
Sakatlık Uçurumunda
6 dk
Marco van Basten sohbetleri birçok kez “Eğer sakatlanmasaydı…” diye başlar ve büyük övgülerle devam eder. Fakat efsanenin sadece dibe vuruşunda değil, zirveye çıkışında da sakatlıklar başrol oynar.
“Sanırım orta sahada oynamam daha iyi olacak.” 9 numara sırtındayken yediği tekmelerden bunalmıştı. Eve gider gitmez, babası Joop’a bu teklifi sundu. Joop, eski bir savunmacıydı ve ufaklığın neler çektiğini çok iyi biliyordu. Ona bir öğüt verdi: “Hayır, hücumda kalmalısın. En zor pozisyondur ama en iyi orada öğrenirsin.” Çaylak futbolcu adayı, bir süre sonra yediği tekmeleri iltifat olarak kabul etmeye başlamıştı. Ona göre rakipler onu durduramadıkları için tekme atıyorlardı. Marco van Basten’in sakatlık uçurumundaki kariyeri, bu tehditlerle başlamıştı.Daha küçük yaşta keşfedilmişti. Bu keşfi yapanlardan biri de Cruyff’tu. ‘Sarı Fare’ , eski rakibi Sandro Mazzola’ya Milano’daki özel bir turnuva öncesi elinde farklı bir gencin olduğunu söylemiş, “Johan, burası profesyoneller için” cevabını almıştı. Ama ısrarcıydı: “Bu çocuk da profesyonel gibi zaten!” Mazzola da onu izlediğinde Cruyff’a hak vermişti. Van Basten, kısa süre sonra Ajax kadrosunda yer buldu ve ilk maçında Cruyff’un yerine oyuna girdi. Hollandalı, bütün özellikleri ile tam bir santrfordu. Ama o döneme kadar işi çoğunlukla gol atmak olan 9 numaralardan büyük bir farkı vardı. En az bir 10 numara kadar zarifti. Top kontrolü, çalım kabiliyeti ve skor oyuncusu olması kadar takımı için de çalışan bir santrfor olma özellikleri ile farklı bir görüntü veriyordu. İlk patlamayı 1983-1984’te yaptı ve 28 golle ligin kralı oldu. Aynı senaryo, takip eden sezonda tekrar sahnelendiğinde Mazzola, devreye girmenin tam zamanı olduğunu hissetmişti. Zaten önceki tanışma faslında bir nevi anlaşma sağlanmış, imza atılmasa da söz kesilmişti. Fakat kader ağlarını örmeye başlamıştı. Inter gözlemcileri, van Basten’in hastalık geçirdiğini ve altı ay sahalardan uzak kalma ihtimali olduğunu söyledi. Inter, yeni sezon kadrosunu kurmak zorundaydı ve dönemin kuralları gereği ancak iki yabancı futbolcuyu kadroda tutabiliyorlardı. Karar verildi, van Basten transferi iptal olmuştu.
Cruyff, 1985 yazında Ajax’ın başına geçmiş ve 1980 model Total Futbol’un temellerini atmak için kolları sıvamıştı. Hastalığından kurtulan van Basten gol atmaya devam ediyordu. 1985-1986 sezonunda bu sefer 37 golle kariyerinin zirvesine çıktı. Fakat Aralık 1986’da dizinden sakatlandı ve uzun süre sahalardan ayrı kaldı. Mart ayında döndüğünde, Ajax ligden kopmuş, Cruyff’un koltuğu sallanmaya başlamıştı. İmdada yetişen, Hollanda futbolunun yeni yıldızı olacaktı. 13 Mayıs 1987’de Lokomotive Leipzig’i 1-0 yenen Ajax, 1973’ten sonra ilk kez bir Avrupa kupası kaldırırken, van Basten galibiyeti getirmişti. 5 Haziran’da ise Den Haag’ı 4-2 yenerek Hollanda Kupası’nı kazandıklarında attığı iki golle sonucu belirlemişti. O finalden birkaç gün sonra verdiği röportajda, sezonun büyük bölümünde oynamamasından, yanlış tedavilerden ve takımın performansından bahsettikten sonra Cruyff’un bu durumdan rahatsız olduğunu belirtiyordu. Söyleşi şöyle bitiyordu:
— Peki Ajax, Kupa Galipleri Kupası’nı kazanmasaydı size ne olurdu?
— Nisan'da -Cruyff- şöyle demişti: “Eğer bize o kupaları getirmezsen seni bitiririm. Bundan emin ol; seni yok ederim!” Sanırım basında yapacağı eleştiri bombardımanıyla başlardı: “O zayıf biri, tutarsız, sizi yarı yolda bırakır.” Tabii finalde gol atarken bunu düşünmüyordum ama sonradan ayrıca sevindim çünkü Johan sizi yok edebilir, bundan emin olabilirsiniz.’’
O yaz, kapağı Milano’ya attı. Fakat devrede AC Milan vardı. Silvio Berlusconi’nin ‘uçuk’ projesinin en görkemli hamlelerinden biriydi. Fakat daha sezona yeni başlamışken, dizindeki problem yine ondan rol çaldı ve beş aya yakın süre oynayamadı. Ama Milan’ın uzun süre sonra şampiyonluğa ulaşması, soru işaretlerinden biraz kurtulmasını sağlamıştı…
Hollanda, 1988 Avrupa Şampiyonası’na gittiğinde Rinus Michels, van Basten’i 11’inde düşünmüyordu. Uzun süre oynamamıştı. Fakat SSCB maçındaki mağlubiyet, Michels’in fikrini değiştirdi ve dört sene sürecek van Basten resitali başladı… Perdeyi İngiltere ile açtı, finalde SSCB’ye attığı mantık dışı golle kapadı. Hollanda, ilk kez uluslararası bir kupa kazanırken, turnuvanın yıldızı bir kez daha dizini yenenvan Basten’di...
Milan’da da işler aynı muazzamlıkta ilerledi. 1988-1989 sezonunu Şampiyon Kulüpler Kupası ile kapadılar, ertesi sezon yine o tahta çıktılar. 1988 yazındaki performans ile Ballon d’Or kazanan Hollandalı santrfor, iki sezon daha Avrupa’nın en iyi oyuncusu olmayı başaracaktı. Fakat 1992’de filmin kötü karakteri yine ortaya çıktı. Dört ay sahalardan uzak kaldı, iyileşti ama sakatlık bir daha nüksetti. Milan, 26 Mayıs 1993’te Marsilya karşısında Kupa 1 finaline çıktığında, sakatlığı bir kez daha aşan van Basten sahadaydı fakat Basile Boli’nin maç içindeki sert hareketi ile 85. dakikada yere yığıldı ve bir daha hiç dönmemecesine sahalardan ayrıldı…
Total Futbol, klasik santrforlar için ağızda acı bir tat bırakan ziyafet. Belki hücuma dayalı bir sistem ama ilk uygulanmaya başladığı tarihten, 2000’lerdeki yansımalarına kadar 9 numaralar için büyük bir varoluş savaşını da beraberinde getirmeye devam ediyor. Ajax, Hollanda gol kralı Dick van Dijk’tan verim alamadı; Barcelona, 1990’larda Romario ya da Stoichkov gibi ‘9 olmayan’ forvetlerle gol aradı ve 2000’lerde sistemin son kurbanı -biraz da ego sorunları nedeniyle- Ibrahimovic oldu. Bu denklemi bozan en büyük istisna van Basten’di. Ajax’ta büyüdü, Michels’le kazandı ve Çizme’de Total Futbol fantezisi yapan Arrigo Sacchi’nin en büyük skor gücü oldu. İtalyan, “Başka hiçbir santrfor, takımı için o kadar uğraş vermez” diyordu. Takım arkadaşları, gördükleri en büyük santrforun Marco olduğu konusunda hemfikirdi. Ama onu en güzel özetleyen Tassotti’ydi: “Gördüğüm en güzel santrfordu. İnanılmaz bir zarafeti vardı.”
Marco van Basten, ‘Utrecht Kuğusu’ lakabını almasını sağlayan estetiği ile klasik 9 numara tanımını değiştirdi ve Ronaldo ya da Henry gibi forvetlerin önünü açtı. Futbolu bıraktığında ‘despot’ Fabio Capello’nun döktüğü gözyaşlarının sebebi bu ‘klas’ gol canavarını bir kez daha izleyemeyecek olmasıydı. Demetrio Albertini’nin 2006’daki jübilesinde 42 yaşında ve bitmiş bir dizle yaptığı kafa vuruşu ile attığı golde birçok futbolseverin boğazının düğümlenmesinin nedeni de aynıydı aslında… Kariyeri, sakatlıklar ve zaferlerle; bir bakıma şans ve şanssızlıklarla geçti. Futbol tarihine kondurduğu imzalardan en ikoniği olan Rinat Dasaev’e attığı vole de bir bakıma aynı tezatlığı sunuyor. Bazı takım arkadaşları, “Belki bir milyon kez daha vursa, o golü atamaz” diyor, Frank Rijkaard ise onun zarafetine güvenini sürdürüyor: “Orada şans yoktu çünkü golü atan Marco’ydu…”