Sadece Üç Adım Atabilirsin

7 dk

İnsan neden hentbolcu olmak ister? Neden dört adım değil de üç adım? Kaya Genç, okul yıllarında başlayan ve kısa sürede sona eren hentbol kariyerini kaleme aldı.

Bahçedeydik; üzerimizde eşofmanlarımızla sıraya girmiş, beden eğitimi öğretmenimizin dönmesini bekliyorduk. Ben sıranın başındaydım, çünkü sınıfın en uzun boylusuydum, yanımda duran çocuk sınıfın ikinci en uzunuydu. Bizim kadar uzun boylu beden eğitimi öğretmenimizi beklerken karşımızda kararlı adımlarla yürüyen, orta boylu, kuvvetli bir adam arz-ı endam etti. Yan sınıfın öğretmeniydi, bir hentbol takımı kurmaya karar vermişti ve kuracağı hentbol takımına oyuncu arıyordu.

"Bu sınıfta solak var mı solak?" diye sordu.

Önümde uçan bir sineği seyrettim; daireler çizerek, bir gösteri uçağı gibi süzülüyordu havada. Yanımda duran sınıfın en uzun ikinci çocuğu "Hocam" dedi, "Kaya solak!"

Hentbol kariyerim böyle başladı.


Ellerim büyük olduğu için hentbol için idealim, boyum uzun olduğu için hentbol için idealim, solak olduğum için hentbol için idealim. Görevim, sağ ellerini kullanan rakiplerimden ‘hooop’ diye top çalmak; görevim, keskin gözlerimle kaleye en yakındaki takım arkadaşımın tam eline oturacak şekilde topu fırlatmak; görevim, Amerikan futbolcuları gibi rakip takımın bizim kalemize ulaşmasına engel olmak... Küt pat tak, omuzlar, kollar, kafalar, göğüsler, bir savaş meydanında düşman imparatorluklar için savaşan askerler gibiyiz. Büyük ellerimle topu çalıyor, pas atıyor, rakiplerime hadlerini bildiriyorum. Saatler boyunca kaleler arasında koşup ter dökerken “Hentbol için ideal olmak için ben ne suç işlemiş olabilirim şu hayatta?” diye Allah'a soruyorum.


Antrenman için Polonezköy'deyiz ve ince patika boyunca rap rap rap adımlarla koşuyoruz. Bir nehir gibi ilerliyoruz, arkadakinden daha hızlı, öndekinden daha yavaş koşmak şart ve bir de hiç yorulmamak... Antrenman için Bağlarbaşı'ndayız; her gün sekiz saat İngiliz eğitimi veren okulumuzun son zili çaldıktan sonra gidilecek en güzel yerde. Hentbol o yıllarda ülkeye yeni yeni giren kivi, mısır gevreği, şifreli televizyon kanalı gibi egzotik bir şey olduğundan herkes diyor ki; "Hentbol nedir anlatsana bir Kaya." Futbolculara sorulmaz bu, basketbolculara da, koşuculara da; hentbol ise soyut sanat gibi bir şey, hayatta ona rastlamamış kişi çok, tane tane anlatmak lazım gelir.

"Topu basketboldaki gibi sektiriyorsun, iki sektiriş arasında en fazla üç adım atabiliyorsun, kaleye doğru yükseliyor ve de topu şöyle tam köşeye çakıyorsun."

"Futbol ile basketbolun karışımı gibi bu" derdi teyzem.

"Öyle öyle teyze, sen bana bir tabak köfte daha versene."


Hentbol bir koreografi işi, karşı tarafın dikkatini dağıtmak için bir gösteri düzenleme sanatı, o ele tam oturan topun en kısa sürede karşı kaleye girmesini sağlayacak lojistik operasyonunu yönetme sorumluluğu. İnsana paslaşmanın hinliğini, stratejisini, güzelliğini öğretir. Karşındakinin gözlerinin içine bakarak “Ben şimdi sana doğru koşacağım koçum” mesajı verirken aaa topu paslamışsın bile. Nereye paslamışsın peki? Sen hareketlerinle rakibini oyalarken pasın kendisine geleceğini çok çok iyi bilen arkadaşına tabii.

Ayrıca başkalarından top çalmayı da öğretir, bu koreografiye benzeyen fevkalade sanatkârane spor dalı. Paslaşanların paslaşırken oluşturdukları bir enerji vardır; sen paslaşanların paslaştıkları anda topu çaldığında o enerji de sana paslanmış olur. Hırsızlık, hentbol sporunun olmazsa olmazıdır.

Demek buraya geleceğimizi hissettin, peki al o zaman ey akıllı okur: Hentbol sporların en ilerlemecisidir, bütün mevzu elindeki tebeşirle en uzak noktaya bir çentik atabilmektir aslında. İlerleme yolunda her şey revadır. Sırf ilerlemenin aracısı top bizim takımda olsun ve biz en karşımızdaki noktaya ulaşalım diyedir her şey. Topu kimin tuttuğu da önemli değildir bir süre sonra. Önemli olan tek şey karşımızdaki o en uzak noktaya ulaşabilmemizdir.

Biliriz ki bizim ulaşmak istediğimiz yerden yola çıkan ve bizim yola çıktığımız yere ulaşmak için her şeyi yapmaya hazır ötekiler vardır ve oyunun amacı da zaten her şeyi yapmaya hazır ve birbirinin ötekisi bu iki insan grubunun birbirlerine neler yapacağını izletmektir insanlara.


Soyunma odasındaydık; ben yedekler arasında olduğumdan arkadaşlarla makara yapıyordum, antrenörümüz içeri girip şöyle bir çevreye baktıktan sonra bana dönüp sesini yükseltti, "Kaya baban maçı seyretmeye gelmiş, takımdasın" deyip odadan çıktı.

Yedek kulübesindeyken hentbol izlemek:

i) Bizimkiler maçı kazansa ne güzel olur,

ii) Bizimkilerden X ne kadar kötü oynuyor,

iii) Bizimkilerden Y bugün çok iyi,

iv) Antrenörümüz keşke X'i maçtan alsa,

v) Keşke Y'ye faul yapmaya çalışan o diğer çocuğun ayağına kramp girse.

Sahaya çıkıp hentbol oynamak:

i) Bizimkiler yedek kulübesinde benim için “Ne kadar kötü oynuyor” diyordur şimdi,

ii) Bizimkiler yedek kulübesinden şu yaptığım hareketi alkışlıyordur,

iii) Ben bugün çok iyiyim ama X bugün hiç iyi oynamıyor, attığım pasları da doğru düzgün tutamıyor ve bizim takımı da doğrusu çok fena yavaşlatıyor,

iv) Y amma sinirli bugün ha, biraz sakinleşse de bunun bir maç olduğunu hatırlasa, buraya karakterlerimizi analiz etmeye gelmedik, topu karşı kaleye mıhlamaya geldik,

v) Bir sakinleş de kendine gel Y, sen iyisi mi yalnızca topunu oyna, bana da öyle dik dik bakma.


Maç bitti, bugün servisle değil babamızın arabasında dönüyoruz eve. Bağlarbaşı, Altunizade, Capitol, karanlığın içinde ışıklar, silecekler bunların arasında bir kalkıyor bir iniyor, bir kalkıyor bir iniyor, bir kalkıyor bir iniyor... Eve dönmeye çalışan İstanbulluların sesleri, öğrenciler yollarda, köprüde otobüsler balık istifi gibi, Nişantaşı'nda trafik polisi sırılsıklam olmuş, trafik ışıkları yan-sön, yansön, yan-sön yapıyor ve biz arabada bir maçtan dönüyoruz, maçtaki oyunculardan biri ve maçtaki oyunculardan birinin babası.

"Heyecanlı maçtı, çok iyi oynadın, şimdi annene de anlatırız yemekte."

"Sen gelmesen ben yedek kulübesinde olacaktım bu akşam baba."

"Şu bakkala uğrayalım, annenin siparişi vardı."


Sahnedesin; ışıklar altında, hentbol maçının en heyecanlı anında. Koşuyorsun, topu sektiriyor ve üç adım atıyor ve pasını veriyor ve pas verdiğin kişiden geri aldığın topla bir-iki-üç yükselip havaya uzanmış eller arasından topu düşmanın kalesine yollamaya hazırlanıyorsun. Rakip takımın oyuncuları şaşkın, suratlarında bir garip ifade, artık ne yapsalar nafile. Çünkü sen elinde topunla yükseliyorsun ve ulaştığın yükseklikte kimse seni durduramaz, senden uzun boylusu yok rakip takımda, olsa bile senin kadar yükseklere zıplar ama ancak rüyalarında. Ya da sen öyle zannediyorsun. Topu rakip takıma kaptırıyorsun. Bütün takım kendi kalesine doğru geri geri koşmaya başlıyor. Az önce elinde duran top, şimdi sizin kalenin ağlarına takılmış, havada sanki hâlâ dönüyor.

Niye üç adım? Hep merak ettim. Üç adım neyi sembolize ediyor? Hayatta top elimize geldiğinde bize verilen adım atma sayısı sadece üç mü? Neden dört değil? Bunları düşünmeye başla, bak bakalım, o adımları eskisi gibi rahat atabilecek misin?

Sorular sormak hentbol oyuncusu için iyi değil. Bir yazar, yazarken parmak eklemlerinin girdiği biçimleri düşünürse bir süre sonra yazamaz hale gelir. Hele bir de günlerini kitap okuyarak ve sigara eşliğinde yazılar yazarak geçirmeye başladıysa. Hocam ben takımdan çıkmak istiyorum çünkü derslerim çok yoğunlaştı, buraya gelmem çok zorlaştı, bu güzel spora artık veda etme zamanı.


Bahçedeydik; eşofmanlarımızla sıraya girmiş, beden eğitimi öğretmenimizin dönmesini bekliyorduk. Birkaç hafta sonra bu okuldan ayrılacağız ve ona bir daha dönmeyeceğiz, şu an yaşadıklarımız bir hatıra olacak yalnızca.

Sıranın başındaydım, çünkü sınıfın en uzun boylusuydum, yanımda duran çocuk sınıfın en uzun ikincisiydi, bizim kadar uzun boylu beden eğitimi öğretmenimizi beklerken önümüzden kararlı adımlarla yürüyen, orta boylu, kuvvetli eski hentbol antrenörümüz geçti.

Önümde uçan bir sineği seyrettim; daireler çizerek, bir gösteri uçağı gibi süzülüyordu havada, yanımda duran sınıfın en uzun ikinci çocuğu sessizdi, bir an önce beden eğitimi öğretmenimiz gelse ve bu ders de bitse diye bekliyordu. Antrenör bana döndü, başka kimse bakmıyorken sağ elinin üç parmağını havada sallayarak bana gülümsedi, hentbolcular arası gizli bir işaretti sanki bu yaptığı, hızlandı, uzaklaştı, bir köşeyi dönüp gözden kayboldu, bir daha hiç görmedim onu. Hentbol kariyerim böyle bitti.

Kaya Genç

8. Sayı
Kasım 2015



Socrates Dergi