
Sanat mı, Istırap mı?
5 dk
İtalyan futboluna damga vuran savunmacılar: Kimileri için oyun zevkinin katili, kimileri için bambaşka becerilerin sahibi.
“Coverciano’daki ilk günlerimizde Ferrari, tahtaya bir çizgi çizdi ve ‘Eğer oyunu bu çizgide sürdürebilirseniz, her an çizginin üstüne yani galibiyete ulaşabilirsiniz. Fakat çizginin altına düşerseniz, galibiyete ulaşmanız imkânsıza yakındır’ dedi.”
Türkiye’nin mühim savunmacılarından Bülent Eken’in İtalya’daki antrenörlük kursunda, ‘başöğretmen’ Giovanni Ferrari’den ilk öğrendiği bu mantalitedir. İtalya’nın 1934 ve 1938’deki dünya şampiyonu kadrosunun meşhur sol içi Ferrari, her ne kadar ekürisi Giuseppe Meazza ile rakip savunmalara korku salsa da savunma onun önceliğidir. Bunda, futbol bilgisinin yanında tecrübelerinin de rolü büyüktü kuşkusuz. Nitekim İtalya, 1938’de Dünya Kupası’na ulaşırken Vittorio Pozzo’nun Il Methodo sisteminin ikili savunmasında yer alan Juventus’lu Pietro Rava ve Alfredo Foni 2. Dünya Savaşı nedeniyle beynelmilel sahnede çokça yer alamasalar da bıraktıkları miras, ileriki nesiller için ilham kaynağı olacaktır.
İkinci Dünya Savaşı, birçok alanda değişiklikleri getirirken, İtalyan futbolu da bundan nasibini almıştır. Yenilgi, İtalyanların iliklerine kadar işlemiş ve psikolojilerinden yaşamlarına uzun vadeli etkiler bırakmıştır. La Gazetta Dello Sport editörü Gianni Brera, kariyerinin yükselişe geçtiği 50’li yıllardan itibaren İtalyan futbolunun nasıl bir evrime tabi olması gerektiğini belirtmeye başlar. 2. Dünya Savaşı'ndaki mağlubiyetin, İtalyanların fiziksel olarak diğer milletlerden geri olduğunu gösterdiğini düşünen Brera, bunun futbola da yansıdığını ve üstesinden gelmek için stratejiye ve oyun dışı faktörlere yoğunlaşılması gerektiğini belirtir. Brera’ya göre muntazam bir 90 dakika 0-0 neticelenmelidir ve bir takımın gözü her zaman rakibin zaaflarında olmalıdır. Gol için en büyük silah ani hücumlardır! Brera’nın bu fikirleri, 50’li yıllardan başlayarak ülke futbolu üzerinde etkili olacaktır…
1952-1953 sezonu, Inter için müspet biter. Meazza’nın yer aldığı kadro ile 1940 yılında kazanılan şampiyonluktan beri zirveye hasret kulüp, nihayet Scudetto ile ligi noktalar. 46 gol atan Inter, 73 gollü takipçisi Juventus’tan daha üretken olamasa da kalesinde sadece 24 gol görmüştür. Bu müdafaa sisteminin mimarı tanıdık bir isimdir: Alfredo Foni. Savunma uzmanı Foni, Ivano Blason’u ‘libero’ pozisyonuna yerleştirerek, defansif futbol ile de zaferin mümkün olacağını kanıtlar. Bu futbol anlayışının üstünlüğünü sınır dışına kabul ettirenler ise ‘Bay Katenaçyo’lar Nereo Rocco ve Helenio Herrera olur.
Helenio Herrea’nın Serie A ve Avrupa’daki tahakkümünü başlatan ‘Grande Inter’inin de belkemiği yine bir liberodur: Armando Picchi. Müdafiye aykırı görüntüsü ile ilk anda pek önemsenmese de gerek oyunu geriden yönlendirmesi, gerekse de Herrera’nın saha içindeki sağ kolu vazifesiyle çığır açar. Picchi’nin oyun zekâsına fiziksel yardımı getiren, hızlı, çevik ve inatçı markajcı Artistide Guarnieri olur. Milano’nun diğer büyüğünde de savunma kaliteli ayaklardadır. Nereo Rocco’nun Milan’ında ilk olarak Cesare Maldini’ye emanet edilen müdafaa göbeği, ilerleyen yıllarda Roberto Rosato ile daha da güçlenir. ‘Melek Yüz’ lakaplı Rosato, 1.76’lık boyuna rağmen İtalyan duvarı ekolünü zirveye taşır. 1969 Avrupa Kupası Finali’nde Ajax’ın çiçeği burnunda yıldızı Cruyff’a sahayı dar eden ‘Melek Yüz’, 1970 Dünya Kupası’nda da İtalya’nın final yürüyüşüne tuğla koyanlardan olur. ‘Yüzyılın Maçı’ olarak adlandırılan İtalya-Almanya yarı finalinde Gerd Müller’e göz açtırmaz, tabii sakatlanana kadar. Müller, FIFA’ya verdiği röportajda “En çok zorlandığın savunmacı kimdi?” sorusunu, mezkûr maçı da yâd ederek şöyle yanıtlar: “Rosato! İtalyan Roberto Rosato. Çok sıkı markaj yapardı ama aynı zamanda centilmendi. Onunla karşılaşmak zor ve yorucuydu. İkinci yarıda, ceza sahasına girdim ve birden bir düşünce aklıma geldi: ‘Bir saniye! Rosato nerede?’ Arkamı döndüm, yoktu. Sahada değildi artık. Sakatlanmıştı ve oyundan çıkmıştı. Onun yerine Burgnich beni tutmakla görevlendirilmişti…” Daha sonrası malum; Rosato’dan kurtulan Müller, İtalya ağlarını iki kere havalandıracaktı...
Aynı dönemde Torino’nun büyüğü Juventus da savunmasını emin ellere bırakmayı ihmal etmiyordu. 40’lı ve 50’li yıllarda büyük santrhaf Carlo Parola’ya defansını emanet eden ‘Zebra’ların 60’lardaki hücum püskürtücüsü, Sandro Salvadore idi. Salvadore ise bayrağı Gaetano Scirea’ya teslim edecekti. Savunmayı yönetme istidadı ve topu olabildiğince hızlı bir şekilde hücum bölgesine taşıması, Scirea’yı kısa sürede bir ‘savunma baronu’na dönüştürür. 60’lı yıllarda savunma ve forvet hattı arasında köprü vazifesi gören Sani, Suarez ve Rivera gibi oyuncuların sahneden yavaş yavaş çekildiği, Benetti, Tardelli ve Bonini gibi daha mücadeleci isimlerin defansın önünde yer aldığı bu dönemde, Scirea’nın gol bölgesini hareketlendirme yeteneği, İtalyan sistemine yeni bir soluk getirir. Toplu oyunda parlayan Scirea’nın ‘pis işler’deki yancıları Gentile ve Brio ise klasik birer İtalyan savunmacısıdır. Scirea da ‘modern libero’ anlayışının temsilcisi. İtalyanlar, bir ucundan da olsa dünya futbolunun değişimine ayak uydurmayı başarmıştır, hem de kendi anlayışlarından ödün vermeyerek.
Savunma hattı, 1982 Dünya Kupası’nda İtalya’nın anahtar bölgesi olur. Juve, bu dörtlüdeki tek fireyi stoper pozisyonunda vermiştir. Brio’dan rol çalan isim, Fulvio Collovati’dir. Euro 80’deki performansıyla Bearzot’un adamı olan Collovati, dünya şampiyonu Azzuri’nin 11’inde yer alan tek Milan’lı olmayı başarır. Çevikliği ile İtalyan raconunu sahalarda sürdüren stoper, kulüp takımındaki mesai arkadaşı Franco Baresi ile de bir hanedanlığın temellerini atmaya hazırdır. Fakat işler beklenildiği gibi gitmez. 82 yazında rakip Inter’e transfer olan Collovati, Milan taraftarı için ‘dönek’ olarak kalacakken, libero Baresi büyük ortaklık için 80’lerin sonunu bekleyecektir.
80’lerin sonu ve 90’lı yıllar, Brera’nın arzuladığı defansif muntazamlığın doruklarda olduğu dönemdi. Dönemin defans oyuncularıyla bol bol mücadeleye giren Gianluca Vialli, otobiyografisinde 2. Dünya Savaşı sonrasında oluşan ve 90’lı yıllarda dahi etkisini sürdüren bu savunma kültürünü, “İtalyan sistemi, çocuklara kendilerini korumaları gerektiğini öğretir. Futbolunun temelinde ise realizm vardır. Ödül, her zaman kazanana gider; iyi çocuklara ya da kurallar dahilinde oynayana değil!” sözleriyle özetler. Evet, İtalya bu dönemde sonuca odaklı futboluyla çok canlar yakmış ve aynı derecede canlar da sıkmıştır. Oynadığı muhteşem hücum futboluyla mest eden Sacchi’nin Milan’ı dahi, muhteşem bir savunma temelinin üzerine kurulmuş ihtişamlı bir yapıttır. ‘Nazik’ libero anlayışını yerle bir eden Franco Baresi liderliğindeki Milan savunması, Tasotti, Costacurta ve Maldini ile hem yetenekleri hem de uyumlarından mütevellit kullandıkları sinir bozucu ofsayt tuzağı ile rakiplerine göz açtırmaz. Milli takım cephesinde ise bu dörtlüye, Inter’in haşin delikanlıları Bergomi ile Ferri eklenir. Rakip futbolcu ve taraftarların sinir katsayı testi temelli zorlaşmıştır…
Futbolda 90’lı yılların sonuyla başlayan değişim ve globalleşme, ‘İtalyan tipi’ savunmacıların da sonunu hazırladı. Brera zihniyetinin son meyveleri, büyüklerinden öğrendiği savunma numaralarını kariyerinin sonlarında stoper pozisyonunda gösteren Paolo Maldini, ‘kısa savunmacı’ kontenjanından Fabio Cannavaro ve ‘son model libero’ Alessandro Nesta oldu. Üçlünün Euro 2000’deki ortaklığı ve Hollanda maçındaki direnişleri, bir nevi İtalyan savunma felsefesinin çırpınışlarıydı belki de. Adam adama savunma, usulden sahalarda yok oluyordu ve bir nevi ‘futbol kültürleşmesi’ ile topun arkasına geçmeyi beceren her takım savunma işini halledebiliyordu.
Picchi ile standartları belirleyen, Scirea ile değişimi yakalayan ve Baresi ile farklılık yaratan İtalyan futbolu bir kez daha evrimi denese de ortaya çıkan sadece ‘cyborg’ müdafilerdi. “Niye eskisi gibi savunmacılar çıkmıyor?” sorusunun cevabını ustalara bıraktığımızda, kendi döneminin markaj uzmanı Guarneri “Artık yetenek çok mühim değil, alanlar ve sistemler ön planda” derken, ‘Büyük Şef’ Baresi ise olaya farklı bir açıdan yaklaşıyor: “Devir, forvetlerin devri!”