Limitleri Keşfetmek
19 dk
Sera Sayar Yakimoviç, Hawai'deki Kona Ironman Dünya Şampiyonası'ndan yaş kategorisi beşinciliğiyle döndü. Triatlet ile 10 saat 4 dakika 50 saniye süren yarış deneyiminin detaylarını dinlemek için bir araya geldik.
Geçtiğimiz birkaç yılda hem dünyada hem Türkiye'de yükselişte olan ve gelişmeye devam eden triatlon branşı, limitlerin olağanüstü seviyelerde zorlandığı spor dallarının başında geliyor. Türkiye'de ve yurtdışında son iki yıldır katıldığı yarışlarda kürsüye çıkmayı alışkanlık haline getiren 1992 doğumlu Sera Sayar Yakimoviç, triatletler arasında göze çarpan bir isim. Parlayan yıldız ile Kona macerası başta olmak üzere triatlon yolculuğunu konuştuk.
Uzun mesafelerde yarışmaya nasıl karar verdin?
İki sene önce eşim ve antrenörüm Ruso, kendisi için 140.6 Ironman yarış hedefi koymuştu. O zamanlar bu mesafelerde (3,8 km yüzme, 180 km bisiklet ve 42 km koşu) nasıl yarışılır, nasıl antrenman yapılır, kestiremiyordum. Yarışta her şeyi hayal edebiliyordum ancak son bölümdeki maraton kısmını aklım almıyordu. "Hiçbir zaman kendime böyle bir hedef koymam" diyordum ki büyük konuştuğumu anlamış oldum sonrasında.
lk yarışımda hedefim, iyi bir derece yapayım veya Kona'ya slot alayım değildi. O zamanlar böyle bir hedef benim için hayaldi. Antrenmanlarımın karşılığını almak ve sadece yarışı bitirmek istiyordum. Yarışın benim için eziyete dönüşmeden, kramplar girmeden, topallamadan ve ağlamadan bitmesi tek dileğimdi. Geçen sene Ironman Vitoria-Gasteiz'de ilk kez uzun mesafe yarıştım. Kadınlar genel sıralamasında birinci olarak bitirdim.İnanamıyordum. Bu defa gözyaşlarım mutluluktandı. O derecemle Kona'ya katılmaya hak kazandım.
Kona'yı konuşalım... Ekim ayında Ironman Dünya Şampiyonası'nda kadınlar 30-34 yaş kategorisinde 5. oldun. Bu derece aynı zamanda kadınlar genel sıralamasında 11'inciliği getirdi. Türk sporcular tarafından Ironman Dünya Şampiyonası'nda alınmış en iyi kadınlar derecesi. Duygularını ve o deneyimi merak ediyorum…
Kona'ya giderken büyük hedefler koymamıştım. O yarışmaya katılmak için sezon içindeki yarışlarda kendi yaş grubunda birinci olmak gerekiyordu. Bu yüzden rakiplerim en güçlü kadın triatletlerdi. Yarış öncesinde stresli değildim. Yarış sırasında kendinle o kadar uzun zaman geçiriyorsun ki dalıp gidiyorsun, yüzdüğünü bile unutuyorsun mesela. Etrafında kimsenin olmadığı bomboş bir yolda bisikletle giderken "Ben ne yapıyorum burada?" diyorsun. Beslenmeliyim, jelimi almam lazım derken süre bir şekilde ilerliyor. Bisiklette sadece watt'ına odaklanıyorsun. Nabzım da beklediğim seviyelerde olacak mı diye sürekli bir kovalamaca halindesin.
İlk iki bölümü tamamlayıp, ana hedefim koşuda sıcağa dayanıklı oluşuma güveniyordum. Kona'ya özellikle Kuzey Avrupa'dan bize göre daha soğuk iklimlerden gelen yarışmacılar ağırlıklı olsa da, sıcak iklimden gelenler de vardı. Koşuda "Bu benim yarışım" dedim, farkı burada kapayacaktım. Ruso'dan 12. sırada olduğumu öğrendikten sonra bir daha onu görmeyeceğim uçsuz bucaksız bir yolda koşacaktım. Sıcak bir havada, kesintisiz fön rüzgârlarıyla ve yokuşlarla inanılmaz bir mücadelenin içindeydim. Kramplarla devam edenler, ağlayanlar, aid station'larda buz kovalarını kafasından aşağı boşaltanlar, aklımda kalanlardan bazıları... En dayanıklı olanın en avantajlı olacağını unutmadan nabzımı kontrol ederek, kendimi dinleyerek koştum ve yarışı bitirdim. Kaçıncı olduğumu bilmiyordum. Ruso'dan 5. olduğumu öğrendiğimde inanamadım. 10 saat 4 dakika 50 saniyelik derecemle kadınlar 30-34 yaş grubunda dünya beşincisiydim ve 1204 kadın triatlet arasında genel sıralamada 11. olmuştum. İkinci 140.6 Ironman yarışımda böyle bir sonucu hayal bile edemezdim. İnanılmazdı.
Yarış şartlarının diğerlerinden farklı olduğunu söyledin. Özel bir hazırlık yaptınız diye biliyorum. Adapte olmak adına yaptıklarınızdan bahseder misin biraz?
Geçmiş yılların yarış videolarından parkurun zorluğunu biliyorduk. Adadaki lav örtüsünden dolayı havanın kalitesiz ve çok sıcak olduğunu söylemişlerdi. İstanbul'da 20-23 derecelerde hazırlanmak yerine, Antalya'da kamp yapmaya karar verdik. Bütün antrenmanlarımızı öğlen saatlerinde, antrenmanların en sert bölümlerini de günün en sıcak saatinde yapıyorduk. Bu mesafelere hazırlanmak için antrenmanlar 5-6 saatleri bulabiliyor.
Uzun bisiklet sürüşleri ve uzun koşularda, suyumuzu ve beslenmemizi nasıl planlamamız gerektiğinin provasını yaptık. Yarışın simülasyonunu 180 km bisiklet, üzerine 30 km koşarak denemiştik. Yarışta jel ve karbonhidratlı su içiyoruz. Antalya'da buna en uygun olan, bakkallarda satılan izotonikli suydu. İşimize yarar dedik. Yoldan aldığımız sulara karıştırmak için yanımızda şaseler de taşıdık. Yarışta her 6 km'de bir aid station'larda durup su ve jel takviyesi yapacağımız için Antalya çalışmalarını da 6 km'de bir duracak şekilde planladık. Kona'da hava yarış günü o kadar sıcaktı ki, istasyonları 2.5 km'de bir kurmuşlardı. Daha çok istasyon var diye sevindik ama yetmediğini deneyimledik. Antalya kampının çok faydasını gördük. Keşke 10 günden fazla kalsaydık.
Dünyaca ünlü atletlerle aynı parkurda, ikonikleşen bir ortamda yarışıyorsunuz. En iyilerin yarıştığı bir Dünya Şampiyonası'nda okyanusta yüzüyorsunuz, Queen K'de bisiklete biniyorsunuz ve Kona'nın inişli çıkışlı sokaklarında maraton koşarak finişi görmeye çalışıyorsunuz. Volkanik bir adada 10 saati aşkın bir hikâyenin başrolünde olmak nasıl bir his?
Kona'da herkesin fit, çok sağlıklı, çok atletik olduğu muhteşem bir ortam vardı. Her yerde mükemmel sporcular... Sporcular için inşa edilmiş bir tatil köyü gibiydi. Bu ortamda heyecanlanıyorsun tabii. Hepsi bisikletin üstünde doğmuş sanki. Ülkelerinden destek görmüşler. "Ben de aynı kapasiteye sahibim ve onlarla yarışacağım" diyorsun. Türk olarak bunu yaşayabilmek gerçekten ayrı bir duygu. Diğer ülkelerle kıyasladığımızda biz Türk triatletlerin daha az destek aldığı aşikâr.
"Diğer ülkelerle kıyasladığımızda, biz Türk triatletlerin daha az destek aldığı aşikâr."
Annen ve babanın da spor yaptığını biliyorum. Spor geçmişinden ve triatlona başladığın dönemden bahseder misin biraz? İlk yarışın nasıldı?
Eski yüzücüyüm aslında. 6 yaşında başladım, sonra okul takımına girdim ve devamında da milli takıma. Fenerbahçe'de yüzerken Türkiye rekoru kırdığım çok güzel zamanlarım oldu. 10 yıl boyunca yüzdüm. Üniversite sınavı sebebiyle bıraktım. Hedefim olan Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü'nü kazandım. Üniversitede yüzme takımına girdim ama eskisi kadar keyif almıyordum. Annem-babam aslında koşucu, ikisi de maratoncu. 13-14 tane maratonu var annemin. "Gel bizimle koş" dediler. Baktım onlar yavaş koşuyorlar, katıldım. Meğer mesafeleri uzunmuş.
Yeni bir branşa geçiş, spor geçmişim olmasına rağmen başlarda çok zordu. Sonrasında limitlerini biraz daha zorlamak istiyorsun. Koşuda da iyileşmeye başlayınca, babam bir gün, "Gel Sera, seninle birer bisiklet alalım, ikimiz de triatlona girelim. Çok güzel bir branş bu" dedi. Aldık babamla yol bisikletlerimizi ve ilk triatlon yarışımıza 2013'te İznik'te katıldık. İkimiz de yaş gruplarımızda birinci olduk. Kürsüye beraber çıktık, birbirimize madalyalarımızı taktık ve karşılıklı ağladık. Babamla bunu yaşamak çok güzeldi. Triatlona başlama sürecinde ailemin büyük katkısı oldu. Spor yapan başka hiçbir arkadaşım yoktu, herkes işinde gücündeydi. Annemle babam bana arkadaş oldular.
Sporda limitlerinin farkına varmak, yeteneklerini ortaya çıkarmak ve potansiyelini göstermek için belli bir süreye ihtiyaç oluyor. Üç branşta bunu yapmaya çalışıyorsun. Bu keşfetme sürecin nasıl oldu?
Normalde tek branş olduğu zaman günde bir antrenman yeterli oluyor. Ancak triatlonda her branşa emek vermen lazım. Limitler de bu şekilde oluşuyor. Zaman ve emekle. Haftada 10 saat civarı antrenman yapardım. Bu rakamı artırınca, geliştiğimi hissetmeye başladım. Antrenmanda 4 saati gördüysem, yarışta 5 saat de gidebilirim diyordum. Limitlerini antrenmanda görmen lazım ki yarışta korkmayasın. Limitlerimi keşfetmemde Ruso'nun da katkısı büyük oldu. Neleri yapabileceğimi bazen benden daha iyi biliyor.
70.3'te yarışmak triatlona yeni başlayan sporcuların bitirme hayalini kurduğu ilk uzun mesafe yarışı. İlk 70.3 yarışında yaş grubunda ikinci olmuştun. O günden bu yana neler değişti?
Ironman 70.3 yapma teklifi babamdan geldi. Mesafeleri 1,9 km yüzme, 90 km bisiklet, 21 km koşuluk bir yarış. "Biz bunu nasıl yapacağız?" dediğimi hatırlıyorum. Koşabiliyordum, bisiklete biniyordum, aynı zamanda eski yüzücüydüm. Katılmaktan çok da korkmadım, aksine güçlerimi birleştirmek gibi düşündüm. Nitekim öyle de oldu. Yarışın neresinde jel almalıyım, hangi kıyafeti ne zaman kullanmalıyım gibi soru işaretlerim vardı. Herkes wetsuit giymiş, bende yok! Bisiklete spor ayakkabıyla biniyordum. Kilitli pedaldan korkuyordum çünkü babam bisikletten düşmüştü. Kilitli pedal kullanmamak dezavantajdı.
2015'te, yarışın hemen öncesinde Ruso'yla tanışmıştık. O da Ironman'e hazırlandığını söyledi ve beraber antrenmanlara başladık. Keşke daha önce tanışsaymışız. (Gülüyor.) İkinci bitirdim ve Dünya Şampiyonası'na katılmaya hak kazandım. Şampiyona Avustralya'daydı. Beni ikna ettiler ve slotu almaya karar verdim. İlk Ironman'im olacaktı, belki bir daha hiç yapmam diye düşünüyordum. Ardından yıllar geçti ve zamanla eksiklerimi görme şansı buldum. Kıyafet, ekipman gibi temel eksikleri tamamlarken, aerodinamik yapıdan faydalanmak için bisiklette aerobar'a yatışımıza kadar birçok şeyi deneyerek ve araştırarak öğrendik. Şimdi yarışırken kontrolün artık benim elimde olduğunu hissediyorum.
Uzun süredir yarışan rekabetçi bir sporcusun. Kazanmak mı, rekabet etmek mi, yoksa yaptığın işten keyif almak mı önemli? Ya da hepsi mi? Bu üçü arasındaki dengeyi nasıl sağlıyorsun?
Bugünkü Sera olarak yanıtlayacak olursam, triatlon yapıyorum ve bu işten para kazanmıyorum. Keyif almak, sağlıklı olmak için başladım bu spora… Yüzme zamanlarımda fizyolojik olarak rakiplerime oranla avantajlı olmadan da başarılıydım. Kürsü yaptığım yarışlar oluyordu. Çok antrenman yapmama rağmen karşılığını alamadığım yarışlar da oluyordu. Saliselerle geçilmek moral bozucuydu. Yüzmede durum böyle hassas olduğu için, o zamanlar daha rekabetçi olmaya çalışıyordum. Triatlonda baktım ki her adımda karşılığını alabiliyorum ve kendimi geliştirebiliyorum, bu durum keyif vermeye başladı. Derecelerimin gelişmesi de rekabetçi ruhumu tetikledi. Diğer sporcuların derecelerine bakmaya başladım, kim neler yapmış...
Gün gelip yurtdışı yarışlarda kürsü yaptığında ise doğru yolda olduğunu anlıyorsun. Sonra bir bakmışsın, daha büyük sahnedesin, Dünya Şampiyonası'nda yarışanlarla kıyaslıyorsun kendini. Onlarla da mücadele edebileceğimi biliyorum ve eğer onlar bana yabancıysa, ben de onlar için yabancı atletim moduna geçiyorum. Dünya klasmanında konuşulabilecek bir seviyede olmak gerçekten onur verici.
Mesafenin 70.3'ten 140.6'ya uzaması senin için zor olmadı mı?
Bu sene iki tane 70.3 yarışına katıldım. Ama asıl hedefim Kona'daki Dünya Şampiyonası'ydı. 70.3'ü sprint bir yarış olarak düşünemeyiz. Dinamik olarak 140.6'dan çok farklı. Birinde 4.5-5 saat yarışırken, diğerinde 10 saatleri görüyorsun. 70.3 için daha yüksek nabızlarda, genelde bir saat civarı koşular oldu antrenmanlarda. Bir saatte 15-16 km koşabiliyorsun. Bu da yeterli oluyor yarış için. Bisiklet antrenmanlarında içinde 1 dakika veya 5 dakika maksimumumu verdiğim setler ve vo2max çalışmaları yaptım. 140.6'da ise dengeler tamamen farklıydı. Antrenmanlar ağırlıklı olarak düşük nabız ile ilerledi. Daha yavaş ve uzun koşular...
Hafta sonları 30-35 km koşular yaparak hazırlandım. Brick antrenmanlar da olmazsa olmazlardandı. Kısa mesafede nabzın daha yüksek. Uzun mesafede kramp mı girecek, su mu alsak, biraz daha uyuşuk gibi gidiyorsun. Nabzınla birlikte vücudun da alışıyor ve yürümek gibi geliyor koşu. 70.3 antrenmanlarında yüksek nabızlarda koşmaya alıştığım için, uzun koşularda bu avantajımı kullanmaya da devam edebildim.
Triatlonda disiplinli olmamamak gibi bir lüksünüz yok. Kestirme bir yol da yok. Yoğun bir adanmışlık ve hedefler var. Motivasyonunu sürekli yukarıda tutmayı nasıl başarıyorsun?
Hayatın akışında başımıza bir sürü şey geliyor. İşten geliyorsun, yorgun oluyorsun, "Bugün hiç halim yok" diyorsun… Hep bir bahane bulabilirsin. Ben bunu görevim gibi görüyorum. Yapmazsam yarışa daha iyi giremeyeceğim, daha iyi biri olamayacağım gibi geliyor. Ne olursa olsun bir şekilde antrenman yapmalıyım diye baktım hep. İnsanız, limitlerimiz var sonuçta ama bu limitleri zorlayabiliriz. Kendini itmeyi başardığın zaman yarışta da zorlayacak potansiyele gelmiş oluyorsun. Hemen vazgeçmemeyi öğretiyor aslında bu antrenmanlar...
"Kadınlar çoğu zaman mücadele konusunda erkeklerden daha iyi. Hele ki acıyla mücadelede..."
Triatlonunun dinamiklerini düşündüğümüzde, beslenmeden antrenmanın içeriğine, seçilecek hedef yarışlardan hangi günlerin off olacağına kadar birçok kişisel konu var. Hem eşin, hem de koçun Ruso Yakimoviç'le buradaki dengeyi nasıl kuruyorsunuz?
Antrenörümün Ruso olması çok iyi hissettiriyor çünkü her an yanımda. Mühendis olduğu için analitik düşünmeye ve veri analizine çok meraklıydı. Antrenman verilerimizi inceleyip, uygun programı yazmaya çalışıyordu. Önce kendine, sonra da bana yazmaya başladı. Sonuçlara baktık, antrenmanlarda ikimiz de gelişiyorduk. Doğru yoldayız dedik ve devam ettik. Aile yaşamı bir kenara, koçluğumu yapmasının en iyi yanı, bir sporcunun yaşayabileceği zorlukları iyi biliyor olması. Zor bir antrenman sonrasında "Bana dokunma" deme lüksüm oluyor çünkü beni anlıyor. Aynı şekilde ben de onu anlıyorum. Beraber antrenman yapmak tabii ki çok güzel. Benden iyi olması beni çok geliştiriyor.
Kadın bir triatlet olarak senin bu alandaki etkini net olarak görüyoruz. Kadınların triatlon branşındaki varlığıyla ilgili neler düşünüyorsun?
Türkiye'de kadın olarak dışarıda bisiklet antrenmanı yapmak gerçekten zor. Erkekler istedikleri yere gidip günlerce kamp yapıp, rahatça bisiklete binebilirler; gece vakti istedikleri yerde koşabilirler. Bizde hep bir engel oluyor. Aman kuytu olmasın, aman yalnız olmayalım… Hep bir korkumuz var. İnsan yapabileceklerinin sınırlarını gördükten sonra daha cesur olabiliyor. Ironman tamamen güce dayalı gibi gözükse de, aslında dayanıklılığa yönelik bir yarış. Kadınlar çoğu zaman mücadele konusunda erkeklerden daha iyi. Hele ki acıyla mücadelede...
Bizim sınırlarımızın ucu bucağı yok. Ama kadınlar kendilerini zorlamayı henüz keşfedemedikleri için genellikle belli bir yere kadar zorlayıp sonrasında bırakıyorlar. Kadınların içinde bu var; kadın olarak ben bunu keşfettim. Türkiye'de benden önce bunu yapan İpek Onaran vardı, Bahar Saygılı vardı. Onlar ilk Ironman'i yapanlardı, ben onları görerek yaptım. Önünde bir rol modeli olması güzel ama keşke kadınların da triatlon yapabildikleri bir grupları olsa. Genellikle erkek ağırlıklı oluyor antrenmanlar. Hafta sonu bisiklete bindim, dokuz erkeğin yanında bir kadın ben vardım. Bunu kadınların beraber yapabildiklerini görmek beni çok mutlu ederdi. En büyük hayalim bu.
Hayatlarına dokunduğun ve ilham kaynağı olduğun çok fazla kişiye ulaştığını düşünüyorum. Bundan bahsedebilir misin biraz? Sera Sayar Yakimoviç olmak nasıl bir his?
Çok teşekkür ederim öncelikle. Bu şöyle bir duygu aslında: Yarışlarda birinci olanlara bakar ve "Bizden farklı ne yapıyorlar acaba?" diye kendime sorardım kendi kendime. Kendimi orada hayal bile edemezdim. Şu an Maserati'ye binmeyi hayal etmekle eşdeğerdi o zamanki duygularım. Gördüm ki insan gerçekten çok emek verince, antrenmanlarını yapınca oluyor. Aslında herkes benim geldiğim yerden geliyor. İnsanlar sadece koşu ayakkabısı alarak başlıyor, ben de öyle başlamıştım. Bana sorular soruyorlar; ayakkabılarla, bisikletlerle, koşularla ilgili… Ben de elimden geldiğince cevaplamaya çalışıyorum. Onlara yol gösteren biri olmak çok iyi bir his.
Yaşam tarzı haline getirdğim deneyimleri başkalarıyla paylaşmak, onlara ilham veriyor olmak, onların geliştiğini görmek benim için çok önemli. Bütün bunları yaşadıkça kendimde o gücü bulmaya başlıyorum her seferinde. Birinci olmasam bile insanların bana bakış açısı beni tatmin eden şey aslında. Yoksa dediğim gibi, hiçbir şey kazanmıyorsun günün sonunda. Bir madalya kazanıyor, duvara asıyor ve unutuyorsun; sadece anısı kalıyor. İş hayatında veya başka bir alanda kimse sana bu şekilde yaklaşmaz. Birinin başarması, benimle paylaşması müthiş bir mutluluk. Özellikle de kadınlar yaptığı zaman…
*Katkılarından dolayı Cem Berkel'e teşekkürler.