Pokerin Adaleti

9 dk

Poker, tarih boyunca birçok polemiğin müsebbibi oldu. Ama bir soru, asla kesin bir yanıt bulamadı. Poker bir şans oyunu mudur, yoksa bir beceri midir?

Kimilerine göre, eski bir İran oyunu AsNas'tan, kimlerine göre ise Fransız icadı Poque'tan evrilerek günümüze kadar gelen ve dünyanın her köşesinde insanların ilgisini çekmeyi başaran poker, tarih boyunca birçok polemiğin de müsebbibi oldu. Poker oynamak etik miydi? Hilesiz kazanmak mümkün müydü? Kaybedenler şiddete başvurursa ne olurdu? İnsanların saatlerce, hatta günlerce masadan kalkmadan poker oynamaları bireylerin hayatlarına ve toplum düzenine kötü etki etmez miydi? Bu oyun ile pek de ilgisi olmayanların zihninde halen bir Vahşi Batı ögesi olarak canlansa da modern zamanlar ve liberal akımlar, pokerin daha geniş kitlelere yayılmasını ve yukarıdaki soruların büyük kısmının gündemden kalkmasını sağladı. Ama bir soru hep bâki kaldı: Poker bir şans oyunu muydu, yoksa bir beceri oyunu mu? James Bond, her şeyi iyi yaptığı gibi pokeri de iyi oynadığını Casino Royale filminde göstermişti. Poker ile alakalı diğer filmlerde de mutlaka çok iyi oynayan ve insanların parasını alan birileri bulunuyordu. Peki ekranlarda gördüklerimizin gerçek hayatta karşılığı var mıydı?

Bu soruların cevabını merak edenlerden biri de iş adamı Andrew Beal idi. Kariyeri tam manasıyla Amerikan rüyasına tekabül eden ve deyim yerindeyse tuttuğu altın olan dolar milyarderi Beal, 2001 senesinin Mart ayında Las Vegas'a gitti ve Bellagio'nun ünlü poker odasında dünyanın en iyi oyuncularına meydan okudu. Michigan’lı girişimci, duayenlerle o güne kadar görülmemiş, duyulmamış limitlerde poker oynamak istiyordu. Profesyoneller, bu 'balığa' (poker literatüründe acemi oyuncu) istediğini vermeye can atıyorlardı. Yalnız bir sorun vardı; Beal o kadar büyük bir oyun istiyordu ki meydan okuduğu poker tanrılarının bile o kadar parası yoktu. Beal'ın stratejisi, ustaları konfor alanlarının dışına çıkarmak ve onlara iflas baskısını hissettirmekti. Ne kadar iyi oynuyor olurlarsa olsunlar, işin içine alışık olmadıkları meblağlar girince ve yıllarca kazandıkları parayı birkaç gecede kaybetme ihtimali belirince dengelerinin bozulacağını ve şansı da yaver giderse bu meydan okumadan zaferle ayrılacağını düşünüyordu.

Uzun görüşmeler sonunda şöyle bir anlaşmaya vardılar: Las Vegas'ın ustaları paralarını bir havuzda toplayacak, her oyunda aralarından farklı birini finanse edecek ve Beal'ın karşısına çıkaracaklardı. Ayrıca, oyunun ne zaman biteceğine veya tekrar düzenleneceğine Beal karar verecekti. Her elde yüz binlerce doların el değiştirdiği seanslar birbirini kovaladı ama maceracı iş adamının planları tutmadı. Beal, 16 milyon dolar kaybetmiş, profesyoneller ise servetlerine servet katmıştı.

"Pokerin şampiyonu var mı?" diye soracak olursanız, aslında var. Her sene mayıs ayında düzenlenen World Series of Poker'in (WSOPDünya Poker Serisi) 10 bin dolar girişli ana turnuvasını kazanan oyuncu, dünyada pokerin şampiyon olarak kabul ediliyor. Hepsi birer poker efsanesi olan oyunculardan Stu Ungar üç, Johnny Moss, Doyle Brunson ve Johnny Chan ise ikişer kez bu turnuvayı kazanarak hem para hem de şöhret sahibi oldular. Bir dönem Brezilya-Almanya-İtalya üçlüsünün futbolda Dünya Kupası'nı dönüşümlü kazanmaları gibi, ünlü profesyonel poker oyuncuları da 70'lerin başından 90'ların sonuna kadar World Series of Poker'i kazanıp durdular.

2003'te ise pokeri sonsuza kadar değiştirecek bir olay gerçekleşti. Chris Moneymaker isimli 27 yaşındaki bir muhasebeci, içinde dünyanın en iyilerinin de bulunduğu diğer 838 oyuncunun arasından sıyrılarak World Series'i kazandı ve 2.5 milyon dolarlık ödülün sahibi olmayı başardı. 10 bin dolarlık giriş ücretini ödeyecek parası olmayan bu amatör oyuncu, turnuvaya katılma hakkını internette oynadığı 86 dolarlık bir ön eleme turnuvasından kazanmıştı. Chris'in soyadı, yani Moneymaker (parayapan) da peri masalını tamamlayan son ögeydi. Hiçbir tecrübesi bulunmayan bir poker meraklısı zirveye çıkmıştı. Şans, beceriyi yenmişti. 2003'ün World Series'i, daha sonraları Amerikan medyası tarafından 'Moneymaker effect' (Moneymaker etkisi) olarak nitelendirilecek fenomene ev sahipliği yapmıştı.

Poker, 1861-1865 Amerikan İç Savaşı sırasında askerlerin siperlerde sıkıldıkça oynadıkları bir oyundu. Savaş sonrası memleketlerine dönen askerlerin diğer hemşehrilerine öğretmesiyle birlikte Amerika geneline yayıldı. Ama 2003, 1865'ten de etkiliydi. Pokerin önünde artık hiçbir şey duramazdı. Herkes birbirine Moneymaker'ın hikâyesini anlatmış ve dünyanın dört bir yanında insanlar, "O yaptıysa ben de yapabilirim" diye konuşur hâle gelmişti. Kısacası, 'poker boom' başlamıştı.

WSOP'un 2003 yılındaki 839 kişiden oluşan katılımcı sayısı; 2004'te 2 bin 576'ya, 2005'te 5 bin 619'a, 2006'da 8 bin 773'e çıktı. Organizatörler bile gözlerine inanamıyorlardı. Aralarında ESPN'in de bulunduğu televizyon kanalları poker programları yapmaya başlamış, dünyanın çeşitli bölgelerindeki turnuvaları özel olarak takip eden gazeteciler türemişti. Pokerin önlenemez yükselişi sanal dünyada da kendini gösteriyordu. İnternet girişimcileri, kurdukları poker siteleriyle dünya şampiyonu olma hayalini insanların ekranlarının önüne kadar getiriyorlardı. İsveç'te ve Brezilya'da poker federasyonu kurulması için adımlar atılıyor, hatta bazı ülkelerde pokerin statüsü yargıya taşınıyordu.

2008 yılında Walter Watkins isimli bir ABD vatandaşı, Pensilvanya eyaletinin poker yani 'kumar' oynattığı gerekçesiyle kendisine açtığı davadan, pokerin şans değil de beceri oyunu olduğu ve bu sebeple kumar olarak değerlendirilemeyeceği yönündeki savunmasıyla beraat etti. 2010'da yüksek mahkeme, bu kararı bozup pokerin şans oyunu olduğuna hükmetse de Pandora'nın kutusu bir kere açılmıştı. Dünyanın birçok bölgesinde hukukçular, pokerin şansa mı yoksa beceriye mi dayandığını tartışmaya başlamıştı ve işin içinden çıkamıyorlardı. Üstelik ABD’de tek tartışılan, pokerin legal statüsü de değildi.

Amerika Birleşik Devletleri'nin MIT (Massachusets Institute of Technology) ve CALTECH gibi (California Institute of Technology) gözde üniversitelerinin parlak öğrencileri, birer birer okulu bırakıp profesyonel poker kariyerine başlıyordu. Bu gelişme akademik çevreleri, aileleri ve hatta politikacıları endişelendirmişti. Gazetelerde, "Eyvah! Ülkenin en parlak beyinleri mühendisliği değil, pokeri seçiyor" şeklinde özetlenebilecek haberler çıkıyordu.

Pokerin yükselişi, 15 Nisan 2011 Cuma günü sekteye uğradı. Bizim de Rıza Sarraf vasıtasıyla tanıdığımız savcı Preet Bharara, ABD vatandaşlarına hizmet sunan offshore poker sitelerini vergi kaçırdıkları gerekçesiyle erişime kapattırdı ve bu şirketlere dev tazminat davaları açtı. Ancak eyaletler, bu gelişme üzerine yasal sitelerin kurulması için çalışmalara başladı. Avrupa'da, lisanslı online poker siteleri ve casino'larda düzenlenen turnuvaların sayısı her geçen gün artıyor.

Brezilya ve Arjantin başta olmak üzere, Güney Amerika’dan her geçen gün daha fazla poker oyuncusu çıkıyor. Asya'da da durum farklı değil. Macau, Las Vegas'a rakip olmaya çalışırken Japonya'da da casino'ların açılmasını bekleyen ve bunun yasal düzenlemelerine destek veren bir poker dip dalgası var. Görünen o ki poker daha uzun yıllar ivme kaybetmeyecek.

Peki başta sorduğumuz sorunun cevabını bulabildik mi? Poker şansa mı dayanıyor, yoksa beceriye mi? Derler ki poker hayata benzer. Elindeki bilgileri, yaptığın gözlemleri, geçmişinde edindiğin tecrübeleri ve o anki hislerini bir araya getirip sana fayda sağlayacağını düşündüğün kararlar verirsin. Zekiysen, donanımlıysan, dersine iyi çalıştıysan ve pürdikkat kesildiysen verdiğin kararların çoğu doğru çıkar. Tersi durumda ise -hem hayatta hem pokerdeyanlış kararlar verir ve sonuçlarına katlanırsın. Tıpkı, 2001'de profesyoneller ile Beal arasındaki mücadelede olduğu gibi...

İyi hoş da o zaman Moneymaker 2003'te nasıl dünya şampiyonu ve milyoner oldu? İşte bu noktada da benzer sorularla binlerce kez karşılaşan matematikçi ve poker teorisyeni David Sklansky'ye kulak veriyoruz. Üstat diyor ki: "Life is not fair, why should poker be?" (Hayat adil değil, poker neden olsun ki?)

Selim Suner

23. Sayı
Şubat 2017



Socrates Dergi