Şampiyonların Seremonisi: We are the Champions

8 dk

Mozart'tan bir zafer marşı yazması istenseydi nasıl bir beste yapardı? Ama öyle böyle değil; futbol maçlarında, jimnastik salonlarında, hatta lise basketbol turnuvalarında çalınacak bir şey... Nasıl bir şey çıkardı, bilmiyoruz. Ama ne kadar yaygınlaşırdı, onu biliyoruz.

Farklı coğrafyalarda spor alışkanlıkları nasıl değişkenlik gösteriyorsa, müzik için de durum aşağı yukarı aynı. Dünyanın en önemli grupları her zevke hitap eden sayısız şarkı bestelese de bütün dünyanın ilgisini cezbedecek işler ortaya koymak çoğu zaman mümkün olmaz. Tarihin en önemli hitlerine baktığınızda, müziğin iki ana kıtası olan İngiltere ve Amerika listelerinde kendilerine buldukları yerdeki dengesizlik göze çarpar. 20 yıllık aktif kariyeri boyunca müziğin gittiği noktayı en hızlı şekilde kestirip, kendi deyimleriyle “modern tüketime yönelik” müzik yapan Queen de benzer bir kaderi paylaşıyor. Akla gelen bütün büyük hitleri piyasaya çıktıkları dönemde dünyanın iki yarısında birden listelerde aynı ivmeyle tırmanamadı. Hatta sadece Queen’in değil, rock müzik tarihinin de en dikkat çekici hitlerinden olan Bohemian Rhapsody bile İngiltere’de zirveye sabitlenmişken Amerika listelerinde 9. sıranın üstüne çıkamamıştı.

35 yıldan fazla süredir spor organizasyonlarının kapanış seremonilerinde yeri garanti olan We Are The Champions, sportif alanlarda olduğu gibi müzik listelerinde de bütün ülkelerde aynı hızla yükselerek bu ezberi bozdu. İngiltere’de 2, Amerika’da 4 numaraya kadar yükselirken, 1970’lerin sonlarından itibaren sadece Queen konserlerinin kapanış şarkısı olmaktan çıkıp, her spor branşının finalinde çalınan bir marşa evrildi. Bu nedenle parçanın listelerdeki başarısını hiçbir şekilde sadece notaların etkileyiciliğiyle açıklayamayız. Müzikal olarak akranlarının çok ilerisinde bir marş olsa da sıralamada yükselişini büyük ölçüde spora borçlu olduğunu söylemek yersiz olmaz.

Peki We Are The Champions gibi, herkesin kendine yakıştırdığı bir marş yapılmamış olsaydı şampiyonluk seremonileri, kapanış törenleri, zafer kutlamaları aynı bütünlüğü sağlayabilir miydi? Veya yerine bu misyonu getirecek başka bir şarkı yazılır mıydı? Kestirmek çok zor. Freddie Mercury, şarkıyı besteledikten sekiz sene sonra 1985’te İngiliz gazeteci David Wigg’e verdiği röportajda We Are The Champions’ın tüm dünyada kabul gören ortak bir marşa dönüşmesinden mutlu olduğunu belirtirken, hâlâ yerini alacak yeni bir şarkı yazılmamış olmasına şaşırdığını da söylüyor. Muhtemelen o demeçten 30 yıl sonra “Olmasaydı ne olurdu?” diye düşüneceğimize ihtimal dahi vermeden.

We Are The Champions’ın çıkış noktasında da bir spor efsanesi var. Queen, 1977’deki Birmingham konserinin sonunda You’ll Never Walk Alone eşliğinde bise çağırılıyor. Herkesin şarkıyı birlikte söylemesinden aldıkları ilhamla Brian May, We Will Rock You’yu, Freddie Mercury de We Are The Champions’ı besteliyor. 38 yıl önce “Herkesin bir ağızdan söyleyeceği bir şarkı” fikriyle yazılan marştan artık kaçma imkânınız yok. Bugün ister Oxford-Cambridge Kürek Yarışı, ister NCAA Turnuvaları, ister Dünya Briç Şampiyonası izleyin, birkaç takım elbiseli adam madalyaları takdim ederken podyumun hemen yanında Freddie Mercury sizi bekliyor olacak.

"We are the Champions Bir Kılavuz oldu" (Birol Namoğlu)

Bu işlerin babasını anarak başlayalım. Eğer bir kulüp tarafından sahiplenilmiş olmasa You’ll Never Walk Alone böyle ortak bir duygunun şarkısı olabilirdi. Aslında hiçbir şey hiçbir şeyin yerini dolduramaz. Ama sporun zaman içinde daha da büyümesi, globalleşmesiyle birlikte mutlaka öyle bir ihtiyaç olurdu. Ve herkes bunun için çalışırdı. Ama bir şeyi içinden gelmeden suni bir proje olarak yapmak çıkan sonucu mutlaka etkiliyor ve çok iyi bir ürün çıkmıyor ortaya. Babam da spor gazetecisi olduğu için iyi hatırlarım, her olimpiyatın resmi şarkıları olurdu. Bunların bestecileri arasında çok ünlü müzisyenler de olurdu. Bu amaca yönelik yapılmasına rağmen hiçbir zaman sonraki organizasyonlarda da o besteleri çalmak akla gelmezdi. Bir noktada zamanla şarkının ve enerjinin örtüşmesi gerekiyor. Bazı şeylerin yeri ve zamanı olduğu açık. Onun da Queen’den gelmesi durumu açıklıyor. Diğer yandan böyle bir şarkının varlığı, sonraki dönemlerde niyetlenen olmuşsa bile hareketini etkilemiştir. Bir de belki o zamana kadar bir kılavuz yoktu ve We Are The Champions bir kılavuz oldu spor besteleri, marşları için. Ama ona rağmen ikinci bir We Are The Champions yok.

"Asıl Konu Cem Olmak" (Gökhan Özoğuz)

Şarkılar dönemlerinde kendilerini ifade eder, baskınlaştırır ve o dönemlerin duygusu, sözgelimi 50 sene sonra da aynı duyguda bir ortamda, organizasyonda çalındığı zaman aynı etkiyi yapar, çünkü bu gerçek bir şarkıdır. We Are The Champions tamamen hissiyat olarak da o duyguyu veren bir beste, her zaman her yerde çalınabilir.

Ben ‘punk’ı mehterle çok birleştiriyorum kafamda. Yani o duygular hep aynı geliyor bana; mehteran ile bizim çaldığımız punk tadı. Çünkü hep birlikte bir şeye gönül vermiş topluluğun söylemiş olduğu cümle orada büyük bir birliktelik oluşturuluyor. Tek oluyorsunuz orada, cem olmak konu aslında. Oradaki cem olma noktasından dolayı o bambaşka bir söylem haline geliyor. İşte, We Are The Champions da öyle.

Açıkçası müzik çok evrensel bir şey ama yine de hangi dilde olduğu önemli. Daha doğrusu şu anda bir lig var, o ligin içerisinde en çok kullanılan dil İngilizce. Direkt We Are The Champions dediğin zaman orada o ‘champions’ herkes tarafından şampiyon olarak yorumlanıyor. Bunun dışında melodi olarak da çok başarılı bir şarkı. Bir de Queen olmasının, Queen’in bestesi olmasının çok büyük etkisi var. Yani şarkı açıkçası bulunduğu yerlerde, o organizasyonda veya kullanılan yerdeki ruhla örtüşüyorsa doğru şarkıdır.

"Biz Vurgusuyla Herkes Sahipleniyor" (Harun Tekin)

Queen’in bunu başarmasının ardında biraz stadyum rock diye tabir edilen türe yaklaşmaları ve zaten birlikte söylenmeye çok uygun şarkılar yapmaları var. We Are The Champions olmasa bu boşluğu dolduracak başka bir beste çıkardı mutlaka, ama bunu Queen kadar büyük etkisi olan bir grubun yapması gerekirdi. Farklı ülkelerde etki yaratacak besteler, marşlar yapılabilir. Ama bütün dünyayı ele geçirecek bir ürün ortaya çıkarmak çok başka bir şey. Bunda biraz da şarkının herkesçe kolay kavranır bir temasının olması ve daha da önemlisi içindeki ‘we’ vurgusunun rolü var. Çünkü şarkı hangi zümreye yazılmış olursa olsun ‘biz’ vurgusuyla söylendiğinde herkesin sahiplenmesi, aynı aidiyetle birlikte söylemesi kolaylaşıyor. Zafere ulaşmış bir futbol takımının taraftarı da, bir yüzme takımının atletleri de veya bir şarkı yarışmasının galipleri de ortak hislerle bu şarkıda kendilerini bulabiliyorlar.

"Rock'n'roll Ruhuyla Bağdaşmıyor" (Gaye Su Akyol)

Benim yorumum diğerlerinden biraz farklı olabilir çünkü ben Queen’i hiç sevmem. Queen’i çok teatral ve müzikal ekolüne yakın buluyorum. O da bence rock’n’roll ruhundan çalan bir şey. Dolayısıyla buradaki rol takımların rekabet ruhuna çok uyan bir şey, aynı zamanda poz ve rekabetten beslenme hali. Bu şarkı özelinde bakınca müziğin rekabetçi ve pozcu tarafının birbiriyle örtüşmesi çok da şaşılacak bir şey değil. Neticede şarkı çok tuttu, bütün müsabakaların sonlarında çalan bir marşa dönüştü.

Bence Freddie Mercury çok iyi bir şovmen. Müzikal aklının, tartışılamayacak şekilde ilgi çekici olduğunun farkındayım. Ama müzikal olarak bana çok yakın olan bir yol değil o. Rock’n’roll’un eksik olduğunu düşünüyorum müziğinde.

Kurgulanmış bir müzikte de rock’n’roll ruhu hâlâ muhafaza ediliyor olabilir. Ama Queen’de işin şov kısmı fazlaca ağır basıyor ve bu da içeriden gelen samimi duyguyu öldürüyor. Her ne kadar sahne üzerinde bir şeyler kurgulanıyor olsa da iş birtakım pop standartlarına göre oluşturuluyor. Bunun da rock’n’roll ya da rock’ın gerçekten çıkış noktasıyla çok bağdaştığına inanmıyorum. Bu nedenle çok da sevdiğim bir tür değildir Queen’in yaptığı müzik. Freddie Mercury’ye de hiçbir zaman özel bir ilgim olmadı.

Çalınmadığında Ne Oldu?

İşgüzarlık yapıp We Are The Champions’ı kullanmayan organizasyonlar da yok değil. Kapanış törenlerinde bu marşı çalmayan Fransa Bisiklet Turu organizatörlerinin başına 2009 yılında küçük bir kaza geldi. İspanyol sporcu Alberto Contador’un Fransa Bisiklet Turu zaferini Danimarka milli marşıyla kutladılar.

“Şarkıyı yazdığımda aklımda futbol vardı. Taraftarları yakalayacak, herkesin katılacağı bir şarkı olsun istiyordum. Tabii ki klasik bir futbol şarkısından daha çok teatral incelik kattım. Galiba biraz da benim ‘My Way’ versiyonum olsun istedim. Bunu yaptık ve şarkıda da söylediğimiz gibi, kesinlikle kolay değildi.” Freddie Mercury

Socrates Dergi