Saygı

15 dk

LeBron James, 23 numaralı bir hayaleti kovalamaya devam ediyor. Bu serüven sırasında kullandığı bazı yöntemlerse o hayaletin oyun kitabından alınma...

Yayın dönüşü, elimde telefon, Twitter'dayım. Solumda, 2020 NBA Finali altıncı maçını birlikte anlattığımız Orkun Çolakoğlu var. Ön koltukta ise yönetmenimiz Doğukan Balcı oturuyor. Güzel bir tesadüf, dört yıldır final serilerini bu ekiple kapatıyoruz. Dolayısıyla şimdi yaşanacakları biliyorum. Orkun, "Bütün ekip adına teşekkürler" tweet'ini atacak, ben de o mesajı alıntılayıp kişisel bir not yazacağım. Bu seferki notum her zamankinden de kişisel olacak zira en sevdiğim basketbolcunun dördüncü yüzüğünü aldığı maçı yorumladım ve hislerimi birkaç kişiye daha duyurmayı planlıyorum. Fakat biraz kafa yorunca vazgeçiyorum. Başka bir soru düşüyor aklıma: Bütün bunların benimle ne alakası var ki?

Maça dönüyorum, daha doğrusu seremoniye... Şampiyonluktan birkaç dakika sonra LeBron James, kürsüde ünlü gazeteci Rachel Nichols'ın sorularını yanıtlıyordu. Tahmin edeceğiniz gibi gururluydu, bu başarının onun için ne anlama geldiğini ifade ettikten birkaç saniye sonra ağzındaki baklayı çıkardı: Saygı. "Rob (Pelinka) hak ettiği saygıyı istiyor, Koç Vogel hak ettiği saygıyı istiyor, bu organizasyon hak ettiği saygıyı istiyor ve ben de o saygıyı istiyorum." Gecenin manşeti çıkmıştı. Frank Vogel'ın çocuksu neşesi, Anthony Davis'in Kobe Bryant'ı andığı konuşması, Alex Caruso'nun yarı çıplak basın toplantısı, Dwight Howard'ın kupaya sarılırken döktüğü gözyaşları, Rajon Rondo'nun çocuğuyla birlikte yaptığı kutlama… Hepsi birbirinden değerliydi ama hiçbiri onun mesajı kadar keskin değildi.

***

Düşününce kim LeBron'a saygısızlık yapmıştı ki? Evet, 'The Decision'dan beri çok eleştirilmişti ama 2016'da evine, Cleveland Cavaliers'a şampiyonluğu getirdiğinde büyük muhaliflerinin bile fikrini değiştirmişti. Artık hemen her listede tarihin en büyük iki-üç basketbolcusu arasına yazılıyordu. Onun 'balon' olduğunu düşünenler yok muydu? Elbette vardı. Ama bu, LeBron'un sahaya koyduklarından çok o insanların dünyaya ve basketbola bakışlarıyla alakalıydı. Rasyonalitenin kaybolmadığı her durakta LBJ hakkını alıyordu. Öyle ya da böyle...

Hoş, saygı isteği de şaşırtıcı değildi. Lakers'ın lideri, NBA'deki 17. sezonuna, 2019-2020'ye girerken 'Revenge SZN' sloganını belirlemişti. 'İntikam Sezonu'na başlıyordu. Instagram paylaşımlarında bunu 'hashtag' olarak kullanıyor, yanına da 'The Washed King'i (Bitik Kral) ekliyordu. Daha ilk günden The King lakabını milyonlara belleten, sırtında 'Chosen One' yazılı kocaman bir dövme bulunan Kral, bu kez hikâyesini başka bir yoldan anlatmayı seçmişti. 'Fırtına Öncesi Sessizlik' etiketini iliştirmeyi de unutmuyordu mesajlarına. 35 yaşında kendisine biçtiği rol buydu. NBA'in en iyi oyuncusu payesi yavaş yavaş elinden alınan, savunmada tükendiğine inanılan, Kawhi veya Giannis gibi rakipleri karşısında çeyrek adım aşağıda konumlandırılan yaşlı bir süper yıldız. Lakers sezona iyi başladığında, Anthony Davis ile kurduğu ortaklık harika şekilde işlediğinde dahi bu etiketlerden vazgeçmedi. Geniş arkadaş çevresi de arkasındaydı, herkes bu çerçeveden giriyordu söze. Yolculuğa önemli bir soru eklenmişti: Yaşlı, bitik, tükenmiş kral, yeniden NBA'in zirvesine dönebilecek miydi?

Bütün bunlarla birlikte kendi The Last Dance'ini oluşturmaya başlamıştı ki o dönem kimse bir virüsün dünyayı paramparça edeceğini, Michael Jordan'ın hayatını anlatan bir belgeselin milyonları haftalar boyunca bir araya getireceğini bilmiyordu. Ama LeBron ve arkadaşları, tıpkı Jordan ve ekibi gibi, kamuoyunun nasıl idare edileceğini hatta yönlendirileceğini biliyordu. Magic Johnson'ın gülüşünde ve Larry Bird'ün asık suratında yeni bir çağa giren basketbol, Majesteleri'nin ellerinde ve ayakkabılarında başka bir noktaya uzanmıştı. 1990'larda Jordan sadece dünyanın en iyi basketbolcusu değildi, aynı zamanda en ünlü hikâye anlatıcısıydı. Oynadığı reklam filmleri, katıldığı televizyon programları, verdiği röportajlar, Space Jam… 23 numara, dünyanın en çok konuşulan insanına dönüşürken aslında bütün dünyanın ondan bahsedeceği çerçeveyi de belirliyordu. Kâh basketbol oynayarak kâh kameralar karşısında ağzını açarak kâh Ahmad Rashad, Michael Wilbon gibi gazeteciler aracılığıyla…

The Last Dance harika bir hatırlatmaydı. MJ; her hafta karşımıza geçiyor, içki bardağı ve purosuyla birlikte hikâyeler anlatıyordu. 1990'lar basketbolunu yakından takip edenler için olağanüstü anılar barındıran bu serüvende hedef kitle de yeni nesildi. Majesteleri'nin anlatacak yeni bir şeyi yoktu, hatırlatacak çok şeyi vardı. 6-0'lık final karnesi, son saniye şutları, Bulls İmparatorluğu… ESPN'in kullandığı arşiv çok renkliydi ama en büyük numara Jordan'ın günümüzde verdiği demeçlerdi. MJ, üç farklı röportajda yeni nesillere milyonlarca oyuncak bırakmıştı. Artık internet dünyasında 'Ağlayan Jordan' fotoğrafıyla anılmak istemiyordu ve bu uğurda öne çıkarılan "And I took that personally…" (ve bunu kişisel aldım) ifadesi anında bir sosyal medya fenomenine dönüşmüştü. Jordan, kariyeri boyunca pek çok şeyi kişisel almıştı ve otuz yıl sonra bile bunu bilmemizi istiyordu. Majesteleri, bazen rakiplerinden bazen de dostlarından beslenmişti. Bazen de LaBradford Smith gibi gerçek bir basketbolcudan hayali bir düşman yaratmıştı, kafasında uydurduğu senaryolardan motivasyon çıkarmıştı.

***

LeBron James'in 'Bitik Kral' olarak kendine sıfat bulmasına neden olan 2018-2019 sezonu talihsiz bir kasık sakatlığıyla, kaçan play-off'la ve Anthony Davis söylentileriyle geçmişti. LBJ, bütün bu kaosun ortasında -haklı olarak- yoğun bir şekilde eleştirilmişti. Clippers karşısında Kyle Kuzma tarafından ittirildiği pozisyon, savunmada gösterdiği çabanın simgesiydi; Warriors karşısında Noel gecesi oynadıkları maç Ingram, Ball, Kuzma gibi yetenekleri barındıran Lakers'ın taşıdığı potansiyeli gösteriyordu ama o gece sakatlanan LeBron'un yokluğunda alınan mağlubiyetler bu takımın ne olmayacağını da ortaya koyuyordu. 2010'dan beri zirveden uzaklaşan Lakers'ta taraftarlar genç oyuncularına sarılmıştı lakin bu süreç gerçek tavanlarıyla yüzleşmelerine engel olmuştu. Birkaç hafta sonra sahalara dönen LeBron'un "Play-off modunu açıyorum" demeci umutları artırsa da sezon hüsranla bitmişti. Magic Johnson bu ortamda kalamayacağını fark etmiş, sorumlusu olduğu dağınıklığı çözemeden istifa etmişti. Pacers taraftarlarının Ingram, Ball, Kuzma'ya yönelik "LeBron sizi takas edecek" tezahüratları acımasız ama gerçekti. Aynı zamanda Lakers'ın son iki senesinin özetiydi.

2018-2019, bir başka açıdan da ilginçti. LeBron, yeni durağındaki ilk sezonunu nasıl konumlandıracağını aslında en başından beri bilmiyordu. The Decision'dan ders almış, Cleveland'a 2015'te bir Sports Illustrated mektubuyla döndükten üç sene sonra Los Angeles'a daha da basit bir metinle gelmişti. Vaktiyle imajını düzelten o Sports Illustrated satırları, 2016 şampiyonluğuna giden yolda en büyük dostlarından biriydi. Fakat 2018 yazındaki "LeBron James, Lakers'la anlaştı" tweet'i tümüyle sadeleşme isteğinin son halkası değildi. O dönem LeBron, henüz bir sonraki öyküsünü bulamamıştı. NBA'in en büyük kulübüne giderken ne diyeceğini bilmiyordu. Verdiği röportajlarda çocukluğundan beri böylesine büyük bir organizasyonun parçası olmak istediğini vurgulamış, hayranı olduğu hanedanların adını sıralamıştı. Ama bütün bunlar, belki de Lee Jenkins gibi mahir bir kalemin yokluğu nedeniyle garip hissettiriyordu.

LeBron'un Lakers'la anlaştığı gün karşısında Magic Johnson vardı ve gelecekten söz etmişlerdi. Aslında o buluşmadan çok sayıda senaryo çıkabilirdi. LeBron, kariyeri boyunca Jordan'la anılmıştı ama aslında Jordan en çok benzediği MJ bile değildi. Magic, daha doğru bir kıyastı. 'Showtime Lakers'ın merkezindeki rolü, LeBron'un kariyeri boyunca kafayı taktığı doğru basketbolun en ünlü örneğiydi. Magic, LeBron'a dört yıllık kontratın yanında yeni bir öneri de getirmişti. Kariyerini top elinde, oyun kurucu mantalitesine sahip bir forvet olarak geçiren LeBron'a farklı bir tavsiyede bulunmuştu. Onun daha fazla boyalı alanda takılması, tepeden değil post-up'tan oyunu yönlendirmesi gerektiğini düşünüyordu. Bir fikri daha vardı. İkinci Cavs döneminde etrafı şutörlerle donatılan LeBron'a bu sefer farklı bir takım verecek, birden fazla oyun kurucu transfer edecekti. Kadro mühendisliğinde 'LeBron+dört şutör' ezberini aşmak gerektiğine inanıyordu. Ona göre Warriors'ı şutla yenemezdiniz, başka yollar bulmalıydınız. Sözünü tutmuş, şut atmayı pek beceremeyen bir takım kurmuştu. Sorun, bu takımın başka pek bir şey de yapamamasıydı.

***

Lakers formasıyla ikinci sezonuna girerken LeBron James'in kişisel aldığı şeyler, aslında bir bakıma kendi tasarımıydı. En büyük özelliği sahayı, oyunun temposunu kontrol etmek olan, her zaman en ideal basketbol hareketinin peşinden koşan Bron, mesajı kontrol etmesi gerektiğini de biliyordu. The Decision bir iletişim faciasıydı. Ama çıkarılan dersler, hikâyeye yepyeni büyüler katmıştı. 2012 sezonundan itibaren önce Heat, ardından Cavaliers'le yüzükler takan yıldız oyuncunun hep anlatacak bir öyküsü vardı. Heat formasıyla şampiyonluk kürsüsünde sarf ettiği "Benim adım LeBron James. Ben, yalnızca Akron'dan gelen bir çocuğum. Aslında burada olmamam gerekirdi" cümleleri, yeni yol haritasının örnekleriydi. 2003'ten itibaren hayatındaki her şey devasa hızla büyürken kendisi de rüzgâra kapılan LeBron, geçmişin muhasebesini yapan bir yetişkindi artık. Büyüyecekse küçülmesi gerektiğini biliyordu. "Eve Dönüyorum" mektubu ise Jordan'ın beyzboldan dönüş faksının günümüz uyarlamasıydı. Cavaliers'ın makûs talihini değiştirdiği 2016 yazı, başka bir çerçeveye ihtiyaç duymayacak kadar etkileyiciydi. Yine de konuşuyordu. Bir diğer Sports Illustrated röportajında "Bir hayaleti kovalıyorum. 23 numaralı bir hayaleti..." dediğinde aslında ne kastettiğinin farkındaydı. O dönem MVP oylamalarında ve forma satışlarında onu geçen Curry'yle veya repertuar olarak karşılaştırıldığı Durant'le bir yarışta olduğunu düşünmüyordu, tek rakibi Jordan'dı. Artık başka bir tablonun üyesiydi, eleştirilse de o çerçeve içinde eleştirilecekti.

Dolayısıyla 'İntikam Sezonu' da gayet anlaşılırdı. LeBron, hayatı boyunca kontrolde olmak istemişti ama dünya artık 2003-2010 arasındaki gibi akmıyordu. The Decision, basketbolu değiştirmişti ve LBJ de kendi devriminin kurbanı haline gelmişti. 2016 yazında kontrolsüz bir şekilde büyüyen salary cap, Warriors'ın Durant'i kadrosuna katmasına imkân sağlamıştı. 2017-2018 sezonu, Kawhi Leonard'ın San Antonio Spurs'ten ayrılacağı dedikodularıyla çalkalanmıştı. NBA artık eski NBA değildi, Kawhi da Tim Duncan değildi. 2019 yazı daha dramatik bir değişimin simgesiydi. LeBron, Anthony Davis'e kavuşmuştu belki ama artık yaz aylarının en çok konuşulan oyuncusu değildi. Toronto Raptors'ı şampiyonluğa taşıyan Kawhi, bir ESPN şovuyla veya Sports Illustrated mektubuyla değil, sessiz sedasız ligin çehresini değiştirmişti. Heat ve Warriors hanedanlarının sonunu getiren Kawhi, evine dönmüştü ve Paul George'u da yanında getirmişti. 'Karar Devrimi' LeBron James'e beklediği kadar yüzük kazandırmasa da Adrian Wojnarowski'ye tahmin etmediği kadar takipçi getirmişti.

Evet, LeBron bitmemişti ama yeni bir hikâyeye ihtiyacı vardı. Space Jam 2'nin çekimleri sırasında antrenman yapmaya, kendi The Last Dance'ine bölümler eklemeye devam ediyordu. Ama asıl büyük senaryosu, 2019-2020 sezonuydu. LeBron, Magic Johnson'ın ona önerdiği gibi boyalı alana yönelmeyecekti; tam tersini yaparak gerçek bir 'bir numara' olacaktı. Anthony Davis'le kurduğu ilişki herkesin beklediği tarzda bir Kobe-Shaq yarı saha uyumu değildi; Frank Vogel'ın Lakers'ı, bir Showtime Lakers da sayılmazdı. Doğru, LeBron açık sahada Magic gibiydi ama etrafındaki takım Pat Riley'ninki kadar çok yönlü değildi. Bu Lakers, kaos yaratmakta ustaydı. Davis'in Bill Russell konumuna geçtiği anlarda savunmadan fırtına devşiren takım, ilk pasta LeBron'u buluyor ve sonrasında koşuyordu. Lakers ribaund ve top çalma sonrası hemen hareketlendiğinde ligin en tehlikeli takımıydı ve bu sayede, şutörlerinin istikrarsız performanslarına rağmen, Batı Konferansı'nı birinci götürmüştü. LeBron-Davis ortaklığı The Beatles turnesi hissi vermiyordu, daha çok Hüsker Dü veya Sonic Youth gibiydiler. Dışarıdan bakıldığında müziklerinde gürültülü ve ritimsiz gitarlar var gibi duruyordu ama her şeyin kendi içinde bir düzeni vardı. Neticede direksiyondaki isim, ne yaptığının farkındaydı. Hem konuşurken hem basketbol oynarken hem de hashtag koyarken…

Bütün bunları hesaba katınca, Lakers'ın finalleri altıncı maçta noktalamasını daha tutarlı buluyorum. Özellikle de LeBron James'in 'İntikam Sezonu' açısından… Beşinci maçtaki performansı, Jimmy Butler'la giriştiği düello kesinlikle daha etkileyiciydi ama altıncı maç, Lakers'ın kimlik kartı gibiydi. İlk dakikadan itibaren rakibi kilitleyen, akan oyunda sürekli hızlı hücum arayan, LeBron'un referans noktası olarak sürekli boşluklardan içeri sızdığı, Davis'in ise savunmada bütün boşlukları kapattığı kaotik sistem... Koç Vogel'ın istediği takımın bütün anahtarları o maçta saklıydı. LeBron bu sezonu kişisel almıştı ama Butler'la bire bir oynadıkları beşinci maç sonu, onun karakterini göstermiyordu. LBJ, özellikle de yanında AD varken, tek başınaymış gibi davranamazdı. Onun yalnız şekilde skoru alması değil, oyunu kontrol etmesi gerekiyordu; rakiple birlikte izolasyon denizinde sürüklenmesi değil, tempoyu belirlemesi gerekiyordu. Bitik Kral ayağa kalkarken savunmasıyla ve saha görüşüyle fark yaratmış, ona bu unvanı getiren geçen sezonki havadan kurtulup takımla bir olmayı başarmıştı. O yüzden de altıncı maçta gelen şampiyonluk, hikâyenin kapanışı için daha anlamlıydı. Ve arkasından gelen o konuşma… Lakers'ın çiçeği burnunda efsanesi, yeni rekorları kırmaya ve milyonların sevgi sözcüklerine mazhar olmaya devam ederken, biraz saygı istiyordu.

***

Son kez, The Last Dance. Pandemi dolayısıyla evlerimize kapanmışken Michael Jordan'ın anılarına konuk olmak rahatlatıcı bir duyguydu. 1990'lar, nostalji köşemizin en tatlı sayfaları arasında yer alıyordu ve altı şampiyonluğun bulunduğu o hatıra denizinden hayal kırıklığıyla ayrılmak mümkün değildi. Mevzubahis MJ olduğu için hikâyenin sonu çoktan belliydi, yalnızca gidiş yolunu hatırlıyorduk. Daha doğrusu, gidiş yolu yeniden yazılıyordu. Sonuçta, Sans Soleil'de denildiği gibi, insanoğlu aslında hatırlamaz, her seferinde hafızasını yeniden yazar. Michael Jordan da bu yeniden yazılma sürecinin en ön sırasında olmak istiyordu. Yıllar sonra bile hâlâ bize sunabileceği veya satabileceği şeyler vardı.

LeBron James'in hikâyesi henüz sona ermiş değil, yolculuğunun sonuna daha var. Ama o da hafızamızın nasıl çalıştığını iyi biliyor. Seneler sonra geri dönüp 2020'yi, koronavirüsün ortasında izlediğimiz bütün o spor etkinliklerini, özellikle de NBA'in fanusunu hatırladığımızda belki de muazzam basketbolu kadar anlattığı hikâye de aklımıza gelecek. Bir anda ona saygı göstermeyi kesen dünyaya karşı neler yaptığını düşüneceğiz. Sonra da o saygıyı nasıl bir kez daha söke söke aldığını… Akron'dan gelen çocuk, yol boyunca çok farklı şeyler yaşadı ama 23 numaralı hayaletin yöntemlerinden bazılarını kullanırken aslında kendine başka yollar da açmayı başardı. Onun öyküsü elde edilen devasa şöhretin parke dışında da nasıl kullanılabileceğinin bir örneği oldu. LBJ, MJ gibi harika bir basketbolcu ve iş adamı olmakla yetinmedi, zamanla sosyal anlamda da etkili bir figüre dönüştü. Ve bütün bu değişik açıları, kendi belgeselinin katmanları arasına yerleştirdi.

Söyleyeceklerim bu kadar. Ah hayır, bir şey daha var. Hâlâ arabadayım ve kişisel bir tweet atıp atmamam gerektiğini düşünüyorum. Doğukan çoktan indi, Orkun'la yolumuza devam ediyoruz. Neler yazabilirim? Maç yorumculuğu yapmaya başladığım 2016-2017 sezonundan beri büyük bir heyecanla beklediğim şeyin gerçekleştiğini anlatırken nasıl objektifliğimi koruyabilirim? "Artık huzur içinde ölebilirim" desem çok mu aptalca görünür? 2003 sezonunda, henüz hiçbir şeyden haberi olmayan bir velet olarak tuttuğum NBA defterlerinden alıntılar yaparak "Çok uzun yoldan geldim" mesajını vermem saçma mı kaçar? Bütün bunları düşünüyorum ve bir şey yazmaktan vazgeçiyorum. Birazdan ineceğim ve eve gidip neşe içinde sızarken ünlü LeBron James reklam kampanyalarından birini hatırlayacağım: 'We are all witnesses.' Hepimiz şahidiz.

Bir Sans Soleil alıntısı daha yapabilir miyim? "Herhalde dünyanın en aptal şeyi, sinema hocalarının film çekmeyi öğretirken oyuncunun kameraya bakmaması gerektiğini söylemeleridir." Basketbolun en ünlü iki yıldızı da hep kameraya baktılar. Biz de o bakışı her seferinde kişisel aldık. LeBron James'in şampiyonluk konuşması gibi… Los Angeles Lakers'ın lideri, Rachel Nichols'ın sorularını yanıtlarken aslında bana bakıyordu. Evet, katılmayacaksınız ama ben böyle görüyordum. Anlatılan benim hikâyem değildi belki ama yine de bütün bunların parçasıymışım gibi hissediyordum. Küçük bir çocuktum yeniden, zaman donmuş gibi geliyordu ve LeBron James saygı istiyordu. Onun LaBradford Smith'i de bu 'saygı'ydı. Ve MJ gibi LaBradford Smith'ten intikamını almıştı. Kurgu, gerçek olmuştu.

Arabadan indikten birkaç gün sonra, kutlamaların havası yavaş yavaş sönmeye başlamışken, Instagram'a şöyle bir baktım ve bir gece, LeBron James'in aktif olduğunu gördüm. Evinden, hatta yatağından, arka arkaya fotoğraflar paylaşıyordu... Dinlenirken yaptığı tercih çok ilginçti. Dördüncü şampiyonluğundan birkaç gün sonra, bütün dünya "LeBron James mi Michael Jordan mı?" diye tartışırken, LBJ yeniden The Last Dance izliyordu… Şöyle bir notla: "Ev ödevimi yapmaya devam ediyorum." Aldığı notları bir sonraki filminde kullanacağına emin olabilirsiniz. Ve hayır, Space Jam 2'den değil; 2020-2021 sezonundan bahsediyorum.

Socrates Dergi