
Sabır ve Disiplin: Vincenzo Montella Röportajı
10 dk
Türkiye A Milli Futbol Takımı’nın elemelerdeki tarihi performansı sonrasında gözler Almanya’daki başlama vuruşuna çevrildi. Milli takım antrenörü Vincenzo Montella ile turnuva atmosferini, futbol kültürünü ve kupadaki hedeflerini konuştuk.
Attığı goller sonrasında zıplayan saçları, gülüşü ve kollarını iki yana açıp yaptığı uçak sevinciyle Türk futbolseverlerin hayatına girdi Vincenzo Montella. Sonra ülkeye adım attı. Adana Demirspor’la gösterdiği performans, taraflı tarafsız herkesin takdirini kazandı. A Milli Takım’ın başına geçtiğinde çok da yüksek sesli eleştiriler duymamamız, bunun kanıtıydı biraz da. Beklentileri boşa çıkarmadı. Türkiye Milli Takımı, yakaladığı ivme ile tarihinde ilk kez grup aşamasını lider bitirerek Avrupa Şampiyonası biletini aldı. Ona soracağımız çok soru, elimizde beş sayfa var. Başlıyoruz…
‘Turnuva oynamak’ ayrı bir tecrübe olarak anlatılır. Siz de futbolcu olarak bu deneyimleri yaşadınız. Nedir ‘turnuva oymanın’ farkı?
Bundan 24 yıl önce Avrupa Şampiyonası’na kulüp takımında 100 gol atmış bir futbolcu olarak gittim. Duygusal bir futbolcu olmamama rağmen içimde bir duygu tufanı yaşıyordum. Ne yapmam gerektiğini bilsem de bunu hissettim. Bu aslında bütün futbolcularımız için kilit bir detay.
Böylesine büyük turnuvalar yalnızca en iyi takımların ve oyuncuların mücadele ettiği organizasyonlardır. Ne kadar iyi olduğunuzu ancak en iyilerle karşı karşıya geldiğinizde anlarsınız. Futbolda ‘uluslararası seviyenin’ en net görüldüğü yerler buralarıdır. Futbolcular için turnuvalarda yer almak müthiş bir şanstır.
Tecrübenin bu tarz turnuvalarda ne kadar önemli olduğunu göz önünde bulundurmak gerekir. Deneyimsiz takımlarda, genel olarak bu seviyelerde oynamaya alışkın olmayan futbolcular, duygusal manada bloke olabilir ve bu durumdan olumsuz etkilenebilirler.
Ayrıca Avrupa Şampiyonası’nda ülkenin gururu ve onuru sözkonusu olduğundan futbolcular, içlerindeki doğal motivasyonla ülke ve bayrak için oynarlar. Böylesi turnuvalarda elde edilecek başarı, bütün ülkeye moral ve enerji katar. Tabii bu durum, futbolcuların üzerinde oluşan büyük baskıyı da beraberinde getirir.
Turnuvalar biraz da takımların psikolojik durumuyla şekillenen süreçler. Benzer sosyolojik reflekslere sahibiz İtalyanlarla. Bu hususta Türkiye Milli Takımı’nın da benzer bir kimliğe sahip olduğunu düşünüyor musunuz?
Elbette sosyokültürel unsurların futbola yansıması oluyor. Haliyle, oyuna yaklaşımına ve takım dinamiğine etki ediyor. Türk Milli Takımı’nın karakterini oluşturan cesaret ve pes etmeme gibi unsurlar geçmişteki başarılarda olduğu gibi yine bize yön verecek. Ancak bunlara ek olarak belli noktalara dikkat etmemiz lazım.
Türk futbolcular, duygusal yanlarını yönetmekte sorun yaşayabiliyorlar. Bir başarının ardından gelen iltifatlarla büyük yükselişler yaşayıp kendilerini kaybedebiliyorlar. Ya da eleştiri aldıklarında çöküntü yaşayıp içe kapanabiliyorlar. Bunun hem kendilerine hem de takıma olumsuz etkileri olabiliyor.
Turnuvalarda başarı sağlamış takımlara baktığımızda her zaman içten gelen bir güce sahip olduklarını görüyoruz. Zor anları bu şekilde aşabilmişler. Arjantin de son Dünya Kupası’nda ilk maçı kaybetmesine rağmen bu reaksiyonları göstererek dengeyi sağladı mesela.
İlginçtir, İtalya hem Dünya Kupası hem de Avrupa Şampiyonası’nda kazandığı bütün kupalarda ya çok negatif bir başlangıç yapmış ya da bir eksiklikle turnuvaya gitmiştir. 1982 Dünya Kupası’nda toplumun takıma karşı olumsuz bir görüşü mevcuttu. 2006’da kazanılan Dünya Kupası’ndan hemen önce Calciopoli Skandalı yaşandı. Son Avrupa Şampiyonası’nda ise “Yarı finali bile göremez” şeklinde yorumlar yapılıyordu.
Geçmişte Türkiye için büyük turnuvalara düzenli olarak katılan bir milli takım olmak bir hedefti. Artık bunu sürekli hale getiren bir takım olduk. İlk kez üç defa art arda Avrupa Şampiyonası’nda mücadele etme hakkı kazandık. Artık hedef yükseltme zamanı geldi. Sürekli olarak gruplardan çıkabilen ve devamında ilerleyebilen bir takım haline gelmeliyiz.
Yeri gelmişken, burada bir ülke-takım birlikteliği yakalayabilmek için Türk toplumuna da bir görev düşüyor. Gereken sinerjiyi yaratmak için herkesin Türk bayrağı altında toplanıp tek yürek olması gerekir. Kim ne derse desin, milli takım her şeyin üzerindedir.
Grup aşamasında parolamız ne olacak? Sonuç ne olursa olsun sakin kalmak mı? Önceki turnuvada zayıf karnımız bu oldu gibi?
Maçların tamamına yayılacak şekilde sabırlı ve disiplinli oynamamız gerekiyor. Ayrıca her müsabakamızı sanki son maçımızmış gibi arzulu ve azimli oynamalıyız. Ancak böyle yüzde yüzümüzü verebiliriz. Hiçbir rakibi küçümsemeden, diğerlerini de gözümüzde büyütmeden maçlara yaklaşmalıyız.
Her zaman hedefe inanmak, kendimize güvenmek, çalışkan olmak ve tabii ki kendi doğal karakterimizi ortaya koyarak oynamamız gerekli. Birlikteliğimizi daima korumalıyız.
Bu noktada yapmamız gereken en önemli şey futbolcularımızın sakin kalmalarını sağlamak. Kadromuza baktığımızda ‘en üst seviye maçlar’ diye tabir ettiğimiz bu tarz turnuvalarda oynama alışkanlığı bulunan bir futbolcu grubuna sahip olmadığımızı görüyoruz. Bunu yalnızca yaşa bakarak söylemiyorum.
Oyuncularımız buraya kadar önemli işler yaparak ve ilkleri başararak geldiler. Potansiyellerinden eminiz ve üstlerindeki baskıyı azaltacak şekilde hareket etmeliyiz. Takımın iyiliği için bunu yapmalıyız.
Hakan Çalhanoğlu uzun süredir Türk futbolseverlerin tartıştığı bir isim. Geçtiğimiz günlerde bu konuyla ilgili bir sitemde de bulundu. İtalya’daki performansını milli takımda veremediğini düşünenler az değil. Hakan’ın hem sahadaki rolü hem de manevi olarak takımınızdaki yeri ne olacak?
Leverkusen’den Milan’a transfer olduğunda onunla çalışan ilk teknik direktör bendim. Dolayısıyla geldiği noktayı en iyi anlatacak kişi de benim. Hakan Çalhanoğlu kendini son dönemde çok geliştirdi. Son milli maçlarımızda kendi seviyesine yakışan şekilde oynadı.
Inter’de üç kişilik savunmanın önünde, futbolseverlerin onu ilk tanıdığı dönemden farklı, yeni bir pozisyon buldu ve burada kendisini kabul ettirdi. Şu anda kendi mevkisinde dünyanın en iyileri arasında.
Ben, eleştirileri anlayamıyorum. Genç yaşlarda Almanya Milli Takımı’nı seçebilecekken tercihini Türkiye’den yana kullanmış bir futbolcudan bahsediyoruz. Bu bize şunu gösteriyor: Ülkesine, milletine, bayrağına ve milli formaya çok bağlı bir oyuncu kazanmışız.
Hakan’la ilgili yorumlar yaparken, Inter’in ve milli takımın farklı dizilişlerle ve farklı oyuncularla oynadığını anlamak lazım. Onun üstlendiği yeni rolü kabullenmek lazım. Hakan, taktik zekâsı ve oyun vizyonuyla olağanüstü bir seviyede.
Belki iyi oynar, belki kötü… Fakat o çok üst düzey bir futbolcu. O, bizim futbolcumuz ve ülkece bağrımıza basmalıyız.
Arda Güler’in Real Madrid’de sahaya girmediği her an, Türk izleyicisi Carlo Ancelotti’yi eleştirdi. Siz de bu sezon Madrid’e gittiniz Arda için. Don Carlo’nun Arda’yla ilgili düşünceleri neler? Ülkedeki futbolseverlerin Arda ısrarı turnuva için sizi düşündürüyor mu?
Bildiğiniz gibi Arda, Real Madrid’e transfer olduktan kısa süre sonra çok şanssız bir sakatlık yaşadı ve ocak ayına dek hiç forma giyemedi. Bu tabii ki onun forma rekabetine hemen girmesine engel oldu. Ayrıca 19 yaşında genç bir oyuncunun yabancı bir ülkeye ve yeni bir dile adapte olma sürecini de göz ardı etmemek gerek.
Real Madrid gibi üst düzey bir kulüpte düzenli olarak idman yapması, onun için büyük bir kazanç oldu. Planlı ve kontrollü bir tedavi sürecinin ardından da sağlam bir şekilde sahalara döndü. Ben Arda’ya her zaman sabırlı olması gerektiğini söyledim. O da kalitesini ve kapasitesini en çarpıcı ve net biçimde gösterdi.
Elbette Carlo Ancelotti adına konuşamam ama şunu söyleyebilirim. Futbolcuyken dahi bir teknik direktörün, en iyi durumda olduğunu düşündüğü oyuncularını kulübede tuttuğunu görmedim.
Arda çok büyük bir yetenek. Neredeyse sonsuz bir yeteneği var. Zamanla deneyim kazanarak, fiziksel yönlerini de geliştirerek en yüksek seviyelerde oynayabilmesi lazım. Çok şanslı bir futbolcu çünkü yaşı çok genç ve zaman onun yanında. Son dönemlerde düzenli oynayıp goller atması beni çok mutlu etti. Böylece kendi değerini de net biçimde ortaya koymaya başladı.
Arda’nın övgüye değer performansı yalnızca Türk taraftarları değil, artık tüm dünyayı heyecanlandıran bir noktaya ulaştı. Elbette herkes onu sahada görmek isteyecektir. Ben de Arda’nın milli takımın geleceğine damga vuracak bir futbolcu olacağını söylemiştim. Böyle bir oyuncuya sahip olduğumuz için gurur duyuyoruz. Onu takımımızda en doğru şekilde konumlandıracağız.
Bir dönem sık sık yapılan bir tartışma vardı: Milli takım performansa göre mi seçilmeli yoksa iskelet bir milli takım 11’i, havuzu mu olmalı? Siz bu tartışmanın neresindesiniz?
Türkiye’nin başarılı olduğu eski turnuvaları incelediğinizde kulüp takımlarında da beraber oynayan çok sayıda futbolcunun olduğunu, bu isimlerin yanına Avrupa’nın diğer kulüplerinde oynayan futbolcuların eklendiğini görüyorsunuz.
Oysa şu anda, Avrupa kulüplerinde forma giyen futbolcu sayımız çok daha fazla. Bu oyuncularımız kaliteleri ve yüksek performanslarıyla bu noktadalar. Biz de onları kadromuza katıyoruz. Elbette Süper Lig’de forma giyen çok seçkin oyuncularımız da var. Takımımızın ülkemizi de yansıtması lazım. Biz bu iki grubu bir potada eritiyoruz.
Bu noktada, tek bir handikapımız var. Uluslararası maç takvimine paralel olarak yılın belli dönemlerinde toplanıyor ve maç yapıyoruz. Bir arada oynama alışkanlığı hemen kazanılmıyor.
O yüzden, elbette oyuncularımızın mevcut performansları bizim oyuncu seçme ve değerlendirme sürecimizdeki önemli kriterlerden biri. Ancak tek kriter değil. Kalitesine güvendiğimiz, çalışkanlığını bildiğimiz, verilecek görevi en iyi şekilde yerine getireceğine inandığımız oyuncularımızı da bünyemize katarız.
Sakatlıklar ve cezalar olmazsa, form grafiklerinde büyük düşüşler yaşanmazsa iskeletimizi çok da değiştirmeden kadromuzun belkemiğini benzer isimlerden oluşturmayı biz de isteriz. Tabii ki amacımız hem mental hem de fiziksel olarak en iyi olduğunu düşündüğümüz oyuncuları çağırmak. Bazen şöyle bir handikapımız olabiliyor. Belli mevkilerde daha fazla alternatifimiz oluyor, bazı pozisyonlarda ise eksiklik yaşayabiliyoruz. Ama bu sadece bizim değil, bütün milli takımların sorunu.
Gerek basının gerek taraftarların tartışma konularından biri de 9 numara mevkii. Sadece bizde değil, birçok takımda var bu sorun. Bir dönem o mevkide büyük başarılar yakaladınız. Sizce dünya futbolu nasıl bu kadar santrforsuz kaldı?
Çağdaş futbolun sürekli olarak kabuk değiştirdiğini ve oyun tarzlarının değiştiğini, artık standart dizilişlerin önemini yitirdiğini kabul etmemiz gerekir. Artık hızlı ve skorer kanat oyuncularının öneminin arttığı bir dönemden geçiyoruz. Eğer bu tarz hücum oyuncularına sahipseniz klasik 9 numara stilindeki bir futbolcuya bağımlılığınız azalır.
9 numara pozisyonunda kimin oynayacağı tartışmasından bağımsız olarak, elimizdeki oyuncu kadrosuna en uygun diziliş ve oyun stratejisiyle sahaya çıkacağız. Ayrıca şunu da hiç unutmayalım: EURO 2024 Elemeleri’nin başından beri oynadığımız maçlarda attığımız 20 golü 17 farklı oyuncu kaydetmiş. Gol atmak için yalnızca birkaç oyuncuya bağımlı bir takım değiliz. Kolektif bir çabayla skor üretebiliyoruz.
Ülke olarak beklentilerimiz çabuk yükselir ve aynı hızla da dibe vurur. Çok iyi bir eleme dönemi geçirdik ve beklentiler yükseldi. Turnuvada hangi noktaya ulaştığımızda “iyi iş çıkardık” diyebiliriz?
Tarihimizde ilk defa grup lideri olarak bir büyük turnuvanın finallerinde mücadele edeceğiz. Bu önemli başarıda takımın başında olmaktan onur duyuyorum. Bu yolda Hırvatistan’ı deplasmanda ilk kez yenmek, Almanya’yı 72 yıl aradan sonra dış sahada mağlup etmek, bize hep problem olmuş Letonya’yı ilk defa iç sahada hem de çok net bir skorla yenilgiye uğratmak gibi akılda kalıcı başarılara imza atan takımımızla da gurur duyuyorum.
Bu başarılar bize aynı zamanda özgüven de aşılıyor. Oyuncularımızın potansiyellerini ve yeteneklerini biliyoruz. Almanya’da bizim en büyük itici gücümüz olacak taraftarlarımızın da desteğiyle en iyisini yapmak için mücadelemizi vereceğiz.
Elde ettiğimiz tarihi başarının ardından beklentilerin yükselmesi normal. Yalnız son iki turnuvada gruptan çıkmayı başaramadığımızı unutmayalım. O yüzden, o aşamayı geçmeyi başarırsak daha önceki iki turnuvada yapılamayanı yapmış ve ilk hedefimizi gerçekleştirmiş oluruz.
Ondan sonra neyin başarı, neyin başarısızlık olacağını bizim ortaya koyacağımız oyun gösterecektir. Ben gruplardan çıktıktan sonra yolumuzun açık olduğuna inanıyorum. Herkesin de bizim neler yapabileceğimizi çok iyi bildiğini düşünüyorum. Bir hayalimiz var ve bu hayali gerçeğe dönüştürmek için elimizden geleni yapacağız.
