
Sahte 1
3 dk
Rene Higuita, çizgi kaleciliği bir yana ceza alanıyla dahi yetinmeyen, topla oynamaya tutkun bir isimdi. Ancak sorun şu ki tüm bunlar bir ekstra değil, asıl görevinin önüne geçen işlerdi. Peki bu cesaretin ardında ne vardı?
Lyon kalecisi Gregory Coupet'nin Barcelona maçındaki kurtarışı gibi, Diego Armando Maradona'nın İngiltere maçındaki anlaşılmaz biçimde kutsanan sahtekârlığı gibi ya da Geoff Hurst'ün 1966 Dünya Kupası Finali'nde üst direkten çizginin üzerine düşen şutu gibi, Kolombiya kalecisi Rene Higuita'nın İngiltere'ye karşı yaptığı kurtarış da yıllarca jenerikleri süsledi. 'Akrep kurtarışı' olarak kayıtlara geçen bu hareket, aynı zamanda Higuita ismi duyulduğunda zihinlerde beliren ilk imge. Tabii ki böylesine çarpıcı bir hareketin, diğer her şeyin ötesine geçerek bir ikona hâlini alması oldukça doğal. Ama yine de -o ânın özetleyici kimliğini kabul etmekle birlikte- Higuita'nın bundan biraz daha fazlası olduğunu söylemek gerek.
Akrep kurtarışı, muhtemelen 'Deli' lakaplı kalecinin kariyerindeki en riskli on hareketten biri değildi. Elbette rezil olma tehlikesi söz konusuydu ancak ortada bunun ötesinde bir riskten söz edilemezdi. Zira büyük çoğunluk tarafından Dünya Kupası'nda yaşandığı sanılan bu olay, aslında bir hazırlık maçında, üstelik yan hakem ofsayt bayrağını kaldırdığı sırada gerçekleşmişti. Oysa Higuita, mahalle maçlarındaki canı sıkılan kaleci misali, topla neredeyse her buluşmasına bir varyete sığdıran bir isimdi. Bu şovmenliği, zaman zaman başına iş açmadı da değil. 1990 Dünya Kupası'nın son 16 turunda oynadıkları Kamerun maçının uzatma bölümündeki gereksiz hareketleri, Roger Milla'nın baskısıyla birleşince Kolombiya kalesinde bir gol olarak değer buldu ve o golle elendiler.
Peki ya Milla topu kapmasaydı? Bana sorarsanız, pek bir şey fark etmezdi. Kimileri Higuita'yı libero kalecilerin atası olarak görse de Kolombiyalının hareketleri aslında pek de mantıklı işler değildi. Evet, sadece çizgide durmayıp bütün ceza sahasına, hatta takımı hücum hâlindeyken daha da geniş bir alana hâkim olması bir artıydı. Şüphesiz tribüne de ekstra seyirci çekiyordu. Ancak eline alıp tek pasla orta sahaya atabileceği topları, sayısız riske girip çalımlarla aynı noktaya taşımasının takımına bir katkısı yoktu. Kaldı ki oynadığı dönemde bugünkü teknolojik olanaklara sahip olunmadığından dolayı bilemiyoruz, kim bilir, Milla benzeri golü kariyerinde kaç defa yedi... Avrupa kariyerinin yarım sezonluk bir Real Valladolid macerasından ibaret oluşu sanırım bu konuda açıklayıcı olabilir ki İspanya'da yaptığı bazı maskaralıkları YouTube'dan da izleyebilmek mümkün.
Güney Amerika'dan çıkan her 100 kalecinin 99'u gibi Higuita da futbola kaleci olarak başlamamıştı ve üst düzey bir çalım yeteneği vardı, evet, ama futbol sahası da bir sirk değildi. Çalım, atılması gerektiğinde atılırdı. Bunu bilen İspanyollar onu takımdan gönderse de o, İspanya'da ona yaptırılmayanı, kendi ülkesinde yapmaya devam etti. Burada bir başka soru sormak mümkün: 1994 Dünya Kupası'nda kendi kalesine gol atan oyuncunun öldürüleceği Kolombiya'da Higuita'nın bu cesaretinin sırrı neydi? Cevap, uyuşturucu kaçakçısı Pablo Escobar ile olan ilişkisinde gizli. Ama bu ilişki, iki ucu keskin bir bıçaktı ve Higuita'nın kariyerinin en büyük riski de işte buydu. Bir mafya hesaplaşmasında fidye taşınmasına aracılık ettiği belirlenen kaleci, tam da Kolombiya futbolunun en çok umut vadettiği dönemde hapse girdi ve Dünya Kupası'nı evinde izlemekle yetindi. Ve daha sonra, ancak o hazırlık maçında isminden söz ettirebildi...