Sensei

15 dk

2020 Tokyo'da Türkiye'ye dört madalya getiren karatenin ülkede geleneğe dönüşme öyküsü yetmişlere uzanıyor. Hakkı Koşar'ın büyük katkılarıyla…

Altar'ın oğlu Tarkan'ın en ürkütücü düşmanını unutmak mümkün mü? Akrobatik vuruşları, kendine has kör etme hareketi ve zalimliğiyle, birçoklarımızın çocukluk travmaları arasında yer alan Wang Yu'ya, Türkiye'nin en büyük dövüş sanatları ustalarından Hakkı Koşar hayat vermişti. Bunu öğrendikten birkaç gün sonra, Hakkı Hoca'nın yıllar yılı Shotokan Karate öğrettiği Moda'daki salona doğru yola çıktım. Ne yazık ki KSKC (Koşar Shotokan Karate Center) pandemi döneminde kepenk kapatmış, efsane eğitmen artık Fethiye'ye yerleşmişti. Ancak kendisi bizi kırmadı ve uzaktan da olsa güler yüzle sorularımızı yanıtladı. Söz şimdi sensei'nin…

Hocam, atletizm ve judoyla çıktığınız yolda Türkiye'de o dönem bir ekolü olmayan karate ile nasıl buluştunuz?

Ben asker kökenliyim. Kuleli Askeri Lisesi'nde okudum ve ardından Harp Okulu'na geçtim. Yakın savunma dersi vardı tabii; judo, aikido, karate... Pek bilmediğimiz şeylerdi bunlar. Ancak evveliyatında Türkiye'nin gelmiş geçmiş en önemli atletlerinden biri olan, olimpiyat şampiyonu Ruhi Sarıalp'in antrenörlüğünde atletizm yapmıştım. Kendisi de askerdi ve lisede bizim beden eğitimi öğretmenimizdi. Tek adım atlama, üç adım atlama, 100 ve 200 metrede çalıştırdı beni. Hatta tek adımda, askeri liseler arası Türkiye şampiyonu oldum. Oldukça iyi bir spor temeli oluşturmuştum. Hem silahlı hem silahsız mücadele eğitimleri alırken judoyla yakından ilgilenmeye başladım. Halil Yüceses hocamız o günlerde Japonya'dan yeni dönmüş, ülkede judonun gelişimine katkı vermekteydi. 1969 senesinde Savona'daki şampiyonaya katıldık. Harp Okulu'nda komutanım olan Cihat Uskan da bu dönemde Judo Federasyonu'nda başkanlık görevini sürdürüyordu. Kafile dönerken ondan özel izin alıp İtalya'da kaldım ve siyah kuşak beşinci dan Augusto Basile ile karate çalıştım. 1970 senesinde büyük sensei Taiji Kase'yi Türkiye'ye davet ettik, siyah kuşağımı da ondan aldım. Judo ve karate birbirine bağlandı.

"Kuleli Askeri Lisesi'nde okudum ve ardından Harp Okulu'na geçtim. Yakın savunma dersi vardı tabii; judo, aikido, karate..."

"Kuleli Askeri Lisesi'nde okudum ve ardından Harp Okulu'na geçtim. Yakın savunma dersi vardı tabii; judo, aikido, karate..."

1963'teki ihtilal girişimi sonrası Harp Okulu'ndan ayrılmak durumunda kaldığınızı ve askerliğe devam edemeyişinizin içinizde hep bir ukde olduğunu duydum…

79 yaşına gelmişim, inanın hâlâ omzumdaki yıldızları sayıyorum… Ben Harp Okulu'ndan öğrenciyken ayrıldım belki ama şu an bile kuvvet komutanları, orgeneraller bana "Komutanım" diye hitap eder. Neden? Askerliğe olan bağlılığımız hep devam etti. Biz 1459 Harp Okulu öğrencisi, Talat Aydemir'in ihtilal girişimi sonrası davadan beraat etmemize rağmen oradan ayrılmak durumunda kaldık. Bizden sonra gelen arkadaşlarımız paçayı kurtardılar. Şöyle düşün, Kuleli Askeri Lisesi'nde son sınıfta 600 kişiydik. 310 kişi falan Harp Okulu'na gittik, diğerleri sınıfta kaldılar. Sınıfta kalan tembellerimiz sonra general oldu. (Gülüyor.) "Sokaklarda gezdik, dersleri ihmal ettik" derler sorsan. Enteresandır, bu ekibin arasında Engin (Alan) bile var. Ortaokulu da beraber okuduk. Benim yaka numaram 334'tü, Engin'in 351…

Adliye muhabirliği yaptığınız gazetecilik macerası da Harp Okulu'ndan ayrıldıktan sonra başladı değil mi?

Evet. Bizi İstanbul Üniversitesi'ne yerleştirdiler, ben de gazetecilik bölümünü bitirdim. Sonrasında Cumhuriyet gazetesinde iki yıl polis muhabirliği yaptım. Bu bağlantı sayesinde polis okullarında yakın savunma öğretmeye başladım. Yetiştirdiğim birçok öğrenci birinci sınıf emniyet müdürlüğünden emekli olmuştur. Deniz Harp Okulu'nda, Piyade Okulu'nda, Kuleli Askeri Lisesi'nde, sanki subay çıkmış gibi ders verdim.

"Deniz Harp Okulu'nda, Piyade Okulu'nda, Kuleli Askeri Lisesi'nde, sanki subay çıkmış gibi ders verdim."

"Deniz Harp Okulu'nda, Piyade Okulu'nda, Kuleli Askeri Lisesi'nde, sanki subay çıkmış gibi ders verdim."

Askeri disiplinin eğitmenlik hayatınız boyunca devam ettiği açık…

Bir insan 13 yaşında askeri okula girer mi ya! Ortaokul ve lisede Kuleli'nin vermiş olduğu o disiplin, öğretme ve öğrenmenin verdiği duygu hayat boyunca benimleydi. Hâlâ yakamdan Harp Okulu rozetini çıkarmam ki cevap o rozetin içinde yatıyor: Bilgelik. Şimdiki askerleri bilmiyorum ama bizim dönemimiz tamamen bu disiplinle yaşadı. Damarlarımızda Mustafa Kemal Atatürk akıyordu ve o fikirle sporumuzun yanlış ellere düşmesini engelledik. Askeri disiplini karateye aktardık, sporcuları böyle yetiştirdik. Binlerce antrenör, yüz binlerce çocuk yetişti. Onlar Türkiye'de karateyi en üst seviyeye taşıdı. Dünyanın en üst kademesindeyiz şu anda.

Eray Şamdan, Uğur Aktaş, Merve Çoban ve diğerleri… Geçen yaz Tokyo Olimpiyat Oyunları'nda mücadele eden, madalya kazanan Türk karatecilerin performansları sizi ne kadar mutlu etti?

Müthişlerdi. Zaten demin dediğim gibi, dünyanın en iyileri arasındayız. Ancak olimpiyata seyahat edip yanlarında olamadığım için çıldırdım. 1977'de henüz ortada federasyon dahi yokken Tokyo'daki dünya şampiyonasında hakemlik yapmıştım. Pandemiden dolayı bu kez gidemedim maalesef. Yoksa federasyonda onursal başkanlık görevim devam ediyor. Şimdiki başkan Aslan Abid Uğuz, dünya güzeli bir adam. Karşıt olarak gruplandığı kişilerle bile el ele, kol kola. Rakip olduğu kıymetli insanları dışarıda bırakmayıp içeri aldı.

"Müthişlerdi. Zaten dünyanın en iyileri arasındayız. Ancak olimpiyata seyahat edip yanlarında olamadığım için çıldırdım."

"Müthişlerdi. Zaten dünyanın en iyileri arasındayız. Ancak olimpiyata seyahat edip yanlarında olamadığım için çıldırdım."

Türkiye Karate Federasyonu'nun kuruluşundan ve süreçteki payınızdan bahsedebilir misiniz?

1980 senesinden itibaren Judo ve Karate Federasyonu adı altında ortak çalışmaya devam ettik. Tabii iki spor beraber giderken, "Judo mu öne geçsin, karate mi öne geçsin?" şeklinde bazı çekişmeler oluyordu. Ben teknik direktördüm ve karatenin birinci adamıydım. Doksanlı yıllarda judo ve karatenin ayrılması için bazı adımlar atmamız gerekti. Bu mücadele nedeniyle politikaya bile adım attık. O dönem danışmanlığını yaptığım Turgut Özal'ın da faydaları oldu ve iki branşı federasyon düzeyinde birbirinden ayırdık. İlk başkanlık görevini de ben üstlendim. Ne mutlu ki sporumuz ülkede belli bir yere oturdu.

Hocam 'spor' kavramının her fırsatta altını çiziyorsunuz ancak dövüş sanatları kimi noktalarda şiddetle ilişkilendirilebiliyor. Bu konuda neler söylersiniz?

Ben bu yaşımda hiçbir rahatsızlık hissetmeden bacaklarımı 180 derece açabiliyorum. Zaten karate bale gibidir. Balede ayağını açıp bekliyorsun, karatede ayağını veya kolunu açtığın zaman sonunda bir hamle daha yapıyorsun. Aradaki fark bu. Ayrıca karate vurma ya da güç kullanma değil, gücü kontrol edebilme sanatıdır. Mesela saatte 100 km hızla giden bir araçtasın ve önüne kedi çıktı, durmak zorundasın. Dururken tüm o kuvvet ön tarafta birikir, herkes öne doğru fırlar ya… Karatede aslında bunu yapıyoruz, rakibimizin burnuna ya da boynuna vurmadan duruyoruz. Vurduğumuzu farz et; o kafa yerinden çıkar. Zaten karatede karşınızdakine vurduğunuz zaman puan değil ceza alırsınız. Bu bile birçok şeyi anlatıyor.

Üstelik bahsettiğim kontrolü sadece bedenimizle yapmıyoruz. Ruhumuzla, hareketlerimizle, ağzımızdan çıkan her kelimeyi kontrol ederek yapıyoruz. Birisi sana hakaret ettiğinde hemen karşılığını vermekten ziyade ona yanlış yaptığını anlatabilmek de anlamadığında onu vazgeçirebilecek güce sahip olduğunu göstermek de karateye dahil. Sanat burada başlıyor.

Karatenin size araladığı bir Yeşilçam kapısı var ki eminim röportajı okuyacak çoğu kişi Wang Yu'yu çabucak hatırlar…

Oyunculuktan ziyade natüreldi aslında o filmlerde yaptıklarım. Normal tavrımı yansıtmaya çalışmıştım. İlk olarak kıymetli bir sinema insanı olan Natuk Baytan ve Cüneyt Arkın'la Çaresizler filmini yaptık, çok beğenildi. "Hakkı Hoca bu işin içinde var, onu başka filmlerde de kullanalım" dediler. Rol tekliflerini kabul ederken amacım Türk karatesinin yükselmesi, tanınmasıydı. Sonra rahmetli Kartal'la (Tibet) Tarkan: Güçlü Kahraman Kolsuz Kahraman'a Karşı filmini çektik. Wang Yu öyle doğdu. Hatta film çekimleri sırasında on küsur metreden brandaya atladım, beni tutamadılar ve düşüp elimi kırdım. Dikkat edin, son sahnelerde kılıcı sol elimle kullanırım. Filmler bununla da bitmedi. Mahalle arkadaşım, canım ciğerim Müjdat'la (Gezen) Aptal Şampiyon'da oynadım. Bir de İrfan Atasoy'la Gördüğün Yerde Vur filmini yaptık ki o sadece İtalya'da gösterildi. Birkaç projede daha bulundum.

"'Hakkı Hoca bu işin içinde var, onu başka filmlerde de kullanalım' dediler. Rol tekliflerini kabul ederken amacım Türk karatesinin yükselmesi, tanınmasıydı."

"'Hakkı Hoca bu işin içinde var, onu başka filmlerde de kullanalım' dediler. Rol tekliflerini kabul ederken amacım Türk karatesinin yükselmesi, tanınmasıydı."

Cüneyt Arkın'ın filmlerinde dublör kullanmayışı ve atletik becerileri hep bir şehir efsanesi tadında anlatılır. Siz antrenör gözüyle bu durumu nasıl gözlemlemiştiniz?

Mükemmel bir atletti Cüneyt... Tek cümleyle; insanüstü bir vücuda sahipti. Siyah kuşak alan ilk sinema oyuncularından biridir. Zaten ünlü insanların bu işin içine girmesi de karatenin bilinirliğini fazlaca artırdı. Örneğin rahmetli müzisyen Aydın Tansel de siyah kuşak ikinci dan seviyesine kadar çıkmıştı.

Karate-beyaz perde bağlantısından bahsetmişken size bir de Karate Kid serisini sormak isterim. Dönemin fenomeni olarak eminim birçoklarının spora başlamasına önayak olmuştur…

Güzel filmdi çünkü bir felsefesi ve öğretisi vardı. Halkı bir yere akılcı şekilde yönlendirirsen oraya giderler. Ne ekersen onu biçersin sözü çok doğrudur.

Mesela Bay Miyagi ve öğrencisi Daniel'ın Okinawa'yı ziyaret ettiği sahneler de çok etkileyicidir. Karatenin doğduğu topraklara yaptığınız seyahatler size nasıl hissettirdi?

Oralara gittiğiniz zaman dünyaya karateyi tanıtan kişilerle birlikte olma fırsatı buluyorsunuz. Masatoshi Nakayama, Hidetaka Nishiyama gibi üstatlardan bahsediyorum… Onlarla bir fotoğraf çektirmek için ömründen ömür verecek insanlar vardır. Ben şanslıyım ki bu isimlerden karateye dair bir şeyler öğrendim ve bunları kendi öğrencilerime aktarabildim. Birçoğu en üst düzeyde antrenörler oldular. Hatta şu an milli takımlarımızın başında öğrencimin öğrencisinin öğrencisi var. Biz ağacın köküyüz. Kökten yukarı doğru çıktık, dallarımızın yanında yapraklar var, bu yaprakların yanında incecik dallar yeşeriyor. İnsan bundan daha mutlu olamaz.

Neredeyse ailenizin tamamı da yetiştirdiğiniz öğrenciler arasındaymış…

Kardeşlerim Zafer ve Muzaffer, siyah kuşaklı sporcular. Eşim Leyla Koşar hem judocu hem de karatecidir. Kızım Reyhan şu anda Fethiye bölgesinin karate antrenörü. Meltem, Banu, Şebnem… Hepsi altıncı ve yedinci dan siyah kuşak seviyelerinde, dünya ve Avrupa şampiyonlukları var. Ama onların bile başına gelenleri anlatmama imkân yok. Mesela İtalya'da şoförün biri Banu'yu kaçırmaya çalışmış. Karate bilmeseydi, Allah korusun kendini kurtaramayabilirdi. Hele hele kadınların muhakkak karate öğrenmesi gerektiğini düşünüyorum. Şiddete, tacize uğradıklarında kendilerini bu şekilde kurtarabilirler.

"Biz ağacın köküyüz. Kökten yukarı doğru çıktık, dallarımızın yanında yapraklar var, bu yaprakların yanında incecik dallar yeşeriyor."

"Biz ağacın köküyüz. Kökten yukarı doğru çıktık, dallarımızın yanında yapraklar var, bu yaprakların yanında incecik dallar yeşeriyor."

Peki Shotokan Karate geleneğinin bir temsilcisi olarak bize sporun alt dalları ve farklı stilleri arasındaki farkı anlatır mısınız?

Shotokan, Shito-Ryu, Goju-Ryu ve Wado-Ryu, Kyokushin adında başka ekoller var. Bunların içindeki karateyi kuran Gichin Funakoshi'ye en yakın stil olduğu için Shotokan'ı seçtik. Öteki stillere nazaran kontrol gücü ve vücut hareketlerinin en ileri seviyeleri Shotokan'da mevcut.

Size ulaşmaya çalışırken evvela Moda Caddesi'nde uzun yıllar Shotokan Karate öğrettiğiniz salona geldik ama kapı duvar vaziyetteydi. Son olarak bu süreci sizden dinleyebilir miyiz hocam?

Türkiye'nin en önde gelen hocalarının yetiştiği yerdir o salon. Ömer Doğanlar, Hakan Alpay, Atilla Çeliktürk… Daha sayamadığım, yüzlerce dünya çapında isim orada yetişti. "Burası KSKC, KSKC'liyiz biz" diye şarkılar, marşlar yapıldı. Nasıl Japonya'da JKA (Japanese Karate Association) var, burada da KSKC geleneği vardır. Ama bu pandemi bizi allak bullak etti. Çalışanların aylık maaşlarını ödeyemedik; elektriğimizi, suyumuzu ödeyemedik. Yıllar sonra mecburen satışa çıkardık...

Meydan Okuma

İstanbul Spor Sergi Sarayı'nda üç arkadaşımla müsabakanın koordinasyon işlerini hazırlıyoruz. Henüz tartılar ve listeler yok. Beyazıt'ta Mediko-Sosyal Merkezi vardı, bütün aletler orada. "Onları alıp Taksim'e gelir misin?" dediler bana. "Ben 58 kiloyum, beni 60 kiloya yazacaksınız" dedim. Gittim ekipmanı aldım geldim. Bir baktım 60 kilonun kuraları bitmiş. "Ne oldu?" diye sordum, meğerse beni yazdırmayı unutmuş arkadaşlar. 70, 80 derken ağır sıklet hariç kontenjan dolmuş. Sinirliyim tabii, "Ağıra yazın" deyip meydan okudum. Finalde 120 kiloluk adamı indirdim aşağıya. O beni iterken, itermiş gibi yapıp, onu çekip ayağımı koyuyordum. Güm! Çektiği zaman ise itmeye başlıyordum. Beynimi kullanarak ağır sıklette judo Türkiye şampiyonu oldum.

Socrates Dergi