
Sana Gül Bahçesi Vadetmedim
8 dk
Neden bütün sefaletine rağmen bisiklet yarışlarını yerinde izliyoruz? Bu vazgeçilmez bir tutku mu, gereksiz bir delilik mi?
Gişe rekorları kırmayacak bir filmin açılış sahnesi olabilir bu. Geçmişinde büyük kitaplar olan bir yazara ölüm döşeğinde o meşhur soru yöneltilir. Hayattan bir pişmanlığı var mıdır? Evet der, “Fransa Bisiklet Turu’na katılmamak.” Nasıl yani? Etrafındakiler izlemekten söz ettiğini düşünür. Efsane tersler, yarışmaktan bahsediyordur.
O yazar Francis Carco. Tanıdık gelmeyebilir, zira beyefendi 20. yüzyılın başında edebiyat dünyasına giren ve kitapları Türkçeye çevrilmeyen bir isim. Dostlarının testine verdiği bu yanıttan sonra şunları ekler: “1903’te Fransa Bisiklet Turu’na katılmak için başvurmuştum ama Henri Desgrange reddetmişti."
Le Tour, geçen yüzyılın başında sadece bisiklete binmeyi bildiğiniz için katılabildiğiniz bir yarıştı. Para ödülleri cılızdı, yollar bozuktu, etaplar gece karanlığına kalıyordu. Organizasyon yönetimi trene binen, bisiklet dükkanlarından yardım alan, içki içen bisikletçileri kontrol etmekte zorlanıyordu.
Bugünlerde büyük yarışlara katılmak, yüz yıl öncesine göre daha zorlu. Her şey değişti, takımlar ve sporcular profesyonelleşti, spora giren para inanılmaz bir noktaya ulaştı. Lakin aradan geçen yüzyılda bir şey aynı kaldı: Seyirci. Belçika’nın tepelerinde, Fransa’nın arnavut kaldırımlarında Türkiye’nin sahillerinde bisikletçileri izleyen insan grupları hâlâ 1903’tekiler gibi. Oraya gidiyorlar, eski günlerdeki gibi, bilet almadan, para vermeden, dünyanın en iyilerini izlemek için.
Bir Deneyimden Daha Fazlası
Bu bizi çağımızın popüler kelimelerinden birine götürüyor. Tatillerimizin tamamını üzerine kurduğumuz bir kelime bu: Deneyim. Bazen Ortaçağ’da yaşamanın nasıl bir şey olduğunu anlamak istiyoruz, bazen İngiltere’de bir müzeye girip Beatles’ın çıkış yaptığı ilk yıllara gidiyoruz. Haydi, Strawberry Fields Forever’ın yazıldığı ormana gidelim.
Bir deneyim olarak bisiklet bu noktada rakiplerinden ayrılıyor. Evet, herkes sevdiği sporun ötekilerden farklı olduğunu düşünür. Bisiklet ise gerçekten öyledir. Hayatında bir kere yarışa gitmiş herhangi biri bu duyguyu anlar. Bu yazı, o duygunun peşinde koşmaya çalışacak ve muhtemelen baştan kaybedecek. Zira yaşanması gereken bir şeyi anlatarak resmetmek, her şeyin deneyimden ibaret olduğu bir çağda çok zor.
Her şeye rağmen klasik bir soruyla başlamak en iyisi. Neden bu yarışlara gidiyoruz? Neden televizyonun bu kadar geniş imkânlara sahip olduğu, telefon ve bilgisayarlarla her şeye ulaşabildiğimiz zamanlarda bisikletçilerin peşinde kan ter içinde kalıyoruz?
Televizyon Yalan Söylüyor
Bir zamanlar, spor yazarı Roger Angell bu soruya yanıt aramıştı. Tribünde izlemek ile televizyonda izlemek arasında ne fark var? Amerikalı, beyaz ekranın milyonları kendisine bağladığını itiraf ederken oyunu tribünde olmaktan yana kullanmıştı. Zira ona göre televizyonun oyunun kendine has olan o ritmi anlatabilmesi mümkün değildir. Angell, bunları kaleme aldığı The Interior Stadium metninin devamında izlediği yıldızları anlatmaya başlar. Bir asıra merdiven dayayan hayatının her noktasında bu isimler vardır. 1930’lardan alır, sonra 1960’lardaki bir finale döner. Ona göre hiçbir spor, beyzbol kadar yoğun değildir ve televizyon asla bu deneyimi sunamaz. Ve sonunda yerinde çıplak gözlerle seyrettiğiniz yıldızları unutmadığınızı hissedersiniz.
Bisiklet seyircisi de bu hâletiruhiyeyi iyi bilir. İki tekerin tarihine meraklı biri, eski çağları yaşamış gibi anlatabilir. Zira bu sporun doğuşunda efsaneler vardır. Televizyonun olmadığı zamanlarda her şey gazetelerle başlamış, söylentilerle efsaneler bir arada büyümüştür. Fransa Bisiklet Turu’nu kuran L’Auto gazetesi zamanla edebiyatçılara kapılarını açmış, yarışlar kurgu ile hakikatin bir karışımı hâline gelmiştir. Bu yüzden şu an 1971 yılına dönmemizi isteyin, akıllara hemen Luis Ocana gelir. O sene Eddy Merckx’in önünde şampiyonluğa giden İspanyol büyük bir şanssızlık yaşar. Col du Menté inişinde düşer ve sarı mayo ile Paris’e gidecekken bir helikopter ile hastaneye yetiştirilir.
Bu ânı televizyonları başında canlı izleyen insan sayısı azdır. Çoğunluk, daha sonra eski yarışların gösterildiği programlardan görmüştür. Şimdilerde internet sayesinde o âna dikiz yapabiliyoruz. Ama her şeyden önce, bisikletin bütün efsaneleri gibi Ocana da bir kâğıt parçasından ibaretti.
Bir romancı, Christian Laborde, Ocana’nın düştüğü 12 Temmuz 1971’de gözyaşlarına boğulduğunu anlatır. Siz de bir an, onu okurken, orada olduğunuzu düşünürsünüz. Laborde yazısını şöyle bitirir: “Odama dönmüştüm. Annem kapımı çaldı, ‘Pencereni kapat, fırtına var, gök gürültüsü seni sarsmasın’ diye bağırdı. Ona ‘Zaten sarstı anne, Luis düştü’ dedim. Ellerini uzatıp, ‘Seneye kazanacak ve şerefine, sana tatlı yapacağım' diye cevap verdi."
Bisiklet izleme deneyiminin bir parçası da bu kâğıtlar ve yazarlardır. Gittiğiniz her yerde kendinizi tarihin bir parçası hissedersiniz. Organizasyonlar da bunu her fırsatta kullanır. Her yarış efsaneler geçidine sahne olur. Bir etabın finişinde Hinault’yu görebilirsiniz. Karlı bir günde kazandığı 1981 Liege-Bastogne-Liege yarışı oradadır işte, beş Fransa Bisiklet Turu zaferi ile birlikte. Kafanızı çevirir, köşede duran Greg LeMond’a rastlarsınız. Televizyon için etapları yorumlamaktadır. Geçmişte aynı takımda yarıştığı ve büyük bir rekabete giriştiği Hinault ile aralarında şu an 100 metre vardır. 1986 Fransa Bisiklet Turu da oradadır işte, LeMond’un emrinde çalışacağını söyleyen Hinault bir anda içgüdülerine dayanamaz, atağa kalkar. Sonrasında LeMond onu yakalar ve birlikte finişe gelirler. Bugün, biraz yağ bağlayan vücutlarıyla birlikte, tarih de orada yan yana durmaktadır.

Orada Olmak
Bisiklet izlerken akıllara gelen tek şey geçmiş değildir, ‘şimdi’ de önemlidir. Yani bugün. Zira bir deneyim olarak orada olmak unutamayacağınız bir hadisedir. Aylar öncesinden biletinizi alır, tatil planınızı hazırlar, yarışın olduğu kentin yolunu tutarsanız. Büyük gün öncesi rotanızı tasarlar, arabadan trene bütün gidiş yollarını araştırırsınız. Akabinde o gün gelip çattığında en zorlu kısım başlar. Yarışta nerede duracaksınız? Kaç saat bekleyeceksiniz?
Asıl gidiş sebebiniz Bradley Wiggins’i yakından görmek, Tom Boonen’e bakmak, Thomas Voeckler’e “Allez” diye bağırmaktır ama bir yerde bu aklınızdan çıkar. Önünüzdeki Lüksemburglunun şapkasına bakar, yanınızdaki Hollandalılar ile sohbet etmeye başlarsınız. Size Alpe d’Huez deneyimlerini anlatırlar. Birkaç saat sonra sandalyelerini çıkaran ve bisikletçilerin gelişini oturarak beklerken radyodan yarışı dinleyen yaşlı çifte gözleriniz takılır. Bir anda, dünyanın ortasında, merkezden o kadar uzak olmadığınızı düşünmeye başlarsınız. Coğrafi olarak hafif kuzeyde kalmanız problem değildir. Burası, şu an, gezegenin ve medeniyetin tam ortasıdır.
Sonra bu duygu kaybolur. Yorgunluk belirtileri başlar. Vücudunuzun yandığı dakikalarda önünüzdeki Lüksemburglunun şapkası eskisi kadar ilginç gelmez. Şu yanınızdaki Hollandalılar amma da gevezedir.
Bu, müzik festivaline gitmek gibidir. Hevesle öncesinden bilet aldığınız festivalde en büyük heyecanınız, favori müzisyenlerinizi görecek olmaktır. Lakin ikinci günün ortasında çadırda yatmaktan her tarafınızın ağrıdığını, ilk gün gözünüze ziyafet gibi görünen yemek standlarının eski çekiciliğinden uzaklaştığını fark edersiniz. Ayakta beklemekten ve konser izlemekten yorulmuşsunuzdur. Duşların pisliği, etraftaki çamur, dinmeyen yağmur, kesilmeyen müzik bir noktada sizi bezdirir.
Sonunda sahne sırası Fabian Cancellara’ya ve Arctic Monkeys’e gelir. Bir anda, bütün o yorgunluğun bir anlamı olduğunu düşünürsünüz. Cancellara, 2011 Ronde’de gördüğünüz atağın benzerini tam önünüzde yapar, Arctic Monkeys ilk albümünden beklemediğiniz bir şarkıyı 20 metre uzağınızda çalar. O anda, bütün sefaletine rağmen, orada olmanın evde kulaklıkla müzik dinlemekten ya da televizyonda pelotonu izlemekten ne kadar farklı olduğunu kavramaya başlarsınız. Her şey bir saniyede değişir; sesle, gürültüyle, atakla birlikte.
Tur Buradan Geçecek
Orada olan adamlardan biri, Amerikalı yazar Samuel Abt, 1995 Fransa Bisiklet Turu’nda yaşadığı bir deneyimi Off The Races kitabında anlatır. O sene Fransa Bisiklet Turu’nun geçtği yerlerden biri Saugues kasabasıdır. Abt, kaldığı otelin patronu ile resepsiyonda karşılaşır. Patron, çalışma ritmini şöyle aktarır: “Sabah 7’de iş başlar, çoğu zaman gece 1’e kadar çalışırız. Tatil yapamayız, ara verecek, dinlenecek zamanımız yoktur. En kötüsü de nedir, biliyor musunuz? Fransa Bisiklet Turu’nu televizyondan bile izleyememek. Tur bu otelin önünden geçiyor ve televizyondan bile seyredemiyorum.”
O küçük ve güzel kasabada yapacak başka ne vardır? Abt, bölgede düzenlenecek konserlerin tarihlerini verir, kasabanın tanıtıldığı iki konferansı haber eder, akordeon festivalini tanıtır. Ama esas sahne ise bisikletçilerindir. Yarış sabahı geldiğinde her şeyin değiştiğini gözlemler. Yol kenarlarına dizilmiş binlerce insanı görür. Finişe çok vardır ve Abt birkaç seyirciyle konuşmaya karar verir. Bir gün önce, Bastille gününde Fransız Laurent Jalabert etap kazanmıştır ve halk mutlu bir şekilde kenarda durmaktadır. Seyircilerden biri “Tur birkaç sene önce buraya gelmişti, bu kasabaya” der. Etap buradan sadece geçmişti, başka yerde başlamış, başka yerde bitmişti. Meraklı gözlerle Abt, o gün etabı kazananın kim olduğunu sorar. Kimse bilmiyordur. Kazanan akıllarından çıkmıştır. Tek hatırladıkları buradan geçmiş olmasıdır. Fransa Bisiklet Turu, buradan geçmiştir. Bu kasabadan. “Unutulmaz bir gündü” diye bitirirler.
Bugüne dönelim. Artık yazarların ölüm döşeğindeki en büyük pişmanlığı bir bisiklet yarışına katılmamak değil. Bir bisiklet yarışını yerinde izleyememek de hayattaki büyük pişmanlıklar arasına girmez. Bu deneyimi daha önce yaşamayanlara koca bir gün ayakta beklemek, sadece birkaç saniyeliğine önünüzden geçecek bisikletçiler için çile çekmek anlamsız gelir. Oysa bir kere orada olduğunuzda zamanın nasıl yavaşladığını, her şeyin nasıl farklı akmaya başladığını anlarsınız. Geçmiş, şimdi ve gelecek gözlerinizin önüne gelir. O an asla ölmez. Bundan 100 sene önce başka birilerinin babaları ve anneleri yol kenarlarında bekliyordur, bundan 100 sene sonra başka birilerinin torunları orada olacaktır. Siz de o anlarla ve insanlarla birlikte ölümsüz olacağını düşünürsünüz. Birkaç saniyeliğine. Sonra bisikletçiler gelir ve geçer.