Roma'nın Sekizinci Kralı
14 dk
1980'ler, İtalyan futbolu için dönüm noktasıydı. Başkentin kaderini değiştiren adam ise Brezilya'dan geldi. İsimsiz yabancı Paulo Roberto Falcao, Roma'nın Sekizinci Kralı'na dönüşecekti…
İki yıl önce Sky Sports programı Monday Night Football'a konuk olan Sven-Goran Eriksson, ev sahipleri Jamie Carragher ve David Jones ile kariyeri üzerine konuşmuştu. İngiltere Milli Takımı, İsveç günleri, İtalya tecrübesi… Konu elbette Eriksson'un mesai yaptığı oyunculara da gelmişti. O görkemli yıldız havuzundan bir 11 oluşturmaya başladı… O kadar büyük oyuncular vardı ki Pavel Nedved'e sol bekte yer bulunabilmişti. Sıra orta sahaya geldiğinde Carragher'ın sorusu üzerine iştahlı bir övgü zincirine başlıyordu İsveçli menajer:
"Sahanın içindeki antrenör oydu. Sadece bir yıl onunla çalıştım. Çok sakatlanırdı. Oyuncular bana bazen 'Onsuz oynayamayız' derdi. Doğruydu da. Onsuz kaybediyorduk. Sahada olduğu zamansa hiç kaybetmedik. Vizyon sahibi, zarif bir oyuncuydu ve koşardı, koşardı, koşardı... Brezilyalıların bu kadar koştuğunu düşünmezsiniz ama o her şeyi yapabilirdi!"
Terazi
26 Şubat 1978, Stadio Olimpico, Roma… Lazio ile Inter karşı karşıya geldi. Birkaç sene önceki şatafatlı günlerinden uzak Lazio, tek golle galibiyeti almış ve düşme hattının soğuğundan biraz da olsa kaçmıştı. Inter'de ise kaleci Bordon'un performansı alkışı hak ediyordu. Tarihe geçen, Lazio'nun galibiyet golünü atan Clerici oldu. 1966'dan itibaren uygulanmaya başlayan yabancı transfer yasağından* sonra Serie A çimlerine basmaya devam eden yabancıların sonuncusu olan Brezilyalı, karamboldeki dokunuşuyla İtalyan olmayan bir futbolcunun Serie A'daki son golünü ağlara bırakmıştı. Clerici'nin imzası, kapılar tekrar açılana kadar tarih sayfalarında yerini alacaktı…
Lazio, 1970'leri hızlı yaşamıştı. Lige çıktılar, düştüler, bir daha yükseldiler, şampiyon oldular ve Totonero ile onyıla el salladılar… AS Roma ise ezeli rakibinin gölgesindeydi. 16 Mayıs 1979'da bir kan değişimine gittiler. Bir süredir kulübe hizmet veren Dino Viola, başkanlık koltuğunu devraldı. Sezon bittiğinde ilk işi, birkaç yıl önce takımda görev yapan -biten sezonda da Milan'la Scudetto'yu kazanmış- 'Baron' lakaplı Nils Liedholm'ü Roma'ya getirmek olmuştu…
1980 Yazı, İtalya Futbol Federasyonu'nun kararıyla 'calcio' için bir nevi dönüm noktasıydı. Her takım bir yabancı futbolcu transfer edebilecekti. Roma, istihkakını Brezilya'nın süper çocuğu Zico'yla kullanmak istiyordu fakat anlaşmazlıklar, tereddütler derken transfer çıkmaza girdi. Tam da bu dönemde Liedholm ve yardımcısı Luciano Tessari'ye Paulo Roberto Falcao adında bir alternatif sunuldu.
1970'lerde altın dönemini yaşayan ve sonuncusu namağlup olmak üzere üç şampiyonluk kazanan Internacional'in beyniydi Falcao. Tessari onu izlemeye gitti, bazı tereddütleri olsa da kumaşından etkilendi. Liedholm ise kadim dostu Pele'nin kapısını çalmıştı. "Zico sana maç kazandırır," diyordu Pele "Falcao ise ligi!" Batıl inançları ve astroloji çılgınlığı ile de tanınan Baron'un Pele'den daha 'güvenilir' bir dayanağı vardı: "Büyük orta saha oyuncuları terazi burcudur. Ben de teraziyim. Falcao'yu hiç canlı izlemedim. Sadece video kasetlerden izledim. Onu aldım çünkü teraziydi. Büyük hücumcular da akreptir mesela; Van Basten, Maradona, Riva…"
Falcon, Faucon, Falson
10 Ağustos 1980, Fiumicino Havalimanı, Roma… Beş bin Roma taraftarı, Brezilya'dan gelecek yeni transfer için beklemeye başlamıştı. Henüz internet çağı çok uzaktaydı. Televizyonlar bile yerel ağırlıklıydı. Velhasıl beş bin kişi içinde Falcao'yu izleyebilmek bir yana, daha önce görmüş olanların bile sayısı azdı. Orta saha oyuncusu, yıllar sonra Rai'nin Sfide içeriğindeki belgeselinde, duruma şöyle yaklaşıyordu: "Oraya Falcao için değil, her şeyi iyiye götüreceğine inandıkları umut için gelmişlerdi."
Uçak indi, dış hatlar kapısı açıldı, bere-atkı kombinasyonu olabildiğince hızlı şekilde tamamlandı. Birçokları Brezilya'dan gelen bir Alman bulmuştu karşılarında. Sarı saçlı, renkli gözlü, şık giyimli, uzun ince bir adam. Francesco Graziani onu, "Bir İngiliz lordu" olarak tanımlıyordu. Brezilyalının ağzından çıkanlar da alışılmış futbolcu kalıplarının dışındaydı. "Scudetto'yu kazanmak istiyorum" ve "Para için gelmedim" klişelerini, "Buraya hukuk eğitimi alıp mezun olmak için de geldim" sözleri takip etmişti.
Falcon, Faucon, Falson… Roma ahalisi, ismi nasıl telaffuz edecekleri hususunda bir orta yol ararken Falcao, 14 Eylül 1980'de Como karşısında ilk resmi maçına çıktı. 1-0 kazandılar, yıldız tablosunda 7,5'u kaptı ama Roma'nın neden başarıdan uzak olduğunu anlamıştı. Kazanma alışkanlığı ve özgüven eksiği vardı. Liedholm'ün devre arasında söyledikleri de daha gidilmesi gereken uzun bir yol olduğunu kanıtlıyordu: "Falcao sadece üç kez topu aldı. 400, hatta daha fazla kez topla buluşmalı!"
Roma halkı, kralları için yürüyor...
"Platini ve Falcao, İtalyan futboluna alışabilmek için altı aya ihtiyaç duymuşlardı. Buraya vardığı ilk günden itibaren istikrarlı olarak muhteşem bir performans gösteren tek yabancı Zico'ydu. Yabancılar için bu uyum süreci çok önemliydi." İtalyan futbolunun kalburüstü orta saha oyuncularından Eraldo Pecci, Doktor Socrates: Futbolcu, Filozof, Efsane kitabının hazırlık aşamasında Andrew Downie ile yaptığı mülakatta bunları söylüyordu. Elbette daha isminin bile nasıl okunduğunu bilmeyen insanların yaşadığı bir coğrafyada, küreselleşmenin hızlanmadığı bir dünyada, farklı kültürlere alışma dönemleri uzun sürebilirdi. Platini, iki sene sonra Torino şehrine ayak bastığında sağlam temeller üzerine kurulmuş, kazanma alışkanlığına sahip bir takımın formasını giyecekti. Falcao ise Viola-Liedholm projesinin temel sütunuydu. Bruno Conti, Roberto Pruzzo, Agostino Di Bartolomei, Carlo Ancelotti gibi potansiyellere sahip olsalar da oyunun merkezinde 5 numaralı formasıyla Brezilyalı vardı.
Üstelik uyum sürecini aşmak için de elinden geleni yapmıştı. İtalyancayı çabuk öğrendi, annesini Roma'ya getirdi. Zor günler Pecci'nin söylediğinden biraz daha kısa sürmüştü. Ekim ayında 4-2'lik Inter zaferindeki futbolu, "Vay be!" dedirten performanslarının ilkiydi. Roma, saha içi liderinin Çizme'ye uyum sağlaması ile bir anda şampiyonluk yarışının içinde buldu kendini. Döneme damga vuracak Juventus rekabeti de bu virajda başladı…
Şef
10 Mayıs 1981, Stadio Communale, Torino… Juventus ile Roma, bitime üç maç kala, ligin düğümünü çözmek adına karşı karşıya geldi. Çok sert geçen maçın sonlarına doğru Conti topu ceza sahasına kaldırdı, Pruzzo indirdi ve Falcao'nun arkasından pozisyona dahil olan Maurizio Turone, belki de Roma'ya şampiyonluğu getirecek golü attı. Ama maçın yan hakemi, golü vermedi. Büyük tartışmalara yol açan, bugün bile tartışılan karar sonunda karşılaşma 0-0 bitti. Avantajı koruyan Juventus, Scudetto'yu formasına işledi. Roma'nın tesellisi, Torino'nun bordo tarafından geldi. Torino karşısında seri penaltılara giden İtalya Kupası finalinde Falcao'nun penaltısıyla kupa, müzeye taşınacaktı…
Alan savunması… 1970'lerde yeni fikirlere fırsatlar veren İtalyan futbolunda birkaç antrenörün uygulamaya çalıştığı sistemin özdeşleştiği isimlerden biri Nils Liedholm'dü. Milan'ı şampiyon yaptığında bu felsefeyi savunmuş, Roma'da daha da ileri taşımıştı. Ayrıca "Topa sahip olursak bize gol atamazlar" diyordu İsveçli. Aslen bir orta saha oyuncusu olan Di Bartolomei'yi eski tip santrhaf gibi kullanıyor, ilk anda 4-3-3 gibi görünen diziliş, maç içinde sık sık 3-4-3 hatta 1-6-3 şeklini alıyordu. İtalyanlar genelde tek bekten hücum desteği alırken, o ise iki beki de ileriye atıyordu. Üstelik Bruno Conti gibi harika bir top taşıyıcısı ve Pruzzo gibi gol atmak için yaratılmış bir elemanı vardı.
Yine de Falcao'nun yeri ayrıydı. "Sahadaki orkestrayı yöneten adam" diyordu Baron onun için. "Benim tek yapmam gereken besteyi ona vermek ya da belli bir fikre dayanan partisyonlar hazırlamak." Kafası daima yukarıda, uzun bacaklarına rağmen tam bir Brezilyalı yumuşaklığına sahip ayak hassasiyeti, kusursuz top ve pas hâkimiyeti ile saha görüşüne sahip olan Falcao, iki ceza sahasında da eşit derecede etkili olabiliyordu. Hem takımın metronomu görevini üstleniyor hem savunma kademesine giriyor hem de gol arıyordu. Roma tarihinde önemli bir yere sahip olan Fulvio Bernardini, onun için şunları söylüyordu: "Takım, onun ayaklarına, fikirlerine ve beynine nerede ihtiyaç duyuyorsa Falcao orada beliriyor. Gösterişli bir oyuncu değil ama özel anlarda o yönünü de gösteriyor. Çok hızlı değil ama yine de sahanın her yerinde."
82 Yazı
25 Ekim 1981, Stadio Olimpico… Roma halkı, Bernardini'nin bahsettiği 'gerektiği anda gösterişli olan' Falcao'yu bir kez daha görmüştü. Fiorentina ceza sahasına koşusunu yaptı, arkasına düşen uzun pasa topuğuyla dokundu ve topu muazzam bir kıvamda yumuşatıp Roberto Pruzzo'nun kafasına gönderdi. Maçın henüz başlarında Carlo Ancelotti'nin kariyerini mahvedecek diz sakatlığı ile morali altüst olan Romalılar için daha afili bir teselli olamazdı. Ona taktıkları isimle 'Il Divino'** aranan kahraman olduğunu bir kez daha göstermişti.
1982 Dünya Kupası, Socrates'in Brezilya-İtalya maçında durumu eşitleyen golünden sonraki sevinç.
1981-1982 sezonunda Juventus'u zorlayan ve son dakikada şampiyonluğu kaptıran takım Fiorentina oldu. Roma üçüncü sıradan izledi olanı biteni. Ama o yaz, hem Falcao mitinin hem de İtalyan futbolunun büyümesinde dev bir adım olacaktı. İtalya, Dünya Kupası şampiyonluğuna ulaştı. O yazdan itibaren İtalyan takımlarına bir yabancı daha alma hakkı tanındı ve 90'ların sonuna kadar devam edecek yıldız seli başladı. Dünya Kupası'nda parlayan neredeyse bütün oyuncular gerçek manada Çizme'ye akın edecekti.
Falcao ise en güzel kaybedenler listesinin demirbaşlarından Brezilya ile yaza iz bırakmıştı. İskoçya ve İtalya'ya attığı goller, SSCB maçında topun üzerinden atlayarak Eder'e yaptığı 'asist', Arjantin maçındaki futbolu… Evet, Socrates Brezilya kültürünü temsil ediyordu. Evet, Zico bir 10 numaranın nasıl olması gerektiği hususunda ders veriyordu ama Falcao da -sol bek Junior ile birlikte- stiliyle 'döneminin ötesinde futbolcu' tanımına harfiyen uyuyordu.
"İkinizden birinden şampiyon takımın formasını istiyorum." Başkan Viola, Bruno Conti ve Falcao'yu İspanya'ya bu sözlerle yolcu etmişti. Yıldızları bekleneni vermişti. Başkan, İtalyan futbolunun yükseliş partisine sadece bu ikiliyle iştirak etmedi. Roma projesi, Juventus'la birlikte İtalya'nın en iyi takımı olmuştu. 1982-1983 sezonunda Juventus'la yine kanlı bıçaklı bir yarışa girdiler. Roma hep öndeydi ama Juventus maçları kâbus olmaya devam ediyordu. Özellikle ligin ikinci yarısındaki maç, Roma tarihinin dönüm noktalarından biriydi.
"Endişe etme!"
6 Mart 1983, Stadio Olimpico… Liedholm, Juventus karşısında santrforu Pruzzo'dan yoksundu ve kendine has bir çılgınlıkla Falcao'yu ileri uca dikti. Falcao belki akrep burcu değildi ama plan tutmuştu. Değme santrforlara taş çıkartacak bir kafa vuruşu ile Dino Zoff'u avladı ve Roma'yı öne geçirdi. Sonrasında Roma ve kaleci Franco Tancredi'nin belalısı sahneye çıktı: Michel Platini. Önce 'Platoche' işi bir frikik golü attı, sonra da topu Sergio Brio'nun kafasına soktu ve Juventus stoperi de takımını öne geçirdi. Roma üç dakikada yıkılmış, Juventus beş puanlık farkı üçe indirmişti. O haftaya kadar ensesinde Verona'nın nefesini hisseden Roma, artık bir türlü bileğini bükemediği bir şampiyonun tehdidi ile baş başaydı. Maç sonunda bir tarafta büyük bir çöküş, bir tarafta da bağrışmalar ve kriz vardı. Tünele kadar devam etti bu atmosfer. Öyle gergindi ki ortam, polis köpeklerinden biri Brio'nun poposundan ufak bir parça almıştı. Roma, birkaç sene önce Turone'nin verilmeyen golü ile Juventus'a giden şampiyonluğu bir türlü aklından çıkaramıyordu. Yine mi aynısı olacaktı?
"Endişe etme. İlk maçta golü atıp maçı alacağım!" Soyunma odasında yediği gol nedeniyle karalar bağlayan kaleci Tancredi'yi teselli eden Falcao'ydu. Bununla da kalmadı üstelik. Üç gün sonra Giovanni Minoli'nin sunduğu, dönemin popüler programı Mixer'e katıldı. Minoli'nin her "Juventus geliyor mu?" atağında "Şampiyon biz olacağız!" mesajını verdi. O hafta sonu Tancredi'ye verdiği sözü de tuttu. Pisa ağlarını havalandırdı. Birkaç hafta sonra Avellino'ya harika bir frikik golü attı…
Bruno Conti ve Roberto Pruzzo
Sezon sonunda canlı yayında Gianni Brera'nın övgülerine mazhar olan takım Roma'ydı. Liderliği kaptırmamış ve 41 yıl sonra şampiyon olmayı başarmışlardı. Romalı futbolcuların konuk olduğu stüdyoda bir misafir daha vardı. Brezilyalı müzisyen Jorge Ben Jor, yeni şarkısı Falcao'yu söylemek için oradaydı. Futbol delisi Jorge Ben, telaffuz karmaşasına atıfta bulunuyor, Falcao'nun karizmasından dem vuruyor ve Roma taraftarının ona taktığı yeni lakabı tekrarlıyordu: 'L'ottavo Re di Roma.'***
Beyaz Nokta
30 Mayıs 1984, Stadio Olimpico, Şampiyon Kulüpler Kupası Finali… Bu seferki bölüm sonu canavarı, Juventus'tan biraz daha tehlikeliydi. Nitekim Liverpool, Juventus'un bir türlü elde edemediği Avrupa'da kazanma alışkanlığına sahipti. Son altı senede üç Şampiyon Kulüpler Kupası şampiyonluğu ürkütücü olmak için yeterliydi. Roma'nın da avantajları yok değildi. Maç, kendi evlerindeydi; Liverpool'un iştahı biraz azalmıştı ve Joe Fagan ile yeni bir döneme girmişlerdi. Bir de -belki de en önemlisi- Falcao sahadaydı. Sezon sonuna doğru sakatlığı nedeniyle sahaya çıkamayan Brezilyalının manevi önemi, Şampiyon Kulüpler Kupası yarı finalinde bir kez daha anlaşılmıştı. İlk maçta sahada değildi ve Dundee United'a 2-0 mağlup oldular. Rövanştan umutsuz Roma ahalisi, Falcao'nun oynayacağını duyduğu anda stada akın etti, Sekizinci Kral sahaya çıktı, belki yüzde 40'ıyla bile oynayamadı ama onun varlığıyla Roma harika bir iş çıkardı. 3-0'lık skor, final bileti için yetmişti…
Finalde üstün oynayan takım Roma'ydı. Ama Tancredi'nin hatasıyla yedikleri golü Pruzzo'nun kafası ile eşitleseler de dengeyi bozamadılar. Seri penaltılara giden maça Bruce Grobbelaar'ın dizleri, Graziani'nin stadın dışına attığı penaltı ve yine Alan Kennedy'nin ayağından gelen Liverpool zaferi imzasını koydu. Romalılar kaybetmişti ama birçoğunun aklında tek soru vardı: "Falcao neden penaltı atmamıştı?" Sezon sonuna doğru Başkan Viola ile kontrat yenileme hususunda yaşadığı sorunlar basına sızmıştı. Bütün bunlar dedikoduların dozunu artırıyordu. Falcao hiçbir zaman penaltıcı olmadığını söylüyordu. Tessari ve Liedholm de Brezilyalıyı doğruluyorlardı. Ancelotti, "Penaltı kendinizi iyi hissetmenizle ilgilidir. Teknikle değil o anki psikolojiyle ilgisi vardır" diyordu. Takımın beki Sebastiano Nela ise çok sertti. Yıllar sonra bir televizyon programında takımın yıldızının o topu o noktaya koyması gerektiğini söylüyor, "Bugün Totti olsa o penaltıyı atmaz mıydı?" diye soruyor ve ekliyordu: "Demek ki bu şehirde anlatıldığı kadar büyük değilmiş!"
Fenomen
26 Haziran 1984... "Patron, bu formayı bana siz verdiniz. Şimdi ayrılıyorsunuz ve ben de size iade ediyorum." Liverpool maçından yaklaşık bir ay sonra Verona'yı geçip İtalya Kupası'nı kazandıklarında Falcao, Liedholm'e böyle veda ediyordu. Onun da Roma macerası çok uzun sürmeyecekti…
"Bana şunu derlerdi: 'Patron, Falcao'suz oynayamayız.' Ve oynadığında gerçekten farkı görürdünüz. Onu lider olarak görürlerdi." Eriksson, geçtiğimiz yıl The Gentleman Ultra'dan Emmet Gates'e verdiği röportajda Falcao övgülerine kaldığı yerden devam ediyordu. Memleketlisi Liedholm'den boşalan koltuğa oturan antrenör, Falcao'dan çok da yararlanamamıştı. 'Kral' sadece dört lig, üç İtalya Kupası ve bir de Kupa Galipleri Kupası maçında takımla beraber sahaya çıkabilmişti. Diz sakatlığı, başkanla gerginlikleri ve hovardalık haberleri, itibarına gölge düşürmüştü. Yine de Eriksson'un söylediklerinde abartı yoktu. Sahaya çıktığı o sekiz maçtan altı galibiyet ve iki beraberlikle sahadan ayrılmışlar, yenilmemişlerdi. 2-1 kazandıkları Napoli maçı İsveçli antrenörün hafızasındaki en taze Falcao anısıydı: "O gün Maradona'dan bile iyiydi. Ne kadar iyi olabileceğini göstermişti. Fenomendi!"
Falcao, 1984-1985 sezonu sonunda Roma'dan ayrıldı. Eriksson'un takımı, takip eden sezonda bir kâbus daha görecek ve elindeki Scudetto'yu kibarca, şık bir tepsiyle İhtiyar Hanımefendi'ye uzatacaktı. Falcao aynı yaz Brezilya kadrosunda bir Dünya Kupası daha görse de sakatlıkları 1982'nin altından çok sular aktığını gösteriyordu…
Lider
27 Mayıs 2022... "Hiçbir zaman karşılaştırma yapmam. Benim gelişimin üzerinden çok zaman geçti. Ayrıca ben futbolcu olarak gelmiştim. Ama Roma ile kazanmak için bu şehre adım atmıştım, tıpkı Mourinho'nun yaptığı gibi. Bir lider gibi." Falcao, Roma'nın geçtiğimiz sezonki UEFA Avrupa Konferans Ligi zaferinden sonra Alessandro Santoro'ya bunları söyledi. Roma'nın Jose Mourinho hamlesini en baştan beri destekleyen Sekizinci Kral, topun artık Mou'nun isteklerini karşılamak adına başkan Dan Friedkn'de olduğunun altını çiziyordu.
Mourinho da tıpkı yıllar evvel şehrin kaderini değiştiren Liedholm gibi fenomen bir antrenör. Oyunun tarihinde elindeki grubu belki de en iyi etkileyen 10 çalıştırıcıdan biri. Üstelik Roma ahalisinin onun peşinden gitme azmi de buna eklenince, beklentiler sadece Falcao'nunkiyle sınırlı kalmadı, neredeyse tüm dünyaya yayıldı. Paulo Dybala transferindeki karşılama birçoklarına abartılı gelse de yıllar önce I. Paulo için Fiumicino'yu dolduran, 2000'lerin başında Fabio Capello'nun takımı ile stadyumu coşkularıyla ateşe veren Romalıların çocukları ya da torunlarının bu heyecanı özlediği de aşikâr.
Bu sene henüz sahaya çıkmadan yarattıkları heyecan bile Mou-Dybala ikilisinin performansını takip etmek için yeterli bir neden. Başarılı dönemlerinde bile popülerlikten uzak Roma içinse bu ilgi çok kıymetli. Bir de ligin bu geçiş döneminde şampiyonluk gelirse, şehrin destanına yeni bir hikâye daha eklenecek. Ha, siz hâlâ Dybala karşılamasında mı kaldınız? Falcao bugün transfer edilse nasıl bir karşılama mı olur? İngilizler, o kalibredeki bir dehayı, değil Roma'ya İtalya'da hiçbir takıma yar etmezler. Daha havalimanına indiğinde kraliyet ailesinden bir unvanı bile hazır olur.
*: Yasak, sadece yeni transferler için geçerliydi. Halihazırda ülkede oynayan futbolcular, sözleşmelerini uzattıkları takdirde İtalya'da kalabiliyordu.
**: İlahi ya da kutsal
***: Roma'nın Sekizinci Kralı