.jpg?w=3840&fit=max&q=75)
Ronaldo Çağı
12 dk
Ronaldo, 1990'lı yılların ortasından itibaren futbol izleyen herkesin hayatına girdi, milyonların sevgilisi oldu. Brezilya futbolu üzerine yazdığı Futebol kitabıyla ünlenen Alex Bellos'tan Ronaldo'nun gizemli etkisini dinledik.
Alex Bellos, Futebol kitabında, 'Kurbağalar ve Mucizeler' başlığını verdiği bölüme şöyle başlar: "Peder Edu'nun mutlaka Ronaldo'ya ulaşması gerekiyordu. Futbolcuyu şahsen tanıyor muydum? Telefon numarasını bulabilir miydim? Peder Edu bana Ronaldo'nun lanetlendiğini söyledi. Sanki bundan daha doğal bir şey olamazmış gibi, hastasına soğuk algınlığı teşhisi koyan bir doktoru andıran sakinlikte konuşuyordu. Açıklama çok basitti. Romario'ya aşırı seks nedeniyle kötü ruhlar dadanmıştı. Daha genç ve zayıf karakterli olan Ronaldo da 1998 Dünya Kupası hazırlık kampında Romario ile bir araya gelince kötü ruhlar ona da bulaşmıştı. Tabii sonra Ronaldo da kupada foslamıştı. Herkesi korkutan sağlık problemi ne epilepsiydi ne de başka bir hastalık. Tek neden kötü ruhlardı..."
Mevzubahis bölüm, Brezilya'da insanların futbola hatta Ronaldo'ya bakışı konusunda olağanüstü bir özettir. 'Fenomen' lakaplı yıldız golcü, en başta ülkesinde büyük bir sarsıntı yaratmış, etkisi daha genç yaşta sahaların dışına taşmıştı. Biz de kapağına Ronaldo'ya aldığımız bu sayının merkez kortuna Bellos'un sesiyle başlamak istedik. Kurbağalardan ve mucizelerden yıllar sonra...
1990'ların ilk yarısı Romario'nun yıllarıydı ve Romario muhteşem bir futbolcuydu. O dönem hem golcülüğü hem de karakteriyle birçokları onun izinden gitmek istiyordu. Ancak hünerli olmasının yanında oyununda yanıltıcı ve kurnaz taraflar vardı. Ayrıca karakter olarak hafif kibirliydi ve kişisel öyküsü Ronaldo ile benzer değildi. Ronaldo ile ilgili şaşırtıcı derecede güzel olan konu ise şu ki; ona dair her şeyi biliyoruz. Onu 15 yaşında küçük bir çocukken tanımaya başladık. Fazlaca öne doğru çıkmış iki ön dişi ve o kocaman gülümsemesi ile tanıştık. Sonra tüm gelişimini izledik, kariyerine en ayrıntılı şekilde tanıklık ettik. Kariyeri ilerledikçe kilo aldı ve sonlara doğru zor bir hayatı var izlenimi verdi. Biraz da bu yüzden Romario ile çok fazla ortak yönleri yoktu. Ama 1990'lı yılları paylaşmışlardı.

"Onu 15 yaşında küçük bir çocukken tanımaya başladık. Fazlaca öne doğru çıkmış iki ön dişi ve o kocaman gülümsemesi ile tanıştık."
1990'ların ilk yarısı nasıl Romario çağıysa ikinci yarısı da artık Ronaldo'nun hükmettiği dönemdi. Dünyanın en iyisiydi ve ayrıca en ünlüsüydü. Farklı bir şöhrete sahipti. Olağanüstü saf bir yetenek olmasının yanı sıra herkesin sevdiği bir figürdü. Brezilya Milli Takımı, PSV, Barcelona ve Inter'de sembolik futbolcu olmuştu hep. Tüm bu takımlarda ondan çok şey bekleniyordu ve taşıyıcı figür olmuştu. Fakat bir yandan da omuzladığı baskılar ve beklentiler için çok gençti. İlginçtir ki o yaşlarda bile yeteneklerini nasıl kullanacağını biliyordu ve fiziksel olarak da büyük bir güce sahipti. Bu güç onun topu aldığında kısa sürede hızlanıp, müthiş ivme kazanmasını sağlıyordu. Topu her alışında kızgın, yıkıcı ama zarif bir boğa gibiydi adeta. Brezilyalı futbolcular arasında çok yeteneklileri, topla-topsuz hızlı olanları, iyi driplingçileri ve akrobatik hareketleri kolaylıkla yapanları fazlaca sayabilirsiniz. Ancak Ronaldo'yu onlardan ayıran taraf, çok güçlü olmasıydı. Fiziksel olarak sahaya hükmediyordu.
Bir diğer ilginç konu da şu ki; milli takımda gerçekten oynamaya başladığı zaman, Brezilya olması gerektiği kadar iyi durumda değildi. Eski romantizm artık yoktu çünkü kazanmak istiyorlardı. Her girdikleri turnuvayı kazanma baskısıyla oynuyorlardı. Ama yetmezmiş gibi kazanırken de Brezilya stiliyle oynamaları bekleniyordu. Fakat artık başka bir zamandı. Brezilya eski tarzıyla oynamıyordu, kazanmak için yeni bir yol bulmuştu. 1994'ü de bu yeni tarzla kazanmışlardı ve baskı daha da büyümüştü. Ronaldo ise o dönemde uzun boyu, kuvveti, çekiciliği ile farklı bir görkem ve tarz katıyordu takıma. Çok farklı bir sevgi hissediliyordu ona karşı. Ama sonra 1998 Dünya Kupası'na gelindi; Ronaldo için garip ve karanlık iki-üç yıllık periyot başlamıştı. Önce finalde yaşanan ve kimsenin hâlâ tam olarak açıklayamadığı bir fiziksel ya da psikolojik problemle gündeme oturdu. Kupada ve sonrasında sadece onunla ilgili çeşitli eleştiriler vardı ve tüm bunlar onun üzerinde çok büyük baskı kurdu. Finalin kaybedilmesi de onun için gerçek bir yıkım oldu. Yaşanan gizemli olayla beraber de kişisel bir mahcubiyet yaşadı. Takımın günah keçisi olmuştu ama bir yandan da yaşadığı soruna rağmen oynamaya zorlandığı için teselli edilmeye çalışılan bir büyük yıldızdı. Hikâyesi biraz da bu nedenle politik bir hâle büründü.
2002 Dünya Kupası Finali'ni Brezilya onun attığı iki golle kazanırken, turnuva boyunca yaptıkları da onu tarihin en büyük golcüleri arasında farklı bir noktaya taşımıştı. 1998 Dünya Kupası Finali'nde bir anlamda büyük bir başarısızlık yaşamıştı. Başına gelenler bir felaket, hatta afetti. Ronaldo küçük düşmüştü. Dört yıl sonraysa Dünya Kupası'nı Brezilya'ya kazandıran kahraman oldu. Bu onun kurtuluşuydu adeta. Ününü geri kazandı. Aslında bu inanılması zor hikâye Ronaldo'nun tam olarak ne ifade ettiğini anlamak için en iyi örneklerden biri. Demek istediğim o her koşulda sevilen biri oldu. Bir fenomendi. Mesela karıştığı fuhuş skandalı ya da futbolun ticari tarafıyla iç içe olması bile bu sevgiyi örselemedi. Bunda hiç kibirli olmamasının ve insanlarla iletişiminde insancıl kalmasının da rolü olduğunu söylemem gerek. O hem bir 'süpermen' hem de sıradan bir insandı.

"1998'de başına gelenler bir felaket, hatta afetti. Ronaldo küçük düşmüştü."
Ronaldo, Brezilya'nın Bento Ribeiro bölgesinde doğdu. Orası, Rio de Janeiro'nun kuzeyinde bulunan küçük bir mahalledir. Ziyaret etme şansı da bulmuştum. Favela değildir ama yoksul bir mahalledir ve genelde devlet görevinde olanların yaşadığı bir yerdir. Çok mütevazı olduğu söylenir Ronaldo'nun o yaşlarda. Eğer Brezilya'da bu tip mahallelerde yaşayan bir gençseniz, futbol tüm hayatınız oluverir. Her gün futbol oynar, her gün antrenman yaparsınız. Ronaldo da futbol oynamak için Sao Cristovao'ya, oranın merkezinde yer alan küçük kulübe gitti. Uzun bir otobüs yolculuğundan bahsediyorum. Buraya gitmek için de her gün oldukça zaman harcıyordu çünkü o bölgede çok fazla trafik oluyordu. Aslında bu, çocukluk dönemi için sıkıcı görünüyor. Çünkü o yaşlarda her şey futbol ile ilgiliydi onun için. Antrenman, futbol, yine antrenman ve yine futbol…
Yıldız futbolcu, oyunun değişen doğasının ilk habercisiydi. Çünkü artık bu sporun içinde sponsorlar, markalar ve televizyon gelirleri vardı. Futbol, dev bir ekonomiye dönüşüyordu. 1998'den sonraki birkaç yıl Ronaldo için inişli çıkışlıydı. İki ağır diz sakatlığı yaşadı. Sakatlıklardan sonra onun eski formuna geri dönebileceğini düşünen yoktu belki de. Çünkü bu tip bir sakatlıktan dönmek için kendinizi adamalı ve arzunuzu hep yüksek tutmalıydınız. Ondan beklenmiyordu bu. İlk başta Ronaldo iyileşemeyecek gibi görünüyordu. Brezilya'ya gitmiş, tek başına çalışıyordu. Dizi iyileştikçe de kilo almaya başlamıştı. Yağdan ziyade yaş olarak büyüdüğü için kütle olarak da büyüyordu. Topu alıp imzası olan inanılmaz hızlanma hareketini yaptığında dizleri artık o kütleyi taşımakta zorlanıyordu. 2002 Dünya Kupası elemelerinin tamamını kaçırmıştı. Tam da elemelerin sonunda iyileşmiş ve kadroya seçilmişti. Elemelerde Brezilya kötü futbol oynadığı için teknik direktör Luiz Felipe Scolari de çok eleştiriliyordu. Sonra kupaya gidildi ve her şey tam da tarihteki Brezilya anlatılarından ya da masallarından birine dönüştü. Ronaldo; Ronaldinho ve Rivaldo gibi müthiş yeteneklerle birlikte, fantastik top oynayan Brezilya'nın başrolü oldu ve kupayı kazandılar. Seleçao, altın dönemini hatırlatıyordu.
Ailesinin yanından çok erken yaşta ayrıldı. İlk olarak Belo Horizonte, Cruzeiro'ya geldi ve orada oynamaya başladı. 17-18 yaşında ise PSV'ye transfer oldu. Ailesinden küçük yaşlardan itibaren ayrı kaldığı için futbol her zaman onun ailesi gibi oldu. Baba figürü arayışı yaşıyordu. Kendinden büyük futbolcular da bunların başında geliyordu. Hatta Brezilya'da insanlar Romario'nun onun üzerinde kötü bir etkisi olduğunu iddia ettiler. Doğru ya da yanlış demiyorum ama eğer genç yaşlarındaysanız tüm bunlarla nasıl baş edebilirsiniz ki? Ronaldo baş edebiliyordu. Üstelik ailesi, Neymar'da olduğu gibi futbolcu bireylerden oluşmuyordu. Bu yüzden futbol hayatına çok karışmadılar. Daha mütevazıydılar.
Bir kez onu restoranında görmüştüm. Rio'da R9 adlı bir restoran bar açmıştı. Ama çok konuşamamıştık. O zamanki eşi, futbolcu Milene Domingues vardı yanında. Ronaldo, herkes gibi normal gözüküyordu ve davranıyordu. Eşi de o zamanlar çok ünlüydü. Hiçbir ters hareketini görmedim. Brezilyalılar genel olarak büyük sporcular olduklarında bile sıcakkanlı ve rahattırlar. Brezilyalı tutumudur bu. Kibirli örnekler vardır elbette ama Ronaldo onlardan değildi. O yüzden de çok sevilir.

"Brezilyalılar genel olarak büyük sporcular olduklarında bile sıcakkanlı ve rahattırlar. Brezilyalı tutumudur bu. Kibirli örnekler vardır elbette ama Ronaldo onlardan değildi."
Neymar'ın babası başta olmak üzere çevresi hep açgözlü oldu. Ve genelde futboldan çok parayla ilgili göründüler. Ronaldinho'da da benzer bir durum var. Ama aslında Ronaldinho'nun babası, o küçük yaşlardayken öldü. O nedenle futbolcu olan abisiyle beraber çok çabalamaları gerekti. Abisi de futbolcuydu, sonradan menajeri oldu. Bir kez Ronaldinho'nun ailesinden biriyle görüşme fırsatım olmuştu. İyi eğitimli değildi ve her zaman daha fazlasını isteyen, özellikle para konusunda yetinmeyen biriydi. Ronaldinho, ailesi işin bu kadar içinde olmasa ve daha profesyonellerle çalışsaydı, doğru tavsiyeleri ve yönlendirmeleri alsaydı çok daha uzun ve verimli bir kariyere sahip olabilirdi. Ronaldo'da bu durum yaşanmadı. Onun ailesi zaten futboldu.
Evet, küreselleşen, yeni futbol dünyasının en öne çıkan figürüydü, simgesiydi o. Tüm bu hikâyenin başlangıç noktası da 1998 Dünya Kupası oldu elbette. Az önce de konuştuğumuz gizemli final öncesi Ronaldo üzerindeki oynama baskısının önemli bir bölümünün Nike kaynaklı olduğu konuşuluyordu. Dünyanın büyük çoğunluğu da bu etkiyi gördü. Bu, marka için çok kötü bir reklam ve halkla ilişkiler olayıydı. Hatta onların bir çeşit şeytan imparatorluğu yarattığına kadar gitti yapılan bazı yorumlar. Aslında şirket, bahsi geçen dönemdeki hızlı yükselişi sırasında tanıtımlarıyla ve verdiği mesajlarla beraber çeşitliliğin, ırkçılık karşıtı olmanın sembolü de olmuştu. Lakin o finalle beraber vahşi kapitalizmin en büyük vakalarından birine imza atmakla eleştirildiler. Yani Ronaldo, küreselleşmenin başından beri simgelerinden olmuştu. Burada da 1994 Dünya Kupası'ydı, başlangıç noktalarından biri. Elbette kupanın Amerika Birleşik Devletleri'nde olması da mühimdi. Dünyanın en zengin ülkesi, eğlence sektörü, televizyon yayınları ve yıldızların parlatılması.... Ronaldo da oradaydı. Oynamadı ama oradaydı. Ve sonrası geldi.
1998 Dünya Kupası ise Nike gibi küresel markaların iyice büyümeye başladığı dönemin tam ortasıydı. Ayrıca Premier Lig yükselişteydi ve önce İngiltere, sonra da tüm dünya futbolunu ve ekonomisini ciddi şekilde değiştirdi. Herkes onlardan bir şeyler kopyalayıp uygulamaya başladı. Premier Lig, kısa sürede dünyanın en fazla izlenen ligi oluverdi. Tüm bunlar olurken de Ronaldo en büyük yıldızdı. Artık onun gibi büyük yıldızların sadece sahada iyi futbol oynaması yeterli gelmiyordu, çok daha fazlasını yapmaları bekleniyordu. İnsanlara farklı, büyük hikâyeler sunmak gerekiyordu, futbolcuların kendilerini birer birey olarak anlatmaları ve aktarmaları lazımdı. Ronaldo bunu yapabildi. Çok genç ve çekiciydi, bu yüzden futbol oynayış şekli insanlara eğlenceli geliyordu. Oyunu değiştiren bir futbolcuydu. Dolayısıyla kısa sürede herkesin kahramanı oldu. İnsanlar onu kendi kahramanları olarak kabul ettiler. Bir yandan Brezilyalı oluşu onun geleneksel futbolla bağının olmasını sağlıyordu, diğer yandan da bahsettiğim özellikleri onu dünyanın ilk küresel kahramanlarından biri yapıyordu.
1998 Finali'nde yaşananlara dair yeni bir şeylerin ortaya çıkması bence zor. Tam olarak ne olduğunu anlamak da hiçbir zaman mümkün olmadı. Ben o zamanlar Brezilya futbolunun bu kadar içinde değildim fakat o dönemi iyi biliyorum. Ronaldo'ya fiziksel bir şeyler oldu gibi görünüyordu. Bu, herkesi çok korkutmuştu. Kimse ne olduğunu anlamıyordu. Hâlâ da iddialar dışında tam olarak gerçeği kimse bilmiyor. İlaçlardan da olabilir, baskılar ve beklentiler nedeniyle psikolojik de olabilir. Veya bir sakatlık endişesinden kaynaklandığını iddia edenler de var. Büyük bir muamma. Fakat bence asıl gerçek ileride ortaya çıkacak. Ronaldo bu konu hakkında konuşmaya karar verdiğinde...
Daha önce de söylediğim gibi, Ronaldo bence Neymar'dan çok daha farklı bir karaktere sahip. Neymar şimdi çok karizmatik biri ama Santos'ta oynadığı dönemdeki tavırlarını ve fiziksel durumunu hatırlasanıza; saçları, görünüşü çok farklıydı. Çılgın bir mohikan gibiydi. Genel manada Neymar farklı bir çağın göz önünde olmayı seven yıldızı. Modayı seviyor, defilelere gidiyor, eğlence dünyasından dostlarıyla görüşüyor. Ayrıca bu sosyal medya çağı ve büyük yıldızların da orada görünür olması mühim hâle geldi. Marka değeri, imaj gibi kavramlar şimdilerde her şeyin önünde. Ronaldo bu çağda da en büyük olurdu. Zira çok akıllıydı ve onda gerçek bir ışık vardı. Kadınlar tarafından seksi ve çekici bulunuyordu. O günlerde, sosyal medya yokken dahi popülerliği, Neymar'ın bugünkü şöhretinden çok daha büyüktü. Neymar yapay bir popüler kültür ikonuyken, Ronaldo daha gerçek bir çekiciliğe sahip. Size garip gelecek ama Brezilya'da kadınların bakış açısıyla Ronaldo bir seks ikonuyken Neymar daha geride kalıyor. Elbette farklı zamanın sporcularını karşılaştırmak her zaman zordur, zamanın ruhu gereği gerçekçi ve mantıklı olmaz ama yine de sosyal medya çağında futbolcu olsaydı Ronaldo'nun yaratacağı etkiyi tahayyül dahi edemiyorum.

"Ronaldo bu çağda da en büyük olurdu. Zira çok akıllıydı ve onda gerçek bir ışık vardı."
O ortaya çıktığında Brezilya'nın büyük umudu, şansı ve yeteneğiydi. Yeni kurtarıcı gibiydi. Futebol kitabımda dinin futbolla ne kadar girift bir ilişkisi olduğundan bahsetmiştim. Brezilya'da o dönemde dindar bir kişiye Ronaldo'dan bahsederken gerçekten Ronaldo'dan bahsetmek yerine onun dindar bir birey olduğundan da bahsederdin. O zamanlar Brezilya'nın herhangi bir yerinde dindar bir kişi, dininden bahsederken bile günün hikâyesi hep Ronaldo olurdu.
Ronaldo'yu izlemek çok farklıydı. O, anlık bir güce sahipti. Saf ve vahşi bir güçten bahsediyorum. Çok iyi dripling yapabiliyordu ama bu konuda elbette Messi başka bir seviyede. Bunu Messi gibi yapabilen hiç kimse yok zaten. Cristiano Ronaldo ise şaşırtıcı derecede üst düzey bir atlet. Uzun boylu ve fiziksel olarak kusursuz durumda. Ronaldo, Cristiano seviyesinde bir atlet değildi. Bir atlet gibi gözükmüyordu en azından. Fakat kusursuz ve acımasız bir bitiriciydi, inanılmaz bir ilk dokunuşa ve top kontrolüne sahipti. Pozisyon almak konusunda da çok zeki ve öngörülüydü. Topu aldıktan sonra yakaladığı o akılalmaz sürat, onu izlemeyi bambaşka hâle getiriyordu. Diğer taraftan futbolun oynanış şekli de gitgide değişti ama Ronaldo buna ayak uydurabilecek kadar hızlıydı. Onu diğer santrforlardan farklı kılan ve çağının dışına taşıyan özellikleri; baş döndüren hızı, zekâsı ve bunlarla birleştirdiği eşsiz gücüydü.
Ronaldo daima fiziğini, vücudunu kullanarak oynayan bir futbolcuydu. O yüzden bence mutlaka bir noktada sakatlık problemleri yaşayacaktı. Ancak futbol oynamaktan gerçek anlamda keyif almayı sürdürdü, bu çok açıktı. Bir noktadan sonra vücudu bunu kaldıramayacak duruma geldi. Kilo almaya çok müsait bir yapısı vardı. Bu da onun lanetiydi. Ama belki de bu lanet nedeniyle hikâyesi daha da çekici hâle geldi. Elbette sakatlanmasıydı onun tarifi zor yeteneklerini daha fazla üst seviyede izleyebilirdik. Bunu çok isterdim. Ama bu hâliyle de bıraktığı iz bir çağın ötesine geçmiş durumda. O, eşine az rastlanır bir fenomen.