socratesXreflect_alt

Rasta'nın Gücü Adına

16 dk

Milan, 1987-1988 sezonunda ligi şampiyon bitirdi ve o masalsı dönem başladı. Ateşi yakan şampiyonluğun saha içindeki başkarakteri Ruud Gullit'ti. Üstelik etkisi, yeşil sahayla sınırlı değildi.

La Gazzetta dello Sport ve Rai'nin işbirliği ile ortaya çıkan Campionato Io Ti Amo serisi, 1970-1971 sezonundan 2010'lara uzanan bir Serie A belgeseli niteliği taşır. Sezonlar; öncesi sonrası, önemli anları ve öne çıkan isimleriyle anlatılırken eski televizyon programları, maç görüntüleri ve özellikle de Tutto il Calcio Minuto per Minuto adlı radyo yayınları ile desteklenerek günümüze ulaşır. 1987-1988 sezonunun işlendiği bölümde başroller elbette Napoli ve Milan, Maradona ve Gullit'tir. Gullit için yapılan videoda kısa biyografik bilgiler, oyun stili anlatılır ve şu cümle sarf edilir: "Modern futbolcu prototipini temsil ediyordu. Güçlü, çok yönlü, medyatik." Onun yarattığı etkiyi en iyi özetleyen üç kelime...

Güç

Milan, 1986'da Silvio Berlusconi'nin başkanlık koltuğuna oturması ile rönesansa girmişti. İhtişamlı transferler de bu yeni dönemin ana hedeflerindendi. Juventus'un elinden alınan Roberto Donadoni ile ilk mesajı vermişlerdi. Sırada, yabancı sınırının kalktığı 1980'den itibaren Milan'ın rakiplerine nazaran çok geride kaldığı yabancı futbolcu hamlesi vardı. İlk parçayı, Ağustos 1986'da gözlerine kestirdiler... Barcelona'nın kurucusu şerefine düzenlenen Joan Gamper Turnuvası için İspanya'daydılar. Henüz göreve yeni başlayan genel menajer Ariedo Braida, turnuvada yer alan takımlardan PSV'nin liberosunu ayrı bir keyifle izlemişti. Çok güçlüydü ve saha hâkimiyeti harikaydı. Futbol bilgisiyle aynı seviyede olmayan İngilizcesi ile teklifini yaptı: "Sen var önümüzdeki sezon Milan'da oynamak?" Hollandalı da benzer yeterlilik seviyesindeki İtalyancası ile cevap verdi: "Si, si!" Milan, ertesi sezon 13,5 milyar liretle dünya transfer rekorunu kırarak transferi resmiyete döktü. Ruud Gullit'in yeni evi Milanello'ydu.

Sadece bununla yetinmediler. Hollandalı bir diğer muhteşem yetenek Marco van Basten ikinci yabancı hamlesiydi. Devrim saha kenarına da taşınmış, Berlusconi'nin hayranlığını kazanan Parma'nın çılgın fikirlere sahip antrenörü Arrigo Sacchi'ye direksiyon emanet edilmişti. 1970'lerde tüm dünyayı hipnotize eden Hollanda futbolundan etkilenen Sacchi için Hollandalılar çok önemliydi. Fakat Gullit için bazı değişiklikler düşünüyordu: "Libero oynuyordu. Ama bana göre sahada istediği şeyi istediği anda, istediği yerde yapabilen bir oyuncu olarak orada oynamaması gerekiyordu. O bir hücumcuydu. Fiziği korkutucuydu, hızlıydı..."

Sacchi'yi etkileyen özellikler elbette güç ve hızdan ibaret değildi ama Gullit'i sahada ilk defa gören birinin dikkatini çeken ilk şeyin onun gücü olması garipsenemezdi. Bir sene sonra mahalleden arkadaşı Frank Rijkaard'ın takıma katılması ile terazinin kefesi Milan lehine, aşağı doğru inecekti. İkilinin fizik kapasitesine bir 200 metre shuttle idmanında tanık olan sportif menajer Silvano Ramaccioni'nin ağzından şu cümle çıkmıştı: "Bana, bir mobiletin mi yoksa bu ikisinin mi çarpmasını tercih edeceğimi sorsalar mobileti seçerim."

Roberto Donadoni

Roberto Donadoni

Gullit'in fiziksel farklılığı konusunda anıları olan sadece Ramaccioni değildi. Aynı yıl Roma'dan transfer edilen Carlo Ancelotti, The Beautiful Game of an Ordinary Genius kitabında ilk intibaya yer vermişti... Sacchi, takımın başına geçtiği andan itibaren 4-3-3 dizilişinde ısrarcıdır. Orta saha üçlüsü şöyledir: Sağda Ancelotti, ortada Bortolazzi solda da Donadoni. İleride ise sağda Gullit, solda Virdis ve ortada da Van Basten vardır. Bir set üzerine çalışmaktadırlar; Gullit topu almak için çıktığında Carlo son sürat onu takip edecek ve pasını alacaktır. "Bir defa, iki defa, üç defa, yüz defa... Hep aynı şey oluyordu. Gullit, bir hayalete atıyordu pası. Çünkü ben yeterince hızlı koşamıyordum. İstenen bölgeye vardığım an top çoktan dışarı çıkmış oluyordu. Sacchi sinirlendi:

— Hadi ama Carletto!

— Ne hadisi! Rastalı benden üç kat hızlı. Motorun üzerinde olsam da onu yakalayamam.

Öyle yaptık, böyle yaptık... Ta ki Arrigo sonunda pes edene kadar: 'Çocuklar hadi 4-4-2'yi deneyelim. Ruud forvette, Carletto da merkez orta sahada.'"

Çok Yönlü

O Milan'ın özdeşleştiği sistem 4-4-2 olacaktı. Bunda elbette Carlo'nun anısının da payı vardı ama esas problem 11 Ekim 1987'deki Sampdoria maçında Van Basten'in sakatlanmasıydı. Üstelik o maçtan sonra UEFA Kupası'ndaki Espanyol mağlubiyetinde -Van Basten sahada olsa da- 4-3-3 sorgulanmaya başlamıştı. Takip eden Verona maçı hem sezonun hem de Milan hanedanlığının kırılma noktalarından biri olacaktı. Van Basten'in yokluğunda Gullit ve Virdis ikilisi ile 4-4-2'li günler başlayacaktı...

Uyum sürecinin uzamamasında Gullit'in çok yönlülüğünün payı vardı. "Hollanda'da değişik sistemlerde aldığım roller, rakiplerin kafasından geçenleri anlamamı sağladı ve beni olgunlaştırdı" diyordu Hollandalı. 13. haftada lider Napoli ile oynadıkları maç, Gullit efsanesinin ayak sesleriydi. Saha içinde Milan'ın sürükleyici gücüydü. İlk golde asist yaptı, takımın üçüncü golünü attı ve 4-1'lik zaferin mimarı oldu. 24 Nisan 1988'deki Inter maçında da benzer bir senaryo sahnedeydi. Bütün gücüyle Zenga'nın üzerine doğru yaptığı vuruşun golle sonuçlanmasının yanı sıra harika işleyen Milan'ın en iyisi yine oydu. Maç sonunda kötü İtalyancası ile "Futbolun nasıl oynanması gerektiğinin örneği" diyordu 90 dakikayı yorumlarken.

Sezonun büyük bölümünü Van Basten'siz geçiren Milan'da tehlike ânında çalınacak kapı olmuştu. Carlo Ancelotti, o alaycı üslubuyla o sezonki takımı şöyle anlatıyordu: "İnsanlar o Milan'ın harika yeteneklere sahip bir takım olduğunu düşünür. Öyle değildi. Colombo bile oynuyordu. Sadece üç büyük oyuncu vardı: Baresi, Gullit ve Donadoni." Ruud'un ligin bitimine üç hafta kala şampiyonu belirleyen Napoli maçındaki performansı Carletto'yu doğruluyordu. Özellikle Virdis'in ikinci golündeki kontrataktaki atletizmi onun sahadaki 21 oyuncudan farkını açıklayan sekanstı. Sezonun büyük bir bölümünü lider götüren Napoli'yi iki maçta da hırpalayan Gullit, şampiyonlukta en çok fark yaratan isimdi. "İlk yılımda korkusuzdum. Oynayabildiğim sürece rakibin kim olduğu umurumda değildi. En spektaküler sezonlarımdan biriydi."

Arrigo Sacchi, The Immortals kitabında onun önemini anlatırken "Teknik açıdan en iyi değildi," diye giriyordu söze, "gayet normal seviyede iki ayağa sahipti ve Milanello'da ayak tenisi oynadığımızda herkes Gullit'in takımında değil de Christian Lantignotti'nin takımında oynamak isterdi. Ama tarih yazan Gullit oldu, Lantignotti değil. Çünkü oyun tekniği bireysel teknikten daha kayda değer bir şeydir. Bir maçın ortasında Ruud'un ayakları büyülü bir şekilde en yetenekli ayaklara dönüşürdü. Bunda mükemmel boşluk ve zaman hâkimiyetinden kaynaklanan hareketlerindeki zekâ ve arkadaşlarıyla kurduğu bağlantının payı büyüktü."

Arrigo Sacchi ve Ruud Gullit

Arrigo Sacchi ve Ruud Gullit

Üstelik katkısı bu kabiliyetle sınırlı değildi. Onun için "Benim Milan'ımın sembolü" diyen İtalyan antrenör, "Ruud bizim cesaretimiz, sahadaki generalimizdi. Derisinin altında Milan forması vardı. Tıpkı kaptanımız Franco Baresi gibi..." diyerek manevi gücüne de vurgu yapıyordu. Karakteristik özelliklerinden biri olan rahatlığıyla bile Milan'da tansiyonun düşmesini sağladığı anlar vardı. Ertesi sezon Avrupa zaferi yürüyüşündeki iki kırılma noktası eşleşmede yaşananlar bunun en iyi örnekleriydi. Kızılyıldız deplasmanında Marakana Stadı'ndaki sisli ve ateşli atmosfer Milan oyuncularına etkilerken, Gullit sisi Berlusconi'nin puro dumanlarına bağlıyordu. Real Madrid deplasmanına çıktıkları gün ise oda arkadaşı Ancelotti'yi çıldırtmıştı. Rahatlığı ve muzipliği ile tanınan Carlo bile gece boyu stresten gözünü kırpmamıştı.

Gullit, uyandığında sinirli bakışlarla başında bekleyen arkadaşını gördü: "Ruud, bunu nasıl yaptığını gerçekten bilmek istiyorum. Bütün gece seni izledim ve bir bebek gibi uyudun!"

Hollanda usulü sorgulama alışkanlığı ve rahatlığı Sacchi'yi rahatsız edecek boyutlara da ulaşıyordu. Geçtiğimiz yıl katıldığı bir podcast'te anlattığı fıkra da o anlardan biriydi... Sacchi'nin soyunma odasında oyuncuların penisleri ile ilgili yorum yapması Gullit'i rahatsız eder. Bir gün yine Sacchi alaya başlamışken Gullit araya girer ve kötü İtalyancası ile fıkraya başlar: Bir adamın penisi 2 metredir. Bundan çok rahatsız olduğu için estetik cerraha gider. Cerrah, ameliyat ile 1,75 metresini alabileceğini ve bu sorunu ortadan kaldırabileceğini söyler. Ameliyat başarılı geçer. Fakat adamın aklına takılan bir şey vardır. Doktora teşekkür etmek için bir şişe şampanya ile kapısını çalar. İçmeye başlarlar. Çakırkeyf olduklarında adam sorar: "Doktor, lütfen söyleyin. Benim 1,75 metrem nerede?" Doktor cevaplar: "Çok basit. Ona peruk taktık ve Milan'a antrenör oldu." Sacchi delirmiş şekilde dışarı çıkar ve ikili bir süre konuşmaz...

Sacchi'nin ders çıkardığı gerginlikler de vardı. 27 Mart 1988'deki Avellino maçından önce yaşadıkları gibi... Gece âlemine dalan Gullit, kampa hayalet gibi gelmişti. Havaalanında uçağa bineceklerdi ki Ramaccioni, Sacchi'yi uyardı: "Gullit kayıp!" Antrenör, Baresi ve Ancelotti'yi Gullit'i bulmaları için görevlendirdi: "Bahse girerim bekleme salonunda sızmıştır." Gerçekten de oradaydı. Deplasmana gittiklerinde Gullit'i odasına çağırdı ve fırçalama seansı başladı: "Utanmıyor musun? Hiç aynaya baktın mı? Hayatımda ilk kez siyah bir adamın beyaza döndüğünü gördüm. Hayalet gibisin. Beyninle değil, s.kinle düşünüyorsun." 0-0'lık tatsız bir maç sonrasında Milano'ya döndüler. O maçtan sonra ligin sonuna kadar kaybetmediler. Inter ve Napoli zaferleri de bu döneme denk geliyordu. Sahanın yıldızı olduğu Inter maçından sonra Gullit hocasının yanına geldi, "Patron, Avellino maçı öncesinde yaptıklarım için özür dilerim; ama bir daha beni azarlamak için ne sebebin olursa olsun konuyu derimin rengine getirme lütfen." Sacchi mesajı almıştı...

İkon

Ruud Gullit; rastası, bıyıkları ve tarzı ile taraftarın en çok taklit etmek istediği oyuncuların başında geliyordu. Milan maçları için San Siro'nun önünde biriken rasta peruklu taraftarlar görmek alışılmış bir durumdu. Takım arkadaşı Demetrio Albertini, "Basının gözdesi ilk futbolculardan" diye anlatıyor o etkiyi. Siyah hakları konusundaki hassasiyeti ise Sacchi'ye ricasıyla sınırlı değildi. 8 Mayıs 1988'de Juventus maçı öncesinde ona takdim edilen 1987 Ballon d'Or Ödülü ile o sezona ne kadar damga vurduğunu resmileştiriyordu. Ödülü Nelson Mandela'ya adamıştı. Mandela ve Steve Biko hayranı olduğunu her fırsatta dile getiriyordu. Milano'da siyahilerin uğrak yeri Zimba'ya sık sık gidiyor, reggae kültürünün simgesi olan mekânda 'Apartheid'ı durdurun' yazılı tişörtü ile sahneye çıkıyordu. Amsterdamlı reggea grubu Revelation Times'a South Africa şarkısında eşlik bile etmişti. Bu duruşu İtalya'da, aşırı ırkçı tezahüratların normal karşılandığı dönemde gösteriyordu.

1987-1988 sezonunda Milan'a şampiyonluğu getiren Napoli maçından...

1987-1988 sezonunda Milan'a şampiyonluğu getiren Napoli maçından...

Bütün bunlar 1980'lerin sonlarında onu bir spor ikonuna dönüştürmüştü. İtalyan tiyatrosu ve sinemasının önemli isimlerinden, Milan fanatiği Carmelo Bene, onun için şunları söylüyordu: "Yemin ederim Pele'nin zamanından beri böyle bir futbolcu görmedim. Fantastik. Klası ve gücü korkutucu. Ballon d'Or geleceğe ışık tutan bir seçim çünkü Gullit bu gösterinin geleceği. Önümüzdeki yılların en büyük karakteri."

Milan, geçtiğimiz sezon hasret kaldığı şampiyonluğa ulaşırken öne çıkan isim, ligin de en değerli oyuncusu Rafael Leao'ydu. Sol kanatta onun sürüklediği hücumlar, Pioli'nin imdat çekici oldu ve Scudetto'yu getirdi. Performansı -elbette o futbol seviyesine ulaşması imkansıza yakın olsa da- Gullit'in 1987-1988'deki önderliğini hatırlattı. Gullit, geçtiğimiz günlerde bu benzerlik sorulduğunda "Milan'ın dünya çapında yıldızlara ihtiyacı var, Leao da onlardan biri" diyerek mütevazı bir yorum yaptı. Arrigo Sacchi ise şunları söyledi: "Leao'nun hızı gerçekten Gullit'inkine yakın ama bence Gullit fiziksel olarak daha güçlüydü. Mizaç ise genetik bir gerçektir. Ya sahip olursunuz ya da olmazsınız. Umarım Leao'da vardır." Sacchi, doğru bir noktaya parantez açmıştı. Bugünün oyununda yetenek, saha bilgisi ya da güç açısından çok önde yıldızlar, yıldız adayları görebiliyoruz. İmajıyla sahada kendini belli edenleri de. Ancak saha dışındaki duruşlarıyla futbola yabancı insanların bile dikkatini çeken kaç yetenek var? Bazılarının bugünün futbolundan bir türlü tat alamamasının sebebi bu belki de...

Socrates Dergi