
Eski Moda
22 dk
Formula 1'in son 10 yılına damga vuran Sebastian Vettel, Socrates'e konuştu. Direksiyonu bu çağın insanı olmadığını savunan Alman pilota bıraktık ve birlikte zamanda yolculuğa çıktık...
The Beatles’a, eski arabalara ve motosikletlere karşı büyük ilginiz var. Fakat gelişen sosyal medya dünyası için aynısını söylemek mümkün değil. Dört kere Formula 1 şampiyonu olmanıza rağmen şimdiden ‘20. yüzyılın adamı’ ya da ‘geçmişten biri’ olarak tanımlanmak sizi rahatsız ediyor mu?
Tarihte, kendisine geri dönüp baktıran, hoşuma giden şeyler var. Günümüzde ise bazı şeyleri gerçekten anlayamıyorum. Tam da bahsettiğiniz sosyal medya dünyası gibi. Nerede olduğunu, ne yaptığını düzenli olarak paylaşma isteği ya da zorunluluğu benlik şeyler değil. Başkaları bu dediğimi sevimsiz bulabilir ama durum bu. Her şeyi herkesle paylaşmak zorunda değilim. Arkadaşlarımla, ailemle, tanıdığım insanlarla zaten çok fazla şey paylaşıyorum. Sürekli kendinden bahsedenlerin kibirli ve biraz garip oldukları düşüncesiyle büyüdüm. Hâlâ da aynı görüşteyim. Sosyal medyada düzenli olarak kendini göstermek, günümüzde normal karşılanan bir şey hâline geldi…
Bundan kaçınmanız beraberinde birtakım zorluklar da getiriyor mu?
Takımdakiler tabii ki daha aktif olmamı istiyor. Ben de onlar için arada bir-iki şey paylaşıyorum. Ama bu, sosyal dünyanın benlik olmadığı gerçeğini değiştirmiyor. Arkadaşlarımla vakit geçirmekten daha çok keyif alıyorum, onlarla mesajlaşıyorum da… Akıllı telefondan uzak duran, faks ve mektupla iletişim kuran biriymişim gibi anlaşılmasın. Sadece günümüz sosyal medyası bana uygun bir yer değil. Bir de bu yolla ünlü olmanın kolay olduğunu, gözlerin fazlasıyla üstünde olabileceğini, bunun için özellikle bu tarz ortamlara ihtiyaç duymadığını söyleyerek dikkat çekmeyi sevenler var. Sanırım bu da bir tarz meselesi…

Sebastian Vettel ile Fernando Alonso
Şöhretle nasıl başa çıkıyorsunuz?
Evdeyken normal şeylerle uğraşan sıradan biriyim. Başkalarından farkım yok. Mesleğim herkesin yapabileceği bir şey değil belki ama herkesin farklı bir yeteneği var. İşimi çok seviyorum; bir daha seçmem gerekse yine bu mesleği seçerim. Fakat beraberinde getirdikleri her zaman o kadar da çekici değil. Tanıdık bir yüz olmanın hayatımı negatif yönde etkilememesi için çok çabalıyorum. Dışarıda ne istersem onu yapıyorum; insanlar beni tanısa da sorun değil. Bazen konuşmak isteyenler de oluyor, genel olarak bir kısıtlamam yok. Ben de herkes gibi alışverişe, sinemaya veya restorana gidiyorum. İnsanlar benden bir şey beklediğinde her zaman karşılık vermek istemiyor olabilirim. Bir yemeğin ortasındayken maruz kaldığım ilgiye cevap vermek istemiyorsam, “Hayır” diyorum. Çoğunluk bunu anlayışla karşılıyor. Karşılamayanlar da kusuruma bakmasın, bunu değiştiremem.
Yani ünlü olmak, aynı zamanda büyük de bir ayrıcalık…
Önemli olan, istediğiniz her şeyi yapabileceğinizi bilseniz de havalarda gezinmeden olaylara mantıkla yaklaşmaya devam etmek. ‘İstediği her şeye ulaşabilenlerin hayatları çok farklı, ayrıcalıklı olmalılar’ algısı bana komik geliyor. Her insan kendini neyin mutlu ettiğini bilmeli ve onu bir güç kaynağı hâline getirmeli. Eskiden boyumu aşacağını düşündüğüm şeylere şimdi tabii ki daha rahat sahip olabiliyorum. Çocukluktan beri hayalini kurduğum arabayı almak gibi…
Sanırım bu durumda bir Ferrari almış oluyorsunuz…
Tabii ki Ferrari. Benim zamanımda F40 modeli vardı. Bu gibi kilometre taşları insanı başta çok mutlu eder. Ben zaten mutluyum. Fakat çok fazla imkâna sahip olmakla, bu imkânların ve başka maddi değerlerin sonunda yeterince tatmin olmadığımı birbirinden ayırabildiğimden beri daha mutlu bir insanım. Mühim olan, küçük şeylerdir. Etrafına bakabilmek, çevrende olup bitenden kopmamak için çok önemli. Dünyayı gezip görebilme gibi bir şansımız var ve bu insanın bazı şeyleri fark etmesini sağlıyor. Bunun kendisine iyi gelmediğini düşünen kendinden memnun değil demektir.

Peki olmazsa olmaz dediğiniz değerler nelerdir?
Dürüstlük kesinlikle gerekli. Gerçeği söylemek, birbirine karşı dürüst olmak çok önemli. Hayat insana bu konuda hem iyi hem kötü deneyimler getirebiliyor. O noktada durup kendinize “Ben olsam öyle mi yaparım?” veya “Böyle mi yapmalıydım?” gibi sorular yöneltmeniz gerekiyor. Bu deneyimler sayesinde insanları daha iyi okuyorsunuz. Dürüst insanlarla daha iyi anlaştığım bir gerçek. Önem verdiğim bir diğer şeyse açık ve net olmak. Aynı zamanda hayatı kolaylaştıran bir şey. Konuşurken daha verimli ya da daha hızlı hedefe ulaştırmasından öte, olayların karmaşık hâle gelmesini engelliyor. Öbür türlü birtakım hikâyelerin içine dalıp onları devam ettirmeye çalışıyorsunuz. Olur ya, bazen hikâyeleri desteklesin diye beyaz yalanlar söylenir. Ama gerçek, er ya da geç ortaya çıkar…
Bahsettiğiniz değerler yetiştirilme tarzınızdan mı kaynaklanıyor?
İnsanın kişiliğini oluşturan, her şeyden önce, nasıl yetiştiğidir. Ebeveynlerin yaşadıklarından yola çıkarak aktardığı şeyler önemli kazanımlar. Bunlar kişiliği oluşturan, insanın ileriki yaşamında gelişimini etkileyen, kendini ve durumu sorgulamayı öğreten şeyler. Doğru yola böyle yönlendirilmek gerçekten önemli. Beni hep olması gerektiği gibi yetiştiren anneme ve babama bu konuda minnettarım. Çocuğunuz olduğunda kaygılarınız artıyor ve en çok da olumlu yönlerinizi mümkün olduğunca ona aktarmak istiyorsunuz. Bunu yaparken doğru aracı, dengeyi bulmak zor. Çocuklarım daha küçük sayılır ama ileride omuzlarımdaki yükün artacağı kesin. Gençken anne babanıza sinirlendiğiniz, “Düşersem düşeyim, beni bıraksınlar yeter” dediğiniz konularda onlara hak vermeye başlıyorsunuz. Bu tarz durumlarla ileride daha çok karşılaşacağım belki ama bu, şimdiden daha fazla endişe duymayacağım anlamına gelmiyor…
Zamanında büyükannenizin verdiği şans parası hâlâ ayakkabınızda duruyor. Batıl inançlarınız var mıdır?
Çok diyemem. Birkaç sene önce batıl inançlardan çok daha fazla etkilendiğim bir dönem oldu. Sokakta yanlış tarafımdan geçen bir kara kedi gördüğümde her şeyin ters gitmeye başlayacağını düşünürdüm. Eve dönerken yarım saat kaybettiğimde ya da neredeyse uçağı kaçıracak noktaya geldiğimde, bunun aptalca olduğuna ve duruma bir dur demem gerektiğine karar verdim. Para ise uğurundan ziyade, beni koruduğuna inandığım için taşıdığım bir şey. Şansın zaten çok da bir önemi yok; önemli olan, araçtan indiğinizde her şeyin biniş anındaki gibi yolunda olması. Bir de arabaya hep sol taraftan binerim. Sağ taraftan binmek gerçekten uğursuz mu bilmiyorum ama deneyip görmesem de olur. Sağdan binmeyi tercih ettiğim tek araç simülator. O da araba sayılmaz.
Mizahi yönünüzle de tanınıyorsunuz. Hatta Red Bull zamanından beri süregelen bir İngiliz espri anlayışı yakıştırması var size. Bunu neye borçlusunuz?
Espri yapmaktan keyif aldığım doğru. Çocukken bile arada denediklerim, komik bulduklarım olurdu. Açıkçası öbür çocuklar o kadar da iyi değildi… Red Bull’da teknisyenlerle iyi anlaşırdım. Onlarla vakit geçirdikçe sert, üslup olarak yanlış ama bir o kadar da eğlenceli espri anlayışıyla tanıştım. Ada mizahını seviyorum.
Arabada ise ciddi bir mizacınız var. Hatta bu konuda eleştiriler aldığınız da oldu. 2016’da Austin’de telsizde yaşadığınız öfke patlamasında ya da bu sene Bakü’de Lewis Hamilton’la aranızdaki gerilimde olduğu gibi. Eleştirileri haklı buluyor musunuz?
Bu iki olayda yaptıklarımla gurur duymuyorum. Ama zamanı geri de alamam, sonuçlara katlanmak zorundayım. Bir hata yaptığınızda sonuçları kabullenmeniz gerekir ve buna aldığınız eleştiriler de dâhildir. Evet, sert bir sürücüyüm. Ama Bakü’deki gibi kazaların, yarışla ya da riskli sollama yapmakla ilgisi yok. Lewis’le yaşadığımız olayda da yaptığı ilk hareket beni müthiş sinirlendirdi. O anda onunla konuşamazdım. Dediğim, daha çok “Bu yaptığın ne şimdi?” tarzında bir soruydu. Yine de doğru olmadığını biliyorum. Sonunda kendi kendimi cezalandırmış oldum.
O zaman nostaljiye geri dönelim… Bu ilginizi en son Monza’da sürdüğünüz Vespa ile görmüştük. Bu tür klasikleşmiş, tarihi motosikletlerde sizi en çok ne etkiliyor? Motosikletle bir yere gidecek olsanız nereyi seçerdiniz?
Sondan başlayalım, tam olarak bilemiyorum. Beni cezbeden çok yer var. Kore’de ilk senemde motosikletli İtalyan bir adamla tanışmıştım. Ona “İtalya’dan buralara kadar motosikletle gelmiş olamazsın” dediğimde verdiği cevap, “Geldim ama üç ayımı aldı” oldu. Bu gibi seyahatler için uzun zaman gerek, şu anda böyle bir şey mümkün değil. Kim bilir, belki bir gün…
Peki eski motorlara yatkınlığınızın sebebi nedir?
Bu gibi motorlarda kendiliğinden bir rahatlama geliyor, zorlamıyorsunuz. Güvenliğinden tam anlamıyla emin olamadığınız için tekniği daha dikkatli uygulamanız gerek. Bu daha sakin bir sürüş anlamına geliyor ve bana günümüz motorlarıyla hız yapmaktan daha büyük keyif veriyor. Özellikle de daha hızlı olmaya çalışıp sınırlarımı zorlayacağım ihtimalini göz önüne alırsak…
İkinci sebep de bu motorların kendine özgü tekniğinde var olan saf güzellik. Oldukça basit bir yapıları var. O zamanın şartları günümüzdeki gibi olmasa da ufak detaylara gösterilen özeni, ne gibi çözümler üretildiğini görebiliyorsunuz. Günümüz motosikletleriyle o zamankiler arasındaki en büyük fark bu. Aynı şey, çalışma prensibi kolayca anlaşılan, rahat ve kullanışlı bir tekniğe sahip eski arabalar için de geçerli. Günümüz motorlarının çalışma mekanizmalarını geçmiştekilerle karşılaştıracak olursak, şu ankiler gerçekten harika ama onları anlamak da zaman alıyor.
Formula 1’de kullandığınız modern tekniğe, çok sayıda tuşa ve elektronik sisteme sahip araçlarda kendinizi güvende hissediyor olmalısınız. Peki daha önce hiç binmediğiniz bir kiralık arabayı sürerken de bu ‘hareketli bilgisayarın’ işleyişini anlamanız, alışmanız zaman alıyor mu?
Tabii ki çok fazla tuş var, başta en ufak bir fikriniz olmuyor. Navigasyon sistemi, arabaya telefon bağlama gibi özelliklerden mahrum kalmak istemesek de bu durum beni biraz üzüyor. Çünkü gerçek anlamıyla ‘araba kullanmak’ ikinci plana atılıyor. Bugün modern bir arabanın kaputunu açtığınızda ana parçadan, motordan, silindir kapağından eser kalmadığını göreceksiniz. Tamirhaneye gittiğinizde biri geliyor, sorunu anlamak için bir kablo sokuyor. Eskiden aracın içine kendiniz bakıp neyin nerede sıkıştığını görebiliyordunuz. Bu noktada gelişimi fark ediyorsunuz…

Formula 1’in sınırsız dünyasıyla gerçek hayat arasında büyük bir uçurum olsa gerek. Yarışlardan sonra günlük hayata dönüş zaman alıyor mu?
Etrafta olup bitenden haberiniz olduğu için gerçek hayata hızlıca alışıyorsunuz. Fakat günün sonunda elinizden gelenin en iyisini yapmış olmak ya da en azından yaptıklarınızın doğru olduğunu bilmek, gerçekten güzel bir his.
Saniyenin binde biri hızında ilerleyen bir dünyadan çıktığınızda zaman algınız değişiyor mu?
Formula 1 pistinin dışında herkes gibi benim de bir zaman algım var.
Zamanın bazen daha yavaş ilerlediğini hissediyor musunuz?
Hayır ama duruma bağlı olarak da değişiyor tabii. Az vakit olduğunu hissettiğinizde stresleniyorsunuz ve bir şeyleri değiştirmeniz gerekiyor. Kendinize daha çok vakit ayırmanız gereken noktayı bilmeniz, kafanızı boşaltmak ve bu sayede daha mühim şeylere odaklanabilmeniz adına önemli…
Diğer eviniz İsviçre’de yollar son derece sakin. Katı hız kuralları sürüşten aldığınız keyfi azaltıyor mu?
Bu konuda genel olarak yanlış bir algı var. İnsanlar Formula 1 pilotlarının günlük hayatlarında da pistteki gibi araba sürdüklerini düşünüyor. İşimin en güzel yanı, dünyanın en iyi arabasında içimde biriken her şeyi dışarı atabilmek. İyi bir spor araba sürmek, bunun yanına bile yaklaşamaz. Hız limitine hep sadık kaldığımı söyleyemem. Kendine dürüst birinin tersini iddia edebileceğini de zannetmiyorum. Yine de kendimi pasif bir sürücü olarak görüyorum. Yaşın da getirdiği bir olgunluk var artık. İki-üç dakika kazanmak, o kadar da önemli değil…
Formula 1, 20 farklı ülkede düzenleniyor. Bu süreçte gittiğiniz ülkeleri tanıma fırsatınız oluyor mu?
Gezmeye vakit buluyorum. Piste zamanında gittiğim sürece sorun yok. Farklı ülkeler gezmek, her seferinde farklı şeyler keşfetmek heyecan verici. Her gittiğiniz şehirde daha çok beğendiğiniz bir köşe oluyor. O şehirde size özel, her gittiğinizde yapmaktan hoşlandığınız alışkanlıklarınız oluşuyor. Mesela Kanada’ya her gittiğimizde Mount Royal isimli ufak tepeye çıkar, şehre yukarıdan bakarız… Öte yandan, sürekli seyahat hâlindeyseniz eve ve huzura kavuşmanın tadı da bir başka.

Yıl boyunca sürekli seyahat hâlindesiniz. Sizin için klasik Alman geleneği olan şeyler nelerdir?
Güzel bir Alman ekmeği ve Tatort’u (pazar geleneği Alman polisiyesi) klasikler arasına koyarım. Arabayı cuma yıkayıp hafta sonu garajda bırakmak da bir Alman geleneğidir. Ama ben çok yapmıyorum çünkü arabayı genelde hafta sonu çıkarıyorum.
Peki ‘İtalyan işi’ diyeceğiniz şeyler nelerdir?
(Gülüyor) Tabii ki Ferrari…
Ferrari’yle anlaşmanızı kısa süre önce üç yıllığına uzattınız. Ferrari’de sizi bu kadar etkileyen nedir?
Bu takımı seviyorum. Ferrari’de başka takımlarda olmayan özel bir şey var. Ferrari dendiğinde akıllara bir efsane geliyor. Bense ona yaşayan bir efsane olarak bakıyorum. Bu yüzden kalıp kalmamak konusunda şüphem yoktu. Ferrari hep hayalimdi. Şimdiki hayalim de efsaneyi tekrar zirveye çıkarmak. 2016, işler ters gitmiş olsa da önemli bir yıldı. Çok fazla şeyi yeniden düzenledik ve sonuçları da görüyoruz. 2017, başından itibaren farklı bir yıl oldu. Bu sene rekabete iyi dayandık. Ama görevimiz bitmedi. Kırmızılar içinde bir şampiyonluk tatmak istiyorum. Michael (Schumacher) bana hep ilham verdi ve çoğunlukla kırmızıyla yarıştı. En büyük başarılarını ve şampiyonluklarını bu takımla kazandı. Arkamda ayak izlerimi bırakmak istiyorum. Fakat en büyük mücadelem ve hayalim, bir gün Michael gibi Ferrari’yle zafere ulaşmak…
Takım oluştururken Michael Schumacher’den öğrendiğiniz şeyler oldu mu?
Aslında çok olmadı. O Ferrari’deyken zaman zaman bu konular hakkında konuşurduk ama dediklerini anlamak için henüz çok gençtim. Onun bu işte ‘en büyük’ olduğunu bildiğimden her tuttuğunun altın olacağına inanırdım. Bir dönem yarıştan elini eteğini çekti, geri döndüğünde ise ben artık Red Bull’daydım ve başka konular hakkında konuşuyorduk. Aramızdaki usta-çırak ilişkisi zamanla arkadaşlığa evrildi. Bir şey danışmam gerektiğinde hep yanımdaydı. Onu detaylarla boğmazdım; daha çok, Formula 1’e dair genel şeylerle ve kendi deneyimleriyle ilgili konuşurduk.

Sebastian Vettel ile Michael Schumacher
Size hiç ciddi anlamda yardımı dokundu mu?
2009’da Japonya’dayken, o hâlâ pistlerden uzaktı. ‘Esses’ olarak da bilinen karışık ilk viraj kombinasyonunu nasıl geçebileceğimi, birden yediye sıralanan virajlarda hangi çizgiye dikkat etmem gerektiğini sordum. Onun cevabı ise, “Bilmiyorum, baştan sona mümkün olduğunca hızlı sürerim” oldu. O gün dediklerine inanamamıştım ama ondan sonra dediğini uyguladım ve şu ana kadar hep işe yaradı.
Sizce en güçlü rakibiniz kim? Lewis Hamilton’la ya da kendisinin sezon başındaki tabiriyle sizinle ‘aynı seviyede’ bir rakiple yarışmak farklı mı?
Lewis Hamilton tartışmasız en iyilerden. Son yıllarda pisti kasıp kavurdu. Kendisini yenerek iki kere kıl payıyla dünya şampiyonu olduğum Fernando Alonso da aynı şekilde. Bir sürücü açısından birincilik için yarışmak, piste beşinci ya da onuncu olmak için çıkmaktan daha eğlenceli. Her ne kadar aynı sertlikte geçse de birincilik için verilen mücadele daha zorlu. Lewis’le yarışmak bu yüzden daha farklı oluyor. Birbirimizi uzun süredir tanıyoruz, ona ve pistteki performansına büyük bir saygım var. Sanırım karakterlerimiz çok farklı. Büyük ihtimalle özel hayatımda uğraştığım birçok şeyi sıkıcı buluyor, ben de onunkileri. Ama kaskları taktığımız anda işler değişiyor. O noktada ikimizin aynı seviyede olduğunu duymak benim için bir iltifattır. Umarım o da aynısını düşünüyordur…
Sporda gerçek bir şampiyonu diğerlerinden ayıran özellikler nelerdir?
Bu spor için konuşayım... Dilerim bir gün en hızlı süren de ödül alır. Bence hız hâlâ en belirleyici özellik. Bunun dışında tabii ki zeki olmak, taktiğe ve stratejiye hâkimiyet önemli. Buradan “En hızlı ve en cesur pilot yarışı önde bitirir” gibi bir çıkarım yapmamak lazım. İşler sezon boyunca göründüğü gibi gitmeyebilir. Bazen oyunda başka görevlerle karşılaşırsınız ve onları çözmeniz gerekir. Normalde sene içinde en çok puanı toplayan şampiyon oluyor. Eve iyi bir sonuçla dönmek, hız ve zekânın ortak eseri.
Peki başka spor dallarında?
Nerede olursa olsun, temel koşul yetenektir. Sonrasında ise çalışma isteği gelir. Bazı futbolcularda da olduğu gibi, kimi sporcular profesyonelliğe adım atmayı başarıp bununla yetiniyor. Ama asıl mesele ilk adımdan sonra ne yaptığınız. Detaylara verdiğiniz önem, kendinizi ileriye taşımak için yaptıklarınız belirleyici oluyor. Bu sayede daha önce kimsenin ulaşamadığı yerlere ayak basıyorsunuz…