Polgar Kardeşler

5 dk

Laszlo Polgar, bilimin yıllardır cevabını aradığı sorunun peşinden giderken kızlarından yardım aldı ve tarihe adını yazdırmayı başaran üç büyük satranç oyuncusu çıkardı.

Yıl 2009, yer Berlin, Almanya... Dünya Atletizm Şampiyonası’nda 100 metre finalleri az sonra koşulacak. Bütün gözler 2008 Pekin’de dünya rekoru kırarak şampiyon olmuş Jamaikalı Usain Bolt’ta. Tabanca patlıyor ve Bolt tuttuğumuz nefeslerimizi daha bırakamadan finişi geçiyor: 9.58 saniye. Yeni dünya rekoru ve Jamaikalının koleksiyonuna bir altın madalya daha…

Gerçekten bu kadar hızlı koşulabilir mi? Acaba doping mi yapıyor? Gelmiş geçmiş en yetenekli atleti canlı mı izliyoruz? Bolt’un genetik özellikleri mi onu bu kadar başarılı yapıyor, yoksa genç yaşından itibaren odaklanarak çalışması mı? Yoksa ikisi de mi? Bu sorular spor bilimlerinin en büyük gizemini oluşturuyor. Hiçbir araştırma, bilimsel olarak bu sorulara kesin bir yanıt verebilmiş değil. Macar eğitim psikoloğu ve satranç öğretmeni Laszlo Polgar da kızlarına uyguladığı özel eğitim metodu ile kendi cevabını arayanlardan biri.

1946 doğumlu Polgar, hayatı boyunca dâhilerin kariyerlerini inceledi ve yaptığı araştırmaların ardından dâhi olmak için doğuştan yetenekli olmak gerekmediğini fark etti. Laszlo bu tezini kanıtlamak için doğacak çocuklarını kendi hazırladığı müfredat ve satranç üzerinden eğitmeye karar verdi. İlk çocuğu Zsuzsanna (Susan) Polgar 1969’da dünyaya geldiğinde eğitim süreci başladı.

Polgar ailesinde hiçbir satranç ustası yoktu. Dolayısıyla kızlarının genlerinde satranç yeteneğinin doğuştan var olduğunu söylemek mümkün değildi. Ancak, Susan Polgar henüz dört yaşındayken Budapeşte 11 Yaş Altı Şampiyonası’nı kazandı. Sayısız başarı ve şampiyonlukların ardından 1991 yılının ocak ayında (22 yaşında) ‘Büyük Usta’ unvanını kazandı. O tarihe kadar kadın satranç oyuncularına verilen ‘Kadın Büyük Usta’ unvanının aksine, Susan’ın kazandığı erkeklere verilenle aynıydı. Satranç gibi, tarih boyunca erkek egemen kabul edilmiş bir alanda ilk defa bir kadın sporcu bu unvana ulaşıyordu. Susan’ın gelişimindeki en önemli noktalardan biri, henüz beş yaşındayken Budapeşte’nin sigara dumanlarıyla meşhur satranç kulüplerinde yaptığı mücadelelerdi. Erkek satranç oyuncularına karşı aldığı sayısız galibiyet ile herkesi kendine hayran bırakacaktı. Tabii yendiği erkek oyuncuların büyük kısmı, onlarca yıldır satranç oynayan kulüp oyuncularıydı ve ufak bir kız çocuğuna karşı aldıkları mağlubiyeti kaldırmaları kolay değildi. O dönemde aldığı galibiyetleri Susan bir röportajında şöyle açıklayacaktı: ‘‘Erkekler bana karşı kaybettikleri zaman mutlaka baş ağrıları veya başka bir rahatsızlıkları olduğundan şikâyet ederlerdi... Hiçbir zaman tamamen sağlıklı bir erkek oyuncuyu yenme şansım olmadı!’’

Susan’ı istisna görenler ve geldiği noktayı kendi çalışma azmi ya da yeteneğine bağlayanlar olabilir. Ancak baba Polgar, Susan’ın kardeşlerine de aynı eğitimi vererek bu teoriyi çürüttü. Özellikle en küçük kardeş Judit, başarılarıyla Susan’ı dahi gölgede bırakacaktı.

1976 yılında doğan Judit, ablasıyla aynı yıl ‘Büyük Usta’ unvanını kazandı. Susan’ın 22 yaşında elde ettiği başarıya 15 yaşında erişirken, dünyaca ünlü ABD’li satranç oyuncusu Bobby Fischer’a ait en genç Büyük Usta olma rekorunu da bir ay farkla kırıyordu.

Judit o tarihten sonra asla geriye bakmadı. Ağustos 2014’te aktif satranç kariyerine son verene kadar, yirmi yılı aşkın bir süre boyunca kadın satrancında açık ara bir numaraydı. Bu süre zarfında; Anatoly Karpov, Vladimir Kramnik, Viswanathan Anand, Magnus Carlsen, ve Garry Kasparov gibi birçok dünya şampiyonunu yenecekti.

Ortanca kardeş Sofia Polgar ise Susan ve Judit kadar başarılı olamadı. Uluslararası Satranç Federasyonu’nun (FIDE) Büyük Usta’dan sonra verdiği en yüksek unvan olan ‘Uluslararası Usta’ ile yetindi. En büyük başarısı ise eski dünya şampiyonu Victor Korchnoi ile oynayıp kazandığı ‘hızlı satranç’ mücadelesiydi.

Polgar kardeşlerin satranç alanındaki başarıları saymakla bitmez. Peki Laszlo Polgar’ın gizli formülü neydi? Aslında ortada böyle bir formül yok. Aksine, Laszlo’nun tezi çok basit: Her sağlıklı doğan bebeğin üç yaşına gelmeden doğru metot ile eğitimine başlanır ve en geç altı yaşında seçilecek uzmanlık alanına odaklanması sağlanırsa, her biri birer dâhi olabilir.

Laszlo Polgar’ın eğitim metodunun merkezinde satranç vardı. Şans faktörü olmayan, tamamen analitik zekâ, çalışma ve içgüdü üzerine kurulu bu oyun, zekâ gelişimini ölçmek adına ideal bir araçtı. Laszlo kızlarına satranç eğitiminin yanı sıra Almanca, Rusça, İngilizce ve Esperanto dillerini de öğretti ve hepsinin yüksek düzeyde matematik öğrenmelerini sağladı. Böylece analiz yetenekleri, üst düzeyde gelişebilecekti. Her ne kadar Macar otoriteler tarafından kızlarını okula göndermediği için büyük baskı altına alınsa da, Polgar kardeşlerin uluslararası alanda kazandıkları sayısız başarı sayesinde, sonunda gülen taraf gene Laszlo oldu.

Polgar kardeşler hakkında birçok kitap ve belgesel mevcut. Cathy Forbes’in ‘Polgar Kardeşler: Çalışma mı Deha mı?’ kitabı ailenin yaşadığı bu süreci en detaylı anlatan kaynaklardan biri. National Geographic TV ise 2010 yılında ‘Benim Muhteşem Beynim’ başlıklı bir belgeseli Susan Polgar’ın hayatına dayandırarak hazırlamıştı.

Hem satranç hem de bilim dünyasını ilgilendiren bu hikâye, ‘Doğal yetenek mi, yoksa yetiştirme mi?’ sorusuna yanıt arayan en önemli bilimsel deneylerden biri konumunda. Polgar kardeşlerin başarıları, yetiştirmenin daha önemli olduğunu kanıtlar nitelikte. Ancak bu durum, doğal yetenekli sporcuların varlığını da çürütmüş değil ve spor dünyasının kapıları, hâlâ iki taraftan da gelecek sporculara açık gibi görünüyor.

Socrates Dergi