Referans Oyuncu

27 dk

Adriano Correia'nın Brezilya'da başlayıp İspanya'ya uzanan yolculuğu İstanbul'da devam ediyor. Beşiktaş'ın yıldızıyla sıcak bir öğle vakti bir araya geldik ve kayıt düğmesine bastık...

Brezilyalı yazar Alex Bellos, meşhur Futebol kitabında Brezilya’daki her bölgenin kendine özgü koşullarından bahseder. Ancak hepsinde iki ortak nokta vardır: Din ve Futbol. Siz de Curitiba’da yetiştiniz, çocukluğunuz nasıl bir ortamda geçti?

Ben Curitiba sokaklarında, futbol oynayarak büyüdüm. Sürekli evin dışındaydım, devamlı. Ailem de buna anlayış gösterirdi. Babam, zamanında profesyonel olmasa da futbol oynamış biriydi, beni hep destekledi. Bir de çocukluğumda bugünkü şartlar yoktu tabii; elektronik oyuncaklar, akıllı telefonlar... Kendimi ve zamanımı adayabileceğim tek şey futboldu yani. Eve sadece uyumak için girerdim. Evet, okula da giderdim ama orada da futbol oynuyordum. Okuldan dönüyor, yine futbol oynuyordum. Sokakta geçen bir çocukluk düşünün; elimizde sadece futbol, bir de uçurtmalarımız vardı...

Brezilya, dünyanın futbolcu fabrikası olarak biliniyor. Sizin hikâyeniz de bunun nedenlerini anlayabilmek için güzel bir örnek. Ancak ben bu noktada biraz daha spesifik bir soru sormak istiyorum. Roberto Carlos ve Cafu, gelmiş geçmiş en iyi 11 tartışmalarında kendilerine sürekli yer bulan isimler. Onların öncesinde Carlos Alberto ve Branco, devamında Daniel Alves ve Marcelo gibi isimler de var. Siz de bunlardan biri olarak, Brezilya’da köklü bir bek kültürü olduğunu söyleyebilir misiniz?

Tartışmasız... Brezilya, dünya futboluna daima iyi ve öncü bekler sunmuştur. Cafu ile milli takımda birlikte, kulüpte karşı karşıya oynadım. Roberto Carlos ile aynı şekilde. Yakın dönemden Daniel Alves, hem saha içi hem saha dışında çok iyi arkadaşım. Aynı soyunma odasını paylaştık, kendisinden çok şey öğrendim. Keza Marcelo, çok çok iyi bir oyuncu. Saydıklarımın hepsi dünya çapında isimler, pozisyonlarının referans oyuncuları ve Brezilya’nın bu köklü geleneğini devam ettiriyorlar.

2003 yılında, U20 Dünya Şampiyonası’nda zafere ulaşmıştınız. Bu, bugüne dek toplamda 27 kupa kazanacağınız kariyerinizin ilk büyük başarısıydı. Ancak başta Adailton ve Nilmar olmak üzere, o Brezilya takımındaki yetenekli gençlerin çoğu en üst sınıfa atlayamadı, siz, Dani Alves ve Fernandinho hariç, belki de biraz Renato... Bunu neye bağlıyorsunuz?

Başkalarının ulaştığı seviye hakkında konuşmam gerçekten çok zor ama saydıklarınızdan bazıları, kendine Brezilya’da bir kariyer inşa etti ve onların adı Avrupa’da rüştünü ispat edenler kadar anılmıyor, doğaldır.

Brezilya’daki her çocuğun hayali Avrupa’da oynamaktır. Bunun da bazı zorlukları var; sırf yetenek yetmiyor, yeteneğin yanında başka özellikler de talep ediyor burası sizden. Ben de isterdim hepsi en üst düzeyde başarılı olsun ama aralarında türlü zorluklarla boğuşanlar da var. Nilmar mesela; dört kez falan çapraz bağları koptu. Ona rağmen Villarreal’de saygın bir performans sergilediği dönemler oldu. Internacional’de forma giyerken karşılıklı da oynadık. İnanılmaz bir yetenektir o, topla onun kadar hızlı futbolcu pek yoktur. Ama dediğim gibi; aramızdan bazıları, sakatlıklar ve diğer farklı nedenlerle potansiyeline maalesef tam olarak ulaşamadı.

Geçen sezonun sonunda Roma’ya geçen Monchi’nin ve kurduğu scout sisteminin Sevilla’daki genel etkisini nasıl yorumlarsınız?

Monchi, çalıştığım en iyi yönetici. Şüphesiz. Oyuncusuyla yakından ilgilenir, Sevilla’ya adaptasyon sürecimde bana da fazlasıyla yardımı dokunmuştur. Kurduğu sistem ise aslında basit temellere dayanır; katkı sağlayacak oyuncuları en uygun şartlarda kulübe kazandır, takımın yarışmacı kimliğini koruyarak bu oyuncuları tüm Avrupa’ya tanıt ve ardından yüksek bonservis bedelleriyle sat... Bu bir döngü gibiydi, her pozisyonda benzer bir devridaim olurdu. Roma’da da yavaş yavaş benzer bir yapı kuruyor, aynı başarıyı yakalayacaktır. Buna inancım sonsuz.

Bir yıl sonrasında, 2004'te, genç bir kadroyla Copa America'yı kazandınız. Finalde penaltılarla Arjantin'i yendiniz. O maçtan neler kaldı aklınızda?

Ben kulübedeydim, çok duygusal bir maçtı bizim için. Ulusal anlamda da çok önemliydi ve neredeyse kaybediyorduk. Sonra Adriano çıktı sahneye. Emperador! Son dakikada maçı uzatmaya götüren golü attı. Ancak onun kalitesinde bir oyuncu yapabilirdi zaten öyle bir şey. Oradan penaltılara taşıdık maçı ve sonunda da kupayı aldık.

Coritiba altyapısında yetiştiniz ve sizden önce Türkiye'de, çok önemli izler bırakmış bir başka Coritiba efsanesi, Alex de Souza vardı. 2004'teki Copa America şampiyonluğunda da birlikteydiniz. Onunla ilgili neler söylemek istersiniz?

Ben Coritiba’dayken Alex Parma’da oynuyordu. Avrupa’da sezon bittikten sonra Brezilya’ya döner, kulübe de yakınlığından ötürü, gelip bizimle profesyonel takımın antrenmanlarına çıkardı. Zaman zaman konuşuyordum kendisiyle, bana Avrupa’daki hayatı anlatıyordu. Sonra ben Sevilla’ya gittim, o da Türkiye’ye geldi.

Dünya üzerinde kendi pozisyonunun en iyi oyuncularından biridir Alex, referans oyuncudur. Oyunu yönetmesi, tempoyu eline alması, oyunu istediği zaman hızlandırıp istediği zaman yavaşlatması ve aklından ne geçiyorsa rahatlıkla yapabilmesi... Tüm bunlar, onun nasıl özel bir yetenek olduğunu ispatlıyor. 2002’de Dünya Kupası’na çağrılmadı ki bu, kendisine yapılan en büyük haksızlıktır. Kendisinin de bu yönde açıklamaları oldu zaten. Zirve dönemiydi Alex’in, en iyi olduğu zamanlardı.

Adriano ile Alex de Souza

Adriano ile Alex de Souza

Sevilla'da başladığınız Avrupa kariyerinde daima kazanan kadrolarda, kazanan bir oyuncu oldunuz. Bu mantalite insanın içinde mi olur, yoksa sonradan öğrenilen bir şey midir?

Futbol kariyerime 17 yaşında başladım ve ilk günden bugüne, daima mücadeleci bir yapıya sahip oldum. Ama birçok şeyi, başta da kazanma ruhunu, yolda öğrendim. Futbol, oynadıkça öğrenilir çünkü. Her geçen gün, her geçen sezon, size bir şeyler katar.

‘Kazanma’ konusuna ise farklı bir açıdan bakmak lazım... Birçok kupa kazanmış da olsam, her kazandığımı son, her kazanma ihtimalim olanı da ilk kupammış gibi gördüm. Geçen sezon burada şampiyonluk yaşadım mesela. Ama o yol bitti, şimdi yeni bir sezona başladık. Böyle düşünmek, sonuna varabilmek için her yola böyle çıkmak lazım. Çünkü kupalar kazanmak, şampiyonluklar yaşamak, gerçekten de çok zorlu süreçler gerektiriyor. Buna hazır olmalısınız.

Alışma mevzusu ise başka bir şey, alışamazsınız. Bu bir alışkanlık değildir çünkü; bir kupa kazandığınızda kimse size diğerlerini garanti etmez. Başarırsınız ve her şey geride kalır. Sonra, en baştan, aynı istekle tekrar yola koyulmanız gerekir. Kazandıklarınızın size bir faydası olmaz yani. Sadece yaşadığınız o mutluluk, sizi yenileri için biraz daha heveslendirir. Hepsi bu...

Sevilla kariyerinizin başlarında iki UEFA Avrupa Ligi şampiyonluğu yaşadınız. O, gerçekten de çok özel bir takımdı. Siz, Palop, Dani Alves, Luis Fabiano, Jesus Navas, Antonio Puerta, Frederic Kanoute, Renato... Avrupa kariyerinize başlangıcı bu ekiple yapmak bir şanstı diyebilir miyiz?

Sevilla’ya devre arası transfer döneminde gitmiştim. Bu kadro yoktu o zaman. İlk altı ayımda zorluklar yaşadım. Takım Şampiyonlar Ligi’ni kovalıyordu ama başaramadık. Bu da büyük sıkıntılara sebep oldu. Sonra, ilk tam sezonuma girerken önemli transferler gerçekleşti. Kanoute geldi, Luis Fabiano geldi, Maresca geldi, Dani Alves ve Renato zaten oradaydı, Navas genç takımdan A takıma yükseldi, Puerta aynı şekilde... Bu oyuncularla birlikte takım da başka bir kimliğe büründü.

Ama şunu da unutmamak lazım; oyuncular elbet önemlidir ama asıl önemli olan takımın açlığı, isteği ve bir grup olabilme becerisidir. Herkes tek bir hedef için mücadele etmeye hazır olmalıdır. Biz de bunu başardık. Oradaki herkesten çok şey öğrendim, kazandığımız şampiyonluklar da kreması oldu.

Espanyol'la karşılaştığınız ikinci Avrupa Ligi finalinde maçın ilk golü sizden gelmişti. Kariyeri boyunca çok fazla tabela değiştirmemiş bir oyuncu olarak, en önemli golünüzün o olduğunu söyleyebilir misiniz? Değilse hangisiydi?

Kariyerim için kesinlikle çok önemliydi. Maçtan önce bir sakatlığım vardı, yetişme olasılığım yok gibiydi ama çok iyi bir tedavi süreci geçirdim. Çok çalıştım, çabaladım ve o maça çıktım. Sonunda da kariyerim için dönüm noktası olan anlardan birini yaşayıp o golü attım. Kupayı kazandık. Üst üste ikinci kez. Tarihe yazıldı.

Adriano, 2007 UEFA Kupası Finali'nde durumu Sevilla lehine 0-1'e getiriyor.

Adriano, 2007 UEFA Kupası Finali'nde durumu Sevilla lehine 0-1'e getiriyor.

Sevilla sonrası başka bir seviyeye, o an için dünyanın en iyi takımı olan Barcelona'ya transfer oldunuz. Teklif geldiğinde neler hissettiniz?

Benim için mükemmel bir haberdi, direkt Sevilla Başkanı Jose Maria del Nido’dan öğrendim. Kamptaydık ve Renato ile aynı odada kalıyorduk. İdmandan döndüğümde başkanın beni aradığını gördüm ve onu geri aradım. Başkan da bana Barcelona’dan teklif aldıklarını, onlarla anlaşmaya vardıklarını ve geriye sadece benim onayımın kaldığını söyledi. Devamında da Barcelona yetkilileri menajerimle temasa geçti ve anlaşma sağlandı. Hayatımın en mutlu anlarından biriydi. Her futbolcu bunun için çalışır. Benim için de durum farklı değildi.

Bize o Barcelona’yı anlatabilir misiniz? Gücünüz nereden geliyordu?

Barcelona’ya dışarıdan baktığınız zaman çok güçlü bir kulüp görüyorsunuz. Ancak o güçlü yapı kendi içinden kaynak buluyor. Birkaç sebebe bağlamak zor. Barcelona, bu imparatorluğu uzun sürede kurmuş bir kulüp. Çalışma yapıları çok eski tarihlere, yani bir geleneğe ve ufak detaylara dayanıyor. Altyapı, bu unsurlardan biri. Kendi içlerinde, benzeri olmayan bir işleyişleri var. Transfer yaparken ne tarz bir futbolcu almaları gerektiğini çok iyi biliyorlar mesela. Sistemlerine hangi futbolcunun uyum sağlayacağını öngörebiliyorlar. Günlük işleyişte de çalışanlarının egolarından arınmış olduğu bir düzene sahipler. Barcelona’yı büyük yapan da tüm bu saydıklarımın bir toplamı.

Dani Alves'le ilgili ne söylersiniz?

Dostluğumuzda 14 sene geride kaldı. O benim kardeşim. Dani milli takıma seçildi, ben milli takıma seçildim. Sevilla’ya transfer oldu, Sevilla’ya transfer oldum. Barca’ya gitti, Barca’ya gittim. Sonunda dayanamadım ve ona “Gideceğin takımı baştan söyle, ben de hazırlanayım!” dedim...

Barcelona’da Josep Guardiola’nın sisteminde oynamak nasıldı? Taktiksel farklılıklarının yanı sıra, oyuncularla ilişkisi ne şekildeydi? Onu farklı yapan neydi daha doğrusu?

Onu diğer antrenörlerden farklı kılan özellik, oyuncularına yakınlığı ve onlarla kurduğu güçlü iletişim. Ve tabii futbolu 24 saat yaşaması. Bu sayede, yaşanması muhtemel olayları önceden öngörebiliyor ve oyuncularına aktarabiliyor. Antrenmanlarda ya da maç içinde, her oyuncusunu her ihtimale karşı hazır hâle getiriyor. Mesela bir Real Madrid maçından önce “Şunu yaparsak, başarabilirsek, kazanırız” demişti. Dediğini yaptık ve kazandık. Bu, eşsiz bir güven ilişkisi yaratır. Oyuncu, bir daha benzer bir senaryoyla karşı karşıya kaldığında hocasının bir bildiği olduğuna inanır ve bunu gerçekleştirmek için sonuna kadar mücadele eder. Kafasında bir şüphe ya da başka bir ihtimal barındırmaz. Pep, bunu başarıyor.

Barcelona 2008-2015 arası dünyanın en iyi takımı olarak anılıyordu ve XaviIniesta başta olmak üzere dünyanın en iyi orta saha hattına sahipti. Xavi gittikten sonra Messi-Suarez-Neymar’la dünyanın en iyi forvet hattına sahip oldular ama aynı başarılar gelmedi. Barcelona’da ne değişti?

Barcelona’ya karşı forma giydiğim dönemlerde, onlara karşı oynamanın ne kadar zor olduğunu gördüm. O zamanlar, Xavi ve Iniesta takımın sahadaki beyinleriydi. Birbirlerini tek bir bakışla anlayabilen oyunculardı, göz göze gelmeleri yeterliydi. Tempoyu istedikleri şekilde belirler, oyunu istedikleri gibi yönlendirirlerdi. Ancak Xavi’nin ayrılmasıyla birlikte, Barcelona bu tılsımını kaybetti. Bütün sorumluluk Iniesta’ya kaldı.

Ardından, Messi-Suarez-Neymar gibi harika bir üçlü ortaya çıktı. Bu kalitede bir hücum hattını yeniden görebilir miyiz, şüpheliyim. Ancak bu, başarının bir garantisi değil tabii. Futbol dönemsel bir oyundur, futbolcuların kariyerleri -en azından kariyer zirveleritahmin ettiğinizden çok daha kısadır. Bu yüzden, Barcelona da ‘en iyi’ dönemini yaşadı ve devamında zirve performansından fire vererek gerilemeye başladı. Şimdilerde Real Madrid’in öne çıktığını görüyoruz. Ancak Barcelona da başka bir yapıyla, bir süre sonra, yeniden zirveye dönebilir. Bu güce sahipler.

Kariyeriniz sürecinde iki büyük kayıp yaşadınız; Antonio Puerta ve Tito Vilanova... Bu kayıplarla yüzleştikten sonra, 'hayat' kavramına bakışınız değişti mi? (Editör Notu: Sevilla’dan takım arkadaşı Antonio Puerta kalp krizi, Barcelona’daki teknik direktörü Tito Vilanova da kanser hastalığı nedeniyle hayatını kaybetmişti.)

Değer verdiğim insanlardı ikisi de... Bu kayıpların ardından düşünmek için bolca vaktim oldu. Rakip bildiklerimin bu ölümlere karşı tepkilerini ve yaklaşımlarını gördükten sonra, futbolun ve acımasız rekabetin ne kadar önemsiz olduğunu anladım. Hayatla futbolu yan yana koyduğumuzda futbol tamamen silinir çünkü aslolan hayattır. Mesela bugün bu röportajı yapıyoruz ama yarın, nerede, ne durumda olacağımızı bilemiyoruz. Hayat çok kısa. Bu yüzden, sevdiklerimize değer vermemiz, ailemize ve bizi sevenlere zaman ayırmamız, onlarla ilgilenmemiz gerekiyor. Yarın bir bakmışsınız, sevdikleriniz bu dünyada değil... Benim bu kayıplardan çıkardığım ders de bu oldu; bu dünyada geçirdiğimiz her an, her saniye çok değerli. Kıymetini bilmek ve hakkını vermekle yükümlüyüz.

2010-2011 Barcelona

2010-2011 Barcelona

2014 yılında Barcelona’da forma giyerken kalbinizde bir sorun çıkmıştı, başlarda tam teşhis konamamıştı ama tetkikler sonunda aritmi olduğu söylenmişti. Hatta o dönem Katalan Radyosu’na verdiğiniz bir röportajda bu sorun nedeniyle zaman zaman Puerta'yı hatırladığınızı ve korktuğunuzu söylemiştiniz. Bu sorunu nasıl aştınız ve şimdi işler nasıl gidiyor?

Tatilden dönmüştük, rutin kontrollerden geçiyorduk. Doktorlar, kalbimde ritmik bir problem gördüklerini söyledi ve 40 günlük bir tedavi sonrasında her şey normale döndü. Ancak benim için zor bir süreçti; arkadaşımın başına gelenleri gördükten sonra kafamın içi bir sürü soru işaretiyle dolmuştu. Kariyerim sona erebilirdi, belki de hayatım, farkındaydım. Neyse ki önemli bir sorun çıkmadı ve kısa sürede atlattım, sonrasında da hiçbir sorun yaşamadım.

Beşiktaş'a geçelim... Teklif nasıl geldi? Geldiğinde neler düşündünüz? O dönem “Barcelona’dan ayrılmamla ilgili bir sorumlu varsa o da benim” gibi bir açıklama yapmıştınız. Bunu biraz açabilir misiniz?

Barcelona ile bir sene daha kontratım vardı, belki o yüzden öyle bir açıklama yapmış olabilirim. Sonuçta, ayrılmayı ben seçtim. Barcelona’daki süremin dolduğuna karar vermiştim. Yeni bir heyecan gerekiyordu. Türkiye’ye daha önce iki kez gelmiştim. Alex, Marcio Nobre ve Roberto Carlos gibi tanıdıklarımdan Türkiye’yle ilgili çok iyi referanslar almıştım. Bir gün Türkiye’de oynarsam mutlu olacağımı söylemişlerdi. Türk insanının futbola olan bakışı, sevgisi, tutkusu... Hepsinden bahsetmişlerdi. Garip bir şekilde, benzer bir arzu benim de içimde vardı. Beşiktaş’tan teklif geldiği zaman çok fazla düşünmedim yani. Bir senedir buradayım. Ama kulübe ve Türk insanına sevgim çok yoğun. Kariyerime uzun süre burada devam etmek istiyorum.

Beşiktaş’a gelmeden önce Türkiye’den bir teklif almış mıydınız? Galatasaray’la adınız anılmıştı sanırım...

Barcelona’daki ikinci yılımda Galatasaray’ın bir girişimi olmuştu. Taffarel aracılığıyla bazı görüşmeler yapıldığını biliyorum ama hiçbiri resmi statüde değildi. Zaman zaman Fenerbahçe’nin de benimle ilgilendiğine dair duyumlar almıştım ama Türkiye’den aldığım tek resmi teklif Beşiktaş’ınkiydi. Bunu söyleyebilirim.

Burada da ilk sezonunuzda şampiyonluk yaşadınız. Tamam, Beşiktaş bir yıl öncesinde de şampiyon olmuştu ama Mario Gomez ve Jose Sosa gibi iki önemli ismi kaybetmişti. Sonra Talisca, Aboubakar ve siz geldiniz. Kimyayı oturtmak zaman aldı mı?

Şampiyonluğa ulaşan takımlar, ikinci senelerinde bu tarz değişimler yaşayabilir. Normaldir. Başarılı olursunuz ve diğer kulüplerin ilgisini çekersiniz. Mario ve Sosa’da da benzer bir durum yaşandı; ikisi için de iyi teklifler geldi ve sonunda ayrıldılar. Ardından biz geldik ve burada çok iyi karşılandık. Bu yıl da aramıza yeni arkadaşlar katıldı ve bu kez de biz onları iyi karşıladık. Futbolda bu çok önemlidir. Mevcut oyuncu grubunun yeni gelenleri kabul etmesi ve içine alması her şeyi kolaylaştırır. Adaptasyon sürecini kısaltır, birlikteliği artırır. Beşiktaş da bu anlayışa sahip oyunculardan kurulu bir ekip, takımdaki arkadaşlık ortamı üst düzeyde.

Beşiktaş kariyerinizdeki ilk golünüz geçen sezon Çaykur Rizespor deplasmanının son dakikasında geldi. Oradaki galibiyet, şampiyonluk yolunda üç puandan fazlasını getirdi mi?

Böyle maçlar sezonda belirleyici rol oynar, zira işiniz son dakikaya kalmışsa ya iyi bir rakiple mücadele ediyorsunuzdur ya da kötü oynadığınız bir maçtır. 34 maçlık periyotta bunlarla karşılaşırsınız ve önemli olan, böyle günleri en az hasarla geçebilmektir. Son dakika golleri de bu anlamda fark yaratır.

Biz de geçen sene Rize deplasmanında kötü bir gün geçiriyorduk, zor bir maçtı. Ancak attığım golün sadece takıma değil, bana da büyük katkısı oldu. Bir dönüm noktasıydı diyebilirim. Yeni gelmiştim ve adaptasyon sürecindeydim. Maç tempom istediğim kıvama gelmemişti. Kondisyon olarak da tam hazır değildim. Ama o golle birlikte kulüp içindeki önemimi ve değerimi hissettim. Kendime güvenimi yeniden tesis ettim.

Şenol Güneş, oyuncusundan saha içinde çok şey talep eden, disiplinli bir antrenör olarak bilinir. Aynı zamanda da oyuncusuna özgürlük verir. Siz nasıl görüyorsunuz kendisini?

İnsan, hayattan devamlı bir şeyler öğreniyor. Ben de son bir yılda gerek hayat gerek futbol anlamında birçok şey öğrendim. Hocanın da bu noktada çok katkısı var, özellikle de sorumluluk almayı öğrenme kısmında. Kariyerimin önceki döneminde fazla sorumluluk üstlenen bir oyuncu değildim ama Beşiktaş’a geldikten sonra durum değişti. Ayrıca kendisine, adaptasyon dönemimde bana yardım edip sabır gösterdiği için de şükran duyuyorum.

Şenol Güneş ile Adriano

Şenol Güneş ile Adriano

Hoca, mükemmel bir antrenör. Biz Brezilya’da, onun gibilere ‘Babacan antrenör’ deriz. Bize bir baba gibi davranıyor; kızması gerektiği zaman kızıyor, sevmesi gerektiği zaman seviyor. Bunun da bir ayarı var elbette; çünkü övgünün dozunu ayarlamazsanız oyuncular gevşemeye başlar, tersi durumda da sizden uzaklaşır. Hocamız da bunun ayarını çok iyi yapıyor. Bugüne kadar bana öğrettiklerinden dolayı ona çok teşekkür ediyorum.

Geçen yıl bir İspanyol sitesine verdiğiniz röportajda Brezilya'da yetiştikten sonra Sevilla forması ile İspanya'ya gelmenin sizi bambaşka bir dünyaya soktuğunu ve olgunlaşmanıza yardımcı olduğunu söylemiştiniz. Peki, Türkiye sizi nasıl değiştirdi?

Barcelona’daki son yılımda oynama sürem azalmıştı. Böyle zamanlar, her futbolcuda çok büyük bir mutsuzluk ve güven kaybına neden olur. Bende de benzer bir durum söz konusuydu. Ancak Beşiktaş’a geldikten sonra, maç devamlılığımla birlikte kendime olan güvenimi yeniden kazandım. Bence bu, bir futbolcu için en önemli mutluluk kaynağı.

Bugün antrenmana giderken bile, hafta sonunda futbolumu ve yeteneklerimi sergileyebilecek bir ortamda bulunduğumu bilmekten dolayı mutluluk duyuyorum. Türkiye’ye gelmek keskin bir karardı benim için ama burada özgüvenimi yeniden kazandım. Mutlu oldum. İnsanlar da mutlu olmak için yaşarlar zaten.

Geçen sezon 21 numaralı formayı giymek istediğinizi ama forma Kerim Frei’da olduğu için 3 numarayı tercih ettiğinizi söylemiştiniz. Bu sezon 21 numara boştaydı ama siz 3’te devam ediyorsunuz. Neden değiştirmediniz?

Her kulübün bir hiyerarşisi vardır, oyuncuların buna saygı duyması gerekir. Numara konusunda da öncelik, kulüpte daha eski olan oyuncudadır. Dediğiniz gibi; Beşiktaş’a geldiğimde 21 numarayı Kerim giyiyordu. Ben de buna saygı duydum ve 3 numarayı aldım. Sonra da o numarayla kendimi buldum. Bu yüzden, değiştirme gereği hissetmedim.

Yeni sezon öncesinde takıma Pepe, Alvaro Negredo, Gary Medel, Jeremain Lens gibi isimler katıldı. Pepe hemen ilk 11’de forma giymeye başladı, diğer oyuncular da yavaş yavaş takıma entegre oluyorlar. Tüm parçalar birleştiğinde bu takım nereye evrilecek?

Çok önemli oyuncular transfer ettik, kulüp olarak çok verimli bir yaz dönemi geçirdik. Saydıklarınızın hepsi çok tecrübeli, geçmiş kulüplerinde çok büyük başarılara imza atmış isimler. Kendi milli takımlarında ilk 11 oynayan futbolcular var aralarında. Bu seneki şampiyonluğumuzda, tecrübeleri ve yetenekleriyle bize önemli katkı sağlayacaklar.

Türkiye’de bugünlerde yabancı sınırı üzerine tartışmalar dönüyor. Türk futbolcular, işlerinin yabancılar tarafından ellerinden aldığını söyleyip serzenişte bulunuyorlar. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz?

Türkiye’de çok yetenekli oyuncular var. Böyle bir söylem geliştirip buradaki oyuncuları aşağıda göstermek haksızlık olur çünkü onların yeteneklerini bütün dünya biliyor. Barcelona, altyapı anlamında dünyanın sayılı kulüplerinden biri ama sahaya çıkan 11’inde genelde üç ya da dört İspanyol oyuncu yer alıyor. Yerli ya da yabancı değil, kim kaliteliyse o oynuyor. Ayrıca, her kulüp kendini uluslararası alanda temsil etmek ve bu amaçla kadrolarına kaliteli oyuncular katmak ister. Bu oyuncular yerli de olabilir, yabancı da... Üstelik bu karışım, bu renkli tablo, bence çok güzel. Böylece oyuncular, birbirlerinden bir şeyler öğrenip kendilerini geliştirebiliyor.

Neymar çok yakın arkadaşınız. Barcelona'dan ayrılış şeklini nasıl değerlendiriyorsunuz? Transfer sürecinde kendisiyle konuşma imkânı buldunuz mu hiç?

Kendisi için zor bir karar olmuştur muhakkak, Barcelona’dan ayrılmak kolay değil. Paris Saint-Germain, bir sene önce de teklifte bulunmuştu ama transfer gerçekleşmemişti. Bu yüzden, kimse PSG’nin bir sene sonra Neymar için tekrar geleceğini tahmin etmiyordu. Herkes için sürpriz oldu. Barcelona için de büyük bir kayıp çünkü Neymar gibi oyuncuları kaybettikten sonra yerlerini doldurmak çok zor.

Bu, Neymar’ın babasıyla birlikte verdiği bir karar ve hepimizin buna saygı duyması gerekiyor. Yeni bir sayfa açmak istedi. O, tıpkı Lionel Messi ve Cristiano Ronaldo gibi kendisini geliştirmek isteyen genç bir oyuncu. Bu kapasiteye de sahip. PSG ile Şampiyonlar Ligi’ni kazanmak isteyecektir ki kulübünün kadrosu da bunu başarmak için yeterli.

Messi’nin gölgesinden kurtulmak istediğini söyleyenler var...

Böyle bir durum yok. Neymar, Barcelona’da hâlihazırda ağırlığı olan bir isimdi zaten. ‘Gölgesinde kalma’ muhabbeti, sadece saçmalıktan ibaret yani.

Neymar, Altın Top ödülünü kazanabilecek seviyede bir oyuncu. Messi bile, Neymar’ın arkasından “Kalsaydı, Altın Top kazanabilmesi için ona yardımcı olmaya çalışacaktım” dedi. Ayrıca Messi, Neymar’ın Barcelona’ya transfer sürecinde ciddi rol oynamış, kulübe geldiğinden itibaren de ona çok yardımda bulunmuş biri. Aralarında sorun olduğuna dair yorumları saçma buluyorum.

Socrates Dergi