socratesXreflect_alt

Sabri Mahir ve Yaşam Dilimleri

12 dk

Sabri Mahir bir efsane mi yoksa gerçek mi? Diyarbakır'dan Berlin'e uzanan hayatında farklı izler bırakan büyük spor adamını hatırlayalım. Bambaşka kesitlerle...

Getty Images

Ünlü tarihçi Hayden White'a göre "Tarih, fiili olanın hayali olana bağlandığı alandır.'' Tarihçi, yaptığı araştırmalarla 'gerçeği ortaya çıkarmak'la kalmaz; gerçekler arasındaki boşlukları hayali adımlar atarak birleştirir ve anlatısını yaratır. Bu yönüyle tarihi kahramanların hepsi, aynı zamanda hayal edilmiş kahramanlardır. Önce tarihçinin, ardından okurun dünyasında...

Sabri Mahir böyle bir kahraman mı? 1920'lerin Berlin'inde 'Korkunç Türk' namıyla şöhret olan boksörün yaşam öyküsünde derin mi derin uçurumlar var. Yazılanlara bakılırsa kurgu, gerçek ve tevatür arasında salınan bir hikâye onunkisi. Otto Friedrich'e göre Sabri Mahir aslında hiç var olmadı. Sally Mayer adlı Köln doğumlu bir Alman'dan bir Osmanlı beyefendisi yaratılmıştı. Türk asıllı Alman yazar Güney Dal için ise o bir roman kahramanıydı. Dal, 1928 yılına ait bir telefon rehberinde adını tesadüfen gördüğü Sabri Mahir Bey'in izini sürüp Aşk ve Boks ya da Sabri Mahir'in Ring Kıyısı Akşamları kitabını yazdı. Kendi ifadesiyle romanının yüzde 10'u gerçek; 90'ı kurgusaldı. Türkiye'deki okurlar ise Mahir'i büyük ölçüde internette dolaşan mitoslarla tanıyorlar. Osmanlı zaptiyelerinden kaçmak için bir Fransız gemisine binip ansızın soluğu Paris'te alan, İspanya kralının huzurunda İspanyol şampiyonunu devirerek ülkede boksu yasaklatan, Hitler'in demir yumruğu Max Schmeling'i yetiştiren Sabri Mahir!

Adına ünlü aktris Marlene Dietrich'in biyografisinde yahut Avusturyalı yazar Vicki Baum'a ait bir hatıratta rastlamak ise boksörün yaşam serüvenine vakıf olmayan okur için en enteresanı. İşte okuyacağınız bu metinde, Sabri Mahir'in öyküsü bu sürprizler üzerinden yeniden 'inşa' ediliyor. Tevatür, kurgu ve gerçeğin bu kadar iç içe geçtiği bir portre okuyucuya yeniden sunulurken, aslında neyin 'yazıldığı gibi' olmadığını göstererek ilerlemek de en doğru yöntem gibi gözüküyor.

Mahir Diyarbekirili'den Sally Mayer'e

Sabri Mahir, 1890'lı yıllarda Diyarbakır'da dünyaya geldi. Babası, kentin istinaf mahkemesi azalarından biriydi. Mahir lise eğitimini Galatasaray Lisesi'nde tamamladı. 1907'deki büyük yangından sonra okul defterlerinde 'Mahir Diyerbekirili' şeklinde yer aldı. Galatasaray Spor Kulübü'nün kurucusu Ali Sami Yen de 1936'da Akşam'a verdiği bir demeçte futbol takımının ilk kadrosunu sayarken arkadaşından 'Şimdi Berlin'de boks muallimliği yapan meşhur boksör Mahir' diye söz edecekti. Otto Friedrich ve Rob Spillman gibi düşünen yazarların aksine, yolu İstanbul'dan Berlin'e uzanan Sabri Mahir adında bir Osmanlı beyefendisi 'gerçekte' yaşamıştı. Ancak Mahir'in yaşam pastasında tadı birbirinden farklı onlarca dilim vardı. Diyarbakır'da Kürt eşrafının oğlu, İstanbul'da bıçkın bir Mekteb-i Sultani öğrencisi, Paris'te bir göçmen, Londra'da savaş mahkûmu, Berlin'de sansasyonel bir boks salonunun işletmecisi…

Sabri Mahir, boksör olarak nam salmazdan önce futbolcuydu. Galatasaray'ın ilk futbol takımında yer almış, dahası 1908-1909 şampiyonluğunu tatmıştı. İstanbul Futbol Şampiyonası'nda bir Türk takımı ilk defa zafer ipini göğüslüyordu. Parçalanmanın arifesindeki Osmanlı topraklarında sportif iddia yerini sık sık milliyetçi anlamlara bırakabiliyordu. Milliyetçilik rüzgârı Kürt genci Sabri Mahir'in de başını döndürmüş olmalı ki 1909 yılının bir Eylül günü Rum takımı Elpis ile oynanan maçta, rakibinin Yunan bayrağı rengindeki (mavi-beyaz) formasını yırtma cesareti gösterecekti. Karşılaşma, Sabri Mahir ile rakibi Isac Cohen arasındaki kavga nedeni ile yarıda kesildi. Mahir, kayıtlara -bir eskisi ortaya çıkana değin şimdilik- ceza alan ilk Türk futbolcu olarak geçti. Kavgacıydı. Bunu dönemin ünlü mecmuası Spor Alemi'ne verdiği röportajda da itiraf ediyordu. Elpis maçından birkaç ay sonra, dünyanın en meşhur havacılarından Belçikalı Baron de Caters İstanbul'da bir gösteri uçuşu gerçekleştiriyordu. Hürriyet Tepesi'ne toplanan yüzlerce İstanbullu arasında Sabri Mahir de vardı. Mahir, bu eğlence esnasında şımarık hareketlerde bulunduğunu ileri sürdüğü bir Rum vatandaşı tek yumrukta yere indirecekti. Kendi ifadesiyle bu 'ilk nakavt'ıydı.

Mahir, Galatasaray Lisesi'nin efsane müdürü, şair Tevfik Fikret'in istifası üzerine gerçekleştirilen öğrenci boykotunun liderlerinden biriydi aynı zamanda. Boykot işe yaramadı; Mahir de okulu bırakarak İstanbul'dan ayrıldı. Bazı kaynaklar onun zaptiyeler tarafından arandığı sırada bir gemiye binip kaçtığını iddia ediyor. Mahir ise anılarında 'resim tahsili için' Paris'e gittiğini söylüyor. Orada 'ressamlık' hayali yerini önce futbolculuğa, ardından boksörlüğe bırakıyor...

Racing'de Bir Osmanlı

18 Eylül 1910 tarihli şu fotoğrafa iyi bakın. Orta sıranın solunda dudağında ince bir tebessümle poz veren, gür saçlı esmer delikanlının Sabri Mahir olduğunu fark edeceksiniz. Mahir, Paris'e gittikten sonra Racing'de oynamaya başladı. Hayatın ironisi burada: Racing'deyken Elpis ile aynı renkte; mavi-beyaz formayı sırtına geçirdi. 1911'de Paris şampiyonluğu yaşadı. Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın torunu Şehzade Ali Fazıl'ın verdiği tavsiye doğrultusunda boksa başladı. Önce bir acemiler turnuvasında Fransa üçüncüsü, ardından Fransa amatör ikincisi oldu. Sonrasında profesyonel boksa adım attı! İlk karşılaşmasında, geleceğin Fransa orta sıklet şampiyonu George Bernard ile berabere kalıp dikkat çekti.

Sabri Mahir bir macera insanı, bir 'ringmeşrep'ti. Paris'ten ayrılıp şansını İspanya'da, İngiltere'de denedi. Boxrec.com sitesinde de kaydı olan resmi maçına Londra'da çıktı. Amerikalı orta sıklet Johnny Johnson'ı iki defa mağlup etti. İlk defa ringe çıkan İsviçreli boksör Lucien Humbert'ı da devirdi. Ünü yayıldı. Öyle ki; Oxford ve Cambridge'de jimnastik öğretmeni olarak işe başladı. 14 Eylül 1912'deki, İngiltere'nin ünlü orta sıklet boksörlerinden Bill Curzon'a yenilgisi ile Figaro'da haber olmuştu: ''Bir zamanlar Paris salonlarında görevli Mısırlı boksör Sabri Mahir…''

Mahir'in kariyerine en ağır darbe Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle geldi. Önce, İngiltere ağır sıklet boks şampiyonu 'Bombacı' William Thomas Wells ile yapacağı karşılaşma iptal edildi. Ardından 'düşman' Osmanlı Devleti tebaasından olduğu gerekçesiyle hapse atıldı. Mahir'e göre onu burada yaşayan Ermeniler ihbar etmişti. Üç seneyi aşkın mahkûmiyetin ardından 1919'da savaş esiri Türklerle beraber Almanya'ya gönderildi.

Sirk Şovlarından Ring Akşamlarına

Almanya'dan ülkesine dönebilir miydi Mahir? Belki… Anadolu'da istiklal mücadelesi henüz başlamıştı. Dönse İstanbul'da mı kalırdı, yoksa Diyarbakır'ın yolunu mu tutardı? O tarihlerde kardeşi Abdülaziz Bey'in İstanbul'da tüccarlık yaptığını biliyoruz. Abdülaziz Bey bir süre sonra İstanbul'un ilk stadyumu olan Taksim Stadı'nın işletmesini alacak. Peki ya Diyarbakır'da ailesinden kimler kalmıştı? Artık otuzlu yaşlarına merdiven dayamış Mahir, ihtimaller denizinde boğulmadan en iyi bildiği işe soyunacak; Almanya'da yeniden boksa başlayacaktı.

23 Ağustos 1919 günü Berlin'deki 'Zirkus Busch' sirkinde bir gösteri var. 'Korkunç Türk' lakaplı bir adam art arda dört boksörle dövüşecek. Sirkin sahibi Paul Vincenz Busch, kentin dört bir yanını bu büyük gösterinin posterleri ile süsletmiş. Mahir, rakiplerini bir bir yere seriyor ve amansız bir üne kavuşuyor. Bu karşılaşma hileli miydi? Otto Friedrich'e göre 'evet'. Çünkü 'Korkunç Türk'lüğe soyunan Sally Mayer'in rakipleri tecrübesiz gençler arasından seçilmişti. Yaklaşık bir yıl sonra Spor Alemi dergisinde çıkan bir haber de bu ihtimali güçlendiriyor. Derginin 4 Kasım 1920 tarihli sayısında yine aynı sirkte ringe çıkan Mahir'in rakibi Tom Berry ile anlaşmalı olduğu ortaya çıkınca, Alman Boksörler Cemiyeti'nin Mahir'i ağır bir cezaya çarptırdığı yazıyor. Yine de kariyerine devam ediyor Mahir.

Mahir'in 30 Mayıs 1924'te Belçika ağır sıklet şampiyonu Jack Humbeeck'in karşısına çıktığı müsabaka, belki de hayatındaki dönüm noktalarından birisi oldu. Spor Alemi'nde çıkan habere göre bu karşılaşmada kolu kırıldı. "Yoksa netice çok farklı tecelli edebilirdi.'' Yine de Mahir, ''Artık ondan geçti'' diyenlere ortaya koyduğu mücadele ile cevap vermesini bildi. Bu karşılaşmadan sonra profesyonel bir boksör olarak üç defa daha boy gösterecekti. 1920'li yılların ortalarına gelindiğindeyse artık kariyerine boks antrenörü olarak devam edecekti.

Dietrich vile Diener Aynı Ringde

Sabri Mahir'in Berlin'in işlek caddelerinden Tauentzien'de açtığı 'Gövde Geliştirme ve Boks Stüdyosu' bir anda dönemin entelektüel sosyetesinin gözde mekânı hâline gelmişti. Kimler yoktu ki? Bertolt Brecht, Marlene Dietrich, Carl Zuckmayer, Egon Erwin Kisch, Arthur Cravan, Carola Neher, Leni Riefenstahl, Vladimir Nabokov ve diğerleri… Dönemin cinsiyetçi ve toplumsal normlarına meydan okuyan sanatçı kadınlar da buradaydı; 'Yeni Nesnellik' kuramının önde gelen temsilcileri de. Spot ışıklarından sıkılan yıldız oyuncuların Almanya ağır sıklet şampiyonu Franz Diener ile aynı ringe çıktığını ancak burada görebilirdiniz.

Güney Dal kurgusal eserinde, Mahir'in stüdyosunun sadece fiziksel değil; zihinsel egzersizlere de ev sahipliği yaptığını söyleyecekti. Ringin etrafında toplanan dönemin kültür şöhretleri vakitlerini fikir teatisi içinde geçiyordu. Berlin: Yedi Bayrak Altında İki Kent kitabının yazarları Karin ve Arno Reinfrank'a göre Mahir'in, burayı kentin cazibe merkezlerinden biri hâline getirmesi aynı zamanda büyük bir ticari başarıydı. Mahir, mekana gelen kadınlara da erkeklere de aynı antrenmanı yaptırıyordu. Bu eşitlikçi tavır özellikle Marlene Dietrich'in hoşuna gidiyordu. Kendini zorlamayı seven Marlene, Elisabeth Lenatz ile beraber Mahir'in en sadık öğrencileriydi. Geçirdiği ameliyat sonrası güçlenmek için Mahir'in stüdyosuna başlayan Vicki Baum ise anılarında, hocasının acımasızlığından dem vurarak onun amatörlerle profesyonelleri ayırt edemediğini iddia edecekti.

Yine de Baum, Mahir'in Franz Diener için özel olarak geliştirdiği ip atlama rutininde ustalaşmış olmaktan büyük keyif aldığını da kaydetmekteydi.

Mahir, Franz Diener'in antrenörü ve menajeriydi. Aslında önce Max Schmeling'i çalıştırmak istemiş; ancak Schmeling'in menajeri Arthur Bülow izin vermemişti. Bunun üzerine Mahir, Franz'la yoluna devam etti. Franz, onun çalıştırıcılığında Almanya ağır sıklet şampiyonu Samson-Koerner ile ringe çıktı ve rakibini mağlup etmeyi başardı. Franz ve Mahir, 1926'da Amerika turnesine çıktılar. Mahir, New York'a gelir gelmez, Avrupa ağır sıklet boks şampiyonu Paulino Uzcudun ve Amerika şampiyonu Jack Dempsey'ye meydan okuyacaklarını söyleyecekti. Açıklamasını "Samson-Körner'le şampiyonluk unvanı için karşılaştığında ona (Franz'a) rakibini ilk raundda yere indirmesini söyledim. Müsabakanın gidişatı, yönlendirme gücümü Diener'ın üzerinde iyi bir şekilde kullandığımı ispatladı. Bunu nasıl yaptığım ise benim sırrım olarak kalsın'' diyerek tamamladı. Mahir iddialıydı. Öyle ki haberin sonuna küçük bir not eklenmiş ve Mahir'in bir Türk olduğu hatırlatılarak son sözleriyle Doğuluların herkesçe bilinen fakirizmini sergilediği yazılmıştı! Ama Amerika'da işler istedikleri gibi gitmedi. Franz, ne Paulino ne de Dempsey ile karşılaşabildi. Turne, erken tamamlandı. Mahir 1930'ların ortalarına kadar stüdyosunu işletmeye devam etti. Diener'dan sonra Arno Köelblin'in de menajerliğini yaptı. 1933'te Paris-soir'da çıkan habere göre Mahir, Berlinli boksörü Avrupa turnesine çıkarmıştı.

Otuzların ikinci yarısı itibarıyla Almanya'da yükselen siyasi ve toplumsal huzursuzluk boks çevrelerini de etkilemeye başlamıştı. Yahudi boksör ve menajerler ülkeyi hızla terk ediyordu. Max Schmeling'in yaşam öyküsünü aktaran Jon Hughes'e göre, değişen koşullar içinde Sabri Mahir'in de Almanya'da çalışmaya devam etmesi mümkün değildi. Mahir'e ilişkin pek çok kaynakta, kahramanımızın İkinci Dünya Savaşı yıllarında Fransa'ya geçtiği ve bir başka Galatasaraylı, Rasih Minkari'nin desteği ile Türkiye'nin Paris Büyükelçiliği'nde çevirmenlik yaptığı yazıyor. Savaşın bitmesi ile Mahir yeniden Berlin'e geçecekti. Peki ya bundan sonrası? Ünlü boks spikeri Orhan Ayhan, Mahir'in 1980'de yaşama veda edene dek Berlin'de kaldığını söylese de, savaş ve sonrasına ait dönem hâlâ 'gizem'ini koruyor. Bu noktada, Sabri Mahir'in yaşam pastasının en son dilimini hayal etmek de siz okuyucuya düşüyor!

Socrates Dergi