Sizin Yolunuz

6 dk

Erling Haaland, Naby Keita, Dominik Szoboszlai... Avrupa futbolunu kasıp kavuran gençlerin CV'sinde artık RB Salzburg yazıyor. Sportif direktörleri Christoph Freund'a scouting süreçlerini sorduk. Bir de Sadio Mane'yi...

Edirne'den 1623 kilometre ötede, Salzburg'da, Türkiye'den çok daha farklı bir futbol yapısı var. Genç oyunculara karşı bakış, yapılan yıldız transferleri ve sürekliliğe olan inanç. Hemen hemen her değer, birbirinden farklı. Altını çizmeye çalıştığımız "Türkiye'deki yanlış, Avusturya'daki doğru" gibi bir genelleme değil. Her coğrafyanın formülleri farklı. Net olan, işleyişin birbirinden 180 derece farklı olduğu. Biz de o farklılığın peşine düştük, Christoph Freund ile önce Salzburg'da kurdukları yapıyı konuştuk, sonra da Türkiye'ye uzandık.

Üç sene önce Avrupa Ligi'nde yarı finale yükseldiğiniz kadroda olan ve hâlâ RB Salzburg forması giyen yalnızca üç oyuncu var. Bu süre zarfında Haaland'dan Szoboszlai'ye birçok yeni oyuncuyu da elit kulüplere sattınız. Kadronuzda bu kadar fazla sirkülasyona sahip olup uzun vadeli başarıyı verimli şekilde elde etmenin sırrı nedir?

Bence burada bir sır yok. Bundan dokuz sene önce, 2012'de, bir plan yaptık. Bu plana sadık kaldık ve onun meyvelerini topladık. Sonuçta plan yapmak dünyanın en kolay şeyi. Herkes hayatında neredeyse her gün plan yapar, bireysel ya da kolektif. Bugün erken kalkacağım, kitap okuyacağım, spor yapacağım… Peki kaçı bu plana sadık kalır? Önemli olan bu plana sadık kalmak. İyi ve özellikle kötü günde.

2012'de yalnızca genç ve yetenekli oyuncuları transfer edeceğimiz bir anlayışı benimsemiştik. Anafikir, bu genç oyuncuların Avrupa sahnesine atacağı ilk adımları Salzburg formasıyla atmalarıydı. Bizi, bu adım için en uygun yer olarak görmelerini sağlamak istiyorduk.

Bu yüzden de genç oyuncu gelişimine ve uluslararası scouting'e tahmin edemeyeceğiniz kadar emek verdik. Yetenekli oyuncuları gözlemledik, kadromuza kattık, geliştirdik ve onları daha üst seviye liglere sattık. Büyük çerçeveden bakınca da bu işte çok başarılı olduğumuzu düşünüyorum. Dediğim gibi plan yapmak değil, planı uygulamak önemli.

Bir oyuncuyu takip ederken yeteneğinden önce zihinsel dayanıklılığına odaklandığınızı ve oyuncunun mantalitesinin yeteneklerinden değerli olduğunu söylemiştiniz. Hâlâ aynı fikirde misiniz?

Evet, kesinlikle. Hem oyuncu gözlemlerken hem de genç takımımızı eğitirken her bir oyuncu için gözettiğimiz şey yetenekten önce zihinsel güçleri. Hâlâ…

Bu dayanıklılığı nasıl gözlemliyorsunuz? Sonuçta bir oyuncuyu istatistik kâğıdından tartmak kolay. Ya da attığı gol veya yaptığı asistlerle. Ama burada tamamen soyut bir şeyden bahsediyoruz…

Oyuncu, oyundan çıkarken ne tepki veriyor? Gol yenildiğinde takımı ateşlemeye çalışıyor mu? Pas gelmeyince oyundan kopuyor mu? Bunların hepsi önemli detaylar. Bir oyuncu ile görüşme gerçekleştirmeden önce karakteri ve davranışları ile ilgili olabildiğince fazla materyal toplamaya çalışıyoruz. Bu önçalışma, bir oyuncuyu gerçekten transfer etmeye karar verdiğimizde elimizi güçlendiriyor.

Sonuçta bir kişiyi neyin harekete geçirdiğini tam olarak bilirseniz, onun sorunlarıyla daha iyi ilgilenebilir ve onunla bireysel olarak daha rahat çalışabilirsiniz. Bu konu hakkında önbilgiye sahip olabilmek, inanın bana o oyuncunun futbol yeteneği hakkında net bir bilgiye sahip olmaktan çok daha zor. Bu yüzden zoru başarmak ve o oyuncunun karakteri hakkında da bilgi sahibi olmak, sizi rakiplerinizden birkaç adım öne geçiren temel noktalardan biri.

"Golden sonra arkadaşına koşan ilk kişi olmak büyük bir takıma transferinize yardımcı olabilir."

"Golden sonra arkadaşına koşan ilk kişi olmak büyük bir takıma transferinize yardımcı olabilir."

Sadio Mane'de sizi etkileyen şey sanırım bu oldu. Sonuçta Metz'de geçirdiği son sezonda bir gol, bir asistlik performansı rakamsal açıdan pek kayda değer olmasa gerek...

Evet, karakteri kesinlikle önemli noktaydı. Ama Sadio'yu Metz'de izlemeye başladığımızda bize etkileyici derecede çok şey göstermişti. Hızı, çabuk ayakları, saha içindeki keskinliği. Ve karakteri. O dönem Ligue 2'de oynamasına rağmen onun ne kadar farklı ve potansiyelli bir oyuncu olduğunu görebiliyordunuz. Takım arkadaşınız gol attıktan sonra ona koşan ilk kişi olmak istatistik kâğıdına yansımayabilir, evet. Ancak inanın bana, büyük bir takıma transfer olmanıza dahi yardımcı olabilir.

Her sene milyon euro'lar kâr eden bir kulübün sportif direktörüsünüz. Haaland'ın yerini, 19 yaşındaki Karim Adeyemi'den daha farklı bir oyuncu profili ile doldurabilirdiniz. Diğer tarafta, her sene 'Ajax Modeli' konuşulan Türkiye'de, satılan genç oyuncuların yerleri en kısa sürede bir daha satılması mümkün olmayan yıldızlarla dolduruluyor. Birbirine bu kadar zıt iki yapıyı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben her kulübün kendine en uygun modeli benimsemesi gerektiğine inanıyorum. En doğru felsefe bizim için ne? Kulüpler her şeyden önce bunu düşünmeli. Ajax Modeli, Salzburg Modeli ya da başka bir model. Elbette işleyen yapıları ve modelleri örnek almak güzel. Ama bu model size uygun mu? Siz bunu ülke şartlarınızla ve kulüp ekonominizle en elverişli şekilde uygulayabilir misiniz?

Eğer cevabınız olumluysa tamam, uygulamanızda sakınca yok. Fakat dediğim gibi plan yapmak değil, uygulamak önemli. Eğer cevap 'Hayır' ise bu modelleri uygulamakta ısrarcı olmak doğru değil. Kendi şartlarınıza en uygun modeli belirlemeli ve ona göre aksiyon almalısınız. Hollanda'da oyuncu yetiştirmek kolay diye başka bir ülkede de oyuncu yetiştirmek kolay olmuyor ne de olsa. Mücadele ettiğiniz lig, kulübünüzün doğal sınırlarını belirleyen en temel unsurlardandır. Mühim olan, bu sınırları kendi doğrularınıza göre sonuna kadar zorlamak.

RB Salzburg'da bir model bulduk, doğru. Bize en uygun olduğunu düşündüğümüz ve işleyen bir model. Peki bu model neden işliyor? Çünkü kulüpteki herkes bu modelin en uygun model olduğuna inanıyor. Lig, ülke ve şartlar buna oldukça müsait. Yöneticiler, oyuncular, teknik direktörler plana sadık ve inançlı. Peki bu model Avusturya'da işliyor diye Türkiye'de de aynı şekilde işleyeceği anlamına mı geliyor? Cevabı sanırım biliyorsunuz…

Socrates Dergi