
Reverans
12 dk
Kobe Bryant’ın sadece vedası değil, bütün kariyeri film gibiydi. İlk gündern beri bu yolculuğun tanığı olan SLAM Dergisi Eski Genel Yayın Yönetmeni Ryan Jones, Socrates için kaleme aldı.
Kobe Bryant’ın devasa ironisi, hem küstah bir taklitçi hem de gerçekten orijinal olmasıdır. Sahadaki tarzı, yetenekleri, hal ve hareketleri başka bir basketbol efsanesinden çalınmıştı ama tıpkı onun gibi, bir yandan da benzersizdi. Geçmişte ondan daha büyük oyuncular olmuştu, gelecekte de olacak. Ancak Kobe gibisi asla gelmedi ve bir daha da gelmeyecek.
Zamanlamanın bunda bir payı olmalı. Kobe, üniversiteyi pas geçip doğrudan NBA’e giden yetenekli lise oyuncuları dalgasının ilk üyelerindendi. Kevin Garnett’ten bir yıl sonra, Tracy McGrady’den bir yıl önce lige adımını atmıştı. Geçmişi de ortadaydı: Philadelphia doğumlu Kobe, gelişme çağının büyük bölümünü -çoğu İtalya’da olmak üzerebabasının profesyonel basketbol oynadığı Avrupa’da geçirmişti. Ülkesine kıtanın dil ve medeniyetinden yoksun genç bir AfrikalıAmerikalı olarak döndüğünde ise hip-hop kültürü ABD’yi etkisi altına almaya başlamıştı. Kobe, bu koşullarda hem yerli hem de yabancıydı. Bu zıtlık, algısında ve karakterinde kalıcı bir etki bırakacaktı.
Kendine güveni, rekabetçiliği ve saf yeteneği, eşine az rastlanır cinsten bir birliktelik meydana getiriyordu. Dünya onu ilk olarak; Philadelphia’nın hemen dışında yer alan Lower Merion Lisesi’nde kendinden zayıf rakipleri dağıtırken gördü. Benim onla tanışmamsa 1996 ilkbaharındaki bir play-off maçına rastlıyor. Lisedeki son senesini geçiren Kobe’nin takımı, ilk çeyrek sonlandığında 20-0 öndeydi. Sahadaki hâkimiyetine dair ipuçları verdiği o kısa sürelerde dahi, kibri ve yetenekleri gün gibi ortadaydı.
Tüm bu özellikler, Kobe’nin NBA Draft’ına girmeye karar verdiği ve onu seçen Charlotte Hornets’ı kendisini Los Angeles Lakers’a takas etme yönünde zorladığı aylarda da karşımıza çıkmıştı. Kariyerine NBA tarihinin en başarılı -ve elbette en göz alıcı- organizasyonlarından birinde başlama ısrarı, bu genç adamın spot ışıkları peşinde koşacağının da habercisiydi.
Doğma büyüme Los Angeles’lı bir Lakers taraftarı olarak içim kıpır kıpırdı. 1980’lerde, takım oyunu, yetenek ve seyir zevki açısından basketbolun gördüğü en muhteşem karışım olan ‘Showtime Lakers’ tarafından şımartılmıştım. Shaquille O’Neal’ın serbest oyuncu olarak LA’e geldiği yaz Kobe’nin de kadroya katılmasıyla, Showtime’ın yeni jenerasyonu garantilenmiş görünüyordu. Yüksek dozda eğlence ve kucak dolusu şampiyonluk kupası yoldaydı.
Elbette her şey bu kadar basit değildi. Genç Kobe çoğu zaman düşünmeden hareket ediyor, sürekli topu istiyor ve henüz hakkı olmayan şutları kullanıyordu. Ve çoğunlukla da kaçırıyordu. Yeteneğinden kimsenin şüphesi yoktu ama takım arkadaşlarıyla uyumu birçok soru işaretini beraberinde getiriyordu. Üstelik mesele, sadece saha içi de değildi. Kobe’nin deplasman yolculuklarında takım arkadaşlarıyla vakit geçirmek istemediğinden bahseden hikâyeler ortalığa yayılmıştı. Birçok kişinin gözünde o bir takım oyuncusu değildi. Üzerinde forma varken de, yokken de...
Kısa süre içerisinde, bunun o kadar da önemli olmadığı anlaşıldı. Shaq ve Kobe’nin zoraki fakat bir o kadar da durdurulamaz ortaklığı, Lakers’a 2000’den itibaren üst üste üç NBA şampiyonluğu getirmişti. Shaq üç final serisinde de MVP seçilmişti. Ezici istatistikleri ve varlığı göz ardı edilebilecek gibi değildi ama bütün bu süreçte, Kobe de muhteşemdi. Aklının bir köşesinde, ‘koca adam’ olmadan kazanamayacağı düşüncesi olsa da her fırsatta O’Neal’ın gölgesinden kurtulmaya çalışıyordu. Ligin belki de en iyi oyuncusuyken takımının ancak en değerli ikinci adamı olabilmesi, onu benzersiz bir pozisyona sokuyordu.

Bu çıkar çatışmasını, 2002’de SLAM dergisinin kapağı için yaptığımız bir röportajda Kobe’ye sordum. O sıralar, dramatik ve aynı zamanda travmatik bir dönüşümün tam ortasındaydı. 2001’deki evliliği, bu birlikteliği onaylamayan ailesinden uzaklaşmasına yol açmıştı.
Aynı dönemde, kariyeri boyunca ayakkabılarını giydiği Adidas’tan ayrılmıştı. 50 milyon dolar ciro yarattığı markanın kendisine özel olarak ürettiği ayakkabılardan ve pazarlama metotlarından hoşnut değildi. Hem özel yaşamında hem de iş hayatında Kobe, soğuk ve geçimsiz biri olarak tasvir ediliyordu. Bir de gerçekler ve kariyerine dair bazı algılar vardı.
2002’deki röportajımızda, beklenmedik bir şeyi kabul etti: Birçok taraftarın -içlerinde SLAM’e mektup yazıp, en sevdikleri ve en nefret ettikleri oyuncuların hünerlerini tartışan çocuklar da dahil olmak üzere- onu bir çeşit sahtekâr olarak gördüğünü anlamıştı. Oyunu bir kopyaydı; çünkü onu Michael Jordan’dan çalmıştı. Kişiliği de özgün kabul edilmiyordu; çünkü ABD’de değil Avrupa’da büyümüştü. 1996’da aynı anda lige girdiği Allen Iverson’la özdeşleşen hip-hop kültürünün yükselişi, Kobe’nin dışlanmışlığını belirginleştiriyordu. Bu, Amerika’daki karmaşık ırk ve sınıf sorunlarına verilebilecek bir başka örnekti ve Kobe’yi rahatsız ediyordu. Ertesi sene, Colorado’daki cinsel saldırı suçlamasıyla karşı karşıya geldiğinde, hakkındaki görüşler çok daha karmaşık bir hal aldı. Kariyeri, evliliği, hatta en basitinden özgürlüğü tehlikedeydi. Suçlamalar sonunda düştü ama itibarı bir kere zedelenmişti. Kobe’nin parkede veya dışarıda durumu nasıl toparlayacağı ise soru işaretiydi.
Kuşkusuz, değişti. Değişimin bir kısmını, sıradan gözler bile fark edebilirdi. Bir zamanlar boş olan kollarındaki dövmeler, röportajlarına serpiştirdiği rastgele küfürler, parkede git gide daha çok takındığı somurtkan ifadeler... Arka planda, biz de değişimi görüyorduk. Kobe artık medyaya karşı çok daha kontrollüydü.
SLAM’e kapak olacağı bir sayıda, hikâyesini de kendi yazmayı teklif etmişti. (Bu fikir bizim için de bir ilk olabilirdi, ama sonuca ulaşmadı) Yine kapak için garip fikirler ortaya attı; çocukluk fotoğrafı ya da gözünün içine yerleştirilmiş bir alevle yüzünün yakın plan çekimi bunların bazılarıydı.
Ve her şeye rağmen Kobe direndi. Belki de kariyerinin en etkileyici tarafı, şu son aylarda da gördüğümüz üzere, neredeyse hayatını yerle bir edecek olan skandalı bir dipnot olarak bırakmaya yetecek kadar uzun ve iyi oynayabilmesi. Sonunda, 2008’de MVP olmayı başardı ve akabinde Shaq olmadan iki şampiyonluk kazanarak parkedeki mirasını sağlama aldı. Asla altıncı şampiyonluğu alıp Jordan’ı yakalayamadı ama beş yüzük kazandı, 18 All-Star maçına çıktı ve NBA tarihinde -şu anda- üçüncü sırada yer almasına yetecek 33 binden fazla sayı attı. Artık onun da kendine has bir mirası var.

O, basketboldaki yirmi yılında, tek bir resmi öne çıkarmayı zora sokan birçok unutulmaz an ve anılar yarattı. Ama onunla yaşadıklarım içerisinde birinin yeri ayrı: 2006 kışında, Aşağı Manhattan’daki bir fotoğraf stüdyosundaki o akşam. Odadaki bir düzine insan arasında, çekim için kiralanmış bir yılan terbiyecisi de vardı. Kobe, hızını ve öldürücü gücünü ilham kaynağı olarak seçtiği ‘Black Mamba’yı bir süre önce kendisine lakap edinmişti. Bu yüzden, ona bir yılanla kapak fotoğrafı çektirme önerisinde bulunmuştuk. Bu elbette gerçek bir mamba değildi. Amaç, öldürücü yılanın izlenimini vermekti.
Kobe, bu öneriyi duyunca kendinden geçti. Boynuna ya da bileğine doladığı, yüzüne yakın tuttuğu yılanla yüzlerce poz verdi. Hiçbir korku belirtisi göstermeden... O fotoğrafların birini kapak için seçtik. Ama Kobe, çekim boyunca yer yer ciddi olsa da sempatik ve rahat tavrını korudu. Çekim ona uyduğu derecede o da uyumluydu ama kontrolü hep elinde tutuyordu. Özgüveni asla zayıflamadı.
Bildiğim tek bir şey var. Bir dergi kapağı için Michael Jordan bile elinde yılanla poz vermezdi. Bunu sadece o yapardı. Çünkü Kobe, iyisiyle kötüsüyle türünün tek örneğiydi.
Çeviri: Buğra Balaban
Kobe Diyor Ki:
• 17 yaşındaki Kobe’ye ne öğüt vereceği sorulduğunda: "İşe yarayacağını pek sanmıyorum, genç Kobe kulak asmazdı ki zaten.”
• Takım arkadaşlarına ve koçlarına neden kendini daha fazla açmadığı sorulduğunda: “Meşguldüm. Oyunu çalışmakla meşguldüm. Bilinçli yaptığım bir şey değildi. Hünerlerimi keskinleştirmekle o kadar meşguldüm ki zamanımın çoğunu buna harcıyordum.”
• “İnsanlar sürekli uyum sağlamaktan ve beyin takımıma kimleri dahil edeceğimden bahsediyor. Beyin takımına pek de ihtiyacım yok.” - 17 yaşındaki Kobe Bryant.
• 2013 sezonunun son bölümü hakkında: “Bir orkestra şefi gibiydim. Şimdi, o şekilde şampiyonluk kazanamayacağınızı biliyorum. Kazanamazsınız. Ama takımımızı play-off’lara taşımamız gerekiyordu. Her şeyi mikro seviyede yönetmem gerekiyordu. Her oyunu ben seçtim. Takımı parkeye ben yerleştirdim ve kendi isteğime göre rakip savunmaları manipüle ettim.”
• Son maçından sonra iki küçük kızına: “Eskiden bu sayılara daha sık çıkardım.” Kızları “Gerçekten mi?” diye sorunca, “YouTube’a bakın.”
• “20 yılın ne kadar hızlı geçtiğine inanamıyorum. Delice.”