Prensip Meselesi

19 dk

Francesco Farioli, üst seviye liglerdeki en genç teknik direktor. Karagümrük'ün hocasıyla oyuna bakışını, Türkiye'yi seçişini, Darwin ve Sokrates'i konuştuk.

Eski şehrin merkezinde sakin bir sabah. Karagümrük Lokali'nin yanındaki yokuştan sallanmadan önce, semt sakinlerine alıştıkları cümle ile "Merhaba" deme zamanı: "Karagümrük Stadı'na gelmiştik…"

Eski püskü soyunma odalarına nazır, çevre balkonlara komşu, Fatih Karagümrük'ün akşamüstü idmanı için hazırlanmakta olan sahada; o sıralarda kesilen yemyeşil çimlerin kokusunu içimize çekerken, Francesco Farioli camdan bizi selamlıyor. Odasında son hazırlık maçında sahaya sürdüğü kadro, Emiliano Viviano'nun not düştüğü İtalyanca bir şaka, karşı duvarda ise milli maç arasında eğilmek istediği ardı arkası kesilmeyen başlıklar var. Biz şakanın ve başlıkların akıbetini hızlıca öğrenmek için kayıt tuşuna basmaya hazırlanıyoruz ancak ilk soru ondan geliyor: "Çay?" Anavatanındaki kahve alışkanlığının Katar'da yerini alan çay eşliğinde başlıyoruz sohbete...

Üniversite günlerinize tekabül eden antrenörlüğe geçiş hikâyeniz birçoklarının malumu...

Pek iyi bir kaleci değildim. Bu gerçekle çok erken yüzleştim. Bir antrenörüm, Paolo, karşıma geçti ve "Fran, nasıl söylesem... Çok profesyonelsin, harika bir mantaliten var ama üzgünüm, bence başka bir iş yapmalısın. Futbolcu olman kolay değil" dedi. 19 yaşındaydım daha. En alt seviyedeki ligde bir yandan oynarken iki sene kadar da antrenörlük deneyimi elde etmek için akademi takımlarında çalıştım. Sonrasında, bir beşinci lig takımından kaleci antrenörlüğü teklifi aldım. Harikaydı zira oyunculuk kariyerimde altıncı ligden yukarıda oynamamıştım. 21 yaşımda, yeni bir maceraya atılmayı seçtim; futbolu bırakıp o teklifi kabul ettim. Serie D'ye yükseldik ve bu işin benim yetilerime daha uygun olduğunu anladım. Bir yandan üniversite okuyordum, iki tutkum olan felsefe ve futbolu bir arada götürüyordum. Bu kadar kısa sürede pürüzsüz bir ilerleme kaydedebilmek için yetenekli olmanız yetmez, şans da lazım. Dürüst olmam gerekirse, birkaç kez bu tür kritik anlarda şansım yaver gitti. O dönem, İtalya profesyonel liglerindeki en genç antrenördüm.

Akabinde, Katar'dan teklif geldi...

Tuhaf bir adımdı, planlarımda yoktu. Çok çabuk şekilde dördüncü ve üçüncü lige yükselmiştim, bir anda hakkında hiçbir şey bilmediğim bir ülkeye, dünyanın başka bir ucuna gidecektim. Bir yandan, ülkemdeki antrenör çemberinin dışında kalma riskim vardı. Birkaç konuşma yaptıktan sonra Aspire Academy'deki seviyenin, benimkinin çok çok ötesinde olduğunu fark ettim. Kendi kendime, "26 yaşındayım, Serie A'da çalışmak benim için büyük bir hayal ve oradan çok uzak olmadığımın farkındayım ama oraya adım atıp yeterli olmadığım için kısa sürede geri inemem. Serie A'da görev yapacaksam orada kalıcı olmalıyım" dedim. Katar deneyiminin benim için bir futbol üniversitesi olacağını düşündüm ve aynaya bakıp "Hadi yapalım" dedim. Aralık 2015'te çantamı toplayıp Aspire Academy'de çalışmaya gittim ve dürüstçe söylemeliyim ki hayatımda verdiğim en doğru karardı. Gerek futbol gerekse de hayat deneyimi olarak...

Sıradışı insanlarla çalıştım. Futbol direktörü, bugünlerde aynı görevi Real Sociedad'da yürüten Roberto Olabe'ydi örneğin. Sayısız elit takım orayı ziyaret etti ve beraber antrenman yaptık: Pep Guardiola'nın Bayern Münih'i, Andre Villas-Boas'ın Zenit'i, konuşma yapmak için birkaç kez gelen Antonio Conte...

Geçmişte ciddi bir oyunculuk kariyeri olmayan antrenörlere pek rastlamazdık ama artık Nagelsmann'dan size, Tuchel'den Mourinho'ya bolca örnek görüyoruz. Ne değişti?

Öncelikle beni Nagelsmann'la beraber andığınız için müteşekkirim. (Gülüyor.) Şaka bir yana, elit bir futbol kariyeri olan antrenörler, başka çalıştırıcılardan öğrendiklerini ve kendi tecrübelerini yanlarında getirebilirler. Benim için tek bir doğru yok, farklı yollardan aynı noktaya ulaşmaya çalışıyoruz. Benim bir yandan zaafım, diğer taraftan da gücüm olan şeye şöyle bir örnek verebilirim: Oyuncularımdan geride hücumu başlatmalarını istiyorum. İnsanlar da bana "Bunu talep etmekten korkmuyor musun?" diye soruyorlar. Dürüst olmam gerekirse, bundan korkmamı gerektirecek bir deneyimim yok. Kapalı gişe bir San Siro'nun önünde kalecimden top alıp oyun kurmadım ki! Maçları izlerken kâğıda, tahtaya aldığım sayısız notu sahaya yansıtmaya çalışıyorum.

"En iyisi hangisi?" diye sorarsanız buna bir cevabım yok ama futbol değişiyor. İnanın bana, 2015'ten bir maçla bugünkünü dahi kıyaslayamam, bambaşka bir spor. Bilgi çok hızlı yayılıyor. Geçmişte futbol tepeden aşağıya doğru değişiyordu, bence bugünlerde aşağıdan yukarıya doğru bir dönüşüm izliyoruz. Genç antrenörler, futbolun içindeki genç insanlar oyunu ileriye götürüyor. Sadece üst seviye takımlardan bahsetmiyorum. Akademi takımları, sosyal medyadaki analistler... Çoğu zaman, maçınız henüz bitmişken dahi Twitter'a girip maçınızın analizini okuyabiliyorsunuz. Tüm dünyada tartışma devasa boyutta. Önemli olan hangi görüşlerin kıymetli olduğunu seçebilmek.

Alanyaspor'la temaslar nasıl başladı?

Merih Demiral'la harika bir ilişkim var. Bunda Katar deneyimimin de etkili olduğunu düşünüyorum çünkü orada her gün İngilizce konuşmaya başlamıştım ve Sassuolo'da da kaleci antrenörü olmama rağmen, yurtdışından gelen bazı oyuncular için bağlantı noktası bendim. Alanyaspor antrenör değiştirirken bana bu fırsatı değerlendirebileceğimi söyledi. Sonrasında menajeri Cenk'le (Melih Yazıcı) biraz konuştuk, geleceğe dair hayallerimden bahsettim ve "Tamam, gelmek isterim ama ileride kendimi bir teknik direktör olarak görüyorum, eğer Türkiye'nin bir başlangıç noktası olabileceğini düşünüyorsan ben varım" dedim. Türkiye'nin doğru yer olabileceğini söyledi ve macera başladı.

Çoğu Türk antrenör, Serie A'da bir takımın yardımcı antrenörü olmayı buradaki benzer bir role tercih eder ama siz Sassuolo'da Roberto De Zerbi gibi dikkat çeken bir teknik direktörün ekibini bırakıp Alanyaspor'da yardımcı antrenör olmayı seçtiniz. Karar sürecinizdeki etkenler nelerdi?

İlk elit seviye işim için Roberto'dan başkasını isteyemezdim. Oyuna dair fikirleri ve prensipleriyle beraber çalışmanın hayalini kurduğum biriydi. Yollarımızın kesişmesini sağlayan da oyuna bakışımızdı zaten. Yoksa öncesinde bir tanışıklığımız yoktu. Geçmişte onun Foggia'sını analiz ettiğim bir yazıyı okuduktan sonra benimle temasa geçmişti. Benim açımdan şanslı bir buluşmaydı. Türkiye'ye gelme kararımsa kendi macerama bir an önce başlama isteğimdi. İtalya, teknik direktörlüğe başlamak için kolay bir yer değil. Alanya o güne kadar bir kaleci antrenörü olarak çalışan bana ikinci adam olma fırsatını verdi. Çağdaş'ın (Atan) ekibinde, fikirlerimi sahaya yansıtabilme şansını buldum. Sonra da en iyimser beklentilerimden dahi hızlı şekilde, Karagümrük bir sonraki adımı atmama imkân tanıdı. Elbette bu fırsatları yakalayabilmek için çok çalışmanız gerekiyor ki ben de bu tarafta üzerime düşeni yaptım. Süleyman'a (Hurma), Serkan'a (Hurma) ve Murat'a (Akın) teşekkür etmeliyim, halihazırda ciddi bir kaliteye sahip bir kadroyu bana emanet ettiler. Sezon ortasında Alanyaspor'dan ayrılmayı kabul etmemin sebebi de bu kadrodaki oyuncu yapısının, oynatmak istediğim futbola yatkın olduğunu hissetmemdi. Bu yüzden geçiş süreci sancısız oldu.

"Çağdaş'ın (Atan) ekibinde, fikirlerimi sahaya yansıtabilme şansını buldum. Sonra da en iyimser beklentilerimden dahi hızlı şekilde, Karagümrük bir sonraki adımı atmama imkân tanıdı."

"Çağdaş'ın (Atan) ekibinde, fikirlerimi sahaya yansıtabilme şansını buldum. Sonra da en iyimser beklentilerimden dahi hızlı şekilde, Karagümrük bir sonraki adımı atmama imkân tanıdı."

Karagümrük'te Serie A tecrübesine sahip çokça oyuncu bulunması, sizin için geçişi kolaylaştırdı mı?

Oynamaya çalıştığımız futbolun Serie A'da çok yaygın olduğunu düşünmüyorum. Ondan ziyade tüm oyuncuların, özellikle çekirdekteki Viviano, Zuka, Biglia ve Berto'nun, inşa etmek istediğimiz oyunun talep ettiği teknik yeterliliğe sahip olmaları ve istediklerimizi anlayabilmeleri önemliydi. Serie A deneyiminin getirdikleri, mantalite, taktik bilgi ve video analizi bombardımanına dayanabilme kapasitesi zira bu her yerde aynı değil ama biz gerek rakip gerekse de kendi oyunumuzu analiz edebilmek için video seanslarına yoğun başvuruyoruz. Buna açık olmaları, tüm takımı da bu mantaliteye çekti.

Karagümrük Stadı

Şu an oturduğumuz mekân, oldukça özel bir yer. Eski şehrin merkezinde, İstanbul'un kalbindeyiz. Bu, kendine has bir deneyim. Dünyanın en modern tesislerine sahip değiliz belki ama bambaşka bir atmosfer var. Bu atmosferi faydamıza kullanmaya çalışıyoruz. Etraftaki insanların enerjisini, takıma yansıtmaya çabalıyoruz. Biliyorsunuz, taraftarlarımız futbol hakkında oldukça tutkulu, balkonlarından antrenmanlarımıza eşlik edenler çıkabiliyor...

Her geçen gün futbolu daha çok dizilişler üzerinden, taktik analizlerle konuşuyoruz ama oyuncu yönetimi de bu işin önemli bir parçası. Genç bir çalıştırıcı olarak, yaşı görece ileri oyuncularla iletişim kurmakta zorlandığınız oldu mu?

Açıkçası hayır. Her deneyim yeni şeyler öğretiyor. Soyunma odasının kapısını açtığımda karşımda Benatia'yı görüyorum. Anlatmama gerek yok, nasıl bir kariyerden bahsettiğimizi herkes biliyor. Guardiola'yla, Allegri'yle çalışmış bir oyuncu. Keza Viviano, Lucas, Fabio veya Jimmy... Buradaki çoğu oyuncu, devasa bir tecrübeye sahip. İki farklı evrenden geliyoruz, onlar en büyük camiaları tadıp gelmişken benim çantamdaysa kocaman hayallerim var. Kolay bir meydan okuma değil belki ama aynı zamanda, ilk antrenörlük günlerimden itibaren daha ileri yaşlı, daha tecrübeli oyuncuları yönetmekte çok daha rahat ettim. Yolculuğumda oyuncularımla fazla tartışmadım ama sesimi yükseltmem gereken ender anlarda sorun çıkaranlar hep gençlerdi. Belki onları daha iyi hale getirmek için çok şey talep ediyordum. Bazıları buna iyi yaklaşır, kimilerininse hayattaki önceliği futbol olmaz. Futbolu ilk sıraya koyan insanlarla çalışmak çok daha kolay. Yoksa kendi deneyimimle oyuncuyu ikna etmeye çalışırsam daha başlamadan kaybettim demektir. Bu yüzden onları net bir oyun planıyla, oynamak istediğimiz futbola dair aklıselimle, güvenilir olarak kazanabilirim. Yukarı çıktıkça, yönetmek kolaylaşır.

Guus Hiddink'in meşhur sözündeki gibi: "Yıldız oyuncularla çalışmak, kendini yıldız sanan oyuncularla çalışmaktan çok daha kolaydır."

Kesinlikle. İyi bir futbolcu olmak için birçok farklı unsurun bir arada olması gerekir. Teknik kalite gereklidir ama yeterli değildir. Çoğu oyuncu geriye döndüğünde "Şunları yapmaya o zamanlar başlasaydım bambaşka bir kariyerim olabilirdi" der. Zor olan, genç oyuncuların hâlâ bir şeyleri değiştirebilecek noktadalarken bu kararları verebilmeleridir. Genç yetenekleri geliştirme konusundaki en iyi teknik direktörlerden Arsene Wenger'in çok sevdiğim bir sözü vardır: "Motivasyonunuzun dayanıklılığı, yoğunluğundan daha önemlidir." Genç oyuncular her geçen gün yeni şeyleri özümsemeye hazır olurlarsa, öğrenmeye kapılarını açarlarsa harika bir iş çıkarabilirsiniz.

"İyi bir futbolcu olmak için birçok farklı unsurun bir arada olması gerekir. Teknik kalite gereklidir ama yeterli değildir."

"İyi bir futbolcu olmak için birçok farklı unsurun bir arada olması gerekir. Teknik kalite gereklidir ama yeterli değildir."

La Gazzetta dello Sport'a verdiğiniz röportajda, kafanızdaki futbol anlayışınızı "Duygular, analiz ve Darwin" cümlesiyle tanımlamıştınız. Duygular ve analiz kısmını rahatlıkla anlayabiliyoruz ama... Darwin?

Ah, Darwin! (Gülüyor.) Oyun her gün değişiyor. Oyuncular her gün değişiyor. Oyuna yeni gelen ve yeni şekilde eğitilen oyuncular, güncel oyunu ve oyun şekillerini etkiliyor. Tüm bu değişimlerin, gelişimlerin ve etkileşimlerin Darwinizm ile yakından bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Futbol, artık doğal seçilimden ibaret. Artık her yeni oyuncunun varlığı, oyunu farklı yönde değiştiriyor. Bugün iyi bir futbolcu olmak için futbolu iyi oynamanız yeterli değil, aynı zamanda elit seviyede bir atlet de olmanız gerekli. Oyunun değişim hızı, oyuncunun değişim hızı ve farklılıkları birbirini çok etkiliyor. Topa sahip olma oyunu gelişiyor ve alttan gelen oyuncuların hepsi bu oyuna uygun şekilde yetişiyor. Oyuncular daha güçlü, daha fiziksel, daha dayanıklı. Oyun, oyuncuların antrenman yapmaya vakit bulamamasına rağmen inanılmaz derecede hızlı ilerliyor. Bir de bu oyuncuların, haftada sadece bir maç oynadığını ve sezonu taktiksel değişimlere rahatlıkla adapte olabilecekleri bir takvimde geçirdiklerini düşünün. Herhalde o zaman oyunun hızına yetişemezdik. Oyun, oyuncuya; oyuncu da oyuna adapte oluyor. Futbol ve futbolcular neredeyse bir zürafadan farksız. Hepimiz zürafalara benziyoruz!

Peki Karagümrük'teki oyun yapınızı nasıl tanımlarsınız?

İlk olarak bence çok eğlenceli bir oyun oynuyoruz. Yani, her şey yolunda giderse… (Gülüyor.) Fakat bu eğlencenin yanında oyuncuların ve bizim üzerimize binen yükün miktarı çok fazla. Çünkü oyunun her fazını, her ânını ayrı ayrı kurgulamamız gerekli. Maç içerisinde şalteri kapatabileceğimiz hiçbir âna sahip değiliz. Şalteri kapatırsak, oyun bizim için başlamadan biter. Doksan dakika boyunca aynı amaç için, aynı fiziksel güçle, aynı konsantrasyonla, aynı anlayışla birbirimize bağlı kalmalıyız. Bunun için de zamana ihtiyacımız var. Zaman demişken, bu oyunu eski saatlere benzetiyorum. Birbirine bağlı, mekanik saatlere. Eğer bir taraf bile bozulursa, bütün aksam sıkıntıya uğrar. Tek bir tarafın bozulmaması için de ortaya mükemmel bir yapı çıkarmamız gerekiyor. Mükemmel bir yapı yaratmak için de her gün çalışmaya, günlük olarak oyuna konsantre olmaya ihtiyacımız var. Mükemmellik, birçok farklı şeyin ortak bir amaç doğrultusunda aynı enerjide çalışması ile ortaya çıkabilecek, anlık bir durum. Anlık diyorum çünkü mükemmellik hiçbir zaman sürelerden ibaret olamaz. Mükemmellik, anların ürünüdür.

Bu cümleniz aklıma meşhur bir sözü getirdi: "Mükemmel olmuş. Şimdi daha iyisini yapma zamanı."

Muhtemelen hiçbir zaman benim hayalimdeki takım olamayacağız. Çünkü oyun her gün ilerlemeye devam ediyor, bu yüzden taleplerim de her gün yenileniyor. Mükemmelliğin uzun süreli olamamasının bir sebebi de bu. Oynadığımız en iyi maçta bile çok fazla eksiğimizin olduğunu biliyorum. Ama bu çalışmaları yapamıyor oluşumuzun sebebi oyunculardan değil, zamandan kaynaklanıyor. Bir teknik direktörün, takımını tek bir maça istediği gibi çalıştırması için belki de en az iki haftaya ihtiyacı var. Topsuz oyuna çok iyi çalışıyoruz, toplu oyuna çok çalışıyoruz, set hücumuna çalışıyoruz, savunmamıza çalışıyoruz ve kenarda bir anda aklıma 'Ya, bu hafta yeterince duran top çalışamadık mı?' sorusu geliyor. Aslında çalışmıyor değiliz fakat kısıtlı süre ve çalışılacak çok fazla şey olduğu için insan ister istemez kimi noktalarda yetersiz kaldığını düşünüyor.

Duvarınızda asılı şu tahtada o yüzden mi duran topları yuvarlak içine aldınız?

Evet, duran toptan gol atamıyoruz çünkü buna yeteri kadar çalışmıyoruz. Şu an için sahada yoğun şekilde çalıştığımız şeyler, sahada görmek istediğim şeyler. Ha, tabii bu demek değildir ki duran toptan gol attığımızda sevinmeyeceğim. (Gülüyor.) Ama önceliklerimiz farklı. Oyuncularım da bunun farkında. En zorlu zamanlarda bile prensiplerimize uyuyor olmaları, takımın neyi önceliklendirdiğinin bilincinde oldukları anlamına geliyor.

Kadronuzda yetenekli ancak son yıllarda istikrarsız performanslar gösteren birçok oyuncu varken, saha içinde istikrar isteyen bir oyun oynamaya çalışmak ne kadar zorlayıcı?

Aklıma gelen ilk oyuncu Emre Mor oldu. İnanılmaz bir yetenek ama kariyeri içerisinde bir yerlerde bir şeyleri kaybetmiş. Onunla konuştuğumda, kulübün ve bizim, onu eski günlerine döndürmek için her şeyi yapacağını söyledim. Eğer doğru bir mantaliteye sahip olursa ve özgüvenini yeniden toparlarsa, bunu başarmaması için de önünde bir engel yok. Çünkü oynamak istediğimiz oyun, ona çok uygun bir oyun. Oyunun büyük bir bölümünde topa sahibiz ve sahip olduğumuz bölümlerde kanatlarımızdan bire birde yaratıcılık bekliyoruz. Emre de bunu yapabilecek büyük yeteneklerden. Yeniden ayağa kalkarken hatalar da yapacak, bunda bir sorun yok. Ama ondan bizim istediğimiz hataları yapmasını istiyoruz, kendisinin istediklerini değil. Oynadığımız oyun onlar, onlar da bu oyun için var. İkimiz de kolay eşler değiliz ama evliliği başarabilirsek ikimiz için de harika bir ilişki bizi bekliyor.

"En zorlu zamanlarda bile prensiplerimize uyuyor olmaları, takımın neyi önceliklendirdiğinin bilincinde oldukları anlamına geliyor."

"En zorlu zamanlarda bile prensiplerimize uyuyor olmaları, takımın neyi önceliklendirdiğinin bilincinde oldukları anlamına geliyor."

Artık birçok takımın üçüncü bölgede beşli hücum hatları kurduğunu görüyoruz. Sizce bu beşliyi kurmak günümüz futbolunda ne kadar kritik?

Bana sorarsan hücum pozisyonlarında oyuncunun pozisyonu bitirdiği yerden ziyade, pozisyona başladığı yer daha önemli. Pozisyona nerede başlayacaklarını bilmeleri, oyunu rolleri üzerinden algılamaları daha kritik. Çünkü üçüncü bölgeye nasıl ve kaç oyuncu ile gideceğimiz, oradan önceki bölgelere nasıl geldiğimiz ile doğru orantılı. Beşli hücum hattı, oyunumuzda varmak istediğimiz bir nokta ama başlangıç noktamız değil. Zaten hücum etmenin tek yolu da toplu şekilde hücum etmek değil. Bazen aldığınız doğru pozisyonla, bazen set hücumuyla, bazen de oyuncunuzun bireysel yeteneği ile bunu başarabilirsiniz. Futbolun güzelliği zaten burada.

Oyuncunun pozisyona başladığı yerin, bitirdiği yerden daha kritik olduğunu söylediniz. Bu da bizi oyunu kaleciden kurma fikrinizin temeline götürüyor sanki, katılır mısınız?

Elbette biri diğerinden önemli değil. Ama bir şeyi bitirmek için önce ona başlamak gerekiyor. İyi başlayıp kötü bitiriyorsanız da iyi başlamanın bir anlamı yok. Ancak dediğim gibi bitirmek için başlamak, başlamak için de gerideki oyuncuları bu oyuna dahil etmek lazım. Bu yüzden bizim takımımızda kalecilerin, savunmacıların, savunma önü oyuncularının oyun kurulumunda daha fazla sorumluluk alması gerektiği bir gerçek. Oyuncularıma her zaman net bir mesaj iletmeye çalışıyorum: Sabırlı olalım. Bitirmek için önce oraya varmak lazım. Oraya en hızlı şekilde varalım, en hızlı şekilde pozisyonu bitirelim diye bir kaygımız yok. Genelde takımlar en hızlı şekilde rakip kaleye gitmeyi ve en hızlı şekilde rakip kaleyi yoklamayı düşünür. Ama biz biraz daha farklı düşünüyoruz. Biz, en doğru şekilde rakip kaleye gitmeyi ve en doğru pozisyonda rakip kaleyi yoklamalıyız. En doğru pozisyonu bulmak için daha çok pas yapmamız gerekiyorsa, tamam, bu sorun değil. Daha çok topu çevirmemiz gerekiyorsa, tamam, yine sorun değil. Yeter ki takım olarak en doğru ânı yakalayalım.

Caner Erkin

Öncelikle Caner çok yetenekli ve iyi fizik kaliteye sahip bir oyuncu. Ayrıca geçirdiğimiz kısa süre içerisinde sorumluluktan kaçmayan ve talimatlara önem veren bir yapıya sahip olduğunu da gördüm. Biz, takımımızdaki herkese bir oyun bağlamı yaratmaya ve oyuncuların bu bağlama dahil olması için gerekli ortamın oluşmasına çalışıyoruz. Öyle ki bir oyuncu için doğru yapı, geri kalan on oyuncu için de doğru yapının oluştuğu anlamına gelmiyor. Eğer Caner şu an bizim takımımızda geçmişte oynadığı oyundan farklı şeyler yapıyorsa, biz ona geçmişten farklı seçenekler sunmuşuz demektir. O, hiçbir zaman orta açma yeteneğini kaybetmeyecek. Fakat kafasını kaldırdığında ceza sahası içerisinde hiç oyuncumuz yoksa, o zaman bizim için orta açmasının da bir anlamı yok. Çünkü ilk olarak oraya varmalı ve daha sonra o ortayı açmasını istemeliyiz. Topun bizde kalması, bizim için her zaman çok değerli. Dediğim gibi, onun orta yeteneklerine sahip olduğumuz için çok şanslıyız ve bu yetenekleri elbette kullanacağız. Örneğin Malatya maçında yaptığı orta, bize üç puanı getirdi. Ancak bu yetenekleri ne zaman, nerede ve Fotoğraflar nasıl kullanacağımız bizim için kritik.

Abdullah Avcı ile röportaj yapma şansını elde ettiğimde "Oyuncularımızdan 'Hücum yaparken top rakibe geçerse ne yapabilirim?' düşüncesiyle sahaya yerleşmesini istiyoruz" demişti. Benzer bir anlayışı Karagümrük'te de görmek mümkün.

Elbette, oyunun belirli fazlarını birbirinden ayıramayız. Savunma yaptığımızda hücum etmek için hazır bekliyoruz ve tam tersi hücum ederken de savunma geçişi için en doğru pozisyonu almaya gayret gösteriyoruz. Çünkü siz topu kazandığınızda veya kaybettiğinizde oyun sizin için durmuyor. Bu yüzden oyunun fazlarını ayırıp düşünmek gibi bir şansınız yok. Her an bir sonraki hamlenin ne olduğunu düşünmek zorundasınız. Belki duyunca garip gelebilir ama oyunu nasıl kuracağımıza biz karar vermiyoruz. Kurulum, rakibe göre şekilleniyor. Eğer rakip takım bizi çok derinde bekliyorsa, genişliyor ve genişleyerek oynuyoruz. Eğer rakip gelip önde basıyorsa da daralıyor ve daha dikine oynuyoruz. Futbol, bazı açılardan çok kolay bir oyun. Bazen tek yapmanız gereken rakibin vereceği aksiyona göre reaksiyon göstermek. Bir bakıma satranç gibi. Onlar piyonu oynarsa, siz neyi oynayacaksınız? Olay bu.

Hazır dergimizin ismi aynı zamanda bir felsefecinin adını taşıyorken sizi en çok etkileyen felsefeci hangisiydi?

Sokrates, kesinlikle onlardan biriydi. Felsefe ile ilk tanışmamı, felsefeden keyif almamı sağlayan ilk kişi oydu. O zamanlar lisedeydim ve okuldaki hocamız Sokrates'in hayatını nasıl kaybettiğini ve yaşamının son saatlerini anlatmıştı. Hikâyeyi anlatmayacağım çünkü nasıl geliştiğini biliyorsunuz. Prensipleri için hayatına son verebilecek bir adamın hikâyesini dinledikten sonra benim gibi duygusal bir insanın ağlamaması mümkün değildi. O günün ardından, diğer dersleri boşlamış ve sadece felsefeye yoğunlaşmıştım. Bir diğer favori felsefecim ise Immanuel Kant'tı. Üniversite hocamızın Kant hakkında konuşmadan önce mezar taşında yazan sözünü göstermesi, beynimde şimşeklerin çakmasına ve bir daha aynı düşünmememe neden olmuştu:

"İki şey var ki ruhumu hep yeni, hep artan bir hayranlık ve müthiş bir saygıyla dolduruyor: Üzerimizdeki yıldızlı gök ve içimdeki ahlak yasası."

Socrates Dergi