Rüzgârın Yazdığı Kader

7 dk

Son birkaç Dört Tepe Turnuvası, Simon Ammann için hep ‘yeni bir umut’ anlamına geldi. Peki kariyer yapbozu bu yıl tamamlanır mı?

“Dört Tepe Turnuvası’nda favori olmaz. Tabii eğer bir kişi katılmıyorsa. Ve en önemlisi de şu; Dört Tepe’yi kazanma hayalini sadece gerçekten isteyenler gerçekleştirebilir.”

Yukarıdakiler, 1973’ten 2013’e kadar Norveç televizyonu için kayakla atlama anlatan Arne Scheie’nin sözleri. Büyük bir efsane, ona sözüm yok. Ancak ben kendisine pek katılamıyorum. Kazanamayanların hepsi de en az kazananlar kadar istediler Dört Tepe’yi, sadece Dört Tepe onları seçmedi.

Sanıyorum olimpiyat şampiyonu olup tarihe de geçseniz, dünya bir numarası da olsanız, her sezon devam eden Dünya Kupası’nı ya da iki senede bir elinize geçen şansı değerlendirip dünya şampiyonluğunu da kazansanız, kariyerinizin eksik kalacağı tek spor kayakla atlama. Her yılın sonunda başlayan ve her yeni yılda şampiyonunu belirleyen Dört Tepe’yi kazanamazsanız, her daim eksik kalırsınız.

Rüzgâr, Salt Lake 2002’de Simon Ammann’ın yanındaydı. Yarışta en az 10 favori vardı ve Dünya Kupası’nda henüz beşinci sezonunu geçiren ve ileride kendisine ‘Harry Potter’ takma ismini kazandıracak bir tipe sahip olan genç adamı, kimse o 10 kişi arasında görmüyordu. Dört atlayışta, dört harika rüzgâr buldu ‘Simi’. Herkes onun şansına lanet ederken, o duble olimpiyat şampiyonluğu sonrası David Letterman’ın şovuna çıkıyordu.

2007 Sapporo Dünya Kuzey Disiplinleri Şampiyonası’nda da farklı olmadı. Rüzgâr bu kez Simi’yi değil, ikinci turda en uzun atlayışı yapan Harri Olli’yi seçiyordu kendisine. Olli rüzgardan dolayı çok dengeli bir iniş yapamıyor, artistik puanları bu yüzden kaybediyor ve dünya şampiyonluğunu 0.2 puan farkla kendisinden iki metre daha kısa atlayan Simi’ye bırakıyordu. Simi’nin İsviçre’de heykeli dikilirken, Harri Olli ise bu kayıp sonrasında alkolizme kadar gidecek bir çöküşe yürüyordu.

Simon Ammann, spor tarihinin en garip kariyerlerinden birine sahip. Sıfırdan duble olimpiyat şampiyonluğu, ardından sıfıra geri dönüş ve beş sene sonra bu kez dünya şampiyonluğu. Simi 2002 ve 2007 arası bir şampiyon olarak yaşamadı. Olimpiyat şampiyonu olmadan önce de sıradan bir sporcuydu zaten. Tarihteki ikinci duble olimpiyat şampiyonu olmasına karşın, Dünya Kupası’nda beş yılda yalnızca bir galibiyet alabilmişti. Bu, onun şampiyonluklarının şans olarak nitelendirilmesini sağlıyordu ki sanıyorum kariyeri öyle kalsa kimsenin ‘şans’ konusuna itirazı olmazdı. Ama öyle kalmadı.

2008 yılında ne olduğunu, neyin değiştiğini sanıyorum o bile bilmiyor. Dünya Kupası’na altıda dörtle başladı, Dört Tepe’nin ilk ikisinde podyumdaydı, son ikiyi iyi çıkaramadı. Sezonu genel klasman ikincisi bitirirken, onu sadece tarihin en iyi performansını çıkaran Avusturyalı Gregor Schlierenzauer geçebiliyordu. Olimpik döngüye girilirken yine korkulacak birine dönüşmüştü, Dünya Kupası’nı artık kazanabilirdi ancak söylediğine bakılırsa, Dört Tepe’yi elde etme arzusu, 2008 yılında onu ele geçirdi...

‘Kariyer tamamlamak’, o döneme kadar hiç kafasında olmayan bir şeydi belki. Kayakla atlamacının ‘kariyer slam’ini yapmak. Dedim ya; kimse olimpiyat ya da dünya şampiyonluğu dışında bir şey düşünmez başlarken. Öyle olmuyor işte. Kazandıkça kazanasınız geliyor, hele ki mevzu Dört Tepe ise.

2010’da yine duble olimpiyat şampiyonuydu Simi, hem de Dünya Kupası’nı kazanarak. Bu sefer rüzgâra ihtiyaç duymamıştı; İsviçre Milli Takımı’nın teknisyeni Gerhard Hofer’in geliştirdiği özel kayak bağlantısıyla diğerlerine sağlam fark atmış, darmadağın etmişti ortalığı. Sekiz yıl önce “Bu nereden geldi ya!” diye bakılan adamı, bir kış sporları efsanesine dönüştürmüştü. Rüzgâr, ona bu kez ihtiyaç duymadığı için Simi’ye epey bozulmuştu.

Rüzgâr dedim... Kariyerini başlatan, aslında her kayakla atlamacının kariyerini başlatıp devam ettiren, belki de bitiren şey. Rüzgâr yanınızdaysa uçarsınız, rüzgâr altınızdan çekilmeye karar verir, tersine dönerse... İşte o zaman kötü.

2010’da sezon bittiğinde evinde madalya koyacak yer bulamıyordu Simon Ammann. Kız arkadaşı Yana’yla o yaz evlendi, çok istediği helikopter pilotu lisansını nihayet almayı başardı, İsviçre’de bir tepeye ismi verildi... İşe yeni başlarken hayal ettiğinden fazlası 2010 yazında gerçekleşmişti ama 2008’de aldığı zehir, yavaş yavaş lanete dönüşüyordu.

2010-2011 sezonu başlarken ilk kez hedef olarak kendisine Dört Tepe’yi koydu. Son şampiyon apoletiyle başladığı sezonu turnuvaya kadar iyi götürdü. İşin garip kısmı, Dört Tepe’nin ikincisinde o senenin şampiyonu Thomas Morgenstern’e 15 puan fark atabilmesine rağmen Innsbruck’taki rüzgâr, onu ikinci turda seçmedi. Simi, artık Dört Tepe’yi kazanmak istiyordu. 2010 Vancouver’da aldatılan rüzgârınsa artık ona yardım etmekten daha farklı planları vardı...

2011-2012 ikinci gerçek denemeydi. Antrenörü Martin Künzle “Sezona geç başlayalım, taze kalalım” deyince sezonun ilk yarışına girmedi. Kamptaydı. Plan mantıklı gibi gözükse de atladıkları bir şey vardı; yarış ritmi. Bu yüzden, kariyerinin en kötü sezonlarından birini geçirecekti. Tek hedef olarak seçtiği Dört Tepe’yi, hem de turnuvanın 60. yılına özel 1 milyon Euro ödül verilirken 19. tamamlayabildi.

2012-2013’te daha da kötüye gitti her şey. ‘Harry Potter’, gücünü kaybediyordu. Dört Tepe ya da ‘Hangi Turnuva Olduğunu Bilirsin Sen’ iyice lanete dönüşmüştü. İkinci ayakta elemeyi dahi geçemedi, her şey yeni yıla kalmadan bitti.

Spor, her şeye rağmen devam eder. Bu, en sevdiğimiz yönüdür belki de... Simi de her şeye rağmen devam edebildi neyse ki. 2013- 2014 sezonuna sil baştan yaparak girdi, Dört Tepe’de ilk yarışı kazandı. Rakipleri tuhaftı, sanki yolunu açıyorlardı. Schlierenzauer formsuz, Anders Bardal zayıf, Almanlar da en az onun kadar lanetliydi... Ta ki rüzgâr, 2002’deki gibi favori olmayan bir sporcuyu seçene kadar....

2013-2014 sezonunda ortaya Thomas Diethart diye biri çıktı. O döneme kadar bırakın Dört Tepe kazanmayı, kariyer derecesi 28. sıra olan, Avusturya B Takımı’nda yer alan bir sporcuydu. Aynı 2002 Salt Lake City’deki Simi gibi... Ve 2002’de Simi’yi şampiyon yapan rüzgâr, bu kez Thomas Diethart’ın tarafına geçti ve ona ikinci yarışı kazandırdı. Üçüncü yarışta Simon Ammann farkı kapatabilecek gibi görünüyordu. İlk turu Diethart’ın yaklaşık beş puan önünde geçmiş, ikinci tura iyi girmişti. Rüzgâr izin vermedi farkın kapanmasına. Öyle güçlü esti ki yarışın ikinci turu iptal edildi, ilk tur sonuçları geçerli sayıldı. Rüzgâr, son tepeye geçerken Simi’nin şampiyon olamayacağından emin olmak istemişti, başardı da...

Geçtiğimiz sezon altıncı kez mikrofondaydım Dört Tepe Turnuvası için. Simi ilk tur atlayışı için kapıya geldiğinde kar vardı. Fazla değil, normal bir kar yağışı. Kariyerini nihayet tamamlamak için inişe geçti ve düştü... Her şey daha ilk atlayışta bitti. Kalktıktan sonra suratında gördüğüm kadar büyük bir hayal kırıklığı ifadesine, sanıyorum ki hayatım boyunca bir daha rastlamayacağım.

Ama Simi vazgeçmedi, şampiyonluk şansı kalmamasına rağmen. Üst üste iki podyum buldu. Hayalleri yıkılmıştı belki ama devam etmek istiyordu, edemedi. Son atlayışında yine düştü ve bu kez kalkamadı. Hastanelik oldu. Kariyerini tamamlamaya çalışırken neredeyse ölüyordu. Ciddi ciddi bırakmayı düşündü, bırakamadı.

Simi hâlâ, her sezona yeni bir umutla giriyor. Belki bu kez olur diye ama olmuyor. Tıpkı korku filmlerindeki o lanetlenmiş ruhlar gibi...

Socrates Dergi