
Sabır ve Lanet
10 dk
Paris Saint-Germain yillardir rüyasinda ayni kupayi görüyor: Bütün hikâyeyi taçlandiracak büyük bir son. Peki, neden bir türlü 'bu sene o sene' olamadi?
Sekiz sezonda liginde yedi kez şampiyon olmuş, toplamda 23 yerel kupa almış, üst üste dört kez Şampiyonlar Ligi son sekizi görmüş bir takım neden bu süreçte dört farklı teknik adamla çalışır? Aynı dönemde altyapısı sürekli oyuncu üreten, A takıma hatta milli takımlara yetenek çıkaran, sezon içinde 60'a yakın maçta 10'dan az mağlubiyet gören bir kulüp neden dört farklı sportif direktörle çalışır? Evet, mantıklı bir sebep yok gibi. Tabii eğer Şampiyonlar Ligi'ni zamanı gelmeden önce kazanmak için acele eden bir başkanınız varsa durum başka.
2015, yani Paris Saint-Germain'in QSI (Katar Spor Yatırımları) tarafından satın alındıktan sonraki dördüncü yılı. Fransa tarihine geçen 'yerel kupalarda dörtte dört' muhteşem gözükse de Katarlılar kulübe bunun için yatırım yapmadıklarını biliyorlar ve bunu her fırsatta dile getiriyorlar. Başkan Nasser Al-Khelaifi'nin gözü baştan beri Şampiyonlar Ligi'nde, orada çeyrek finaldeki rakipse Barcelona. Sonuç tam bir felaket; Camp Nou'daki 2-0'lık mağlubiyetin üstüne PSG kendi evinde 3-1 kaybederek eleniyor. Barça daha ikinci yarının başında turu geçmeyi garantilemesine rağmen PSG'nin iki katından fazla pas yapmış, yüzde 66'yla topa sahip olmuş, Parc des Princes'i dolduranlarla âdeta dalga geçmişti... Fransa Ligi'nde rakiplerine yaptıkları şeylerin Şampiyonlar Ligi'nde gerçek bir dünya devi tarafından kendi takımlarına yapılmasını izliyordu Parizyenler. Sinirden maçı terk eden birçok taraftarın aklında benzer bir soru beliriyordu muhtemelen: "Dört yıl geçti, hâlâ sıradan bir takım gibi iz dahi bırakmadan çeyrek finalde eleniyoruz, bu kabul edilebilir mi?"
Maç sonrası Blaise Matuidi mikrofonlara geldiğinde, etrafındaki sinir harbine rağmen, çok sakindi: "Çok acele ediyoruz. Evet harika oyuncularımız, müthiş bir teknik direktörümüz, çok iyi taraftarlarımız ve paramız var. Ancak bu yetmez. Kültüre sahip olmak; Barcelona, Manchester United, Bayern Münih veya Juventus olmak için bunlardan fazlasına, sabır ve zamana ihtiyacımız var. Şampiyonlar Ligi'ni ancak böyle kazanabilirsiniz." Beş yıl daha geçti, PSG'nin hâlâ zamana ve sabra ihtiyacı var.
2011'de Katar Spor Yatırımları, PSG'nin yüzde yetmişini alıp borçlarını temizlediğinde yaşanacakları Manchester City örneğinden az çok biliyorduk. Yol haritası belliydi: Önce kulübe bir 'kapat-aç' yapılacak, ardından birkaç sene içinde transferler konuşulacak, büyük bir teknik direktör gelecek ve sonunda sürekli gündemde kalan bir marka yaratılacak. Bunun yanında City'de olduğu gibi altyapı ve tesisler düzenlenecek, Avrupa'nın en büyük kulübü olmaya giden yol sadece transferden geçmeyecek, futbol dünyasında körfezden gelen paradan doğması muhtemel nefret "Ama çok fazla genç yetiştiriyorlar" sempatisiyle törpülenecekti. Bugün elimizde bunların hepsi var ancak aslen hiçbiri yok.
PSG, yoktan var edilmiş bir kulüp değil. Dünyanın en büyük markalarından Paris şehrinin kulübü. Kulüp kültürü, dünyaca ünlü bir şehir kültürü ve karakteri olan bir yer. Birçok yatırım kulübünün aksine tarihsel ve kültürel bağları da Avrupa futbolundaki ağırlığı da sıfır değil. Peki köklü bir tarihe sahip, birden fazla branşa değer veren ve kurduğu yapıyla on yıl içinde özel bir markaya dönüşen PSG neden hâlâ Şampiyonlar Ligi'nde ciddiye alınmıyor? Neden Avrupa futbolunun büyüklerinden biri değil de oralet isteyen bir yancı muamelesi görüyor?
Bu soruyu son on yılı ikiye ayırarak cevaplayabiliriz. İşin başında kulübe gelmesi muhtemelen büyük egoları yönetebilecek, pragmatik ve büyüyen yapıyı idare edebilecek bir teknik direktör olarak Carlo Ancelotti'yle çalıştı PSG. Sezon başı kampı yaptığı ilk sezonda -takımdaki ikinci sezonu- şampiyonluğu aldı ancak Şampiyonlar Ligi çeyrek finalindeki veda, Real Madrid'den teklif alan Ancelotti'ye kalması konusunda çok da ısrar etmemelerine neden oldu. Ancelotti aslında yavaş yavaş büyümek isteyen bir kulüp için bulunmaz nimetti. Dönüşümün kurbanı oldu.
Sonrasında Paris'in yeni yatırımcıları ikinci teknik direktörlerine gittiler. Laurent Blanc çalıştığı üç yılda kendi ezberi olan, altyapısından oyuncu çıkarıp A takıma ve Fransa Milli Takımı'na monte edebilen, topa sahip olan, rakibini boğan ve başarısından şüphe duyulmayan bir yapı yarattı. Aslında Katar yatırımının istediklerinden biri de buydu. Nasıl ki herkes evinde yenik duruma düşen Bayern Münih'in bir şekilde geri döneceğini biliyordu, nasıl ki Juventus sahasında rakiplerine puan vermiyordu, PSG de artık öyleydi. Oradaydı, elitler kulübünde. Blanc 11 kupayla ve üst üste üç şampiyonlukla Fransa futbol tarihine geçti ancak Şampiyonlar Ligi'nde son dörde kalamamasıyla birlikte kovuldu. Zira Nasser Al-Khelaifi için tek bir başarı kıstası vardı: Şampiyonlar Ligi.
Blanc takımdan ayrıldığında kulüp büyük bir markaydı artık. Şampiyonlar Ligi gruplarında onları gören rakipleri maçların yanına sıfır puan yazmaya başlamıştı. Tribünlerine Rihanna veya Drake'in uğradığı, 'Air Jordan PSG özel' serilerine ilham veren, haftalık belgeselleri yayınlanan, kalabalık sosyal medya hesapları bulunan, özel bir şölen havasında takip edilen, başarılı bir marka. Belki de işler yönetimin kendisini bu şölene ve şöhret deryasına kaptırmasıyla değişti. PSG kendisini zirvede görse de Matuidi'nin söylediği şey hâlâ geçerliydi. Takım henüz yapılanmanın başındaydı, yeni yeni bir şeyler oturtmaya başlamışlardı ve devamında bu yapıyı oturtan kişiyi takımdan yollamışlardı. Sıra işlerin daha da bozulmasına gelmişti.

6-1'lik Barcelona mağlubiyetinden beri kulübün psikolojik olarak durduğu yer gri bir boşluk.
PSG'nin kendisini yakıştırdığı seviyenin hemen altında, Sevilla'da harikalar yaratan Unai Emery'nin göreve gelişi aslında 'yeniden yeni yapılanma' anlamına geliyordu ama aynı süreçte bir önceki sezonun en dikkat çeken Ligue 1 oyuncusu Hatem Ben Arfa'nın Emery'nin vetosuna rağmen transfer edilmesi işlerin raydan çıkmasına bir başka örnekti. Yönetimin Emery yokmuş gibi davranarak transferler yapması, Fransızca konuşmaya çalışan Emery'nin Parizyenler tarafından alaya alınan aksanı, medyatiklik peşinde koşan kulübün asosyal teknik direktörüyle imtihanı ve Monaco'ya kaptırılan lig... Yine de bunların hiçbiri 8 Mart 2017'deki yıkım kadar büyük değildi.
En başından beri Şampiyonlar Ligi'ni isteyen bir başkanın ve PSG tarihinin en özel akşamlardan biri olabilecek gece, Barcelona'nın 6-1'lik zaferiyle sona erdiğinden beri kulübün psikolojik olarak durduğu yer gri bir boşluk. Futbolun elitlerinin arasına girdiğini düşündüğü noktada belki de olmak istediği kulüpten yediği dayak yüzünden Fransa'daki köşesine itilen PSG, akılcı yapılanma diye yola çıktığı serüvende son üç sezonda 300 milyon euro'nun üzerinde ekside olan, ne ileri gidebilen ne de geriye dönebilen bir takıma dönüştü... Neymar ve Mbappe'yi transfer ederek başının belaya girmesini göze alan kulüp, Finansal Fair-Play'den kaçmak için altyapısından yeşerttiği oyuncuları elinden çıkardı, tarihinin en golcü oyuncusu Cavani'yi Neymar'la takıştığından beri ikinci plana attı ve üstüne Icardi'yi aldı, efsanesi Thiago Silva kalmak istediğini söylemesine rağmen kontratını yenilemedi ve daha ayrılmadan yerine oyuncu bakmaya başladı… PSG, artık dünü yokmuş gibi davranıp aceleyle ileri gitmek isteyen ama bunu yaparken etrafını dağıtan bir kulüp.
Neymar, Fransız ekibinin bir özeti aslında. İnanılmaz bir yetenek. Dünyanın en pahalı transferi. Akılalmaz istatistiklere sahip. Kariyeri kupalarla dolu. Ancak Barça'dan ayrıldığında planladığı gibi dünyanın en iyisi olamadı. Messi'nin gölgesinde kalmamak için ayrılışı ve transfer ücreti, performansından daha fazla konuşuluyor. Golleri mücadele ettiği ligin kalitesi yüzünden övülmezken tam tersine kolaya kaçtığı ima ediliyor. Tavırlarına ve özel hayatına saygı duyulmuyor. Kısacası krallığını ilan etmek için çıktığı yolda saygı görmeyen birine dönüşen Neymar, PSG'nin oyuncu versiyonu.

Thomas Tuchel, takıma geldiğinden beri 'yıldızları transfer eden agresif kulüp' imajını dağıtmaya, spot ışıklarını oyuncuların üzerinden alıp takıma döndürmeye çalışıyor.
Son üç yılda iki Şampiyonlar Ligi Finali gören, bir Şampiyonlar Ligi kupası alan ve bu sezon Premier Lig'i en tepede bitiren Liverpool'un teknik direktörü Jürgen Klopp, ilk basın toplantısında şöyle bir şey demişti: "Bana zaman verin. Sabır gösterin. On yıldan bahsetmiyorum, dört-beş sene içinde şampiyon olabiliriz." Klopp gerçekten de beşinci yılında inanılmaz bir şampiyonluk aldı. Geldiğinde tam manasıyla enkaz gibi görünen, 'loser' damgası yemiş bir takımı PSG'nin hayalini dahi kuramayacağı bir yere getirdi. Bunu yaparken takımı, oyuncuları, taraftarları ve hatta Premier Lig'i değiştirdi. İşine karışan olmadı. Çalıştığı insanlar değişmedi. Sadece mesleğini yapması için zaman ve sabır gösterildi, sonunda hayal gibi görülen bir hedefi gerçeğe dönüştürdü.
Bugün PSG'nin başında hem tavırlarıyla hem taktiksel anlayışıyla hem de kariyeriyle Klopp'un yolunu izleyen biri var. Thomas Tuchel, takıma geldiğinden beri 'yıldızları transfer eden agresif kulüp' imajını dağıtmaya, spot ışıklarını oyuncuların üzerinden alıp takıma döndürmeye, Buffon, Alves, Rabiot gibi oyuncularla yollarını ayırıp taktiğine uyan isimleri almaya ve kulübü normale döndürmeye çalışıyor. Ligi şampiyon olarak bitirse de son iki sezonda kaptırdığı kupalar ve ilk sezonunda Şampiyonlar Ligi hedefinin uzağında kalması elini pek güçlendirmedi. Ama işler kısa zamanda değişebilir. Ligue 1'de pandemi sebebiyle sezonun erken bitmesi Avrupa kupalarında devam eden Fransız kulüpleri için dezavantaj gibi görünse de PSG bu kez finale giden yolda elitler kulübünden biriyle karşılaşmak zorunda değil. Tuchel, bu garip sezonun garip formatlı Şampiyonlar Ligi'nde kendinden öncekilerin ulaşamadığı o son dördü bulabilecek mi? Belki de kariyerinin en önemli soru işareti.
PSG, bir Şampiyonlar Ligi lanetine sahip. Futbolda kazanamadıkları kupayı hentbol tarihinin en pahalı kadrosunu kurarak elde etmeye çalıştılar, F4 gördüler ancak kupa gelmedi. Büyük yatırımlar sonucu kadınlar takımıyla iki kez Şampiyonlar Ligi Finali gördüler, ikisinde de uzun süredir yatırım yapan Frankfurt ve Lyon'a kaybettiler. Şampiyonlar Ligi, Nasser Al-Khelaifi ve ekibine Blaise Matuidi'nin söylediklerini her sporda hatırlatmaya devam ediyor. Peki Paris Saint-Germain, Şampiyonlar Ligi için sabır gösterebilecek mi?