Rota

15 dk

Kariyerleri boyunca birbirlerini izleyip öğrendiler. Farklı yollardan aynı noktaya vardıklarında güzel bir hikâyenin ortaya çıkacağını bilmeden… Hayat birini Formula 1'in en geleneksel takımına, diğerini ise sporun en modern ve yeni takımına savurdu.

Charles Leclerc ve Max Verstappen küçüklüklerinden beri aynı pisti paylaşmış iki büyük yetenek. 2022 Formula 1 sezonu başladığında ise takımlarının yüzü olarak şampiyonluk savaşının içinde buldular kendilerini. Talepkâr ve tutkulu takımlarında hem ne kadar farklı hem de ne kadar benzer olduklarının farkına varacakları bir sezonun henüz başındalar. Dayanması güç bir baskı altında değerli taşlara dönüşmelerini izlerken bu iki yetenekli pilotun geçtiği yolları düşünüyor insan.

Geleneksel

Ferrari'nin Formula 1 koltuğuna oturmak, pilotlar için iki gerçeği ifade eder: Efsane bir takımın tarihinin bir parçası olacaksınız ve muhtemelen bu hikâye hayal kırıklığıyla noktalanacak. Şampiyon dendiğinde de efsane dendiğinde de akla Ferrari gelir. Formula 1'in ilk gününden beri Ferrari ile yarışmanın kendine has bir ayrıcalığı vardır. Bu ayrıcalık, kendini doğrulayan bir kehanet gibi kaldırması zor bir baskıyı da yanında getirir.

Neredeyse bütün tarihi boyunca kendi yolunu çizmiş bir takımdan bahsediyoruz. Enzo Ferrari'nin 'Il Commendatore' olmaya giden yolunda, diğerlerinin ne yaptığına bakarak değil; Scuderia Ferrari'nin özünü koruyarak yarışmaya devam etmesi büyük bir önem taşır. Bu köklere bağlı kalma durumuna farklı açılardan bakabiliriz tabii. Ferrari, F1'le eşdeğer bir tarihe sahip olmayı sağlayan gelenek ve stabiliteye sahip. Onlar ne olursa olsun fabrikasının ve koltuklarının kıymetini defalarca değişen sporun içinde koruyabilmiş bir marka. Otomobil markalarının, otomobil satmak için yarış kazandığı yıllardan bugüne hâlâ yarışabilmek için otomobil satma mantalitesini özünde taşıyan da yine Ferrari. Çalışanlarının bir işten çok bir görev edindiği, Ferrari için çalışmanın 'çalışmaktan' farklı olduğuna inanarak Maranello'nun yolunu tuttuğu bir organizasyon.

Günümüzde çalışan insanların çoğunun böyle hissetmekte zorlandığı aşikâr. Şirketlerin genellikle verimlilik rakamları üzerinden birer istatistik olarak gördüğü insanlara çalıştıkları markaların tutkuyla bu işi yaptığını anlatamazsınız. Anlatmaya çalışırsanız da elinizde samimiyetsiz bir reklam kampanyası ve bu işi nasıl satabildiğine şaşıran bir ajans kalır herhalde. Bu yüzden Ferrari'nin demode tutkusunu anlayabilmek ve bunu otomotiv endüstrisinde bir yere oturtmak zor. Zaten İtalyan markanın sancılarının büyük bir kısmı da bu uyuşmazlığın kendini göstermesinden ortaya çıkıyor. Ne var ki Formula 1 bir tutku işi, Ferrari de bu tutkuyu kuşkusuz en iyi taşıyan takım.

Max Verstappen ve Charles Leclerc

Max Verstappen ve Charles Leclerc

Bu kendi yolunu çizme tercihi Ferrari'nin en başta koyduğu değerleri günümüze kadar taşıyabilmesini sağladı. Diğer yandan da yenilikleri hemen tanıyıp adapte olmanız gereken bir sporda bu düsturun aleyhlerine işlediğini zaman zaman gördüler. Bazen sporun yönünü değiştiren aerodinamiği, iyi motor üretemeyenlerin tesellisi olarak gördüler, bazense eski ve çağının birkaç adım gerisinde kalan teknik özelliklerle geç vedalaştılar. Başarılı olduklarında öncüydüler, başarı kıstaslarının gerisinde kaldıklarında da değerlerini korumayı bildiler. Bu denge ve dengesizlik sporun en net kimliğine sahip Ferrari'nin sürekli bir benlik sarkacında ilerlediğine işaret ediyor aslında. Aileler değişmek zorundadır, şirketler değişmek zorundadır, aile şirketleri de değişmek zorundadır. Neyi yapmak istediğinizi bilmek kadar, neyi yapmak istemediğinizi de bilmelisiniz.

Ferrari pilotu olmak karmaşık bir mesele. Gerçekten gönülden bağlanarak Maranello'ya gelmenin özel bir etkisi var. Fakat geldikten sonra kendi alanınızı açıp yolunuzu çizecek özgürlüğü bulamazsanız geleneğin ve tarihin üstünüze gelen duvarlar olduğunu fark edebiliyorsunuz.

Farklı ve Benzer

Red Bull'un Formula 1 koltuğuna oturmak iki tür pilottan biri olduğunuzu gösterir: Ya kendi neslinizin en istisnai yeteneklerinden birisinizdir ve takım ne olursa olsun arkanızdadır ya da Red Bull programının bir parçası olan onlarca genç yetenekten birisinizdir ve baskı altında başarılı olabilmenize yardımcı olacak şartlarla karşılaşamazsınız.

Red Bull, spor ve pazarlama dünyasının en büyük başarı ve vizyon hikâyelerinden biri. Tayland'ın yerel enerji içeceklerinden Krating Daeng'i alıp dünya pazarına açan Dietrich Mateschitz, spor pazarlamasının başarılarında kilit rol oynayacağını da pekâlâ biliyordu. Hareketin, heyecanın ve adrenalinin olduğu her spor dalında kendini gösteren bir markanın motor sporlarında olmaması düşünülemezdi. Önce sponsorluklarla başlayan hikâye 2005'te Red Bull Racing'in, 2006'daysa Scuderia Toro Rosso'nun Formula 1'e katılmasıyla devam etti. Ferrari ne kadar gelenekselse, Red Bull da o kadar gelenekten uzak bir imaj çizmeye gayret ediyordu. Kısa sürede ünlenen 'motorhome'larında konuklarını ağırlama biçimlerinden tutun da garajda mekanikerler çalışırken bir EDM konseri varmışçasına çalan yüksek sesli müziğe kadar her şey özlerini koruyarak kendi yollarını çizmekten geçiyordu. Büyük markaların söz sahibi olduğu Formula 1'e gazlı içecek üreticisi olarak gelip motor sporlarının zirvesini fethetmek de birilerinin izinden giderek yapılacak bir iş değil zaten.

Max Verstappen

Max Verstappen

Hem sponsorluk konusunda elleri bol olduğundan hem de gridde ikisi B takımının olmak üzere dört koltuğa sahip olduklarından Red Bull'un genç sürücü programı geleceğin şampiyonlarının hayallerini süslüyordu. Red Bull'a kapağı atmak bir anda Formula 1'e kadar yükselen upuzun bir merdivenin basamaklarını tek tek aydınlatıyordu. Ne var ki bu popülerlik Red Bull'un genç sürücülerini istediği zaman istediği kadar değiştirebilmesine de yol açtı. Eğer gerçekten iyiyseniz ve kendinize güveniyorsanız yolunuz her zaman açık, ancak biraz eksikseniz yarı yolda kalmanız gayet mümkün. Red Bull modern, çağdaş ve akılcı bir takım. Fakat bu sağlam sütunlar üzerine kurulma hali, asla yerinden oynamayacak kaideleri de beraberinde getiriyor. Biraz düşününce görüyorsunuz: Red Bull ve Ferrari aslında o kadar farklı değiller.

Her iki takım da efsanevi ortaklıklar ve buruk ayrılıklarıyla meşhur. Ferrari'nin Nigel Mansell, Alain Prost ve Jean Alesi'yle bir türlü olduramadığı yıllarını, Fernando Alonso ve Sebastian Vettel'le çok yaklaşıp sonunda yine üzüldükleri sezonlarını, Niki Lauda ve Michael Schumacher'le elde ettikleri başarılara rağmen vedalaşırken şampiyon pilotlarını memnun etmediklerini okuyoruz. Red Bull'da da Mark Webber'dan Daniel Ricciardo'ya, Daniil Kvyat, Pierre Gasly ve Alex Albon'a baktığımızda onlara başka yerlerde elde etmelerinin zor olduğu fırsatları verip bu fırsatları geri almaktan da çekinmeyen bir takım görüyoruz. Geçtiğimiz yıla kadarki tek şampiyonları Sebastian Vettel'le de buruk sayılabilecek bir ayrılık yaşadılar.

X Faktörü

Pilotlarla olan geçmişleri bu iki takımı asla bu alanda kötü yapmıyor. Sadece hem Ferrari'nin hem de Red Bull'un takım olarak baki kalacaklarına inançları, onları başarıya taşıyan pilotların dahi üzerinde yer alıyor. Bu yaklaşım, uzun yıllar belli bir seviyede kalabilmenin anahtarı. İşin ilginci gerektiğinde pilotlarını üzmekten çekinmeyen Ferrari ve Red Bull, pilotlarıyla iyi olduğu zamanlarda belki de diğer takımların bulamadığı bir itici gücü arkalarında bulabiliyor. Analitik bir sporda duygusallık bazen size kaybettirirken bazen de rakiplerinizden önde olmanızı sağlayan o X faktörüne dönüşüyor.

Charles Leclerc ve Max Verstappen'den bahsederken de X faktörüne değinmek gerekiyor. Ne olduğunu tam olarak açıklayamadığımız, belki küçük detayların ve özelliklerin bir araya gelişiyle ortaya çıkan belki de yetenekle baskıya karşı gelebilmenin bir sonucu olan X faktörü, çoğu kazanan sporcunun tanımında yer alan bir terim.

10 Nisan 2022 Melbourne Grand Prix'i. Verstappen, Leclerc'i takip ediyor.

10 Nisan 2022 Melbourne Grand Prix'i. Verstappen, Leclerc'i takip ediyor.

Max Verstappen 2013'te kartingde yarışıp 2014'ün ortalarında bir F3 pilotuyken aldığı F1 kontratıyla çok özel bir yetenek olduğunu göstermişti. "Tarihin en genç" kelimeleriyle başlayan neredeyse her rekoru kırıp 18 yaşında Red Bull'a terfi ettiği yarışı kazanınca, geleceğin şampiyonu olduğuna hepimizi ikna etmişti. Ancak şampiyon olabileceğini göstermek ile şampiyon olabilmek birbirinden farklı kavramlar. Charles Leclerc 2017'de Formula 2'de gösterdiği üstün performansla çıktığı Formula 1'de hızlandırılmış Sauber kursundan geçerek Ferrari'nin geleneklerine biraz ters düşen bir biçimde kendini kanıtlamak üzere Maranello'nun yolunu tuttu. İlk yılında Spa ve Monza'da aldığı iki zafer, 'tifosi'nin gönlünü fethetmeye ve şampiyon kumaşını göstermeye yetti. 2022'de ise ilk kez gerçekçi bir şampiyonluk iddiasıyla çıktığı sezonun favorisi oluverdi bile. Monaco'lu pilot, hata yapmaktan korkmayan bir şampiyon adayı. Leclerc ile 1 numara arasında, o numaranın şimdiki sahibi duruyor.

Formula 1'de uzun yıllardır hasret kalınan ne varsa birer birer geri dönüyor. Ferrari'nin içinde bulunduğu keyifli ve çeşitli bir şampiyonluk savaşı, pist üstünde enfes düellolar, teniste bir türlü gelemeyen ancak F1'de artık rüştünü ispatlayan yeni jenerasyonun kapışması… Ve hepsinden önemlisi, aynı noktada benzer ama başka yollardan gelerek buluşan, tek bir tutkunun peşinde iki isim…

Socrates Dergi