Saraydaki Değil Sokaktaki Fransa!

12 dk

2018 Fransa Milli Takımı, tıpkı 1998 gibi, Dünya Kupası zaferiyle birlikte sosyolojik tartışmaları da beraberinde getirdi. Peki sokaktaki Fransa bize neler söylüyor?

Getty Images

Bundan yıllar önce, 2000’lerin hemen başları, “blanc-black-beur” fırtınasının etkileri Fransa’da hâlâ devam ediyor... Hem aşırı sağcı Jean-Marie Le Pen’in oylarının yükselişi, hem de çok kimlikli Fransa Milli Takımı’nın onun doğrudan antitezi olarak başarıya ulaşması nedeniyle Fransa toplumunda yıllardır neredeyse hiç tartışılmayan farklı etnik kimliklerin yavaş yavaş konuşulmaya başlandığı bir dönem. O dönem çekilen bir Arte belgeselinde Afrika kökenli bir Fransız’ın söylediği bir cümle, tüm o dönemi en güzel özetleyen söz olabilir: “Sokaktaki Fransa’yı en iyi temsil eden şey Fransa Milli Takımı.”

Zira farklı kimlikler milli takımda ziyadesiyle mevcuttu ama medyada ya da politikada, sokakta sıklıkla gördüğünüz aynı kökenden insanlara rastlamanız mümkün değildi. Yıl 2018 olduğunda, durumun ne kadar değiştiği tartışılır. 1998 zaferinden beri geçen yirmi yılda Fransa’da farklı kimliklere olan hassasiyet, takımın da etkisiyle arttı; farklı kökenlerden insanlar medyada ve siyasette nispeten daha görünür olmaya başladı. Bunda tek rol oynayan futbol değil, örneğin popüler sanat da ‘sokaktaki Fransa’nın görünürlüğünün artmasında büyük pay sahibi. Hatta bu süreçte Zinedine Zidane’ın yanına bir tek isim yazacak olsak, bu herhâlde komedyen/aktör Jamel Debbouze olurdu. Diğer taraftan çok kültürlü ve çok kimlikli Fransa görünümlü oldukça muhafazakâr, ‘mozaik değil beton’cu Fransa da reaksiyon göstermeye devam ediyor. Tıpkı 1998’de olduğu gibi, iki taraf bugün yine en göz önünde oldukları dönemlerden birini yaşıyor. Bu anlamda 2018 takımının Dünya Kupası’nda kazandığı zaferin hiç kuşkusuz büyük bir toplumsal önemi var. Zaten maçtan hemen sonra Paris’te çoğunlukla göçmenlerin yaşadığı 14’üncü bölgede gezerken Afrikalı, Arap, Portekizli ve diğer etnik kökenlerden insanların yaşlısıyla genciyle kupayı hemen var gücüyle sahiplendiğini gözlemlememek mümkün değildi. Etnik kıyafetlerle, kökeni olan ülkenin bayrağı ve formasının yanında ille Fransa bayrağıyla da ‘sokaktaki Fransa’ 2018 takımını kucaklamakta gecikmedi.

Fransa’nın Dünya Kupası zaferi tabii ki sporda da bir kez daha göç tartışmalarını gündeme getirdi, bunun olmaması zaten imkânsızdı. Aslında daha kupanın başında İlkay Gündoğan ve Mesut Özil’in etrafında dönen tartışmalarla Almanya, konuyu gündeme taşımıştı bile. Almanya Milli Takımı, “Farklı kökenlerden bir ortaklık çıkmıyor mu?” sorularını sordururken Fransa’nın galibiyeti belki de bir cevap niteliği taşıyordu.

Her şeyden önce şunu söylemek gerekir ki göç meselesi çok karmaşık ve pek çok değişkenli bir konu. Bir ülkeden bir ülkeye, ne göç edenler aynı insanlar ne de göç alan/veren ülkeler aynı ülkeler. Tek bir ülke için bile konuşurken genelleme yapmaktan kaçınmak, her vakanın özgül koşulları olduğunu kabul ederek yola çıkmak gerekiyor. Dolayısıyla Almanya’yla Fransa’yı terazinin iki kefesine koyup tartmak pek de mümkün değil. Kaldı ki Almanya takımının ve ülkesinin göçle olan kendi hikâyesi bile tamamen kendisine bağlı olmayan siyasal, sosyal bazı dinamiklerden fazlasıyla etkileniyor. 2000’lerden başlayarak çok kültürlüleşen Almanya Milli Takımı, şu son olaylara kadar parmakla gösterilen bir örnekti. Ama ne Almanya 2000 yılındaki Almanya ne ona göç veren ülkeler aynı durumdalar. Yine de bu, bazı çıkarımları tartışmaya açmaya engel değil.

Fransa’nın göç alan diğer pek çok ülkeden önemli bir farkı var. Göç ve diaspora konusunda değerli çalışmalar yapan bilim kadını Yasemin Nuhoğlu-Soysal’ın belirttiği üzere Fransa, ülkesine gelen göçmenleri etnik topluluk olarak değil, birey olarak değerlendiren ve onları topluma bu şekilde adapte etmeyi hedefleyen bir ülke. Yani Türkiye, Cezayir ya da Fas göçmeni olmanız statü olarak bir şey değiştirmiyor, Fransız toplumunun parçası olması hedeflenen bireylersiniz. Bu uygulama özellikle İsveç ve Hollanda gibi göçmen topluluklarını etnik ve dinî kimlikler üzerinden sınıflandırıp onlara bu noktalarda geniş özerklik alanları bırakan bazı başka örneklerden tamamen farklı. Almanya’nın ise bu iki uygulamanın arasında ama ikinci örneğe daha yakın durduğunu söyleyebiliriz.

Fransa’nın bu özel durumu, kupa sonrasında kendini enteresan bir olayla da gösterdi. Sporf Twitter hesabı, finalden sonra Fransız oyuncuların kökenlerini ülke bayraklarıyla gösteren bir tweet atmıştı. Takımın oyuncularından Benjamin Mendy, bu tweet’e cevap olarak tüm oyuncuların bayraklarını Fransa bayrağı yapıp altına da “Al, düzettim” cevabını verdi. Bu örnek Fransa’nın göçle ilişkisini gerçekten güzel özetliyor. Fransa sisteminde her zaman Fransız olmak diğer kimliklerin önünde, bu yolda da zaman zaman asimilasyoncu politikalardan kaçınmıyorlar. Bunun doğruluğunu yanlışlığını tartışmak mümkün ki bu uygulamaların belli durumlarda ‘alienasyon’a yol açtığı ve kendini Fransız hissedemeyen göçmenleri IŞİD gibi radikal örgütlerin kucağına ittiği de biliniyor. Burada tartıştığımız daha çok, olması gerekenden ziyade olan ise milli takım oyuncularının ortak noktasının kendilerini her şeyden önce Fransız hissetmeleri olduğunu söyleyebiliriz.

Hatta şunu diyelim; bu sistemin istenen sonucu verdiği örnek Fransa Milli Takımı ise tamamen ters teptiği örnek de Fransa banliyölerinde doğup kendini dışlanmış hissederek (ki pek çok kez de dışlanarak) IŞİD’e ya da benzer radikal örgütlere katılanlar. Bu iki örneğin de aynı sistemden çıkıyor olması ise göç sosyolojisinin Fransa gibi ülkelerde ne kadar hayati olduğunun kanıtı. Fransa takımının, hatta genel olarak spor sisteminin bu alandaki başarısının ardında, uygulanan eşitlikçi politikaların olduğunu da görmezden gelmemek gerek. Belki siyasetin de her kökene ve sınıfa açık bir Clairefontaine akademisi olsa siyasette de temsil çeşitliliği bu kadar yüksek olabilirdi.

Fransa takımının ülkenin göç politikaları için ‘iyi örnek’ olma özelliği, bu takımın siyasi değerini de kuşkusuz yukarı çekiyor. Ülkenin Thatchervari politikalarıyla popülaritesini giderek yitiren başkanı Emmanuel Macron da bu fırsatı hiç kaçırmadı. Macron, gerek herkesin üniversiteye girme hakkını sınırlayan seçkinci politikalarıyla gerekse özelleştirme yanlısı politikalarının yol açtığı tarihin en büyük tren grevlerinden biriyle kredisini iyice tükettiği bir kış geçirdi. Zaten bir sporsever olan genç başkan için Dünya Kupası imaj tazelemek için büyük bir fırsattı ve finalde verdiği fotoğraflarla da bunu sonuna kadar kullanmış gözüktü. Ancak her ne kadar genç ve dinamik de olsa son derece seçkin bir zümreden gelen ve halktan kopukluğu zaman zaman sırıtan Macron’un döneminde yapılan şampiyonluk kutlamasındaki bazı detaylar dikkatli gözlerden kaçmadı.

1998 şampiyonluğu geldiğinde takım Şanzelize (Champs-Elysées) meydanında halkın arasından otobüsle geçmiş, büyük bir kucaklaşma yaşanmıştı. 2018’de ise halk bariyerlerin arkasına çekildi ve otobüs -sanki katafalk taşıyan bir cenaze arabasıymış gibi- büyük bir polis korteji eşliğinde halkın uzağından geçti. Fransa’nın son yıllarda yaşadığı terör saldırıları düşünüldüğünde bu normal bulunabilir. Lakin kutlamaların yapıldığı 16 Temmuz’un iki gün öncesinde, yani Bastille Günü’nde aynı meydan, ülke protokolünün en önemli isimlerini ağırladı. 15 Temmuz’da ise yüz binlerce kişi yine aynı yerde kutlama yaptı. Hatta kutlamalar biraz çığırından çıkar gibi olduğunda polisin meydanı boşaltması bir saat bile sürmedi. Yani, Fransa Milli Takımının geçeceği 500-750 metre uzunluğundaki şeritte güvenliği sağlamak fazlasıyla mümkündü, hatta iki gündür zaten güvenlik önlemleri alınmış olduğundan ekstra tedbire bile gerek yoktu. Saraydaki Fransa, milli takımı sokaktaki Fransa’dan esirgiyordu adeta.

Bu tartışmanın birkaç gün ertesinde ise Saray merkezli bir skandal patlak verdi. Macron’un eski yakın koruması ve yeni güvenlik başdanışmanı Alexandre Benalla’nın 1 Mayıs’ta çevik kuvvet kılığına girerek zevk için gösterici dövdüğü görüntüler Le Monde tarafından haberleştirildi. Daha sonra ise Benalla’nın Fransa takımının kutlama programından sorumlu ve tartışmalı Şanzelize geçişinde otobüste olduğu ortaya çıktı. Üstelik, Macron ve Fransa İçişleri Bakanı, Benalla’nın 1 Mayıs’ta işlediği suçtan haberdardı ve 15 günlük uzaklaştırmanın ardından bu kişi, kutlamaların başına geçirilmişti. Olayın ortaya çıkmasının ardından köşeye sıkışan Macron yönetimi, gözaltına alınan Benalla’yı apar topar işten attığını açıklarken polis ve jandarma amirleri bu kişinin daha evvel böyle vakaları olduğunu ifade ediyorlardı. Fransa Milli Takımı’nın halktan uzak ve Saray’a yakın kutlaması, suçlu olduğu bilindiği hâlde göreve atanan bir kişinin komutasında gerçekleşmişti.

Henüz dumanı üstünde olan bu inanılmaz skandalın Macron yönetimini ne kadar sarsacağı şu an belirsiz. Ama kesin olan bir şey var; 2018 Fransa Milli Takımı, Saray’la değil sokakla anılacak; çünkü 1998’de olduğu gibi, 2018’de de takımın kökü sokakta. 1998’de anne-babasından Zidane forması isteyen beyaz Fransızların, Cezayir şortu Fransa tişörtü giyen göçmenlerin çocukları, bugün Griezmann formalı siyahlar, Mbappe formalı beyazlar, Pogba formasının sırtına Cezayir bayrağı bağlayan Kuzey Afrikalılar... Sokaktaki Fransa, hele ki Paris gibi, Marsilya gibi büyük şehirlerde kozmopolit bir ortak yaşamı ayakta tutmaya devam ediyor. Buralardan Clairefontaine’lere taşınan can suyu ise 20 yılda bir yeni bir zafer günü olarak geri geliyor.

Socrates Dergi