Rüzgâr Benim Adım

20 dk

Florence Griffith-Joyner, Temmuz 1988'de, bir öğle vakti koşmaya başladı ve zamanın başka bir noktasına atladı. Dünyanın geri kalanı, bugün hâlâ o 100 metreyi konuşmaya devam ediyor.

Florence Griffith-Joyner, her zaman için ilgi çekici bir atlet oldu. Uzun tırnakları, tül ya da tek bacaklı taytları, renkli makyajı ve kıyafetleri ile pistin üstünde adeta parlıyordu. Döneminin en güçlü kadın figürlerinden biriydi ki bugün bile, kendisi gibi cesur karakterlere rastlamak kolay değil.

Yine de bunların hiçbiri Griffith-Joyner'ın en büyük mirası değil. 'O an' için 16 Temmuz 1988'e dönmemiz gerekiyor; Birleşik Devletler Olimpiyat Elemeleri'nde 100 metreyi 10.49 saniyelik dereceyle koştuğu yarışa. Sıra dışı bir performans ve sarsıcı bir rekor; aradan geçen 27 yılda yanına yaklaşılamayan, hatta bir o kadar yıl daha geçse aşılması mümkün gözükmeyen türden...

O kadar mucizeleri andıran bir performans ki; tüm dünya, o günden beri Griffith-Joyner'ın derecesini anlamlandırabilmek için türlü teoriler üretiyor. Doping ve rüzgâr yardımı ise bu teorilerin en bilindik olanları. 38 yaşındaki ani ve beklenmedik ölümü doping iddialarını, birazdan okuyacağınız ve 2013 yılında dailyrelay.com'da yayınlanan sözlü tarih dosyası ise rüzgâr yardımı ihtimalini kuvvetlendiriyor.

Peki bunların gerçekten bir önemi var mı? Belki. Bir ihtimal. Ya da yok. Tarihin bir noktasında, bir kadın zamanda kırılma yaratıp kendini geleceğe gönderdi ve yanına kimin, ne zaman varabileceğini kestiremediğimiz o gelecekten bizlere el sallamaya devam ediyor.

Aradan geçen 27 yılın üstüne, artık bu hikâyeye dair somut ve farklı kanıtlar sunmak mümkün değil. Kadınlar 100 metre dünya rekorunun yanında hâlâ onun adı yazıyor ve hikâyesi o kadar çarpıcı ki tarih boyu tartışılmaya devam edecek.

Florence Griffith-Joyner, 1988 Seul Olimpiyatı'ndan kısa bir süre önce koşulan Birleşik Devletler Elemeleri çeyrek final serisinde 10.76'lık dünya rekorunu paramparça etti. O gün Indianapolis'te sert ve rüzgârlı bir hava vardı ama buna rağmen rüzgârın etkisi 0.0 m/sn olarak görülüyordu. 10.49-0.0 ikilisi, yarı şok ve yarı şüphecilikle karşılandı.

Yarışların zamanlama işlerini üstlenen şirket Omega, rüzgâr ölçümünün doğru olduğunu savundu. O dönem Amerika'daki ulusal spor yönetim kuruluşu Atletizm Meclisi (TAC) dereceyi kabul etti. Uluslararası federasyon IAAF de bu kararı takip etti ve 10.49'luk o derece, kadınlar 100 metrede yeni dünya rekoru olarak tasdik edildi.

Ölümünün ardından Griffith-Joyner'ın eşi Al Joyner CNN'e, "Rekoru kırdığında bunu rüzgâr yardımıyla yaptığını söylediler. Daha sonra madalyaları kazandığında ise doping yardımı aldığını..." demişti.

Sözü, tarihin tanıklarına bırakalım...

Phil Henson - Yardımcı Yarış Direktörü: Yarışa duyulan heyecan, kimin kazanacağı veya derecelerin ne olacağı yönünde değildi. Asıl merak edilen Flo-Jo'nun ne giyeceğiydi.

Dave Johnson - Yardımcı Program Editörü: Flo-Jo her gün, her yarışta, her turda farklı bir şey giyiyordu. Asla karşınıza neyle çıkacağını bilemezdiniz.

Al Joyner - Koçu, eşi, üç adım atlamacı: Yarışlara neredeyse iki bavul kıyafet götürmüştü.

Pete Cava - TAC Medya Bilgi Ofisi: Çalışanlarımız yarıştan sonra bir inceleme yazmakla görevliydi. Bu incelemeler, "Jones çok iyi çıktı ve yarışın orta kısmına kadar liderdi. Son çeyrekte Smith onu yakaladı ve kontrolü ele aldı" tarzında olmalıydı ancak sadece bunu yapmadık. Flo-Jo'nun neler giydiği hakkında ufak açıklamalar da yazdık ve bunlar resmi sonuçlar arasına girdi.

Joyner: İyi koşmak için iyi görünmek zorundasın. Olayın gerisindeki nokta buydu.

Frank Zarnowski - Dekatlon ve heptatlon müsabakaları stadyum spikeri: Giysileri ve tırnaklarıyla kendine kötü bir şöhret yarattı. O tırnakları gördünüz mü? İnanılmazdı!

Dan O'Brien - Spor spikeri ve muhabiri, WTHR TV: Tek elindeki uzun tırnakları görenler hikâyesini öğrenmek için "Neden tek el?" diye sorardı. O ise, "Bayrak yarışındaki batonu almak için diğer elime ihtiyacım var" derdi.

Mike Takaha - TAC Basın Ekibi, Houston Üniversitesi ve Santa Monica Atletizm Kulübü Antrenörü: Elemelerde tüm sprintler çılgınlık seviyesinde hızlıydı. En azından o dönem için.

O'Brien: O pist, hep çok hızlıydı. Birkaç zemin yenileme operasyonu geçirdikten sonra belki şimdilerde o kadar değil ama yine de çok hızlı. Eskiden şimşek gibiydi. Dünyanın en hızlı pisti olarak bilinirdi. O pist, Florence GriffithJoyner'ın Flo-Jo olduğu yerdi.

Takaha: Ön elemeler, yarı finaller... Tamamen çılgıncaydı. "Orada neler dönüyor!" diye düşünmekten kendinizi alamıyordunuz. Yerçekimi çalışmayı mı bıraktı, yoksa başka bir şey mi oldu?

O'Brien: Indianapolis için aşırı sıcak ve kuru bir hava vardı. Carl Lewis, Houston'dan gelmiş ve "Burası biraz serinmiş" demişti. Cumartesi gününün erken saatlerinde tribünlerde bir avuç insan vardı. Kadınlar 100 metrenin ilk ön elemesini izleyecektik. Birdenbire Flo-Jo ortaya çıktı. 10.60'lık bir derece yapmıştı ve tribünlerden derin bir nefes sesi duyuldu. Ancak ardından, yarışta dereceleri pozitif etkileyecek bir rüzgâr olduğu açıklanmıştı.

Joyner: İlk turu izleme fırsatı bulamamıştım. Isınırken dereceyi duydum. İnanılmaz bir zaman olduğunu söyledim ve onun yaptığını biliyordum. Yanıma geldiğinde gülmeye başladı çünkü ona sadece antrenman performansına bakarak 10.5 civarında koşacağını söylemiştim.

Kadınlar 100 metrede ilk tur ve çeyrek finaller arasındaki saatlerde, rüzgâr yarışmalara etki etmeye devam ediyordu. Özellikle, Al Joyner'ın üst üste ikinci kez olimpiyat takımına girmek ve altın madalyasını koruma yolunda ilk adımı atmak istediği üç adım atlamada. Yarış sonunda iki adet 18 metrelik atlayışa tanık olundu. İkisi de rüzgârın yardımını alan Willie Banks'e aitti.

Joyner: Üç adım atlama yarışı... O gün hâlâ atletizm tarihinin en iyi mücadelesi.

Willie Banks - 1998 Olimpiyat Elemesi şampiyonu: Atlamak zorunda olduğunuz noktanın uzaklığı inanılmazdı. İlk 8 civarına yerleşebilmek için Amerika rekoruna yakın bir şeyler yapmanız gerekiyordu.

Joyner: Willie sahneye çıktı ve 18 metre sularına gitti. O andan sonra tüm saha spektaküler bir şeyler olacağının farkındaydı. Neredeyse takıma girebilmek için dünya rekoru kırmak zorunda kalıyordunuz.

Banks: Sıçramaya başladığımda yaşadığım inanılmazdı. Daha önceki tüm atlayışlarımdan daha uzağa gittim. 17-18 metrelik atlayışlarım oldu. Hepsinde de rüzgâr yardımı vardı.

Zarnowski: 10 yıl boyunca Jersey Sahili'nde çalıştım. Böyle bir rüzgâr olduğunda ufak gemiler için uyarı yapardık. Sahil güvenlik, botçuları uyarırdı. Hava o gün çok rüzgârlıydı.

Joyner: Ortada bir kasırga yoktu çünkü rüzgâr sarmal şeklinde ilerliyordu. Etrafta sürekli dolanan bir rüzgâr... Rüzgâr yandan estiğinde farklı bir değerlendirme yapmak gerekir. Ancak rüzgâr bize çok fazla yardım etmedi. Yardım ettiği şey, yarışmanın kendisi oldu. Willie de bu durumdan faydalanmayı başardı.

Rüzgârın da yardımıyla 10.60'lık dereceyle koştuğu ilk turun üzerinden 2.5 saatten biraz daha fazla geçmişken Griffith-Joyner çeyrek final serisi için saat 15:45'te start çizgisindeki yerini aldı. Eşi o sırada üç adım atlama mücadelesinin ortasındaydı.

David Woods - Muhabir, Champaing Gazetesi: Bir çeyrek finalde böylesine muhteşem bir şey görmeyi beklemiyorsunuz. Ancak ben bu performansının sinyallerini verdiğini daha önce fark etmiştim. Hatta bir meslektaşıma, Florence Griffith-Joyner'ın olimpiyatın yıldızlarından biri olacağını söylediğimi hatırlıyorum.

Zarnowski: Üç ayrı çeyrek final yarışı vardı ve o ilkinde koşmuştu.

Woods: Tek bacağını saran, diğerini ise çıplak bırakan bir tayt giyiyordu.

Yarışı ABC için canlı anlatan Al Trautwig ve Olimpiyat oyunlarında yarışmış eski sporcu Marty Liquori, yayın sırasında şöyle demişti:

Trautwig: Gail Devers dördüncü kulvarda, birinci kulvar açık. Florence Griffith-Joyner sahayı uçuruyor... 10.49! Rüzgâr yardımlı bir 10.49. Bir dakika... Anemometre rüzgârın yasal limitlerde olduğunu söylüyor!

Liquori: Ah, olamaz. Kimse bu kadar hızlı koşamaz. Sıcaklık elektronik aletlere zarar vermiş olmalı. Ancak sene içinde 100 metre engellide Amerika rekoru kıran Gail Devers'a attığı fark çok iyi, ne kadar farkla kazandığını görebiliyoruz. Bu doğru olabilir, 10.49 gerçekten inanılmaz!

Liquori: Spiker olmak biraz tutucu olmayı gerektirir çünkü doğruyu söyleme şansınız böylelikle artar. Eğer her gördüğünüz rekorda kutlama yapar ve bunun dünya rekoru olduğunu söylerseniz, reklamlara gittikten sonra fazlaca heyecanlandığınızı, söylediğinizin yanlış olduğunu kabul etmek ve fazla rüzgâr estiğini veya zaman ölçen araçların arızalandığını söylemek zorunda kalırsınız.

Zarnowski: Çok büyük bir farkla kazandı. Derecesi ekrana 10.49 olarak geldiğinde, "Aman tanrım!" dedim.

Bob Hersh - TAC Records Başkanı: Derece çok kafa karıştırıcıydı. İdrak etmesi çok zordu. Dönüm noktası performanslardan birini izlemiştik. Hatırladığım bir başkası, Michael Johnson'ın 19.32'siydi. O gün mikrofondaydım. O ana kadar gerçekleşenlerin ve beklenenlerin çok ötesinde bir performanstı. Ne söyleyeceğimi bilemiyordum. Söyleyecek söz bulamamak, bir spiker için iyi bir şey değildir.

Cava: Basın ofisine döndüğümü ve Houston Üniversitesi'nden gelen ve gönüllülerimizden biri olan Mike Takaha'nın bana "Griffith 10.49 koştu" dediğini hatırlıyorum. Cevabım, "O adam kim, ne olmuş yani?" olmuştu. 10.49, bir erkeğin zamanı olmalıydı ve kötü bir dereceydi. Yani ortada büyük bir olay yoktu. Mike, "Hayır, hayır Florence Griffith-Joyner 10.49 koşmuş" diye devam etti. Kuruntularımla birlikte "Sen ciddi misin?" diyerek ayağa kalktım.

Woods: Büyük bir şok yaşadığımı ve korkuyla karışık bir saygı duyduğumu hatırlıyorum. Olayı anlamaya, en azından Flo-Jo'nun yaptığı zamanı kavramaya çalışıyordunuz. Bu derecenin çoğu erkeğe kıyasla daha iyi olduğu düşüncesinin kafamda dolaştığını hatırlıyorum. Çok sıra dışı gözüküyordu. Bu derecenin ne anlama geldiğini bulmak çok zordu. Kadın bir sprinter için hesaplanan makul tabloların dışındaydı.

Zarnowski: O sırada, bu durumun çok kötü olduğunu ve bu kadar iyi bir performansın kayıtlara, ancak rüzgâr yardımlı olarak geçeceğini söylemiştim. Aklımda farklı bir durum olduğuna dair o zamanlar bir şüphe yoktu, şimdi de yok. O performansta rüzgârın payı vardı.

O'Brien: 10.49 yapıldığında herkes şöyle bir yutkunmuştu, özellikle derecenin geçerli rüzgâr sınırları içinde yapıldığı açıklanınca.

Yarış sonrasında televizyona verdiği röportajda, rüzgârın yarış sırasında durup durmadığı sorusuna Griffith-Joyner, "Evet, durdu... Bobby Kersee bana üç adım atlama yarışına dikkat etmem gerektiğini söylemişti. Rüzgâr azalırsa dünya rekoruna git, yoksa sadece üst tura geçmeye çalış diyordu. Rüzgâr iyi hissettirdi, ilk yarıştaki gibi kuvvetli değildi. Ben de dünya rekoruna gittim" şeklinde cevap verdi.

Joyner: Florence de çok şaşırmıştı. 10.7'nin hızlı olacağını düşünüyordu.

Takaha: Zamanla ilgili bir tartışma yoktu. Tartışmalar rüzgârla ilgiliydi.

O'Brien: O gün, Joyner Ailesi için hem acı hem tatlı anları barındırıyordu. Florence dünya rekorunu kırarken, Jackie Joyner-Kersee de heptatlonda aynı başarıya ulaşmıştı. Al Joyner ise üç adım atlamada beşinci sırayı almıştı. Bu, 1984 Olimpiyatı'nın altın madalya sahibinin takıma giremediğini gösteriyordu.

Joyner: Atlayışım sırasında odaklanmak yerine, "Biliyor musunuz, kız kardeşim az önce dünya rekoru kırdı. Eşim de az önce dünya rekoru kırdı. Rekor kırmak benim için de iyi olur" dedim. Uğrunda çabaladığım şey bu olmuştu. Tüm gücümle bunu denedim ancak 1.5 inç farkla geride kaldım. Bu da beni takımdan uzak bıraktı.

Zarnowski: O günkü rekorlardan yalnızca, Jackie Joyner-Kersee'nin heptatlonda kırdığı dünya rekoruna gerçek derim.

Peter Hürzeler, basın tribününün ön tarafında yer alıyordu. İsviçreli, spor zamanlaması kariyerine 1969'da başlamış ve 16 olimpiyatta çalışmıştı. Şimdilerde Omega Timing'in yönetim kurulunda oturuyor. 1988'de ise Omega'nın yarışlar sırasında zamanlama ve rüzgâr ölçümü yapacak altı kişilik ekibine başkanlık ediyordu.

Hürzeler: Söylemeliyim ki tabelada 0.0'ı görünce ben de şaşırmıştım.

Zarnowski: Basın odasına gittiğimde "Rüzgâr ölçümü nerede?" şeklinde bağırışlar vardı. Zaman ölçümlerinden sorumlu adam basın mensuplarına bağırdı: "Ölçüm bizde. Sadece gösterilemiyor. Bilgisayarın içinde." Ardından "Sonunda ölçümü aldık. Rüzgâr 0.0" diyene kadar ne kadar zaman geçti bilmiyorum.

Takaha: Sonucun sıfır gelmesinden sonra ilk reaksiyon, "Burada bir şeyler batırıldı" şeklinde oldu.

Henson: Zaman veya rüzgâr ölçümleriyle ilgili yapacak hiçbir şeyimiz yoktu. Rüzgâr ölçerin sahibi zamanlama şirketiydi ve alet elektronik olarak kullanılıyordu. Tıpkı bugünkü büyük yarışlarda olduğu gibi. Düğmeye basan, sonucu okuyan ve tabelaya işleyen bir görevli yoktu.

Takaha: Aşağıya inmişlerdi ve verileri toplayıp, "Rüzgâr ölçümü elimizde ve rüzgâr..." dediler. Sayıları hatırlayamıyorum. Saniyede beş metre civarında bir şeydi ama piste neredeyse 90 derecelik açıyla gelmişti.

Hürzeler: Sonunda rüzgârın sisteme 93 derecelik bir açıyla girdiğini gördük. Bu rüzgârın önden ya da arkadan değil, yandan estiği anlamına geliyor.

Zarnowski: Herkes kahkaha atıyordu çünkü bayrakları görüyordunuz ve rüzgâr son hızdaydı. Bayraklar batıdan doğuya doğru dalgalanıyordu. Ortada bir hata olması gerektiğini, kontrol edileceğini düşündüm ve olaya daha fazla kafa yormadım.

Kadınlar 100 metredeki ikinci seride de rüzgâr 0.0 olarak ölçülüyordu. O yarışta ilk iki sırayı alan Sheila Echols ve Alice Brown, kariyerlerinin en iyi derecelerini yapmıştı. Üçüncü seride Gwen Torrance, kazanan zamanı 10.78 ile bulurken +5.0 rüzgâr vardı. Kadınlar çeyrek finallerinden yaklaşık 40 dakika önce koşulan erkekler 100 metre yarı finallerinde durum +2.6 ve +4.9'du. GriffithJoyner'ın 10.49'undan 50 dakika önce Carl Lewis de erkekler finalini +5.2 rüzgârda elde ettiği 9.78'lik dereceyle kazanmıştı. Daha sonra medyaya konuşan Hürzeler, 0.0'lık ölçüme rağmen yarışçıların biraz rüzgâr yardımı almış olabileceğini söylüyordu.

Takaha: İçinizdeki ses, size rüzgârın sıfır olmasının ihtimal dahilinde olmadığını çünkü o günün rüzgârlı olduğunu söylüyor. Ancak rüzgârın piste 90 derecelik açıyla geldiğini öğrendiğimde tamam dedim. Verilerin gösterdiği buysa, doğru da odur. Eğer ölçümün sıfır olmasının sebebi ortamda hiç rüzgâr olmayışı olarak gösterilseydi bu inandırıcı olmazdı. Birçok insanın buna inanmadığını biliyorum ama bana göre mantıklı.

Johnson: Rekoru inkar edebilecek çok gerçekçi bir sebep görünmüyordu çünkü gösterge tam oradaydı ve kalibrasyonu yapılmıştı. Silahın patladığı an ve başlamada da bir sorun yoktu. Her şey kitabına göre doğru yapılmıştı.

Hürzeler: Griffith-Joyner için büyük bir şans anıydı. Start sonrası yaklaşık 50 metre arkadan nasıl rüzgâr geldiğini ve sonra bir anda kaybolup yeniden ortaya çıktığını görmek mümkün. Tüm bu rüzgârları, o kısa süre içerisinde ölçmek ise imkân dahilinde değil.

Zarnowski: Baskın kanıtlar bunun rüzgâr yardımlı bir yarış olduğunu işaret ediyordu. 11 saniye boyunca rüzgârın durması veya yandan esmeye başlaması ne kadar mümkündür? Yani mümkün ama ihtimal bence trilyonda bir. Bunun gerçekleştiğini düşünmüyorum.

1995 yılında University of Western Australia'dan Dr. Nicholas Lithorne, IAAF raporu için rekoru analiz etti. Lithorne şunları söylemişti:

"Rüzgâr ölçümü ilk çeyrek final için +5.0 ve +7.0 arasında, ikinci çeyrek final için ise +3.0 ve +4.0 arasında olmalı. 0.0'lık ölçümler, gösterge sistemindeki teknik bir hatanın sonucu. Yandan esmeye başlayan rüzgârın bu tuhaf ölçümlere sebebiyet verdiği fikri için ise herhangi bir dayanak yok. Florence GriffithJoyner'ın çeyrek final esnasında kırdığı 100 metre dünya rekoru, yasal limit olan +2.0m/s'nin üzerinde bir rüzgâr tarafından desteklenmiştir. IAAF resmi derecesi, GriffithJoyner'ın 17 Temmuz 1988'de Indianapolis'teki 10.61'lik derecesi olmalı."

Zarnowski: O performans tahminen 10.70 civarı bir dereceye eşdeğer. Rüzgârın o anki durumunun ölçümü konusunda biri hata yaptı. Bu da muhtemelen Omega ekibi ama hepimiz hata yaparız.

Joyner: İnsanlar bunu her zaman sorgulayacak. Ancak kurallar kuraldır ve olay bu şekilde gerçekleşti. Omega ve diğer herkes, uzun bir inceleme sonunda ortada bir arıza olmadığını söyledi. Geri dönüp resim ve videolara baktığınızda, yandan esen rüzgârın saçını uçuşturduğu yönü görebilirsiniz.

O'Brien: Şimdi geride kalan tüm sprint rekorlarına dönüp, yeterince anemometre olup olmadığına mı bakacağız? Sekiz rüzgâr ölçüm cihazı olmadığı için onları saymayacak mıyız? Girdaplı ve dolambaçlı rüzgârlar da olabilir. Rüzgâr asla "Tam şuradan eseceğim" demez.

The Association of Track and Field yetkilileri, 10.49'luk dereceyi 100 metre kadınlar için geçerli rekor olarak kabul etti. Ancak 1997 yılından beri yanına "Güçlü bir rüzgâr desteği ile yapılmış olabilir. Buna rağmen Birleşik Devletler ve dünya rekoru" notu düşülmekte.

Woods: Rekorun bu kadar kırılması imkânsız bir noktaya çekilmiş olması, uzun vadede spora zarar vermiş olabilir. Ancak kadınlarda, 70 ve 80'lerde kırılmış olan mantıksız pek çok rekor daha var ve dopingsiz kırılamayacak gibi görünüyorlar. Bu sporun içinde olan bir şey.

Cava: Bu inanılmaz. 40 yıldır sporun içindeyim ve bunu ancak Beamon'ın 1968 yılındaki atlayışı ve Wilt Chamberlain'in Knikcs'e attığı 100 sayıya eşdeğer tutabilirim.

Woods: Daha önce buna benzer bir şey görmemiştik ve sonrasında gelen 25 yılda da bir benzerini görmedik. Bence bunu önümüzdeki 25 yıl için de söyleyebiliriz. Shelly-Ann Fraser-Pryce 2013 yılında şaşırtıcı bir farkla dünya şampiyonu olmuştu. 10.71 ve ikinciyle saniyenin onda ikisi kadar bir farkla. Ancak bu fark Florence'ın 10.49'unun neredeyse bir o kadar arkasındaydı. Bu onun nasıl muazzam bir performans olduğunu çok iyi açıklıyor.

"Gerçeği Asla Öğrenemeyeceğiz"

Mert Aydın: Flo-Jo iyi bir atlet ama bir yıl içinde, hem 100 hem 200 metrede dünya rekorunu kıracak, hatta bunları parçalayacak hale dönüşmesi, birçok kişiye inanılmaz ve anormal geliyor. Aynı zamanda inanılmaz aktif bir kadın. Kıyafetler dizayn ediyor, dizilerde oynuyor, Amerikan Başkanı tarafından değişik konularda görevlendiriliyor... Enteresan bir rol modeli gibi. Lance Armstrong'da da bu vardı. Kanseri atlatma hikâyesi ile bir rol modeli olarak gösterilmişti. Bu ikisini bir araya getirince insanların kafasında soru işaretleri oluşması normal. Ayrıca atletizm kariyeri çok iniş çıkışlı. Bazen bırakıyor, güzellik uzmanlığı yapıyor, başka bir işle uğraşıyor. Sonra "Hadi ben geldim" diyerek dönüyor ve bir yıl içinde, iyi bir atletten efsane dereceler yapan bir atlete dönüşüyor. Bu durum doğal olarak konuşulur. Atletizmi bıraktıktan yıllar sonra da "Ben 400 koşacağım" dedi, 1996 Atlanta Olimpiyatı eleme yarışlarından önce "Ah, sakatlandım" deyip bıraktı. Gerçekten sakatlandı mı, yoksa testlerden bir şey çıkmasından mı korktu? Bunları asla öğrenemeyeceğiz.

Şevket Furkan Erbay: Rekoru kırıyorsun, birkaç ay sonra sporu bırakıyorsun, on yıl sonra uykunda ölüyorsun. Yani o kadar çok şüpheli durum var ki... Bilindiği gibi; müsabaka dışı testler 1989'da başlıyor. Joyner ise 1988'de yarışma zamanı tonla teste giriyor ve temiz çıkıyor. Ama yıllar sonra konunun üzerine gidildiğinde, kendisine ilaç sattığını söyleyen ve fiyatına kadar detay veren itirafçılar ortaya çıkıyor. Eski 400 metreci Amerikalı atlet Darrell Robinson, "Flo-Jo'ya büyüme hormonu tedarik ettim" diye itirafta bulundu mesela. Flo-Jo ise bunlarla ilgili pek konuşmadı. Ama şöyle bir şey var; 1976-1988 arası kadınlar 100 metre rekoru 11.01'den 10.76'ya geliyor. Sonra bir anda düştüğü derece 10.49. Şöyle bir örnek vereyim; Flo-Jo rekoru 10.49'a çekti, erkeklerde Türkiye rekoru ise o seviyeye ancak 2000'lerin başında geldi. 27 sene geçmiş ve kadınların dereceleri hâlâ o standardın yanına yaklaşamıyor. Düşünün; 10.49'dan sonraki en iyi derece 10.64.

Barbaros Talı: 100 metrede dünya rekoru kırabilmek için reaksiyon zamanının, hızlanma aralığının ve süratte devamlılığın mükemmel olması lazım. Ayrıca araştırmalar, maksimum gücün 6 saniye korunabildiğini gösteriyor. Ve bu 6 saniyenin de 10 saniye civarı süren 100 metre yarışı içinde doğru yere denk gelmiş olması lazım. Bunları anlatıyorum; çünkü Griffith-Joyner her şeyden önce yanlış yerde zirve performansına çıkıyor. Normalde bunun elemelerin çeyrek finaline değil, olimpiyat finaline denk gelmesi lazım. Bu antrenman programının yanlış planlanmasından mı, yoksa ilacın dozajının yanlış ayarlanmasından mı kaynaklanıyor? Açıkçası bilemiyorum! 1988, Ben Johnson'ın stanozolol adlı ilacı spor dünyasına sunduğu yıl. Bizim de 25 haltercimizin dopingli çıktığı dönem... Böyle anormal dereceler elde edildiği zaman, artık herkes "Yeni bir ilaç mı çıktı?" diye sormaya başlıyor. Griffith-Joyner'ın da arkasında birçok soru işareti bıraktığını söyleyebiliriz.

Attila Gökçe: Benim tahminim Flo-Jo, o sırada doping listesine girmeyen bambaşka bir katkıyla o rekorları kırdı. Hukukta kuşku kanıt gerektirmez ama bu vicdanımda kaldı. İnsan olarak çok üzüldüğüm bir olaydır. Çünkü gerçekten, hem genç kızlar hem genç atletler için bir idoldü o. Neşeli, hayatı seven, tırnaklarını değişik renklere boyayan, madalya koşusunda bile giyimini kuşamını farklılaştıran güzel bir kadındı. O hayatı nasıl böyle harcadığını düşünür, üzülürüm hep içimden. Seul'de altın madalya kazandığı yarışları da izlemiştik... Ben, Cüneyt Koryürek, Hıncal Uluç… Ona hayranlık duymamak elde değildi.

Alp Ulagay: Griffith-Joyner muhtemelen, Doğu Bloğu'nun sistemli dopingine karşı ABD'nin bir yanıtıydı. Sovyet ve Doğu Almanların dopingli yarışmaları hakkında ABD'de bir suskunluk yasası vardı ama buna karşılık doping testlerini örtbas ediyorlardı. Griffith-Joyner da bundan faydalandı. Burada hesaplayamadıkları nokta, Ben Johnson'ın yakalanmasından sonra artan kontrollerle birlikte çemberin daralmasıydı. Bu sebeple, Seul'ün üzerinden altı ay geçmeden emeklilik kararını açıklamıştı. Yoksa neden, bir sporcu tam da başarılarının kaymağını yiyeceği dönemde bu kararı alırdı?

Ercan Taner: Saçları, tırnakları ve tavrıyla tamamen aykırı bir stile sahipti. Herkes başarılı sporcuların yanına bir soru işareti koyar ya, onun için de bu durum geçerliydi. Doping mi yapıyordu, ilaç mı kullanıyordu? Ben bu durumlarda dopingi en son düşünürüm. Usain Bolt mesela; uçuyor şu anda. Yüzüne karşı söyleyen çıkmadı ama akıllarda hep "Acaba mı?" sorusu var. Ben o soruları düşünmek dahi istemiyorum. 10.49'luk derecenin, o anki patlama ve sporcu performansıyla ilgili olduğuna inanmak istiyorum.

Güven Göktaş: Kanıtlar olmadan kesin konuşmak zor ama ben Griffith-Joyner'ın doping yaptığını düşünüyorum. Zaten o dönemki fiziki yapısına baktığınızda anlıyorsunuz. Ölüm şekli de bu iddiaları kuvvetlendiriyor. Ama biliyorsunuz; atletizmde kalp damarları fazla yüklemeden dolayı genişler ve sürekli beslenme olmazsa bu durum krize yol açabilir. Bu da bir ihtimal ama benim düşüncem kullandığı yönünde.

Socrates Dergi