Samson
15 dk
Faruk Yiğit, imajıyla birçok futbolseverin zihninde yer etmişti. Fakat saha içi kariyerinde de azımsanmayacak imzalar vardı. 90'lı yılların kendine has yıldızıyla o günleri konuştuk...
Sakal bırakmanın moda olmadığı dönemlerde gür sakalları ve uzun saçlarıyla sahadaki futbolcuların hepsinden ayırt edebileceğiniz bir isimdi Faruk Yiğit. O sezon kadrolarda çokça Faruk isimli futbolcu olsa bile "Uzun saçlı Faruk" demeniz, onu anlatmak için yeterliydi. Ama fark yarattığı tek nokta bu değildi. Gücü ve hızıyla da izlediğiniz maçın potansiyel yıldızlarından biri olurdu. Özellikle Kocaelispor'un büyük çıkış yaptığı dönemde Saffet, Dobrovski ve Moshoeu'li gösterilerin çoğunlukla başrollerindendi. Trabzon'da doğan, Bursa'da futbola başlayan, Bolu'da profesyonel olup Kocaeli'de zirveye oynayan Yiğit, hayatını 'futbol şehirlerinde' geçirdikten sonra bir geleneği daha yerine getirip İstanbul'un, Fenerbahçe'nin yolunu tutmuştu. Şimdi hikâyenin detayları için Faruk Yiğit'e bağlanıyoruz...
"Rıdvan'ın kuvvetlisi"
Bursa Orhangazi'de lisansım çıktı. Sonra Yalovaspor'a profesyonel transfer oldum. 88-89'da namağlup 3. Lig şampiyonu olduk ve Boluspor'a geçtim. 20 Mayıs'ta Bolu yöneticileri, beni Aladağ'da bir tesise kaçırdılar. Türkiye'nin her yerinde futbolcu kaçırmışlardı ve hepimiz de aynı tesise götürülmüştük. Yedi kişi o tesislerde bekledik…
Şimdi 'scout ekibi' deniyor, o zaman Boluspor'da altyapı koordinatörlüğü adıyla bir ekip kurulmuştu. Ülkenin her yerinde, amatör liglere kadar izleyen bir gruptu onlar. Başlarında da rahmetli Altan (Doyran) Abi vardı. Mesela ben iki-üç sene önce onun listesine girmişim ve o süreçte Yalova'da oynarken devamlı takip edilmişim. O öyle bir liste ki Rıdvan (Dilmen) olsun, Sercan (Görgülü) olsun hepsi onun radarına takılıp Bolu'ya getirilen isimler.
Boluspor'da Tınaz Tırpan ile başladık. Sonra sanırım altıncı haftaydı, bıraktı ve Şenol Güneş geldi. Şenol Hoca ile ilk yılımızda çok iyi bir sezon geçirdik. Ben de iyi bir sezon geçirdim. İlk lig maçıma Galatasaray karşısında çıktım. Türkiye'nin adımı duyduğu maçtı o. Zaten takip eden hafta da milli takıma çağrıldım. Piontek dönemiydi, Fatih Terim yardımcı hocaydı. Macaristan'a gitmiştik ilk maçımda, sonra İzmir'de İngiltere ile oynadık, Yugoslavya maçı vardı… İzmir'deki İngiltere maçının yeri ayrıdır, çok iyi oynamıştık, özellikle de Rıdvan Abi harikaydı. Rahmetli Turgut Özal, maçtan sonra bize bilmem kaç cumhuriyet altını sözü vermişti. O dönemler hızlı bir çıkış yakaladım, televizyonda izlediğim adamlarla birkaç ay sonra bir araya gelmiştim. Hatta "Rıdvan'ın kuvvetlisi" deniyordu benim için. Ben de onun gibi ani durabilen bir stile sahiptim. Bir de Ali Kemal Denizci'nin beni çok mutlu eden iltifatı vardır. Şenol Hoca'yı ziyarete gelmişti ve bana "Veliahdım sensin" demişti.
"'Rıdvan'ın kuvvetlisi' deniyordu benim için. Ben de onun gibi ani durabilen bir stile sahiptim."
Boluspor'daki ikinci yılımızda transferler istediğimiz gibi çıkmadı. Hem forvet hem kanat hem de sol açık oynuyordum bir ara. Şenol Hoca'nın, sahada iyi işler yaptığımız Arif'i (Bacacı) uzun süre kadro dışı bıraktığı bir dönem de olmuştu. İstanbul'da Sarıyer maçını alsak kümede kalacaktık ama öne geçtik, birkaç dakikada iki gol yedik ve yenildik, olmadı. O zamanlar Şenol Hoca'nın bir nevi stajyerlik dönemiydi, hataları olmuştur elbette. Sonradan çok yol kat etti tabii. Ama kariyerinin ilk döneminde de genç futbolcular için hep bir nimetti. Herhalde uzun yıllar Trabzonspor'da kaptanlık yapması nedeniyle Bolu'ya geldiği andan itibaren genç oyuncularla iletişimi çok iyi sağlamış ve bizleri kendine bağlamıştı.
"O dili yok mu!"
O sezon devam ederken Fenerbahçe yöneticileri ile görüştüm. Rahmetli Serkan (Acar) Abi ve Mesut Dizdar'la anlaşmıştım. Ama henüz mart ayındaydık. "Şu an ön sözleşme yapamam, Boluspor'un durumu kritik, doğru olmaz. Sezon bitsin gelirim. Ben bir kere söz vermişsem tamamdır" dedim. Sezon bitti, İstanbul'a geldim… Metin Aşık başkandı, Aydın'dan İlker (Yağcıoğlu) ve Faruk'u (Korkmaz) da almışlardı. Biraz aklım karıştı o yüzden ama konuştuk Metin Abi'yle, ben tekrar yola çıktım. Yolda bir telefon daha aldım, "Metin Aşık seninle bir daha görüşmek istiyor." Bir gittim ofise, karşımda Güvenç Kurtar ve dönemin Kocaelispor genel kaptanı rahmetli Can Ulusoy. Ben Fenerbahçe için dönmüştüm halbuki. "Biz seni almak istiyoruz" dedi Can Abi. Bir şey de diyemedim. Metin Aşık'la da anlaşmışlar zaten. "Seni başkanın yanına götürüyoruz" dediler. Caddebostan'da bir yere gittik; Sefa Sirmen, Saffet Sancaklı… Herkes oradaydı. Sefa Sirmen "Ne istiyorsun?" diye sordu. Görüştüğüm kulüplerden istediğimin daha fazlasını istedim, "Bana pazartesi gününe kadar süre ver" dedi ve özel arabasıyla beni Yalova'ya gönderdi. Bu arada Bolu'dan arkadaşım Arif için de teklifte bulunmuştu. Pazar akşamı aradı, "Arif'e de söyle, yarın Kocaeli'de buluşalım" dedi ve Kocaelispor macerası başladı.
Saç-sakal
Uzun saçlı olduğumda daha hızlı koştuğuma inananlardanım. Saçları kestirdiğimde hızım da kesiliyor gibi geliyordu. O olay, Fenerbahçe'deyken çok büyüdü. "Faruk'un saçları kesilecek mi?" diye Ali Şen'e sorulurdu. Hatta bir defasında yayına bağlanmıştı Ali Şen, "Ben onu saçı sakalı için almadım, futbolu için aldım" demişti. Allah uzun ömür versin, onun gibi bir başkan da görmedim. Her başkanımla aram iyidir, hepsi değerlidir ama Ali Şen'in bendeki yeri ayrıdır. Ne söyleyecekse yüzünüze söylerdi.
Kocaelispor'da 2. Lig'den çıkan iyi bir kadro vardı. Arif ve benimle birlikte üç yabancı getirip transferi kapadılar zaten. Sezona da bomba gibi başladık; ta ki Konyaspor maçına kadar. Liderdik, Konya da ligin dibinde, bir galibiyetleri mi ne vardı… Küme düşmüşlerdi o sene zaten. Sağ olsun Güvenç Hoca'mız maçtan önce demeçlere başladı, "Fark atmaya geldik!" gibisinden. Takımdan umudunu kesmiş, maça gelmeyecek Konya seyircisi bu demeçlerle birlikte stada akın etti. 1-0 geriye düştüğümüz maçta 1-1'i zor kurtardık. Ondan sonra da çöküş başladı. Sarıyer ve Konya maçları gidince üst üste Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş maçları vardı; oradan da olumlu sonuçlar alamadık ve şampiyonluk gitti. Ama 1. Lig'e yeni çıkan bir ekip olarak sezonu dördüncü noktalamıştık.
O seriden unutamadığım bir maç da İstanbul'daki Fenerbahçe maçı… Turgut Özal'ın vefatı nedeniyle maç ertelendi. Fenerbahçe de kötü bir dönem geçiriyordu. İşte o arada Güvenç Hoca sağ olsun yine açıklamalar yaptı: "Beni göbekli Müjdat'la mı İlyas Salman Ümit'le mi durduracaklar?" O gün Ümit (Birol) öyle bir top oynadı ki, mahvetti bizi! Hatta Tanju (Çolak) Abi'ye de muazzam bir gol attırmıştı. 4-0 yenildik, Ümit Abi de her golden sonra bizim kulübeye gelip Güvenç Kurtar'a 'selam etti' zaten. Daha da garibi ondan sonraki sene Ümit Abi, Kocaelispor'a geldi.
Kocaelispor 1995-96
Güvenç Kurtar, çok değerli bir büyüğümdür çok severim canım hocamı ama o dili yok mu! Şampiyonluğu kaçırdığımız sezonun ertesi, devre arası Kemer'de kamptayız… Sefa Başkan da ödeme takvimini çıkarmış, 'yeniler-eskiler' olarak listelemiş. "Yenilerin paralarını ödeyeceğim, diğerlerininkini sonra öderim" demiş. Eskilerle samimi ya, onlarda kredisi vardır diye düşünmüş belki de. Güvenç Hoca da gitmiş eskilere "Bakın, yenilerin parasını ödüyor, sizinkileri ödemiyor" demiş. Bu Sefa Sirmen'in kulağına gidince de Güvenç Hocamı gönderdi. Sonra da (Reinhard) Saftig geldi zaten.
"Mustafa Denizli başkadır!"
Sözleşmem bitmiş, Bursaspor ile İstanbulspor'dan teklifler var, birinden biriyle anlaşacağım… Mustafa Hoca takımın başına geldi ve beni çağırıp "Hiçbir yere gidemezsin, burada kalacaksın" dedi. Bir şey söyleyemedim tabii. İlk dönemimde Sefa Sirmen'le sorunlar yaşamıştım ama Mustafa Denizli, yeni bir sayfa açmama, altın bir dönem yaşamama yardım etti.
Hocayla futbolcular birbirlerini sevdiği zaman o takımın başaramayacağı şey yoktur. O elektriği aldığınız zaman, inanın çok şey değişir. Hem kendiniz hem de hoca için oynarsınız. Kariyerim boyunca bu duyguları en yüksekte yaşatan hoca da Mustafa Denizli'dir.
Futbolculuğun ne olduğunu ondan öğrendim. Futbolcu iyi giyinecek, bakımlı olacak, kendine dikkat edecek… İdmandan sonra tesislere beş gün İngilizce öğretmeni geliyordu, manikürcüpedikürcü geliyordu… Büyük takımlarda belki oluyordur ama Anadolu takımında, Anadolu'dan çıkıp gelen çocuklar nereden bilecek bunları? Şimdi bu adamı sevmezsen kimi seveceksin! Her futbolcunun kariyerinde en az bir defa Mustafa Denizli ile çalışmasını isterim.
Onun döneminde İstanbul'da Beşiktaş'ı 5-3, Galatasaray'ı da 4-0 yendiğimiz maçlar vardı… Çok iyi oyunlar oynadık. Ama tribünler hocayı kabullenememişti. Sahamızda Antep'e karşı 2-1 öndeyiz, bir bakıyorsun tribünler sahaya sırtını dönmüş… Sonra Coulibaly (Fernand), bir gol attı ve 2-2 bitti maç. Ama biz zaten moral olarak yerlerdeyiz, hocayı seviyoruz ya "Bu seyirci niye böyle yapıyor?" diyoruz. Maçtan sonra Hodri Meydan grubu, tesislere geldi. Ben de ikinci kaptan olarak Osman Çakır ve Can Abi'yle birlikte onların yanına gittim. "Biz Mustafa Denizli'yi istemiyoruz!" diyorlar. Can Abi de "Bursa maçı var önümüzde, oradan mağlup çıkarsak bakarız" gibisinden bir şeyler dedi. Hocayı seviyoruz ya, ben Bursa'da bir top oynadım! Bir gol attım, bir penaltı yaptırdım. Zaten o sezonun devamında 9-10 maçlık bir namağlup seri de yakalamıştık. Ligin son maçında Kayserispor yendi bizi. UEFA Kupası'na katılma hakkı kazandık sezon sonunda. Mustafa Hoca da bir kez daha milli takımın başına geçti.
O sezon sonunda ben de milli takım ile Euro 96 için İngiltere'ye gitme şansını elde ettim. Önce Finlandiya kampı, birkaç hazırlık maçı, sonra da İngiltere'ye geçtik ve turnuvayı gol atmadan bitirdik. O sezonun asist kralıydım ama bir maç bile oynayamadım. İstanbul'a döndük, havalimanına indik, Fatih Hoca yanıma geldi, "Kusura bakma, oynatamadık seni de" dedi. Oraya gitmenin de bir şeref olduğunu söyledim. Orada olmak ayrı bir şey cidden, büyük bir turnuvada olmak. Şimdi bile konuşurken Hırvatistan karşısına çıktığımız ilk maç, stadyum, o atmosfer tek tek gözümün önüne geliyor.
Mayıs 1996'da Samsun'da Ukrayna maçı oynuyoruz. Shevchenko'nun ilk zamanları… O maçta bir gol attım, iki asist yaptım, 3-2 kazandık. Maçtan sonra Galatasaray istedi, "Gelirim ama Kocaelispor'la anlaşmanız gerek" dedim. Sefa Sirmen de sözleşmem devam ettiği için vermedi. Galatasaray'a gitsem belki Euro 96'da oynardım diye düşünürüm hep. Vedat (İnceefe) çok sevdiğim bir kardeşim, hakkıyla da oynamıştır ama Galatasaray'la anlaşmıştı. Galatasaraylı olunca durumlar biraz farklı olabiliyordu.
(Holger) Osieck, Kocaelispor'a geldiğinde ilk başlarda ısınamadık birbirimize. Ben, taraftarların en sevdiği futbolculardan biriydim, Osieck'in de yıldızlara karşı bilindik bir tavrı vardı. İlk yılında sezon ortasında gelmişti, Türkiye Kupası'nı kazandık. Ama ikinci sezonda benim mevkiime Orhan Kaynak'ı getirmişti. Beni kestiği ilk maçta da Orhan kırmızı kart gördü. Sonra tekrar oynamaya başladım ve ilk yarının son maçında Samsun deplasmanında bir gol attım. Döndük, havaalanında yanıma geldi. Hikmet Karaman da tercümanıydı; onun vasıtasıyla, "Faruk'a çok haksızlık yaptım ama karakterli bir çocuk, ne kadar kesmek istesem de her şeyini ortaya koydu" diye teşekkür etti bana. Sefa Sirmen, beni Fenerbahçe'ye satmış. Hiç haberim de yoktu, yolda giderken öğrendim. Belki de Osieck Fenerbahçe'ye gideceğimi biliyordu, helallik istedi.
Her Gün Bir Olay
Fenerbahçe ile ilk maç… Antep'e gittik. Otto Bariç, Jay Jay Okocha ile beni yedek başlattı. 2-0 yenildik. Hiç unutmuyorum Ali Şen, herkesin içinde Otto Bariç'e "Madem oynatmayacaktın, neden aldık bu adamı!" diye çıkışmıştı. Sonra da çoğunlukla 11'deydim o sezon. Tabii Otto Bariç'in Trabzon maçı var bir de. Sırtına ufak bir taş gelmişti, o paltodan bir şey de olmaz ama olay bambaşka yere taşındı. Hiç unutmuyorum Mehmet Ali Yılmaz o dönem Trabzonspor Başkanı, "Bir hastaneye götürelim, neymiş, ne değilmiş baksınlar, rapor alalım" diyor. Ali Şen de "Olmaz, biz İstanbul'da alırız" diyor. Ambulans, başkanların anlaşmazlığı nedeniyle bir Trabzon'daki hastaneye dönüyor, bir havaalanına doğru yön değiştiriyor. İçinde de Bariç! Sonra İstanbul'a götürüldü. İstanbul'da raporu aldılar ama iki yıl men yedik Türkiye Kupası'ndan. Ama cidden çok zor bir akşamdı. Rize'ye gidene kadar kadını erkeği, herkes bizim otobüse bir şeyler attı.
"Löw'ün idmanları, verdiği eğitim harikaydı. Bana göre tek eksiği sahaya geç müdahale etmesiydi..."
Alman hocaları hep severim. Hem iyi idman yaptırırlar hem de hak ediyorsan o formayı sana verirler. Joachim Löw'de de böyleydi. Bence genç bir hoca olması nedeniyle tek kusuru vardı, sahaya müdahale etmekte gecikiyordu. Zaten onu da üzerinden attıktan sonra adamın nerelere geldiğini görüyoruz. Misal Baliç'in döküldüğü maçlar vardı, takıma zararı oluyordu ama sahada kalıyordu. Oralarda taze bir kana ihtiyaç vardı. Onun dışındaki dayanıklılık idmanları, verdiği eğitim harikaydı. Ama Metin Diyadin'in sakatlığı, Baliç olayı her şeyi kontrolden çıkardı. Elvir Baliç, sezonun ilk yarısını harika oynadı ve Samsun maçına kadar 17 gol attı yanılmıyorsam. Ama o günden sonra üç ya da dört gol atabildi. Çok özel bir oyuncuydu. Ama çöküşümüz o Samsun maçıyla oldu.
Sonra Rıdvan Dilmen geldi. Ligde liderdik ama MTK maçıyla ortalık karıştı ve ayrıldı… Sonra da (Zdenek) Zeman geldi ve bizi pilot yapmaya çalıştı. Profesyonel pilotların testlerini bize uygulatıyordu. İnanılmaz sıkıntılı idman programlarıydı. Sonra da takım dağıldı zaten. Pendik maçı da simgesi işte. Tesislere döndüğümüzde aşina olduğumuz amigolar tesislerin içinde geziyordu. Kim onları aldı, nasıl girdiler? Oda oda Rüştü'yü arıyorlardı. Sonra da çıkışta olanlar oldu işte, arabasında… Aziz Yıldırım yaptırdı demişlerdi. Ali Şen döneminde dolar üzerinden imza atan isimler vardı, Aziz Yıldırım da devalüasyondan sonra rakamı düşürmek istemişti, bir tek Rüştü karşı gelmişti. Bu olaya bağlı birçok söylenti dolandı ortalıkta.
Profesyonel
Moshoeu, Jay Jay Okocha, Sergen… Bunlarla oynarken çok zevk alırdım. Sergen, istediği zaman akılalmazdı. Koştuğum yeri görmüyordu, seziyordu. Moshoeu de öyleydi. Okocha ile sorunlar yaşadık biraz, bilirsin topu çekme hareketi vardı meşhur, o da biraz zamanlamayı kaçırmasına sebep olurdu ama çok iyi oyuncuydu cidden.
Moshoeu'yi çok severim, çok iyi arkadaşımdı Allah rahmet eylesin. Ama arkadaşım diye söylemiyorum cidden çok özel bir oyuncuydu. Hep "Alex mi, Hagi mi?" diye tartışılıyor, Moshoeu gibi apayrı meziyetleri olup da unuttuklarımız da oluyor. O seviyede gördüğüm çok özel bir yetenekti. Bir özelliğini çok severdim; yenilsek de yensek de fark etmezdi onun için. Bir maç kazanıyoruz, biz Türkler çılgın gibi seviniyoruz… Moshoeu'ye bir bakıyorum rölanti! Sonra bir maç kaybediyoruz, sevinen ekip bu sefer karalar bağlamışız, dünyanın sonu gelmiş bizim için! Moshoeu? Yine aynı. Dayanamadım bir gün sordum: "Niye hep böylesin?" Şunu dedi: "Ben profesyonelim, siz amatör!" Haklı adam, bu bir iş nihayetinde. Ya biz Fenerbahçe'de yenildiğimiz zaman dışarı çıkmıyorduk, bu kadar abartılı bir yaşam olabilir mi?
Sergen'le milli takımdan tanışıyorduk. Fenerbahçe'ye transfer olunca "Gel beraber kalalım" dedi. Moshoeu'yi bıraktım, onun odasına geçtim. Ben de at yarışı oynuyordum da 3-5 liralık. Bana tüyo veriyordu, sonra bir bakıyordum, kendisi başka ata oynamış. "Abi, ben sana tüyoyu veriyorum, sen herkese dağıtıyorsun. Ben niye parayı başkalarıyla paylaşayım?" diyordu. Çok büyük paralara oynuyordu o, bu açıdan bakınca haklıydı.
2000-2001'de Mustafa Hoca Fenerbahçe'nin başına geçti. Ben de Diyarbakır'da kiradaydım. Döndüğümde, hocanın geldiğini duyunca çok sevindim. Baba-oğul gibiydik ama hocam üzerimizi çizdi. Yönetimin verdiği liste vardı, ondan dolayı çağrılmadık bence. Bir tek Johnson ve Moshoeu'yi aldı. 2000'den sonra dikkat edin; Aziz Yıldırım, Ali Şen'in getirdiği her oyuncuyu, sözleşmesi bittiği an gönderdi. Ben kara listeye nasıl girdim? Aziz Yıldırım'ın ilk başkan olduğu zaman bir Galatasaray maçı oynadık, Ali Sami Yen'de 2-2 bitti. O maçtan sonra topluca Ali Şen'in evine gidildi. Aziz Yıldırım bir organizasyon yapmış ama bizim haberimiz yok. O olay medyaya sızınca da Aziz Yıldırım gidenlerin hepsinin üzerini çizdi…
Boluspor, Fenerbahçe… Seyircisi hep farklı takımlar. Harika bir destek var arkanızda ama Kocaeli seyircisi apayrıydı. Bir de formasını giymedim ama Beşiktaş taraftarının bendeki yeri başkadır. İnönü'de 5-3 kazandığımız maçta… Biz gol atıyoruz, Beşiktaş'ın gol atmaya hali yok ama o seyirci Beşiktaş'a tam üç gol attırdı. Harikaydı! Çok etkilenmiştim. Fenerbahçe seyircisi de Kadıköy'de çok iyidir, haklarını yemeyelim ama maçta bir hata yaptığın an seni aşağı çekebilecek insanlar da vardır. Başlarlar bağırmaya... Kapalı tribünün altında bir grup vardı, sol bek Halil İbrahim'in (Kara) onlar yüzünden futbol hayatı bitti. Bir hata yaptı, sevmediler çocuğu ondan sonra. Her hareketinde başlıyorlardı… En sonunda gitti o da. Beşiktaş seyircisi doksan dakikayı bekler.
Kocaeli benim futbol adına en mutlu olduğum yerdi. Oradan ayrıldıktan sonra dört sene daha oynadım, ayrılmasam belki yedi sene daha oynardım. İnanın her şey başkaydı Kocaeli'de. Futbolu seviyor insanlar, her gün basın önünde değilsin, baskı yok. Herkes seni tanıyor, senden beklentiler belli. Doksan dakikada başarılı olmak için savaşacaksın. Sadece işine odaklanıyorsun yani. Ama İstanbul öyle değil. Fenerbahçe'de her gün bir olay oluyordu. Hep basının önündesin, her yerdesin! İstanbul'daki baskı, başa çıkması zor bir şey.