Skandal!

6 dk

Socrates ekibi bir masanın etrafında toplanmasa da bir mail kutusunun başında buluştu ve Şampiyonlar Ligi tarihinin en iyi 11'ini belirlemeye kalktı... 1992'den bugüne...

"Bugün bir demokrasi şöleni yaşandı." Şampiyonlar Ligi tarihinin en iyi 11'ini belirlediğimiz seçim sona erdiğinde kimsenin dudaklarından bu cümle dökülmedi. Açıkçası ortada tartışacak büyük bir mesele de yoktu. Açık oy, gizli sayım yöntemiyle yapılan seçimin sonunda üç aşağı beş yukarı tahmin edebileceğiniz yıldızlar ortaya çıktı. Ama biz yine de sonuçları derinlemesine analiz ettirmek istedik ve soluğu Ata Lokantası'nda aldık. Atahan, bizimle aynı fikirde değildi. Bir hışımla daktilosunun başına geçti ve yazmaya başladı..

Listeleri severim. Her şeyi listelemeyi, sıralamayı, en iyileri-en kötüleri seçmeyi… Ama listelerin en sevdiğim yanı bu değil. Liste işinin en güzel yanı, başkalarının yaptığı listeleri eleştirmektir. Hadi elimizi korkak alıştırmayalım, bu listelere sallamaktır diyelim. Bu sayfalarda göreceğiniz, Socrates ekibi tarafından seçilen Şampiyonlar Ligi En İyi 11'ini, e büyük de bir tören düzenleyip Lionel Messi ve Cristiano Ronaldo'ya Socrates'in S logosunun futbol topuyla iç içe geçtiği bir ödül de vermeyeceğimize göre, bu motivasyonla bekliyordum.

Aradığımı bulabildim mi? Biraz evet, biraz hayır. Kabul, bazı konularda ezberler bozulmuş, mesela Liverpool fanatizmiyle nam salmış dostlarımızla birlikte çıkardığımız bu derginin 11'inde bir tek Liverpool'lu oyuncu kendine yer bulamamış. Ya da marjinal seçimler yapacağım diye orada olmasalar bile Şampiyonlar Ligi kupasının parlak yüzeyinde artık otomatikman yüzlerinin yansımasını gördüğümüz klasik isimlerin çoğuna haksızlık edilmemiş. (Tabii burada sevdiği oyuncuları yan yana yazıp geçen Aras Yetiş'i ayrı tutuyorum, ona sanıyorum konu yanlış iletilmiş.) Ama yine de sallanır mı, sallanır. Hem de sallamak için değil, son derece objektif bir şekilde sallanır.

Bir defa kalede Oliver Kahn'ın olmasını açıklayacak bir tek kelime var Türkçede: Skandal. Burada görev, Socrates okurlarına düşüyor. Sadece Şampiyonlar Ligi'ndeki başarılarını, bireysel ve takım bazında rekorlarını hiçbir yorum katmadan alt alta yazsak iki sayfa sürecek Iker Casillas varken böyle bir seçim yaptığımız için acilen büyük bir tepki görmemiz ve ayın en geç 5'i gibi olağanüstü toplanıp bu ayki sayıyı piyasadan çekme kararı almamız gerekiyor. Herkesi bu yolda göreve davet ediyorum. Yani tamam, Oliver Kahn tarihin izlemesi en keyifli birkaç kalecisinden biriydi, 2001 Finali'nde üç penaltı kurtardı, üstüne de Canizares'in yanına gidip gönülleri fethetti ama lütfen, burada Şampiyonlar Ligi tarihinin en iyi 11'ini belirliyoruz…

Sonra… Nesta. Nedir, iyi oyuncu mu seçiyoruz? Bakın sağ bekte Cafu varken ne güzel Philipp Lahm'a hakkını teslim etmişiz, orada kavramışız mantığı. Peki o zaman Nesta nereden çıkmış? Koy abi Maldini'yi stopere, İlhan Özgen beş yıldır "Maldini stoper değil, sol bektir" diye diye korkutmuş herkesin gözünü, mahalle baskısına boyun eğilmiş. Bu adam yıllarca stoper de oynamadı mı? Sol beke de artık Roberto Carlos'u mu koyarsın Marcelo'yu mu, sana kalmış. Nesta'nın kusursuz bir savunmacı olması, onu Şampiyonlar Ligi tarihinin en iyi 11'ine almak için yeterli bir sebep değil. İkinci yarıya 3-0 önde başlayıp kupa vermiş bir takımın stoperiyken hiç değil. Ha Maldini de orada yok muydu derseniz cevabım hazır. İlkiyle sonuncusu arasında neredeyse yirmi yıl olan beş Kupa 1 şampiyonluğu sanırım yeterince açıklayıcı olur. Elbette sadece en çok şampiyon olan oyuncular seçilmeyecek ama gerek Carlos gerekse Marcelo'nun Şampiyonlar Ligi'nde bıraktığı iz Nesta'dan fazladır. Sergio Ramos'a ise değinmeye bile gerek yok. Kadrosuna almayan bir arkadaşım olsaydı bu dergi size ulaştığı sırada sigorta çıkışı yapılmış olmalıydı. Ne mutlu ki Socrates'te öyle biri yer almıyor.

Rooney, Nesta-Maldini duvarını aşmaya çalışıyor...

Rooney, Nesta-Maldini duvarını aşmaya çalışıyor...

Gelelim orta sahaya… Aslında keşke gelmesek çünkü orta sahada sallayacak hiçbir şey yok. Hani en fazla detaya inip Seedorf'u 11'ine yazmayan arkadaşlarımıza çatabiliriz ama o da niyetimizi çok belli eder, zorlama olur. O yüzden gelin orta sahadaki seçimleri başlayalım. Bir futbolcu düşünün ki hem o kadar ince paslar atacak, hem kıvrak bilekleri olacak, hem uzaktan müthiş şutlar çekecek hem de tüm bunların yanında top rakipteyken mücadele edecek… İşte o futbolcu Seedorf zaten ve öyle olduğu için de üç farklı takımla dört kez Şampiyonlar Ligi şampiyonluğuna yürüyor.

Xavi-Iniesta zaten Xavi-Iniesta. Futbolun da bahsimize konu organizasyonun da bir dönemine birlikte damga vurdular, oyunun kendi zamanlarındaki oynanış biçimini değiştirdiler. Herkes biliyor, haklarını veriyor, biz de vermişiz, geçelim. Peki Zidane? "Sadece tek Şampiyonlar Ligi kupası kaldırmış, ne işi var burada?" diye soracak biri yoktur herhalde... Yoktur, değil mi? Gerçi bunu yıllardır aşina olduğum bir bilgiymiş gibi yazdım ama işin doğrusu Zidane'ın tek şampiyonluğu olduğunu ben de bu süreçte ve şaşkınlıkla öğrendim. Hiç düşünmemiştim. Peki fark eder mi? Hayır çünkü o Zidane. Üstelik o açığını da teknik direktörlüğe soyunur soyunmaz üst üste üç kupa kazanarak kapattı. Onun da öncesinde, isterse kupayı hiç kaldırmamış olsun; Şampiyonlar Ligi, Zidane gibi oyuncuları izlememiz için oynanıyor, turnuvanın mantığı bu.

"Zaten Şampiyonlar Ligi, Zidane gibi oyuncuları izlememiz için oynanıyor, turnuvanın mantığı bu."

"Zaten Şampiyonlar Ligi, Zidane gibi oyuncuları izlememiz için oynanıyor, turnuvanın mantığı bu."

Orta sahaya sallayamadık da şimdi forvete ne diyelim? Raul nerede mi diyelim? Messi ve Ronaldo varken? Ya da hadi işin muhalefet kısmını geçtiğimizi kabul etsek, gelmişiz 2020 yılına, burada Messi-Ronaldo mu övelim? Bu iki kişi hakkında zaten söylenebilecek her söz söylendi. Ben mesela bu iki oyuncuyla röportaj yapmayı bile istemem. CV'me "Tarihin en iyi futbolcusuyla röportaj yaptım" yazmak dışında bir işe yaramayacağını düşünüyorum ki bir CV'm de yok zaten. Messi ya da Ronaldo'ya yeni ne söyletebilirsin? Haklarında yeni ne söyleyebilirsin? Burada da 11'e yazıp geçeceksin işte. Yine de onların yanına bir klasik santrfor da yakışmaz mıydı? Evet, mesela üç şampiyonluk görmüş, şampiyon olamadığı yılların birini gol kralı birini asist kralı olarak bitirmiş Raul… Ya da maç başına gol ortalaması Ronaldo'yla hemen hemen eşit Robert Lewandowski… Yakışırdı yakışmasına da nereden eksilteceğiz? Orta sahada bir boşluk yaratabilsek zaten büyük futbolcuların en az değer göreni Deco'yu yazmak isterdim bir yere, yaratamıyoruz. Üçlü savunmaya geçelim desek, tamam Puyol'u alırdık iyi giderdi ama Lahm'sız bir Şampiyonlar Ligi 11'ine bakıp bakıp "Biz biraz ayıp mı ettik acaba?" diye vicdan muhasebesi yapardık. E bir de teknik direktör mefhumu var. Carlo Ancelotti'yle 3-4-3 mü oynayacağız? Yok artık.

Peki Ancelotti tercihine bir lafım var mı? O da yok. Keşke olsa ama yok. Aslında Mourinho da olabilirdi elbet. Porto ve Inter'le kazandığı şampiyonlukların da dışında Şampiyonlar Ligi'ne her zaman renk ve hikâye katan; bunu bazen sinir bozucu açıklamalarıyla, bazen tatlı aşırılıklarıyla, bazen de kimsenin aklına gelmeyecek dâhice taktiksel dokunuşlarıyla yapan Portekizliyi tercih edenlere bir yandan hak veriyorum. Ancak her ne kadar Türkiye'de -özellikle belli bir yaşın üstündeki Galatasaraylılar tarafından- 'Fatih Terim'in kuyusunu kazan adam' olarak yaftalansa da 2000'lerin başından beri neredeyse her yıl turnuvanın ileri aşamalarında karşımıza çıkan Carlo Ancelotti için Şampiyonlar Ligi tarihinin en başarılı teknik direktörü demek yanlış olmaz. 4-1-2-1-2 dizilen bu takımı da en tepeye çıkaracağından pek şüphem yok. Hoş, seçimlere ne kadar sallarsak sallayalım, bu takımla çoğu teknik direktör zafere ulaşır. Olsun, yine de sallamak güzel.

Socrates Dergi