Adım Adım

10 dk

Hakemlik en zor mesleklerden biri. Daha zoru ise erkeklerin hakimiyetindeki bu dünyada bir kadın hakem olarak yer edinebilmek. Seçim Demirel Altunkan, Malatya'da başlayıp Dünya Kupası'na uzanan kariyerini Socrates'e anlattı.

Futbol hakemliğine 1995 yılında Malatya’da başladım. 1998 yılında profesyonel liglerde maç yönetmeye başladım. 2004 yılında FIFA kokardı taktım. 2005’te Lale Orta ile Turbine Potsdam ve Djurgarden arasında oynanan UEFA Kupası Finali’ni yönettik. 2007’de İzlanda’daki 19 Yaş Altı Avrupa Kadınlar Futbol Şampiyonası’na çağrıldım ve final müsabakasını yönettim. 2008’de Yeni Zelanda’da düzenlenen 17 Yaş Altı Dünya Kupası için tebligatımı aldım. İki sene sonra da Trinidad ve Tobago’da düzenlenen Dünya Kupası’na gittim.

Türkiye’de de yardımcı hakem olarak Süper Lig kadrosuna girmek istiyordum. Bana önce “Talimatlara aykırı olduğu için kadroya giremezsin” dediler. Girdiğim testlerde erkeklerle aynı dereceleri koşmam gerekiyordu. Bu benim için çok zordu. Fakat ciddi çalışmalar yaparak o derecelere ulaştım. Özel antrenör tuttum. Haftada beş günümü kişisel antrenmanlarıma ayırdım. Spor psikologları ve diyetisyenlerle beraber çalıştım. Bir yıl sonra bütün şartları yerine getirdim. Sonunda pes ettiler. 2009 yılında testi geçtim ve 2015’e kadar Süper Lig yardımcı hakem kadrosunda görev yaptım. 2015 yılında çocuk yapma hayalimi gerçekleştirmek adına bütün görevlerimden ayrıldım. Evlendim ve şu anda altı aylık bir oğlum var.

Çocukken futbolu çok seviyordum. Televizyondan maç izler, erkek arkadaşlarımla beraber top oynardım. Ama Malatya’da bir kadın takımı veya futbol oynayabileceğim bir ortam yoktu. Hakemliği duyunca, “Oynayamıyorum ama hakemliğini yaparım” düşüncesi aklıma yattı. 1995 yılında Malatya gibi bir yerde o kararı vermek büyük bir cesaret gerektiriyordu. Başta destekleneceğimi düşünmüştüm ama tam tersi bir durumla karşılaştım; “Sen futboldan anlamazsın” diyenleri, “Sen git yemek yap, çocuk yap” gibi cümleleri duydum. Ama hakem camiası beni çok sahiplenmişti. “Sen bu işi yapabilirsin, sakın pes etme” diyerek beni cesaretlendirdiler. Zaman zaman “Acaba gerçekten yapamıyor muyum, bırakmalı mıyım?” diye düşündüm. Fakat mücadeleci bir yapım vardı. Zaman ilerledikçe “Ben bunu yapabiliyorum” dedim.

Lale Orta, Türkiye’nin ilk FIFA kokartlı hakemi olarak birçok kadın hakeme öncülük etmiştir. Türkiye’de hangi kadın hakeme bir meslektaşını sorsanız, size önce “Lale Orta” der. Ben de başladığım yıllarda sadece onu biliyordum, hayalimde “Ben de bir gün Lale Orta gibi olabilirim” düşüncesi vardı. O, hakemliğin bir kültürü olduğunu savunurdu; davranış, tavır, giyim… Bu konularda bizi uyarırdı. Camiada nasıl davranmamız gerektiği konusunda yönlendirmelerde bulunurdu. O uyarılar bize gerçekten de çok şey kazandırdı. Onunla birlikte hakemlik yapmış olduğum için ayrıca mutluyum.

Bir kadın hakem sahaya geldiğinde oyuncular, tribünler, görevliler çok sıcak yaklaşırlar. Hatta seyirciler maçtan önce tezahürat yaparlar. Ama hepsi başlama düdüğü çalana kadardır. O düdükten sonra, kadın veya erkek fark etmez artık. Verilen her karar aynı agresif tepkiyle karşılanır. İtiraz konusunda da kadın ya da erkek futbolcu arasında fark yoktur çünkü bakış açısı aynıdır. Bu, Türk toplumunun karakter yapısıyla ilgili bir durum.

Birinci Lig’deki ilk maçımı hatırlıyorum, Samsunspor-Karabükspor maçıydı. Maçın orta hakemi Hüseyin Sabancı’ydı. Her tarafta kameralar vardı, tribünler kalabalıktı. Tempolu bir maçtı. Çok hızlıydı ve 3-3 sona ermişti. O gün başarılı bir maç çıkarmıştım. Ofsayt nedeniyle bir gol iptal ettirmiştim. Karar da doğruydu. Ama oynanan oyunun temposu beni çok korkutmuştu. Maç bittikten sonra yorgunluktan bacaklarımın uyuştuğunu hissettim. Bir sonraki hafta DardanelsporKonyaspor maçına çıktım. Bir öncekinin aksine temposuz bir müsabakaydı. O zaman, “Demek ki maçına göre değişiyor, tempo hep yüksek değilmiş” dedim.

Alt liglerde hakemlik daha zordur. Yukarıya çıktıkça kolaylaşır. Hem eğitim ve kültür seviyesi hem de oyun kalitesi daha yüksektir. Süper Lig ve 1. Lig’de maça çıktığınızda topun nereye gideceğini az çok bilirsiniz. Ama aşağıda çok düzensiz bir oyun oynanır. Hakemlere yaklaşım da farklıdır. Seyircilerde bile hissedersiniz bunu.

Bir kadın hakem olarak, Anadolu’da yönettiğim maçlarda daha rahat ederdim. Orada bir sahiplenme vardır. Bana hakaret eden seyircilerin, yanlarında oturanlar tarafından uyarıldıklarına çok şahit oldum. Fakat büyük şehirlerde bu olmaz. Oradaki seyirci için hakemin kadın veya erkek olması hiç fark etmez. Bana en sempatik gelen ise Eskişehirspor maçları olmuştur. Hatta Eskişehir’deki bir maç sırasında tribünden yapılan tezahüratta ismimin geçtiğini duydum. Top uzaklaşınca tezahüratı dinledim:

Hem ortada hem yanda

Hakemliğin 10 numara

Bayrağını kaldırsana

Helal sana Seçim Hoca

Çok hoşuma gitmişti. Maç boyunca da söylendi. Pozisyonları takip ederken devamlı gülümsüyordum. Hatta kameralara da yakalanmıştım.

Profesyonel lige çıktığım ilk sene Diyarbakır’da bir maça gitmiştim. Soyunma odasında ne bir lavabo ne bir tuvalet vardı. Su bile yoktu. UEFA kriterleri gelene kadar ben birçok stadyumda soyunma odasını erkek arkadaşlarımla ortak kullandım. Ben çıkıyordum onlar giyiniyordu, onlar çıkınca ben giyiniyordum. Ama artık her stadyumda kadın hakem soyunma odası zorunluluğu var, eski sıkıntılar yaşanmıyor.

Yükseldiğim dönemde Türkiye’de FIFA kokartlı sekiz kadın hakem vardı. Yurt dışında Türk kadını olarak bulunmak bizim adımıza çok önemliydi. Bir Çek arkadaşım, “Sen kendi ülkende şort giyemezsin, değil mi?” diye sormuştu. “Sizin ülkenizde erkekler önden, eşleri arkasından yürüyormuş” diyen bir İtalyan arkadaşım da vardı. O nedenle bizim farklı bir misyonumuz da oluşmuştu, ülkemizi tanıtıyorduk.

Dünya Kupası için davet geldiğinde Trinidad ve Tobago diye bir ülkenin varlığından haberim yoktu. O kadar şaşırmıştım ki hemen Google’da araştırma yapmıştım. İnsanın parası olsa “Gideyim de Trinidad ve Tobago’da gezeyim” demez herhâlde. Ama ben hakemlik sayesinde oraya ve daha birçok yere gittim.

Cuma, cumartesi, pazar ve pazartesi günleri evde eşimle sadece maç izleriz. Ama ben daha çok hakemleri takip ederim. Hatta hakem arkadaşlarla bir WhatsApp grubumuz var. Sürekli “Fırat Hoca penaltıyı vermedi, Cüneyt Hoca’yı izledin mi?” diye kritikler yapıyoruz.

Benim asıl mesleğim öğretmenlik. Bir kadın olarak hakemlik yapmam, öğrencilerimin çok dikkatini çekerdi. Mesela pazartesi günleri okula gelir gelmez, hafta sonunda oynanan maçlarla ilgili sorular yöneltirlerdi. Sonuçta onlar da bir takımın taraftarıydı ve maalesef onlar da aynı tribündeki taraftarlar ve televizyondaki yorumcular gibiydi. Hakemlerin taraf tuttuğunu düşünüp hataları bilerek yaptıklarına inanırlardı. Ben de bunu değiştirmeye uğraşırdım. Hakem olmaları yönünde de sürekli telkinlerde bulundum. Çünkü hakem olmak insana bir kültür kazandırır. Liderlik özelliğine katkı sağlar. İnsan psikolojisini ve insan yönetmeyi, cesur olmayı, mücadele etmeyi öğretir. Gençlerin de bu özelliklere ihtiyacı var. Ayrıca futbol hakemliği, maddi olarak da birçok branşa nazaran daha kazançlı bir meslektir.

Trinidad ve Tobago’dan hâlâ çok güldüğüm bir hatıram var. Dünya Kupası öncesi eğitimlerde dikkatimizi toplamızı için bazen rahatlatıcı sunumlar yapılırdı. Bir eğitim arasında, 2002 Dünya Kupası’ndaki takımların analizleri gösterildi. Bir sahanın üzerine oklar çiziliyordu. Brezilya’da, estetik hareketler ve sonunda kaleye giren bir ok vardı. Altında da “Estetik oynarlar ve sonunda gol atarlar” yazıyordu. Fransa’da, her yöne giden ama kendi kalesine giren oklar vardı. Sonunda da “Her türlü organizasyonu yaparlar ama kendi kalelerine atarlar” yazısı çıktı. Almanya’da, bir kaleden diğer kaleye giden ok vardı. Yazıda da “Her zaman kazanırlar” cümlesi yer aldı. En sonunda Türkiye çıktı, sahanın ortasında kırmızı bir nokta vardı, bütün o oklar kırmızı noktaya doğru gidiyordu. Altında “Kırmızı nokta top değil, hakemdir” yazıyordu. Herkes çok gülmüştü. Trinidad ve Tobago gibi uzak bir ülkedeyiz, bütün organizatörler orada, dünyanın hemen her yerinden hakemler var ve Türkiye’nin analizine bakın!

Socrates Dergi