da kaza yaptınız son bölüm öncesi. Bisikletçiler genelde klasiklerle ilişkilerini sevgi-nefret olarak görürler. Sizinkisi nasıldı?

Paris-Roubaix'yle ilişkim bütünüyle aşktı. Ronde'yle daha sevgi-nefret bağım vardı, sezonun ilk büyük klasiği olması beni hep gererdi, fazla baskı altına sokardım kendimi. Paris-Roubaix'de ise yarışı daha rahat okuyabilirdim, arnavut kaldırımlarında yarışmayı tepeciklerde yarışmaya tercih ederdim. O yüzden Paris-Roubaix'den önceki gecelerde hep çok güzel bir uyku çekerdim, huzurla yatağa girerdim.

Paris-Roubaix'de başarılı olmak için yüzde yüz güçlü olmanız gerekmez. Bir sene elimdeki bazı kemikleri kırmıştım, beş hafta sonra Roubaix'de gayet iyi bir yarış çıkardım. Mathew Hayman da 2016'daki zaferinden önce sakatlık problemleri yaşamıştı. Elbette formunuzun yüksek olması gerekir ama daha önemli faktörler vardır: Yarış okuma beceriniz, arnavut kaldırımlarına zihinsel yaklaşımınız, sabrınız, tecrübeniz… Eğer nasıl yarışacağınızı, Roubaix'nin sizden ne istediğini biliyorsanız Roubaix'de başarılı olursunuz. Alpe d'Huez'e tırmanmak veya 50 kilometrelik bireysel bir zamana karşı etabında pedallamaktan daha farklıdır yani.

Rabobank sonrası Team Sky'a gitmiştiniz. Team Sky'ın ilk yılları biraz sancılıydı, şimdiki kadar başarılı değillerdi. Emekleme sırasında orada olmak nasıldı?

Elbette zor bir tarafı vardı çünkü takım patronu Dave Brailsford en başta amaçlarını net biçimde ortaya koymuş, "Beş sene içinde Fransa Turu'nu kazanacağız" demişti. Bu yaklaşımı o yıllarda medyadan, bisiklet çevrelerinden ciddi eleştiriler almıştı. Evet, bu bir baskı unsuruydu. Ama bizim, yani takım içindeki bisikletçilerin üzerinde ciddi bir baskı yoktu. Bize "Hemen sonuç almalısınız" demiyordu kimse. Zamanla takım büyüdü, arka arkaya başarılar geldi ve birkaç sene içinde Team Sky'ın bir yarışı kazanamaması haber değeri taşımaya başladı. Zamanla her şey değişti. Ve tam Team Sky büyürken ben başka bir takıma gittim.

Kariyerinizi Team Sky'dan önce, Team Sky'dan sonra şeklinde ayırıyorsunuz. Antrenman teknikleri, taktiksel yaklaşım, beslenme şekilleri… Siz o sistemin içindeydiniz. Team Sky'ın sırları neler?

Bambaşka bir yaklaşımları vardı yol bisikletine, ilk günden itibaren. Her şey planlıydı, simülasyon üzerinden çok fazla çalışma yapıyorduk. Marjinal kazanımlar felsefesi merkezdeydi. Küçük detaylarla ilgilenerek performans gelişimini başka boyuta taşımak istiyorlardı. Fiziksel formunuz, zihinsel durumunuz, aerodinamik kabiliyetiniz, uyku düzeniniz… Her şeyle ilgileniyorlardı. Ama bana kalırsa Team Sky'ın temelde en büyük farkı şuydu: Her şeyi sporcular için yapıyorlardı. Her şey sporcuların en yüksek düzeyde performans vermesi için tasarlanmıştı.

Mesela bir örnek vereyim: Takım otobüsleri. Team Sky öncesinde pelotonda kullanılan takım otobüslerini hatırlıyorum, çok fazla koltuk vardı. Sadece yarışçılar için değil; özel davetli konuklar için de yer olurdu bolca. Team Sky bunu tamamen değiştirdi. Şimdi takım otobüslerine bakınca artık herkesin Team Sky'ı örnek aldığını görüyorum. Ortamı yalnızca sporcular için tasarlamışlar, dokuz koltuktan fazlası yok içerde. Eskiden otobüsler takımın bütün üyeleri ve konukları içindi, artık sadece bisikletçiler için. Onlar "Bisikletçiler, kraldır" mantığını oturttular ve bu bakışa hep sadık kaldılar.

Otobüs sadece bir tarafı bu işin. Bisikletçilerin daha iyi performans verebilmesi için daha fazla fizyoterapist, şef transfer ettiler, her bir detayın kritik olduğunu gördüler. Bazen bunu abarttıkları da oldu. Mesela bir dönem beslenme bölgelerinde, yarıştaki her bisikletçileri için ayrı beslenme çantaları oluşturdular. Ama bu çok pratik değildi. Sonuçta yarış içinde sporcular topluca o beslenme çantalarını alıyorlar ve aksiyonun içindeyken o dağılımı düzgün bir şekilde yapmak kolay olmuyor. O an karıştırıp başkasının çantasını alabilirim veya bunu düşünürken rakiplerimin atağını kaçırabilirim. Dolayısıyla bazen bu tip yanlış denemeler de yaptılar ama orada bile şunu gösterdiler: Her şey sporcular için. Mantalite belliydi; yeni bir şey denemekten hiç korkmadılar, bir şeyin geçmişten beri aynı şekilde yapılıyor olmasını bir neden olarak kabul etmediler, geleneklerin sert bir sorgulamasını yaptılar. Ve denemeye devam ettiler.

Chris Froome ve Bradley Wiggins'le beraber yarıştınız. Team Sky'ın iki büyük şampiyonu, iki bambaşka karakter. Onları nasıl kıyaslarsınız?

Maalesef ikisinin de Fransa Turu kazanan takımlarının bir parçası değildim, o yüzden tam olarak büyük turda nasıl bir lider olduklarını anlatamam. Ama kıyas yapmam gerekirse Bradley'nin biraz daha muhafazakâr, Froomey'nin ise biraz daha savaşmaya, risk almaya açık bir karakter olduğunu söyleyebilirim. Froomey'yi çoğu zaman durdurmanız gerekir yoksa her türlü şartta atak yapmaya hazırdır. Düzlükte, çapraz rüzgârda, tırmanışta… Takım yetkilileri çoğu zaman onu sınırlandırmaya çalışır ama atıyorum, yarışta "Şuradan atak mı yapsak?" diye önerirseniz "Evet, evet, hadi yapalım" yanıtını verdiğini görürsünüz. Bradley ise tamamen farklı bir yarışçıdır. Froomey her türlü zorlukla baş edebilecek tipte bir yarışçı, yüksek performans vermesi için bütün detayların mükemmel olmasına ihtiyacı yok. Bradley ise bütün detayları kontrol altında tutmayı severdi, en ufak ayrıntılara dahi önem verirdi. Froomey ise her koşula adapte olurdu.

Dave Brailsford'u yakından tanıyorsunuz. Şu sıralar -yeni adıylaTeam Ineos, zor bir sezon geçiriyor. Uzun süre sonra ilk defa ağır favori değiller… Team Jumbo-Visma çok güçlü durumda. Peki Team Ineos, pelotondaki yeni rolünü kolayca kabul edecek mi?

Geçmişte bu şekilde İtalya Turu kazanmayı başardılar, çok sorun edeceklerini sanmıyorum. İspanya Turu'nda da aynı şekilde yarıştıkları oldu. Elbette Fransa Turu bambaşka bir dünya ama orada da en formda takım olmadan veya en güçlü kadroya sahip değilken kazanmaları ihtimaller dahilinde. Bir yolunu bulabilirler. Dave ve ekibi çok yaratıcıdır, özgüvenlidir, yeni bir meydan okumayla karşılaşmaktan her zaman hoşlanmıştır, herkesten çok.

Şunu söyleyebilirim, şimdiden bildiğimiz bir şey var: Team Jumbo-Visma'nın yarış taktiği. Onlar Team Ineos'un son yıllarda uyguladığı taktiği kopyalayacaklar, ne yapacaklarını tahmin etmek çok da zor değil. Daha endişeli olanlar onlar, işleri kolay olmayacak. Erkenden öne geçip bunu savunmaya çalışabilirler. Ama Team Ineos savaşmayı asla bırakmayacaktır. Son güne kadar.

"Team Ineos'ta aslında bir liderlik problemi yok. Zira Bernal, Froome ya da Thomas değil Team Ineos'un lideri, Dave Brailsford."

"Team Ineos'ta aslında bir liderlik problemi yok. Zira Bernal, Froome ya da Thomas değil Team Ineos'un lideri, Dave Brailsford."

İnsanlar Brailsford'un çok soğuk bir lider olduğunu düşünüyor, Froome'u ve Thomas'ı Fransa Turu'na götürmeme kararını alabilecek tek insan da oydu zaten muhtemelen. Bazıları bir makineye bile benzetiyor. Yakından nasıl bir insandır?

Makine diyemem ona ama şu kesin: Hesaplamayı çok seven biri. Ölçüp biçmeyi, plan yapmayı seviyor. Sayılardan, kanıtlardan yola çıkarak konuşmayı tercih ediyor. Spekülasyonlara çok fazla önem vermiyor. Yarışlara yaklaşımı da hep ölçülü. Neye ihtiyacı olduğunu çok iyi hesap ediyor ve bunun sonucunda da büyük kararlar almaktan asla çekinmiyor. Dolayısıyla güçlü bir Team JumboVisma takımından çekineceğini sanmıyorum. Daha ziyade bu, Brailsford'a yeni bir yol deneme fırsatı sunacaktır. Demin konuşuyorduk ya "Froome, Le Tour'a gider mi? Bernal ve Thomas'ın domestiği olur mu?" diye. Team Ineos'ta aslında bir liderlik problemi yok. Zira Bernal, Froome ya da Thomas değil Team Ineos'un lideri, Dave Brailsford.

Team Jumbo-Visma göründüğü kadar güçlü mü? Primoz Roglic ve Tom Dumoulin'in Sepp Kuss, Wout van Aert gibi harika domestikleri var.

Şu an çok formdalar. Ama Froome'un kazandığı 2018 İtalya Turu'na sizi yeniden götürmek isterim. Daha zayıf bir takımla yarışmıştı orada. O rolü oynamasını da biliyorlar. O yüzden de Team Jumbo-Visma'nın işi kolay değil. Bir örnek vereyim: Artık ilk haftadaki çapraz rüzgârlı etaplar, Fransa Turu'nun vazgeçilmezi oldu ve hemen hepsinde Team Ineos'un kendini doğru pozisyona aldığını gördük son yıllarda. Çünkü çok deneyimliler. Team Jumbo-Visma aynı tecrübeyi yola yansıtacak mı? Sonuçta Fransa Turu'nun birden fazla boyutu var. Sadece tırmanış ve zamana karşıdan oluşmuyor yarış.

Kapatırken o klasik soru: Fransızların en büyük umudu yine Thibaut Pinot. Sizce bu yarışı kazanabilir mi?

Açıkçası ne zaman büyük bir baskıyı göğüslemesi gerekse altında kalıyor. Harika bir yarışçı, heyecan verici. Kabiliyet anlamında Fransa Turu'nu kazanabilecek seviyede olduğunu düşünüyorum ama zihinsel anlamda o baskının üstesinden gelebileceğinden pek emin değilim. Sorun şu: Onun yarış stilini, bisiklete yaklaşımını çok seviyor olabiliriz, tarzıyla birçoğumuzun en favori bisikletçileri arasına girmiş de olabilir ama Fransa Turu'nu kazanmak istiyorsanız başka bir şeye sahip olmanız gerek. Başka bir kumaşa ihtiyacınız var.

Socrates Dergi