
Seks, Yalanlar ve Bisiklet
14 dk
Üç yıl önce bisikleti bırakan Thomas Dekker'in yazdığı otobiyografi spor dünyasını sarstı. Hollandalı eski bisikletçi, Socrates’e konuştu.
Thomas Dekker için her şey bir porno filmle başladı. Hollandalı bisikletçi, 2005’te Rabobank formasıyla profesyonel olduktan sonra ilk yarışında Steven de Jongh ile aynı odayı paylaşacaktı. Dekker, yarış öncesi odaya girdiğinde tecrübeli takım arkadaşı yatağında uzanıyordu. De Jongh, o an televizyonda bir porno film açtı, genç meslektaşına bir havlu fırlattı, mastürbasyon yapmaya başladı ve Dekker’e “Sen de kendini rahatlat” dedi. Bu, Hollandalı genç yeteneğin kısa sürede mahvedeceği profesyonel kariyerinin açılışıydı.
Bugünlerde 32 yaşında olan Dekker’in geçen yıl çıkardığı otobiyografisi The Descent belki de son yılların en ilginç spor kitabıydı. Kitapta Dekker, genelevlerden içki masalarına, yarışlardan otel odalarına farklı bir dünyanın portresini çiziyor. Bu dünyayı konuşmak istediğimiz eski bisikletçiyi bir sabah telefonun öteki ucunda bulduk, Amerika Birleşik Devletleri’ndeydi ve “Birbirimizi görmemiz çok daha iyi olur” diyerek görüntülü konuşma yapmayı önerdi. Röportaj başlamadan söylemek istediği tek bir şey vardı: “İstediğini sor, ne istersen.”
Kitabınızın bu kadar okunmasını bekliyor muydunuz? Zor beğenen İrlandalı gazeteci Paul Kimmage bile otobiyografiniz için “Muhteşem” diyor...
Anlattıklarım güzel karşılandığı için mutluyum. Fakat niyetim başkaydı. En başta bunu kendim için yazdım. Zira benim yaşıma geldiğinizde geçmişte yaşananları unutmamak istiyorsunuz. Profesyonel atlet olduğunuzda gençken yaptıklarınızı kimse çok önemsemiyor. Siz de öyle bakmıyorsunuz çünkü gelecekte bunların büyük sonuçlar doğuracağını tahmin etmiyorsunuz. Ama unutmamak iyidir. Ben bisiklet kariyerimi kendi ellerimle mahvettim. Sadece kendi bisiklet kariyerimi mahvetmekle kalmadım, çevremdeki insanları da incittim. O yüzden, bu kitap da mahvedilen bir bisiklet kariyerinden fazlasını anlatmaya çalışıyor. Lakin İstanbul’dan birilerinin bunu okuduğunu bilmek gurur duyulacak bir şey. Benim için de, kitabı benimle birlikte yazan gazeteci Thijs Zonneveld için de...
En başta, çocukluğunuzu harika olarak tanımlıyorsunuz. Genelde böyle kitaplarda tam tersi bir yol izlenir, belalı bir küçüklük ve sürekli kavga eden anne babalar anlatılır...
Hollanda büyümek için harika bir yerdir. Ebeveynlerim normal insanlardı, beni sevgiyle büyüttüler. Bazı hataları yapmama yol açan şey, demek ki içimdeymiş. Erken yaşta kendimi gösterdim, küçük bir kasabada ünlü oldum, gençken Rabobank’tan iyi bir kontrat aldım, çok para kazandım. Bu yüzden de çok hata yaptım ve bu hatalara karşı artık duyarlıyım. Bir yandan da hiçbir şeyi peri masalına çevirmek istemedim, bu hataların bilincinde olduğumu ve bundan sonra yaşamımın mükemmel ilerleyeceğini insanlara göstermeye çalışmadım. Çünkü bundan sonra da her şey mükemmel olmayacak. Hayat hep bir boğuşma, hep bir mücadele. Nerede doğarsanız doğun, bu değişmiyor. Mesela siz de Türkiye’de sürekli mücadele etmek, bir şeylerle boğuşmak zorundasınız. Belki sizin ülkenizdeki ya da benim hayatımdaki kadar sıra dışı sorunlar değil bunlar ama herkes bir şeylerle mücadele ediyor. Ayrıca hata yapmak da son derece insani bir şey.
Gençken bir anda kazanmaya başlıyorsunuz ve 18 yaşına gelmeden bir yıldıza dönüşüyorsunuz. O his nasıldı?
16 yaşımdayken Rabobank’le bir kontrat imzalamıştım. Bir yıl sonra, kendi yaş grubumda dünyadaki en iyilerindendim, hatta en iyisiydim. Sonra profesyonel oldum, ilk yılımda temiz bir şekilde dört yarış kazandım. 18 yaşımdayken Hollanda’yı temsilen Atina Olimpiyat Oyunları’na gönderildim ve Michael Boogerd ile aynı odayı paylaştım. Ama içinde yaşarken bütün bunlar size çok acayip görünmüyor, ilerlemeye çalışıyorsunuz. Yaptıklarınız asla yeterli gelmiyor. Bu hafta iyi olmanız hiçbir şeye yetmiyor, gelecek hafta da, sonrasında da iyi olmak zorundasınız. Oysa ki bisiklet dünyasında her şeyde iyi olmanız mümkün değil. Bisiklette daima, kazandığınızdan daha çok kaybedersiniz. Mesela Chris Froome ilk Fransa Bisiklet Turu’nu kazanmadan önce kazandığından çok daha fazlasını kaybeden bir adamdı. Peter Sagan bile kazandığından daha fazlasını kaybediyor. Zira her yarışı hemen hemen 200 bisikletçiyle birlikte yapıyorsunuz ve sadece bir kişi kazanıyor. Maalesef gençken her şeyi kazanabileceğimi düşünüyordum.
Altyapıdaki ikinci yılımda 60 yarışa katıldım ve 40’ında ilk üçe girmeyi başardım. Profesyonel bisiklet dünyasına girdikten sonra da bu düşünce yapısı hiç yardımcı olmadı. Zira benden çok daha yeteneksiz insanların yarışlar kazandığını gördüm ve bu, içimde bir şeyleri körükledi. Gri alanlara yavaşça ilerledim. O dönemlerde, hayatta olduğu gibi bisiklette de çok fazla gri alan vardı. Bugünden bakınca, her şey hızlı gelişti diyebilirim. Çok hızlı.
2005 İtalya Bisiklet Turu da sizin için dönüm noktasıydı, öyle değil mi?
20 yaşındaydım ve ilk büyük turuma girmiştim. O dönemde çok formdaydım, Rabobank hazırlık kampının en iyisiydim. Ocak ayından itibaren harika sonuçlar almıştım; Ivan Basso, Bobby Julich, Jorg Jaksche gibi isimlerin önünde Criterium International’da etap kazanmıştım. Henüz aklımda doping yoktu ve bu başarıyı hiçbir şey kullanmadan elde etmiştim. Sonra İtalya Bisiklet Turu’na gittim, her ne kadar açılış etabında iyi sonuç alsam da bir gerçekle karşı karşıya kaldım. Bu gerçekten de bambaşka bir dünya. Ve herkes gibi bir anda düşünmeye başladım. Ben nerede hata yapıyorum? Baştan aşağı yavaş ilerleyen bir süreçti söz konusu olan. Bir anda “Haydi doping alayım” diye düşünüp ertesi gün kimyasallara başvurmuyorsunuz. Zamanla takım arkadaşlarınızla bir grup oluyorsunuz, beraber geneleve gitmeye, kış aylarında içki içmeye ve sonra “Ben de onlar gibi yapmalıyım” deyip doping kullanmaya başlıyorsunuz.
.jpg)
Dopinge başlamanızı anlattığınız kısım çok can alıcı. Doktor Eufemiano Fuentes ile Madrid’de boş, köhne bir otel odasında buluşuyorsunuz. Konuşmadan önce size bazı testler yapıyor ve kanınızı alıyor. Sonra aynı otelde kan transfüzyonu yapmaya başlıyorsunuz. O atmosferi biraz daha açar mısınız?
O an elbette her şeyin bu kadar kötü olacağının farkında değildim. Gergindim, içimden bir his “Bunu yapmalısın,” diyordu, “büyük yarışçılarla aynı sınıfa gelebilmek için bunu yapmalısın.” Aslında bu, kendini kandırmanın en önemli yolu. Zira o an kendinizi soktuğunuz durum çılgınca. İspanyolca dışında hiçbir şey bilmeyen bir doktorla bir otel odasındasınız, uzanıyorsunuz. Ama o dönem içine girdiğim bu ilginç dünya hakkında yeterince açık şekilde düşünmüyordum. Henüz 20 yaşındaydım, bunları benim için ayarlayan menajerim vardı. Bir roller-coaster’ın içinde gibiydim ve eğer bir kez roller-coaster’a bindiyseniz bu maceranın asla sona ermeyeceğini düşünürsünüz.
Rabobank, her Hollandalı çocuk için muhtemelen rüya takımdır. Ama ekibe girişiniz size farklı şeyler kazandırıyor. Mesela bir anda daha fazla içmeye başlıyorsunuz...
Aslında yarışlarda çok fazla içilmiyordu, daha çok kampta içiliyordu. Özellikle tecrübeli bisikletçilerin aileleri, çocukları vardı ve hazırlık kampına geldiklerinde içmek, eğlenmek, dışarı çıkmak istiyorlardı. Sezon içinde çok daha ciddiydik. Ben de sosyal bir insan olduğumdan ortama hızlı uyum sağladım. Zaten doping yapanlar belirli sayıdaydı. Bir anda o gruba girdim, içmeye, onlarla takılmaya başladım. Biraz mafyavari bir ortamdı. Diğerlerine anlatmıyorduk, kendi kurallarımız vardı ve eğleniyorduk. Yasal olmayan bir şey yaptığımızın farkındaydık ve bunda sorun yoktu çünkü çevremizdeki herkes bunu yapıyordu.

2006 Tirreno Adriatico, erken yaşta kazandığınız büyük zaferlerden. Ama yarıştan sonra otele gidip yatağınıza oturmuş ve ağlamışsınız. Bunun tek nedeni dopingle kazanmak mıydı?
O günü çok iyi hatırlıyorum. Dopingle kazandığımı biliyordum ama tek neden bu değildi. Sonuçta ikinci ve üçüncü Jorg Jaksche ve Alessandro Ballan’dı ve onlar da aynısını yapmışlardı. O an kafamdan geçenler çok daha farklıydı. 21 yaşıma girmiştim, önümde uzun bir kariyerin olduğunu düşünüyordum ama yaşadığım stres bana çok fazla gelmişti. Madrid’e uçuyordum, kan çantasını alıyordum, geri dönüyordum, kullan-at telefonlar kullanıyordum, sonra yarış öncesi bir daha yeni kan çantamı almak için dönüyordum. Bu süreç boyunca Toskana’daki otelimde tek başına yaşamıştım.... Ve bir anda o gün kendime şu soruyu sordum. Bütün hayatım böyle mi olacak? Tüm bu stres, yorgunluk üzerime çöktü ve ağlamaya başladım. Yine de o an önemli bir karar verdim ve bu hayata devam ettim, kendimi akışa doğru bıraktım.
Kitabınızın neredeyse her bölümünde hatalar var. Ve bunların bir kısmı da kadınlarla alakalı. Bu anlamda Wilt Chamberlain’in otobiyografisine benziyor. O da on binlerce kadınla yattığını itiraf etmişti otobiyografisinde...
O bölümlerde saygılı olmaya çalıştım. Ama şu bir gerçek ki kariyerim boyunca odak noktamı çok kere kaybettim. Bu eksen kaymalarından bazıları da kadınlarla alakalıydı.
Jacques Anquetil biyografisinde de benzer bir ton vardır. Sex, Lies and Handlebars’ta...
Evet ama şöyle bir fark var; Anquetil zamanında bisiklet çok romantik bir bakış açısına sahipti, şimdi her şey çok daha profesyonel. Bütün yarışçılar artık aşırı ince olmak zorunda, neredeyse spor anoreksik oldu. Artık eğlenmek için çok az zaman var. Anquetil zamanında işler farklıydı; kışın çalışmıyorlardı, antrenmanlara Ocak’ta başlıyorlardı, peloton çok daha dardı. Anquetil, en iyi bisikletçilerden biriydi ve kadınlar da etrafındaydı. Şimdi bunların sona erdiğini düşünüyorum. Ben 2004’te profesyonel oldum ve bisiklet geçiş sürecindeydi.
Bir yandan da bisiklet hâlâ romantik bir spor. Özellikle de seyirci tarafı. Ailenizi alıp Fransa’da bir dağa gidebilirsiniz. Bütün gün orada beklersiniz, yanınıza içeceklerinizi ve sandviçlerinizi alırsınız. Harika bir gün geçirirsiniz ve bunun için para ödemek zorunda değilsinizdir. Sonra bisikletçiler gelir ve önünüzden geçer. Şimdiki bisikletçilerin geçtiği dağlar, Fausto Coppi’nin, Gino Bartali’nin geçtiği dağlarla aynıdır. 70 senede neredeyse hiçbir şey değişmemiştir. O yüzden de bu spor hâlâ romantik. Bisikleti değerli kılan ve onca doping skandalına rağmen bisikletin hâlâ ayakta durabilmesini, güçlü kalabilmesini sağlayan da bu.
Peki dopingli yakalandığınızı ilk öğrendiğiniz anı hatırlıyor musunuz? UCI görevlisi Anne Gripper’den bir telefon almışsınız ve konuşmayı şöyle bitirmişsiniz: “Hayatımı mahvettiğiniz için teşekkürler.”
Elbette hatırlıyorum. İtalya’daki evimde kanepede oturuyordum, öğleden sonra Monako’ya gidecek ve Fransa Bisiklet Turu’na katılacaktım. O bana EPO’dan yakalandığımı söyledi. Uzun bir ceza alacağım ve bisikletten uzak kalacağım belliydi.
Akabinde uzun bir depresyonun içine yuvarlandınız. Geri dönüş süreciniz nasıldı?
Hollanda’da Kalvinist bir gelenek vardır; başarıyı severiz ama hata yapanları da affetmeyiz. İspanya’da insanlar Alejandro Valverde’yi hâlâ sever ama Hollanda’da bu imkânsız. Benim hatalarımdan biri de onlara göre bazı lüks tercihlerimdi. Çünkü Hollanda’da insanlar sizden basit yaşamanızı, alçak gönüllü olmanızı bekler. Ben hep pahalı spor arabalarla dolaştım. Geri döndüğümde bu yüzden bana çok şans vermediler. Takım ve destek bulmakta zorlandım, zihinsel olarak da çok yara almıştım. Yavaş yavaş elimdeki her şeyi kaybetmiştim.
Buna rağmen şanslıydınız. Geri dönüş fırsatını Garmin’le buldunuz ve kitaptaki en ilginç bölümlerden birinde, oradaki ilk gününüzde nasıl gece içmeye çıktığınızı ve sabahki antrenman öncesi bir kadınla beraber olup az kalsın antrenmanı kaçırmak üzere olduğunuzu anlatıyorsunuz.
Aslında çok sıra dışı bir gece değildi, Garmin’deki birçok bisikletçiyle dışarı çıkmıştık, biraz içtik, muhabbet ettik. Sorun, orada tanıştığımve beni evine davet eden kadının kampa bir buçuk saat uzaklıkta oturmasıydı. Sabah antrenmanına zorlukla yetiştim ve otele gizlice girmek zorunda kaldım. Elbette bir başka aptalca öykü bu. İkinci şansınızı elde ediyorsunuz ve ilk günden bunu yapıyorsunuz.
Ve orada psikolojinin bisiklette nasıl anahtar olduğundan bahsediyorsunuz. Hâlâ fiziksel olarak iyisiniz ama bir anda eski Dekker’in gittiğini fark ediyorsunuz. İçinizdeki bisiklet ateşini kaybettiğinizi ne zaman anladınız?
Başta da bahsettim, eskiden yenilmez olduğumu düşünürdüm. Ama şimdi bir anda işler tersine dönmüştü. Garmin’de eğlendim, bir grubun parçası olmak iyi hissettirdi, Dan Martin’in Giro di Lombardia zaferine katkıda bulunmak harikaydı ama hiçbir şey eskisi gibi gelmiyordu. İçimdeki o ateş gitmişti. Artık sadece işimi yaptığımı hissediyordum, eskisi gibi büyük hedeflerim kalmamıştı. Yine de elbette kariyerimi hemen bitirmek istemedim. Yeni bir kontrat bulabilmek için çevremdekilerin tavsiyesiyle Saat Rekoru’nu denemeye karar verdim. Neticede, rekoru kıramasam da ortaya iyi bir efor koyabildiğimi düşünüyorum. Akabinde birçok takımla görüştüm ama hiçbiri beni almak istemedi ve en sonunda, her şeyden yılıp, emekli olmaya karar verdim.
Bugün bakınca, hem benim için hem de ailem için doğru bir karardı zira stres sadece beni değil, onları da yıpratıyordu. İlginç olan, belki benim içimdeki ateş eskisi gibi yanmıyordu ama Hollanda’da bazı kesimler hâlâ benim eski günlerdeki gibi zirveye yaklaşabileceğimi düşünüyordu ve bu ailemi de etkiliyordu. Ne zaman bir süpermarkete gitseler benim hakkımdaki sorulara yanıt vermek zorunda kalıyorlardı. Sonunda, her şey çok fazla geldi.
O dönemler Eurosport Türkiye’de çalışıyordum ve rekor denemenizi anlatmıştım. Hayatımdaki en zor yayınlardandı. Ekranda hiçbir grafik yoktu, kaç tur geride kaldığını bilmiyorduk, rekoru kırıp kırmayacağınızı anlamak mümkün değildi. Gerçekten de anlatması inanılmaz zordu...
Benim de hayatımın en zor günlerinden biriydi ve muhtemelen her şey benim için biraz daha ağırdı. (Gülüyor) Ama yapacağım bir şey yoktu. Rekoru kırmaya çok yaklaştım, 270 metreyle kaçırdım ama ilginç olan, bundan kimsenin haberi olmadı!
Peki bisikleti hâlâ özlüyor musunuz?
Elbette. Uçaklarda seyahat etmeyi, sürekli yeni bir yarışa gitmeyi, takım arkadaşlarımı, güzel yollarda bisiklet kullanmayı özledim. Daha fazla özlediğim şey de bisikletin hayatınıza getirdiği inşa, düzen. Her sabah uyanırsınız ve yapacak bir işiniz, sürecek bir bisikletiniz vardır. Hayatınız buna odaklıdır.
Neslinizden birçok bisikletçi hâlâ yarışıyor. Onları izlemek garip hissettiriyor mu?
Eskisi kadar garip hissetmiyorum çünkü emekli olalı neredeyse üç yıl oldu. Artık bunları aştım. Ama hâlâ bisiklet yarışlarını takip ediyorum, izleyebileceğim her şeyi izliyorum. Mesela bugün Sagan, Hollanda’da kazandı. Burgos’ta ise Mikel Landa galip geldi. Bunu yapıyorum çünkü bisiklet benim tutkum. Küçükken yarışları izler, sonra dışarı çıkıp sürekli pedal çevirirdim. Okulu lisede bıraktım, hayatta yapacak başka hiçbir şey bilmiyorum. Bu tutku bazen azalsa bile hiçbir zaman tamamen kaybolmuyor.
Kitapta Michael Boogerd ile olan dostluğunuzu anlatırken onun da sizin gibi sıra dışı bir bisiklet tutkunu olduğunu ve bütün yarışları takip ettiğini söylüyorsunuz. İkiniz de bütün sonuçları ezbere bilirmişsiniz...
Geniş bir hafızam var ve bunun yardımını çok gördüm. Mesela bugün Sagan kazanırken Dylan Groenewegen dördüncü, Boy van Poppel beşinci oldu. Bisiklet benim takıntım ve hafızam sayesinde sonuçları ezberliyorum. Ve fırsatım olan her anda hâlâ bisiklet izlemeye çalışıyorum.

Peki kitapta haklarında yazdığınız eski takım arkadaşlarınız Boogerd, Erik Dekker ya da Steven de Jongh ile kitaptan sonra hiç konuştunuz mu? Yazılanlara çok sert tepkiler verdiler...
Hayır, onlarla uzun süredir iletişim kurmuyorum. Benim düşüncem, herkesin kendi hatalarının sorumluluğunu alması. Ben kariyerim boyunca yaptıklarımın bedelini ödedim, herkesin de ödemesi gerekli. Ama onları da anlayabiliyorum. Bu kitabın yazılmamasını tercih ederlerdi. Ama kitap sadece onlara dair değildi, çok daha fazlasıydı. Benim anlatmaya çalıştığım şey, ne kadar absürt bir dünyanın parçası olduğumdu.
Bir başka eski takım arkadaşınız Phil Gaimon, kitabın genç nesiller için bir uyarı niteliği taşıdığını ve bu anlamda çok yararlı olduğunu yazdı.
Phil, her zaman doping karşıtı bir bisikletçidir. Burada da haklı. Genç bir sporcu olarak, hangi dalda yarışıyorsanız yarışın, bazı kararlar vermek zorunda kalıyorsunuz. Ve gençken, her şey yolundayken, o kararların gelecekte büyük sonuçlara yol açtığını tahmin edemiyorsunuz. O yüzden de eğer genç sporcuları bu kararlar konusunda iki kez düşündürebilirsem o zaman kitap da bir amacına daha ulaşmış olur. Lütfen yanlış anlamayın, her şeyi bildiğim sanrısına kapılmadım. Her şeyi öğretmedi bana hayat.