Rotariu'nun Seçimi
9 dk
18 Mart 1992’de her şey farklı gelişse ve Kupa Galipleri Kupası çeyrek finalindeki Galatasaray-Werder Bremen maçında Rotariu o golü atsa neler olabilirdi? Fantastik-bilimkurgu yazarı Doğu Yücel tarihi baştan kaleme aldı.
Gördüğü rüyayla gecenin köründe uyandı. Gözlerini kapatıp uykuya devam etmeye cesaret edemedi. Az önce gördüğü rüya -belki de kâbus demek daha doğruydu- onu hâlâ orada bekliyor olabilirdi. Kalktı. Dana, kocasının kalktığını fark etti, “N’oldu Iosif?” dedi. Iosif “Boş ver canım, sen dön uykuna” diye karşılık verdi.
Uykusu kaçan teknik direktör yarım saat sonra Florya’daydı. Tesislerin bekçisi Iosif Rotariu’yu o saatte karşısında görünce şaşırdı. Iosif’in gözü bekçinin elindeki spor gazetesi demeye bin şahit isteyen futbol magazin gazetesine kaydı. İlk sayfada sürmanşet “II. Bremen Seferine Doğru” yazıyordu. 1992’de Werder Bremen’i çeyrek finalde elemelerinin üzerinden 23 sene geçmişti, şimdi Rotariu ve öğrencilerinden ikinci bir zafer bekliyordu futbolseverler. O ilk maçın tek golünü atan Rotariu, bu başlıktan etkilenebilirdi. Eğer o kafa karıştırıcı rüyayı görmemiş olsaydı...
Iosif yönetim binasına geçip koridorda volta atmaya başladı. Koridorda Galatasaray tarihinin büyük başarılarının belgeleri ona eşlik ediyordu. Özellikle 18 Mart 1992’deki o unutulmaz çeyrek final maçına dair ne çok şey vardı... Kupalar, formalar, kramponlar, ödüller, gazete kupürleri, fotoğraflar...
Her açıdan tarihte eşi görülmemiş bir maçtı. İster istemez o günlere gitti... Bremen’deki ilk maçta iyi oynamalarına rağmen 2-1 mağlup olmuşlardı. Şimdi tek hedef galibiyetti. Herkes buna inanmıştı. Takım takır takır oynuyordu. Hayrettin, Kosecki, İsmail, Muhammed, Bülent, Yusuf, Tugay, Hamza… Hepsi formunun zirvesindeydi.
O hafta hava da yanlarında olacak gibiydi. İstanbul güneşi görmüş, bahara geri sayıma geçmişti. Fakat Tanrı’nın kozmik bir şakası olsa gerek, maç günü Mecidiyeköy’de kar yağdı, Ali Sami Yen Stadı bir anda kayak pistine döndü. Bu şaşırtıcı manzarayla karşılaşan Galatasaraylı yöneticiler maçı İnönü Stadı’na almak istediler. Fakat Mustafa Denizli, uğuruna inandığından Ali Sami Yen Stadı diye diretti. Haklı da çıktı. Galatasaray ezici bir oyunla Bremen kalesini ablukaya aldı. Fakat etten duvar ören rakip futbolcular ve bataklığa dönen saha zemini, topun kale çizgisini geçmesine izin vermedi. Top zaten top olmaktan çıkmış, karı eme eme ağırlaşmış, gülle gibi olmuştu. Neyse ki son dakikada bu kâbus sona erecekti. Hamza’nın ortasında Taner kafayla topu indirecek, Iosif Rotariu kardan balçığa dönmüş alanda çizgeye takılan topa hiç tereddüt etmeden abanacaktı. Başka türlü o sahada o top yerinden kımıldamaz, kar zinciri takmamış otomobil lastiği gibi kara saplanıp kalırdı. Rotariu bunu biliyordu sanki, o yüzden insafsızca vurmuştu topa. Ve meşin yuvarlak, doksan dakikadır gol çizgisini koruyan görünmez duvarı ve yıllardır Türk takımlarının peşini bırakmayan bahtsızlığı yıkarak ağlarla buluşmuştu.
Galatasaray o sene yarı finalde Brugge’u, finalde ise Monaco’yu yenerek kupaya uzandı. Fakat asıl hatırlanan, Ali Sami Yen’deki karlı maç oldu. Herkes biliyordu ki kupa aslında, Rotariu kar bataklığındaki topa tüm gücüyle vurduğunda gelmişti. Rotariu Galatasaray’da oynamaya devam etti. Birçok zaferde takımı sırtladı. Galatasaray macerası jübilesinden sonra da devam etti. Benzer zaferleri teknik direktörken de yaşadı. UEFA Kupası’nı aldıktan sonra taraftarlar ona ‘Kont’ lakabını taktı, Fenerbahçe’yi Şükrü Saraçoğlu’nda farklı yenip sarı-kırmızı bayrağı orta sahaya dikince ‘Kazıklı Iosif’ dediler ona.
İşte o koridorda 52 yaşındaki Rotariu, 30’undaki Rotariu’nun karda attığı golle başlayan zafer günlerine zaman yolculuğu yapmıştı. Onu günümüze döndüren şey yardımcısı Hamza Hamzaoğlu’nun “Hocam günaydın” sözü oldu. Iosif hemen toparlanamadı. Gördüğü rüya ve geçmiş zaman hatıraları birbirine girmişti. Iosif, Hamza’ya şöyle bir baktı. Onu sadece yardımcısı olarak görmüyordu; hem sağ kolu, hem de dostuydu. Bremen’e atılan o tarihi golün ortası Hamza’dan gelmişti, belki de orada kaderleri ortak bir eksene girmişti. O an, Hamza’ya sabahtan beri zihnini kemirip duran rüyayı anlatabileceğini düşündü Rotariu.
— Hamza, bu sabah tuhaf bir rüya gördüm.
— Hayırdır inşallah. Ne gördünüz?
Iosif tekrar rüyayı hatırladı ve anlatmaktan vazgeçti. Fakat Hamza’yı üzmemek için “Bremen’i yeniyorduk” deyip güldü. “Ben de buna inanıyorum. Daha önce birlikte yaptık, yine yaparız” dedi Hamza. Sonra takımla birlikte antrenmana çıktılar. Taraftarlar Florya’yı doldurmuştu. Tribünlerde onu Kont Drakula gibi resmettikleri ‘Kont Rotariu’ ve Werder Bremen’li futbolcuları kazıklara oturttukları ‘Kazıklı Rotariu’ pankartlarını gördü. Bu zalim vampir imajı sakin tabiatıyla pek uyuşmasa da ülkesinin folklorik figürü Drakula’yla anılmak gururunu okşuyordu. Taraftarı selamlarken birkaç saattir saçma bir rüyanın etkisi altında kaldığına güldü. O milyonlarca taraftarın sevgilisi, futbolcu ve teknik adam olarak Avrupa’nın en büyük kulüplerinden birinde tarih yazmış efsanevi bir spor adamıydı. Dört gün sonra Bremen’de, yeni bir zaferle, bu defa Şampiyonlar Ligi kupasına yaklaşacak olan Kont Rotariu’ydu. Rüyalarla işi olmazdı, onun işi tarih yazmaktı.
Ertesi gün yine o rüyayı görmese böyle düşünmeye devam edecekti belki de. Eşi Dana yine Iosif’in uyandığını fark etti. Iosif, artık bu rüyayı biriyle paylaşmalıydı. Hafifçe öksürdü ve “O an peşimi bırakmıyor Dana” diye başladı.
— Hangi an?
— 92’de Bremen’e attığım gol.
— Türk futbolu o gole çok şey borçlu Iosif. O gol olmasa bir Türk takımı kim bilir ne zaman Avrupa’da kupa kaldırırdı...
— Doğru, doğru. Ama o golü atamayabilirdim. O anda her şey olabilirdi. Top kara saplanabilirdi ya da topu ıskalayabilirdim... Hep bunu düşünüyorum.
— Rüyanda ne gördün Iosif?
— O golü kaçırıyordum.
— Kötüymüş.
— Tuhaf olan da bu. Kötü değildi. Sezon sonu bavulumuzu toplayıp Romanya’ya döndük, gerisi silik bir futbol kariyeri ve kayda değer olmayan antrenörlük hayatı.
— Bu sadece bir rüya, üzülme lütfen.
— Üzülmüyorum Dana, sonrası var. Romanya’da küçük bir kız buluyorlar. Adı Kassandra. Sadece üç yaşında. Korkunç bir aile şiddetine maruz kalmış. Yediği dayaklardan sağlam kemiği kalmamış... Doktorlar bunca fiziksel ve psikolojik işkenceden sonra çocuğun normale dönemeyeceğini söylüyorlar. Kızın hayata tutunması için ona sevgisini verecek, dahası onun sorumluluğunu taşıyacak bir aile gerekiyor. Ve tabii büyük bir masraf…
Yutkundu, Dana’nın elini tuttu ve devam etti:
— Biz onu evlat ediniyoruz Dana. Kassandra kırka yakın ameliyat oluyor. En sonunda 10 yaşına geldiğinde sağlığına kavuşuyor.
Dana’nın gözleri yaşarmıştı. “Biliyor musun? Âşık olduğum adam o golü atan Rotariu değil, bu rüyayı anlatan Iosif” dedi.
— Rüya gibi de değildi. Çok gerçekçiydi. Sanki şimdi internette Kassandra diye aratsak o kızla karşılaşacakmışım gibi...
— Bunu denedin mi?
— Cesaret edemedim. Ya gerçekten böyle bir kız varsa ve kimse evlatlık almadığı için...
Iosif cümlesini tamamlayamadı. Dana bu senaryoyu düşününce ürperdi. “Bence de bakma, Bremen maçından sonra bakarsın” dedi. Iosif önce kafasını aşağı yukarı hafifçe salladı. Sonra durdu, çenesini sıvazladı.
— O zaman çok geç olabilir Dana.
Bilgisayarın başına oturdu. Ekranda karşılaştığı her bilgiyle gözleri daha da büyüdü. Sonunda eli telefona gitti. Önce havayolu şirketini aradı, İstanbul’dan Bükreş’e bilet aldı. Tek yön. Sonra Hamza Hamzaoğlu’nu aradı, “Takım sana emanet” dedi.
_* Kassandra’nın öyküsü için Rotariu’nun blog’una göz atabilirsiniz. iosif-rotariu.blogspot.com.t_r