
Roma Kanunları
4 dk
Dünya futbolunda başkent takımlarının yeri ayrıdır ama bu, Roma için geçerli değil. Yine de yeni düzenleri işleri değiştirebilir. Hem kulüp hem de Cengiz için...
“Futbol toplumun bir yansımasıdır. Roma, dünyanın en güzel şehri ama çöplük içinde. Çelişkiler ve problemler var. Belirsizlik yaşayan bir şehir. Bu ortamda kazanması zor.” Arrigo Sacchi, geçtiğimiz sene verdiği röportajda bunları söylüyor ve yorumunu Fabio Capello’nun şu sözüyle noktalıyordu: “Roma’daki bir Scudetto, Torino’daki 10 şampiyonluğa değer…”
Roma, dünya futbolunda alışılagelmiş başarılı başkent takımlarından değil. Kulübün sadece üç şampiyonluğu var. Modern futbol çağında ülkenin lokomotifi olan takımların Milano ve Torino gibi sanayi şehirlerinden çıktığını düşünürsek, Sacchi’nin haklı olduğu noktalar var. Ama Roma’nın İtalyan futboluna katkısını madalyalar ve kupalar üzerinden yorumlamak da bardağın düzenli bir biçimde dolan kısmını gözden kaçırmak olur.
Roma, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ayağa kalkmaya başlayan ülke futboluna önemli isimler kazandırdı. Giacomo Losi ile başlayan ‘Bayrak Adam’ geleneği, bir dönem Fiorentina’da oynasa da Roma’ya uzun yıllar emek veren Giancarlo De Sisti ile devam etti. 1970’li yıllarda başarısız sonuçlar alsalar da yavaş yavaş kimliğini bulan ve İtalyan taraftar kültürüne büyük katkı sağlayan takımlardan oldular. Başarısız sonuçlara rağmen her hafta Olimpiyat Stadı’nı dolduran Roma’lıların sloganı da gayet iddialıydı: “Taraftarlık bizim mesleğimiz!”
1980’li yılların başında coşkulu taraftarları ve ‘kulübün evlatları’ Bruno Conti ile Agostino Di Bartolomei’nin yanına ‘yenilikçi’ antrenör Nils Liedholm’ü getirerek ülkenin en güçlüsü Juventus’a diş geçiren tek takım oldular. Roma, ikinci şampiyonluğunu bu denklemle kazanmıştı. Ama daha da önemlisi başkentin tamamen futbolu yaşayan bir şehir olmasıydı. Carlo Ancelotti, 2015 yılında verdiği bir röportajda “Harika bir şehir ve muhteşem bir taraftar iklimi vardı” sözleriyle 1980’leri yad ederken, kariyerine sığdırdığı birçok başarının yanında Roma’da yaşadıklarını ayrı bir yere koyuyordu.
Romus ve Romulus’un torunları, bu ateşli yaşam şeklini sürdürdü. Giuseppe Giannini ve Francesco Totti gibi ikonik üretimlere devam ettiler, dönem dönem lige renk katan takım oldular. 2000-2001 sezonunda son şampiyonluklarını yaşadıklarında denklemleri yine aynıydı aslında. Yine de hiçbir zaman Milan, Juventus hatta ezeli rakipleri Lazio gibi Avrupa’da dikkat çeken bir ekip olamadılar.
2000’li yıllar, Serie A için ‘çöküş’ ile eşanlamlı geçti. Özellikle Calciopoli sonrasında nasıl eski günlerine döneceklerini düşünmeye başladılar. Juventus’un dikkat çekici performansı, bir kesim futbol izleyicisine “Dönüyorlar” dedirtti. Elle tutulur bir başarısı olmasa da Roma da bu dönemin çözüm için ışık yakan takımlarından biriydi. Birçok büyük İtalyan takımı, eskisi gibi yıldızların cazibe merkezi olmadığını idrak edemezken Roma; Erik Lamela, Miralem Pjanic, Kostas Manolas ve Radja Nainggolan gibi genç, yabancı oyunculara yöneldi, kendi ürünü Daniele De Rossi’nin kulüpte kalmasını sağladı ve yine milli takım seviyesine çıkacak bir altyapı oyuncusu Alessandro Florenzi’ye formayı verdi. Bu anlayışla hep zirveye yakın oldular ama bir türlü tahta oturamadılar.. ABD’li yeni patronlar, takımı üst seviyeye çıkarması için seçilen antrenörler ve Walter Sabatini gibi bir genel menajere rağmen, yetiştirip satan bir yapıya büründüler…
Roma’nın geçtiğimiz sezon öncesinde yaptığı hamleler, bu açıdan önemliydi. Takımın başına Eusebio Di Francesco getirildi, sağ kolu olarak ise Sevilla’da uzun yıllar mesai yapan Monchi seçildi. Efsanelerden Totti ve Conti ise devamlı kulübün içerisinde ya da tribünlerde… Roma’nın bu hamleler sonrası özellikle Barcelona eşleşmesindeki performansı, yeni bir dönem için sinyaller verebilir. Geçtiğimiz sezonun başında Mohamed Salah’ı, bu sezon başında da Alisson’u Liverpool’a satarak eski alışkanlıklarından pek arınamamış gibi göründüler. Ama yaptıkları genç oyuncu hamleleri, kadroyu çoğunlukla muhafaza etmeleri ve Nzonzi gibi o bölgenin en önemli isimlerinden birini kadrolarına katmaları daha da fazlasını arzuladıklarını gösteriyor.
Cengiz Ünder’in geçtiğimiz sezonun ortasından itibaren gösterdiğini performans, birçok futbol izleyicisine “Roma’dan sonra nereye gidecek?” sorusunu sordurmuştu. Cengiz’in de potansiyel başrollerinden biri olabileceği ‘Yeni Roma’ için bu sezon önemli bir sınav aslında. Ya büyük sahne için ilk basamak olarak kalmaya devam edecekler ya da 1980’lerdeki gibi doğru denklemi kurup gözlerini önce İtalya’nın sonra da Avrupa’nın zirvesine dikecek ve Sacchi’yi yanıltacaklar…