Sahne Işıkları

5 dk

Sports Illustrated’ın boks yazarı Richard O’Brien, 1960’larda medyanın gücünü erkenden kavramasının Ali’nin kariyerinde büyük role sahip olduğunu savunuyor.

Muhammed Ali sporun değişime uğradığı bir dönemde ortaya çıktı. Televizyon yaygınlaşmaya başlamıştı, dergiler ve gazeteler gibi diğer kitle iletişim araçları da zaten oradaydı. Ancak ringdeki atletik yeteneklerine ek olarak, boksu takip ediyorsanız, Ali tam olarak ağır sıklet boksun hareketli olmadığı bir dönemde geldi. Hızlıydı, zarafetliydi ve bunlar daha önce ağır sıklet boksta olmayan özelliklerdi. Lâkin bir yandan insanlar onun için “Klasik bir boksör değil. Böyle başarılı olamaz. Çoğu şeyi yanlış yapıyor. Vücuda yumruk atmıyor” diyorlardı. Yine de bu sözde hatalara rağmen kısa sürede Ali’nin böyle de başarılı olabileceği anlaşıldı.

Bu başarıyı sadece ringdeki hızı, atletizmi, isteği ve zekası değil; kişiliği, hitap yeteneği ve hayâl gücü de getirdi. Bu yönü, daha önce gördüğümüz hiçbir atlete benzemiyordu. O yıllarda -bilhassa da Amerika Birleşik Devletleri’nde- sporcuların mütevazı olması gerektiği düşünülüyordu. Ali bu modeli yıktı. O dönemde toplum da değişiyordu, ABD’de ve Avrupa’da... The Beatles da benzer şekilde popüler olmuştu. Ali de bu heyecan verici role çok iyi ayak uydurdu. Irklar arası sorunlarda politik olarak aktifti ve bunu daha önce hiçbir sporcudan görmemiştik. Ali, hayatı boyunca defalarca kendini yeniden yarattı ve insanlar da bunun farkındaydı. Sadece ağır sıkletin yeni yıldızı değildi, sonrasında politik bir figür haline geldi. Özellikle de Amerika’da Müslüman olup Elijah Muhammed’e ve İslam Ulusu’na yaklaşması birçok insanı sinirlendirdi. Askere alınmayı reddettiğinde genç nesil tarafından onay alsa da toplumun geneli onun da kötü bir şey olduğunu düşünmüştü. Aynı dönemde kişisel hayatında da sorunlar yaşadı ve orada da mükemmelden uzaktı. Ama ne olursa olsun, politik görüşlerine sadık olduğunu gösterdi.

Altmışların sonuyla birlikte Amerika’da savaşa karşı bakış değişmeye başlamıştı. Böylece insanlar Ali’nin çoğu görüşünde haklı olduğunu anladı. Evlilikleri hakkında istediğinizi söyleyebilirsiniz ama daha büyük olaylardaki bağlılığı ortadaydı ve bu da onun kabul görmesini sağladı. Bence daha erken emekli olmalıydı ama Amerika’daki insanlar onun dayanıklılığından etkilenmişti. Emekliliğinden sonra da Parkinson hastalığının belirtilerini göstermeye başladı. Bu da ringde olanların bir etkisiydi. İnsanlar keskin yanlarını unutup onu kabul etmeye başladılar. Özellikle de hayatının son 30 yılında Ali’yi farklı şekilde sunma çalışması vardı. Bunu yapanların çoğu da Ali dövüşürken ortada bile olmayan kişilerdi. Belki de çoğu, insanları neyin sinirlendirdiğini unutmuşlardı.

Ölümünden sonra onun adına bir özel sayı hazırladık, o sırada arşivlere bakıp derginin Ali’nin ortaya çıkışından beri yaptığı işleri inceledik. Daha yolun başında, basının önemini anladığı çok net. Sahne ışıkları altında olmayı seviyordu ve farklı kişiliği nedeniyle onunla röportaj yaparken standart cevaplar veren normal bir spor yıldızına mikrofon uzatmıyordunuz. Eski röportajlarını izlerseniz, karşısındaki gazetecilerin standart sorular sormakta ne kadar zorlandığını görebiliyorsunuz. Ali, karşısındaki kişiyle oynardı ve onu başka yönlere çekerdi.

SI bunun yeni bir fırsat olduğunun erkenden farkına vardı. Şanslıyız; çünkü yetmişlerdeki yöneticilerimiz Ali’nin potansiyeli olduğunu anlamıştı. Bir başka şanslı olduğumuz konu da Ali’nin muhtemelen tarihin en fotojenik insanı olmasıydı, öyle ki fotoğraflara bakarsanız tek bir kötü fotoğrafını göremezsiniz. Fotoğrafçımız Neil Leifer, Ali’nin ilk fotoğrafını çektiğinde henüz yirmili yaşlarında bile değildi. O günden bu yana Ali’nin en etkileyici fotoğraflarını çeken kişi de o oldu. Böylelikle Ali, yeterince göz önünde olan bir dergi olduğumuzun farkına vardı ve bize zaman ayırdı, özel alanlarına dahil olmamıza izin verdi.

Socrates Dergi