
Zengin Ama Yalnız
6 dk
RB Leipzig artık Alman futbolunun en görkemli masasında büyüklerle birlikte oturuyor. Ve bu yolda epey tepki çekti.
Almanya, sporda dünyanın en başarılı ülkelerinden biri. Hayatın her alanında olduğu gibi orada da kimliklerini, geleneklerini, aidiyetlerini vitrine çıkarıyor; başarı kadar, başarıya nasıl bir yoldan gidildiğinin de fazlasıyla önemli olduğu bir anlayış ortaya koyuyorlar. Sonuçta, tüm dünya futbolunu ciddi anlamda sarmalayan Arap, Rus, Çin sermayelerinin sözünü en az geçirebildiği coğrafyadan bahsediyoruz. Lakin 2009’dan bugüne Almanya’da tüm gözlerin üzerine çevrildiği bir kulüp var. Ve onları merkeze alan her araştırma, aynı sorular etrafında dönüyor: Yaptıkları iş peri masalı mı, hormonlu bir büyüme mi? Tamamen maddi bir kalkınma mı, yoksa sağlam bir yapılanmanın ürünü mü? Tahminleriniz doğru, Bayern Münih’i bile nefretin odağından kaldırıp 'en sevilmeyen kulüp' unvanını alan RB Leipzig’in hikâyesinden söz edeceğiz.
Öykünün başı aslında bilindik. Avusturya menşeili bir içecek firması olan Red Bull’un, 2004 yılında futbola yatırım yapmaya başlamasının ardından gözüne kestirdiği lokasyonlardan biri de Almanya’ydı. 2008 yılında beşinci lig Oberliga'da mücadele eden SSV Markranstadt takımı satın alındı, yaklaşık 100 milyon Euro’luk yatırımla birlikte kulüp o seviye için süper güç haline geldi ve yedi sene içerisinde Bundesliga’da zirve kovalayacak güce ulaştılar. Aldıkları finansal destek tüm ülkede tartışma konusu oldu; takıma suni, plastik, şişirilmiş bir balon muamelesi yapıldı. Elbette bu noktada, RB Leipzig’e sırf paraları var diye bir nefret oluşmadı. Birçokları için esas tartışmalı taraf; bir firmanın kulübe sponsor olmasından ziyade, firmanın reklamı için futbolun alet edildiği düşüncesiydi. Şehrin küçük takımlarından Lokomotiv Leipzig’li bir taraftarın ağzından çıkan ‘’Benim takımım futbol oynamak için kuruldu, onlar ise bir içeceği pazarlamak için’’ söyleminin benzerini RB Leipzig’in gittiği her deplasmanda duyabilirsiniz. Son üç senede birçok farklı yerde protestoya uğradılar. Bu sene Borussia Dortmund taraftarları deplasmanda oynadıkları RB Leipzig maçına gitmediler. Toplum dinamiklerini ve futbol görgüsünü hiçe saymaları, bu tepkilerin en büyük nedeni olarak gösteriliyor.
Geleneklerine sıkı sıkıya sarılmış bir coğrafyada takındıkları tavrın can sıkıcı yanları olduğuna şüphe yok ama RB Leipzig’in bazı noktalarda hakkını teslim etmek de şart. Aynı süreçte onlara yakın harcamalar yapan Hamburg’un son beş sezon performansına yakından bakarsanız ne demek istediğimi anlayabilirsiniz. Peki neydi RB Leipzig’i farklı, özgün ve akılcı kılan? Evet çok paraları vardı ama bu paraları Arap şeyhleri, Çinli milyarderler gibi uçuk rakamlı transferlere boğmadan doğru projeye yatırım yaptılar. Profesyonellerle çalışıp işi ehline teslim etmeyi bildiler ve kulübün bir futbol aklı oluşturması sürecine doğrudan müdâhil olmadılar.
RB Leipzig’i sadece finansal güçten ibaret görmenin haksızlık olacağının en net göstergesi, 2011’de tükenmişlik sendromuna yakalandığını söyleyen ve Schalke’deki görevini bırakan Ralf Rangnick’i bir sene sonra ikna edip futbol organizasyonlarının başına getirebilmeleriydi. Rangnick, futbol dünyasına nadir gelen ‘seçilmiş’ kişilerden biri; gençliğinde Valeri Lobanovski’nin Dinamo Kiev’i ile Arrigo Sacchi’nin Milan’ından fazlasıyla etkilenen ve sonrasında futbola bakışını tamamen buna göre şekillendiren tecrübeli bir futbol adamı. Rangnick aynı zamanda, daha 90’ların başında, Alman futbolunda işlerin iyi gittiği bir dönemde, ülkenin 2000’lerin başında gireceği futbol krizini öngörebilecek kadar algıları açık ve farkındalık sahibi biri. Bugün Avrupa’nın birçok elit teknik direktörü Bundesliga çıkışlı, Almanya Milli Takımı dünya şampiyonu ve her yaş grubunda harika oyunculara sahipler. Bu futbol devrimini başarı ile icra edebilmelerinin en büyük pay sahiplerinden biri de bu oyuncu ve teknik direktörlerin çoğuna Rangnick’in elinin değmiş olması. Aynı zamanda, 2006 yılında benzer bir görevi üçüncü ligden aldığı Hoffenheim ile gerçekleştirdiği için, dünyada bu yatırımı gözü kapalı teslim edebileceğiniz en mantıklı isim.
Projeye bu noktadan baktığınızda onları sadece plastik, para odaklı bir kulüp olarak görmenin haksızlık olduğunu düşünebiliriz. Evet, milyon Euro’ları vardı ama Nicolas Otamendi’ye değil, Willi Orban’a gittiler; Arjen Robben’i değil, Danimarka’nın Lyngby kulübünde top koşturan Yussuf Poulsen’i tercih ettiler; Oscar’a servet vermek yerine, Emil Forsberg, Naby Keita, Marcel Sabitzer gibi isimleri yaratmayı tercih ettiler. Temel hedef olarak sürekli para akışını değil, kulübün kendi oyuncularını yetiştirebilecek yapıya ulaşmasını ön plana koydular. Teknik direktör olarak çok daha isimli biri yerine, işinde her geçen gün daha da heyecan verici olduğunu kanıtlayan geleceği parlak Ralph Hasenhüttl’ı seçtiler. Dünya üzerinde para içinde yüzen birçok kulüp var ama buram buram vizyon kokan bu kadar doğru adımı aynı anda atabilenlerin sayısı, bir elin parmaklarını geçmeyecektir.
RB Leipzig kendine bir yol seçti ve yürümeye devam ediyor. Şu an Almanya dışında, Almanya’ya oranla daha fazla sevenleri var. Peki zaman içinde kendilerini herkese daha sağlıklı bir şekilde anlatmayı başaracaklar mı? Ya da başarılar büyüdükçe şu an için olmayan tarihlerini ve nispeten az olan taraftar kitlesini büyütebilecekler mi? Bütün bunlara birlikte şahitlik edeceğiz. Bildiğimiz tek şey var; RB Leipzig, artık Alman futbolunun en görkemli masasında en büyüklerle birlikte oturuyor ve orada kabul görmek için büyük bir savaşa girmeye hazır. Ve cephaneleri hiç de az değil.