.jpg?w=3840&fit=max&q=75)
Şeref Günleri
24 dk
Stadın yapılışından Şeref Bey'in mücadelesine, saha şartlarından soyunma odalarındaki farelere... Şeref Stadı, hep tartışıldı. Fakat bütün zorluklara rağmen ülke futbolunda bıraktığı etkinin yeri büyüktü. Türkiye'nin en güzel manzaralı futbol okulunu, tanıkları anlattı...
Saadet Özen (Tarihçi): 1910'daki yangından önce Çırağan Sarayı, 2. Meşrutiyet'ten sonra meclisin toplandığı yerdi. Şeref Stadı'nın hikâyesi de bu yangınla başlıyor aslında...
Cafer Bozkurt (Mimar): Sarayı inşa eden Balyan Ailesi zaten 19. yüzyılın ikinci yarısında yapılan batıdaki sarayların Osmanlı saraylarını da kültürel olarak etkilemesiyle öne çıkıyorlar.
Garo Hamamcıoğlu (Futbolcu): Benim mimariye de ilgim vardı ve Balyan Ailesi'ne mensup insanların yaptıkları eserleri incelemiştim. İstanbul'a irili ufaklı yüzü aşkın eser bırakmışlardır. Dolmabahçe Camisi, Dolmabahçe Saat Kulesi, Dolmabahçe Sarayı, Ortaköy Camisi, Küçüksu Kasrı, Beylerbeyi Sarayı, Selimiye Kışlası…
Cafer Bozkurt: Barok stili diyebileceğimiz bu eserleri, camileri çok beğeniyor muyum? Hayır. Bir Kılıç Ali Paşa veya Nuruosmaniye Camii'nin oranlarını ve anlayışlarını Balyanların yaptığı işlerde bulmak zor. Ne kitle kompozisyonu ne mekân anlayışıyla, küçük bir kutunun yüksek kubbeye gitmesi bizim anladığımız anlamda camiyi çok yansıtmıyor. Ama yine de bütün bu yapılar tabii ki İstanbul'a değer katıyor.
Emre Zeytinoğlu (Akademisyen): Hep Sarkis Balyan diye bilinir ama bu bir aile şirketi. Sarkis, Garabet, Agop, Nigoğayos, Krikor… Çırağan Sarayı'nı yapan sadece Sarkis değil. Krikor ve Sarkis birlikte yapıyor. Şeref Stadı'nda da saraydan kalan kapı, onların izini taşır.
Cafer Bozkurt: Kapı, Türk mimarlık tarihinde mühimdir. Mısır'daki anıtsal yapılarda, Roma'da, bugün doğu mimarisinde, Hint, İran, Selçuklu, Osmanlı mimarisinde kapı hep önemli. Ama bu mimaride kapı daha farklı bir sembol.
Garo Hamamcıoğlu: Top oynadığım dönemde de maçlara gittiğimde sık sık sarayı incelerdim; o ince işçiliği görmeye çalışırdım. Bir girersin, o manzara, o kapının heybeti… Her gördüğümde beni etkilerdi. "Bu adam bunu buraya nasıl dikmiş?" deriz ya, bunu defalarca kendime sordum. Elle çizemezsin o detayları…
Saadet Özen: Eskiden İstanbul'da yangın arsası diye bir şey vardı çünkü durmadan yangın çıkardı. Bazı evler yanar, bir daha da yapılmazdı. Onlar hep kendiliğinden spor alanına dönüşürdü.
Mehmet Yüce (Futbol tarihçisi): Şeref Stadı birdenbire Beşiktaş'ın stadı hâline gelmedi. Her şeyin olduğu gibi bunun da bir geçmişi var.
Emre Zeytinoğlu: Şeref Bey, semtinde Beşiktaş'a ait bir stat istiyordu.
Mehmet Yüce: Aslında Beşiktaş'ın burayı alma sebebi, Fenerbahçe'nin bir stat yapmış olması. Taksim Stadyumu'nda Şeref Bey'in hissesi var. Yarısıysa Galatasaray'ın elinde. Bir hissesi Zeki Rıza'da, bir hissesi de Şeref Bey'de. Artık Taksim Stadyumu'nu işletmeciler değil, spor adamları işletiyor. Şeref Bey, Beşiktaş'a hem bir antrenman sahası kazandırmak hem de tribünlü bir saha yapmak istiyor. Sonra hükûmete başvuruyor. Hükûmet önce kabul etmiyor çünkü orayı yenileme planları var. Fakat 1910'da yanan yer uzun yıllar o şekilde duruyor.
Saadet Özen: Cumhuriyetten sonra Çırağan Sarayı'nı tamir ettirip yeniden işler hâle getirmek için birkaç girişim olmuş. Hatta şöyle bir şey hatırlıyorum: Mario Serra diye bir İtalyan var, Yıldız Sarayı'ndaki Şale Köşkü'nü ona vermişler ve o da orayı kumarhaneye dönüştürmüş. Şartlardan bir tanesi de Çırağan Sarayı'nı alıp tamir ettirmesiymiş. Kumarhane kısa ömürlü olunca tamirat da gerçekleşmemiş.
Mehmet Yüce: 13 Temmuz 1932'de Reis-i Cumhur Mustafa Kemal'in imzasının da olduğu Bakanlar Kurulu kararı çıkıyor. Stadyumun saha tesviyesi ocak ayına doğru bitiyor. Daha tribünler falan yok.

Yangından sonra Çırağan Sarayı...
Emre Zeytinoğlu: Biraz da mecburiyetten oluyor. Arazi yok başka. Saray yandığı için devlet oranın bahçesini veriyor. Senede on lira karşılığında kiralıyorlar.
Mehmet Yüce: 10 Şubat 1933'te Beşiktaş ile Beykoz burada bir maç yapıyor. Bu, statta yapılan ilk maç. İsmi henüz "Çırağan Sahası" diye geçiyor. Şeref Bey'in vefatından iki ay sonra, 15 Eylül 1933'te Beşiktaş Yönetim Kurulu, "Şeref Stadyumu" ismini veriyor. 1940-41'den itibaren milli kümenin hemen hepsi orada oynanıyor.
1 | Heybet
Galip Haktanır (Futbolcu): Önce Taksim Stadı vardı. Sonra yıkıldı ve Şeref'e taşındık. 1942'de Vefa'da oynamaya başladığımda Şeref Stadı'ndaydı maçlar.
Sanlı Sarıalioğlu (Futbolcu): Tarih, milattan önce 1960… Beşiktaş altyapı seçmeleri için Şeref Stadı'na ayak bastım.
Süleyman Oktay (Futbolcu): 10 yaşındaydım, babam beni Beşiktaş seçmelerine götürdü. Stadın yeri çok güzeldi, belki de dünyanın en güzel manzaraya sahip stadı...
Zekeriya Alp (Futbolcu): Manzara harikaydı. Düşünün, parça parça izledik Boğaz Köprüsü'nün tamamlanışını...
Metin Tekin (Futbolcu): İlk zamanlar İzmit'ten gelirdim genelde. Üsküdar'dan vapura binip Beşiktaş'a geçer, o ağaçlı yoldan stada giderdim. Çok güzel bir yoldur o...
Feyyaz Uçar (Futbolcu): Her iki tarafı ağaçla kaplı, bir yanın deniz… Hep kendimi şanslı hissederdim idmana yürürken.
Garo Hamamcıoğlu: Küçük bir kapı vardı, şu an kapatıldı. Turnikelerin olduğu… Giriş orasıydı.
Galip Haktanır: Yahya Efendi Türbesi'nin oradaki kapıda dikilir, maça 15 dakika kalmasını beklerdik… O zaman kapılar açılırdı ve biz de biletsiz dalardık içeriye…
Süleyman Oktay: Bir de sarayın dev gibi bir kapısı vardı. Oradan ilk girdiğinde ve kapıyı gördüğünde bir irkilirdin. Sarayın duvarları da çok yüksekti, o üst kısımlardan taşlar düşerdi…

"Bir girersin, o manzara, o kapının heybeti… Her gördüğümde beni etkilerdi." -Garo Hamamcıoğlu
Rıza Çalımbay (Futbolcu): Bildiğiniz harabeydi oralar, koşmaya falan korkardık. METIN TEKIN Ama o tarihi dokuyu da girdiğiniz an hissederdiniz. O sarayı, harabeleri...
Tezcan Ozan (Futbolcu): Ortaköy tarafında Denizcilik Okulu'nun orası boştu. Sadece duvar ve Şeref Bey'in silüeti vardı...
Garo Hamamcıoğlu: Hatta birçok insan onu Atatürk sanardı.
Tezcan Ozan: Yol tarafında 12 basamaklı bir tribün var ama koltuk falan yok. Deniz tarafında daha az basamak var. Bizim soyunma odasının olduğu kale arkasındaysa Baba Hakkı'ların (Yeten) oturduğu bir diğer set... Ama tribün yoktu.
Necmi Mutlu (Futbolcu): Deniz tarafı plajdı zaten. Kulübeler, ızgara yerleri falan… Gelen orada piknik de yapıyordu.
Rıza Çalımbay: Futbola orada başladım… Çocukluğumu, gençliğimi orada yaşadım. Beşiktaş forması giydiğim ilk günü unutmam. Genç takım ile idmanlara çıkmaya başlamış ama takıma daha girmemiştim. Yağmurlu bir havada, saat sabah 7'de… Beşiktaş'tan sadece 10 kişi gelmişti. Bekledik, bekledik gelen yok bizden… Gittim, arka odada soyundum. Feriköy'le bir hazırlık maçı yapacaktık. Maçı 1-0 kazandık, golü de ben attım. Sonra girdim takıma.
Garo Hamamcıoğlu: Hafta sonu sabah minik takım maçları ile başlardı mesai. Sonra 10 gibi bizim maçlar olurdu. 3. Lig maçı varsa o zaman bizim 2. Lig müsabakaları 12'ye alınırdı. Sonra da Amatör Küme maçları başlar ve akşama kadar devam ederdi.
Metin Tekin: İlk günüm... Büyük bir doku, bir tarihe gidiyorsunuz tamam ama soyunma odasına girdiğim ilk an hayal kırıklığıydı...
2 | Düşen Taşlar
Garo Hamamcıoğlu: Çırağan Sarayı'nın eski kısmı, harabe hâlde soyunma odalarının olduğu yerdi. Derme çatma kapılar vardı. Ama Beşiktaş'ın soyunma odaları ayrıydı.
Tezcan Ozan: İkinci lig takımlarının soyunma odası, kazan dairesindeki iki bölmeydi.
Ali Kemal Denizci (Futbolcu): Soyunma odası mı? Oda filan yoktu ki! Bir yer vardı, yer… Kafana taşlar yağar, fareler cirit atar…
Metin Tekin: Tavan delikti, ona çok şaşırmıştım. Tamam, Beşiktaş'ın tarihi ama o fiziki şartlar Beşiktaş kulübünün büyüklüğüne Anadolu'dan bakan bir gencin hayal edebileceği bir ortam değildi.
Rasim Kara (Futbolcu): Giriş çıkışlar büyük problemdi. Sebebi ise yıkık ve harabe durumdaki binanın tepelerinden düşen taşlardı.
Sanlı Sarıalioğlu: Soyunma odalarımız harikaydı, çok konforluydu! Koca koca fareler gezerdi. Hatta bazı farelerin adı bile vardı. "Aaaa, bak kim gelmiş" ya da "Oooo bak şu geçiyor, bu geçiyor" derdik.

Şeref Stadı'nda bir alt lig müsabakası...
Süleyman Oktay: Genç takımda oynadığımız dönemde yan taraftaki soyunma odasında soyunurduk. Oda diyoruz ama onlar da sarayın kalıntısı bir nevi; eski püskü odalar…
Sanlı Sarıalioğlu: "A takımın soyunma odası ile gençlerin kullandıklarının farkı nedir?" diye sorarsanız, üç tane bile fark sayamam.
Süleyman Oktay: Oradaki en önemli fark, dolapların olmasıydı. Genç takımdayken eşyalarını evden getirir, idman bitince de o kirli eşyaları çantaya doldurup dönerdik. Ama A takımdayken kullandığımız odada eşyalar temizlenir ve dolapta saklanır, takunya ya da havlu gibi malzemeler o dolapların içinde bulunurdu.
Feyyaz Uçar: Soyunma odalarında biraz kemirgenler oluyordu… Çok fazla eşya bırakmazdık dolaplarda… Çok sıhhi değildi, en büyük problemi de oydu zaten.
Rıza Çalımbay: A takımın soyunma odası biraz daha iyiydi yine, genç takımınkinde hiçbir şey yoktu. Ayhan Erman Hocamız, formalarımızı, malzemelerimizi filan eve götürür, yıkar, kurutur, sonra tekrar getirirdi idmanlara.

"Şeref Stadı'nın bende kalan en güzel anısı ıhlamurdu, taze ıhlamur…" -Ali Kemal Denizci
Süleyman Oktay: Bir normal oda, bir de küçük bir odacık vardı. Kışları ıhlamur, çay servisi yapılırdı.
Rasim Kara: Kalorifer yoktu, mazotla ısınan bir soba vardı ve üzerinde büyük bir çaydanlıkta ıhlamur pişirilirdi.
Feyyaz Uçar: Soyunma odasında pek bir şey yoktu ama su ısıtıcısı ve limon vardı. Orada ıhlamur kaynar ve çok da güzel olurdu. Başka hiçbir yerde bulamazsın o tadı.
Tezcan Ozan: Ben çaycıydım, ıhlamur içmezdim pek…
Ali Kemal Denizci: Şeref Stadı'nın bende kalan en güzel anısı ıhlamurdu, taze ıhlamur… İdmanlardan sonra orada içtiğim ıhlamur gibisini içmedim. Beşiktaş o zaman yokluk çeken bir takımdı ve ben de takım arkadaşlarıma takılırdım "Beşiktaş'ın en güzel tarafı bu ıhlamuru" diye.
Feyyaz Uçar: Ali Abi, genelde Karadeniz'de çay içtiği için Şeref'teki ıhlamur ona değişik gelmiştir. Ondan dolayı aklında daha fazla yer etmiştir.
Tezcan Ozan: Soyunma odasına girersin, malzemeci formaları, eşofmanları asmış… Bir bank düşünün, L şeklinde… Dolaplar ve askılar… İki oda var, girişte sağ tarafta; ilk oda antrenörün odası, ikinci oda da malzeme odası. Giriyorsun, soyunup sahaya çıkıyorsun.
3 | Havuz Sefası
Feyyaz Uçar: Sahaya çıkarken yüzme havuzu vardı, sahayla soyunma odalarının arasında… Yazın havuz, halka açılırdı.
Metin Tekin: Soyunma odamız da onun kenarında olduğu için insanların içinden geçip sahaya çıkardık.

"Bir yandan müzik çalıyor, insanlar havuzda; öbür tarafta biz top oynuyoruz." -Rıza Çalımbay
Rıza Çalımbay: Bir yandan müzik çalıyor, insanlar havuzda; öbür tarafta biz top oynuyoruz.
Süleyman Oktay: İstanbul'da o zaman halka açık havuz bulmak çok kolay değildi ve insanlar hıncahınç doldururdu havuzu. Haftanın bazı günlerinde kadınlar günü yapılırdı.
Necmi Mutlu: Tanju Okan'ın en revaçta olduğu dönem, Tarabya'da oturuyor. Bir gün bizim taraftarlar tuttu Tanju Okan'ı zorla havuza getirdiler, şarkı söylemesi için. Tanju, havuzda kadınlara şarkı söyledi.
Rasim Kara: Kışın da boş oluyordu. Orada minyatür maçlar yapıyorduk. Hatta bazı zamanlarda ayak tenisi bile oynuyorduk. Bu sebeple ayak tekniğimiz de gelişmişti.
Zekeriya Alp: Orada Yusuf'a (Tunaoğlu) rakip olan takım yanardı. Topu alma şansın yoktu ki ondan… Çok üstün bir kabiliyetti o.
Ali Kemal Denizci: Rıza daha çocuktu, tekniği de çok iyi değildi. Antrenmandan yarım saat önce gelir, havuzun duvarında bir yeri işaretler ve başlardı çalışmaya… Devamlı topu oraya atardı... İdman biterdi, biz evlere dağılırken bir bakmışsın ki Rıza aynı idmana devam ediyor…
Elinde Simit
Bizim soyunma odasının orada balkon gibi bir bölme vardı, havuzu görüyorduk oradan. Havuzun içinde de genç takımın oyuncuları top oynuyorlar. Bir tanesinin elinde simit; simitten bir ısırık alıyor bir arkadaşına çalım atıyor, bir ısırık daha sonra yine bir çalım… Herkesi kafa kafaya vurduruyor. Sonra adını öğrendik, Yusuf’muş... / Necmi Mutlu
Rıza Çalımbay: Harabelerin arasında da çalıştığım olurdu.
Feyyaz Uçar: Rıza, devamlılığını, istikrarını orada da kimseye kaptırmazdı. Hep havuzun içindeydi. Ayak tenisi maçlarında da Şekerbegoviç'le çekişmeleri vardı. Onların belirli bir grubu vardı ve güzel maçlar hep onların arasında oynanırdı. Biz daha gençtik, bizi almıyorlardı o ekibin içine…
Rıza Çalımbay: Esas ayak tenisi maçları, soyunma odasına gittiğimiz yerde bir ara vardı, orada yapılırdı. Bir de demirimiz vardı, onu da iki grubun arasına koyar, engel yapardık. Her gün 9'da idmana gelir, bir saat ayak tenisi oynardık. Yukarıdan taşlar düşer bir yandan… Ama aldırmazdık, oynamaya devam!
Metin Tekin: Rıza insan bulamadığında tek başına oynardı ayak tenisini. Kendi vurur, sonra geçer karşıya attığı topa yine kendisi vururdu. O kadar geliştirdi ki kendini... O, tek başına havuzda ayak tenisi oynarken fiziki şartlar çok kötü olduğu için biz maalesef bir an önce antrenmanı bitirip kaçmak isterdik.
Sanlı Sarıalioğlu: Baba Hakkı, bazı antrenmanlardan sonra içimizden birkaç kişiyi çağırır ve havuzun içinde bize şut attırırdı. Sonra şutlarını beğendiği topçuya elini uzatırdı… Onun elini öperdiniz ve bir çek yazardı. Bin lira ya da 1500 lira civarında çekler… Böylece transfer paramın çok üzerinde para kazandım…
4 | Öp Baba'nın Elini
Metin Tekin: Stadın arkasına giden yol yokuştu, hava güzel olunca Baba Hakkı oraya iskemlesini atar, antrenmanı izlerdi.
Necmi Mutlu Oturduğu yer belliydi. Sonra da Süleyman Abi (Seba) hep aynı yerde oturdu.
Rasim Kara: Özellikle derbi maçları öncesinde gelirdi. Süleyman Abi de bizleri Baba'ya tanıtırdı.

Baba Hakkı'nın bir antrenman ziyaretinden...
Süleyman Oktay: Minik takım idmanlarını dahi izlerdi. O belirdiği anda yanına giderdiniz; elini uzatırdı ve başka bir şey demezdi de… Herkes elini öpmeye başlardı.
Tezcan Ozan: Baba Hakkı'nın çevresinde Çarşı'nın önde gelenleri filan olurdu. "Gözümüz üzerinizde" der gibi izlerlerdi idmanları…
Metin Tekin: Gençlik işte, idrak edemiyorsunuz. Bir şeyler anlatırdı, can kulağıyla dinlemeye çalışırdık. Şimdi hatırladığımda büyük keyif veriyor. Yıllar geçtikçe Baba Hakkı'yı daha çok önemsediğimizi, onun Beşiktaş tarihinde nasıl bir yeri olduğunu anladık.
Kadir Akbulut (Futbolcu): Görünüşte çok sertti ama konuştuğunuzda mülayim, cana yakındı. Tavsiye verir, kulübün mazisini anlatırdı.
Rasim Kara: Hatta bir gün -herhâlde son maçta bir yüksek topta boşa çıkarak hata yapmış olacağım ki- Baba şöyle bir uyarıda bulundu: "Oğlum Rasim; alabileceğin toplara çık, alamayacağın toplara çıkma.'' Ben de, "Baba alacağım sanıyorum, o yüzden çıkıyorum" dedim.
Tezcan Ozan: Şey vardı: "Efendiler, rüzgârı sağ cenahtan alın!" Yani rüzgârın yönünü hesaba katarak topa vurmamızı istiyor. Bunu ilk duyduğumda "Baba Hakkı'nın eski Türkçeyi anlamak için tercüman lazım" demiştim.
Necmi Mutlu: Yazın bazı günler takunyalarıyla gelir, denize girerdi. Adam semt insanı, hiç öyle ‘Başkanım' havaları yoktu ki!
Ali Kemal Denizci: Kötü futbol oynandığında Baba Hakkı idmana gelir, oyuncuları haşlarmış. Geldiğim gibi bunu anlattılar. Şunu söyledim: "Tamam Baba'dır, saygımız vardır ama benim bir babam var, o da Demirci Celal… Gelir de beni azarlarsa, bunlar bana ters işler." Ama rahmetli rahatsızlandı; o sene gelmedi hiç…
5 | Toprak, Soğuk, Çamur
Tezcan Ozan: Antrenmana çıktın, saha son derece sert. Şeref'te bir kere kayarak müdahale yap, altı ayın iptal!
Rasim Kara: 1976'da transfer görüşmesi yaparken "Alacağım ücret üç aşağı beş yukarı belli. Ancak ben çalışmayı severim, Şeref Stadı'nın bir kenarına çim saha yaptırın, parasını da bana vereceğiniz ücretten düşün" dedim. Cevap şuydu "Ooo sen bize hakaret ediyorsun, derhâl yaptırırız." Sekiz sene geçirdim Beşiktaş'ta ve Şeref Stadı'nın toprak sahasında antrenman yaparak jübile yaptım.
Ali Kemal Denizci: Yağmur yağsa bataklık, yaz olsa zımpara gibi zemin...
Feyyaz Uçar: Zemini düzeltmek için at arabalarını kullanırdık. Arabanın arkasına, sahayı düzeltmek için bir şeyler takılırdı, biz de ağırlık olsun diye arkasına atlardık ve sahada dönerdik.

Şeref'te en çok sahaya çıkan isimlerden Sarıyerli Garo Hamamcıoğlu, Sakaryaspor ağlarını havalandırıyor.
Rıza Çalımbay: Yusuf Namoğlu'nun abisi Fahri Abi vardı… Onun arabasının arkasına tribünleri ayıran telleri takardık, birkaç kişi o tellerin üstüne çıkardı ve araba sahayı dolaşırdı.
Metin Tekin: Özellikle yazın arazöz gelir sulardı zemini, ancak öyle idman yapabilirdik.
Feyyaz Uçar: O dönemki kaleci ve golcülerin üst bacaklarında deriler hep kalkıktır.
Rasim Kara: Jübilemin ardından "15 sene sonra Beşiktaş benim kaptanlığım döneminde şampiyon oldu. Beckenbauer'in milli maçta penaltısını kurtardım. Blokhin'e karşı oynadım. Ama öldüğümde mezar taşıma ‘20 yıl kalecilik yaptı, doya doya bir çim sahada kaleci idmanı yapamadan futbolu bıraktı' yazdırın" dedim.
Sanlı Sarıalioğlu: Şeref Stadı'nın ‘silinmez hatıralarını' hâlâ bacaklarımda taşıyorum.
Necmi Mutlu: Yağmur yağdı mı tam sefalet. Alırsın bir süpürge, kalenin önünü temizlemeye çalışırsın. Hatta bir kere gazetede öyle bir fotoğrafımı koyup "Çöpçü gibi" yazmışlardı…
Kadir Akbulut: İnşaat daha başlamamıştı ama otel yapılacağı söylentileri yayılmıştı. Bir gün antrenmana geldik, sahanın ortasına şantiye kurmuşlar. Sahanın tam ortasına kuyu kazılırken biz etrafında antrenman yapmıştık. Son birkaç antrenman öyle geçti; ortada kuyu, biz etrafında antrenman yapıyoruz.
Necmi Mutlu: Bir gün de bir geldik, konkurhipik yapılıyor… Atlar koşturuyor sahada.
Sanlı Sarıalioğlu: Ya, konkurhipik bile yapıldı orada. Tamam, zemin bozulunca greyder falan sokarsın da konkurhipikten sonra ne yapacaksın? At pisliği, gübre… Bir kere sağlığa zararlı. Orada top oynadık ya! Bir kere sağlığa elverişli olmadığı için saha bile kapanmıştı…
Necmi Mutlu: Bir gün idmandayız, top patlamaya başladı. Bildiğimiz savaştaki toplar… "Ne oluyor" dedik, meğer İngilizler gelmiş film çekmeye. Hatta tarihi kapılardan birini götürmek istediler. Bir de onlarla kavga çıktı durduk yere…
Garo Hamamcıoğlu: Denize top kaçardı bir de… Maçın bitimine kısa bir süre kaldıysa bilerek topu denize atanlar da oluyordu. O zaman 40 tane topumuz yok, bekle ki gelsin… Süreden çalmanın en kolay yolu…
Galip Haktanır: Bizim dönemimizde bu top beklemeler genelde hakem nedeniyle yaşanırdı. İki topla çıkarsın maça; bir bizim topumuz, bir de rakibin topu… Bazı hakemler o toplardan sadece birini beğenirdi ve denize kaçsa bile diğerini oyuna sokturmazdı. E, durum böyle olunca da bekliyorduk kayıkları…
Emre Zeytinoğlu: Büyükada'da yaşarken bazen Lefter ile kahvede otururdum. Derdi ki, "O top ıslanınca bir kafa vururdum, öbür dünyayı bir görür gelirdim."
Rıza Çalımbay: Çok iyi bir Mikasa topumuz vardı. Avrupa'dan gelmişti ve sadece antrenman maçlarında kullanırdık. Öbür toplar Çamlıca diye bir spor mağazasından alınırdı. O Mikasa top, hep el üstündeydi. Malzemeci Ahmet Abi, top denize kaçtığı anda kıyıdan koşmaya başlar, 100 metre ilerideki Beşiktaş Kız Lisesi'nin bahçesine gider ve beklerdi. Akıntı, topu oraya götürürdu.
Tezcan Ozan: Resmî maç topu da ayrıdır, üzerinde "Beşiktaş" yazar. Maç bitince "Aman kaybolmasın" diye topun peşinden gidersin. Garip bir dönemdi...

Şeref Stadı'nda Jimnastik Bayramı törenlerinden...
Metin Tekin: Bir de oranın figürleri vardı. Restore edilip düzgün bir hâle getirilmediği için orada konaklayan, şarapsever, ‘meşhur misafirler...'
Tezcan Ozan: Hava soğuk, şarapçı ne yapacak? Sarayın kalıntıları duruyor orada, aralarına giriyor, uyuyor… Kalkınca kafaya bir daha dikiyor şarabı, yine yatıyor… Hava güzelse bir de tur atıyor arada, onun için en güzeli…
Garo Hamamcıoğlu: Sahil tarafında bütün muhabbetçiler oradaydı. Sabahtan gelirler, etlerini, rakılarını getirirler… Sen maç yaparsın, onlar bağırır: "Hadi oğlum, koş! Hadi, vur!" Sonra "Tak!" rakıyı çeker…
Metin Tekin: Eğer o gün o sakinlere şarap parası vermezseniz idman zor geçerdi. Dört beş kişi idmanı seyrederlerdi, para vermediyseniz aleyhte tezahüratlara hazır olmalıydınız.
Tezcan Ozan: Deniz tarafında bir kapı vardı, oradan geçiyorsun, hemen yanında Amigo Orhan'ın yaşadığı kulübe vardı. Mustafa Denizli'ye kafa atan var ya, o.
Metin Tekin: Oyuncular şimdi tesis falan diyorlar ya... Bizim kuşak, onun ayırdını yapabilecek bir kuşaktı. Ben Şeref Stadı'nda başladım, Fulya toprak sahasına gittim, en son da Fulya'nın çim sahasında çalıştım. İnanılmazdı o çim sahaya çıkmak. Bu çim sahanın değerini şimdiki gençlerin anlaması mümkün değil tabii. Doğal olarak onlar daha iyisini talep edecekler ki gelişim sağlansın.
Zekeriya Alp: Kışın da çok zordu. Poyraz varsa bir de yağmur yağıyorsa… Koşarken o yağmurla karışık rüzgâr suratınızı parçalardı sanki… En çileli şartlar o zaman oluşurdu.
Sanlı Sarıalioğlu: Formalar ve şortlar zaten felaketti, bir de onları çamurlu vaziyette eve getirir ve yıkadıktan sonra tekrar idmana taşırdık.
Bir Avuç Sabun İçin
Yugoslavya şampiyonu Kızılyıldız geldi hazırlık müsabakasına. Hem bizim taraftar gelmiş hem Yugoslav göçmenleri, stat dolu… (Dragoslav) Sekularac diye bir topçuları vardı, Avrupa’nın en büyük futbolcularından biriydi… Devre 1-1 bitti, ben oyundan çıktım, Varol girdi… Duşa gittim. Rahmetli Mustafa Dayı, duşların girişinde bıçakla sabun keserdi. Ufacık bir parça alıp indim aşağıya. Bir baktım Sekularac da orada, eliyle sabunu işaret ediyor… Adam, öyle bir şey görmemiş o güne kadar, bulamamış sabunu tabii. / Necmi Mutlu
6 | Gündüz Devrimi
Necmi Mutlu: Duşlara inerdiniz, mahzen gibi… Herkes orada: "Önce ben gireceğim, zaten sular kesilecek, aman çabuk olalım…" Sabun yok, havlu yok, kışın çoğu zaman soba yok… Bir soyunma odası var, orada da bir telefon…
Sanlı Sarıalioğlu: Taştan bir banyo yeri, birkaç tane de duş başlığı işte… Çok sabun israfı da yapmazdık, herkesin ihtiyacı kadar kesilirdi sabun… Bayağı perişanlık içerisindeydik. Sonra Gündüz Kılıç geldi… 1971 yılıydı sanırım…
Necmi Mutlu: Ben de onun yardımcısıydım. Duşları yaptırdı... Antrenörlere ve oyunculara ait iki oda yaptırdı. Geldiğinde Mehmet Üstünkaya'ya "Beni buraya sen getirdin, ne diyorsam yapacaksın" dedi ve öyle de oldu.
Zekeriya Alp: Kondisyon merkezleri oluşturdu. Çok büyük insan, büyük bir değerdi. O zamanın şartlarında modernleştirmeye çalıştı. Çok mutlu olduğumuzu hatırlıyorum…
Sanlı Sarıalioğlu: Dolaplar geldi, yeni formalar, eşofmanlar yaptırıldı… O zaman biraz daha soyunma odasına benzedi. Kılıç, bir nevi devrim yaptı…
İbrahim Altınsay (Eski Beşiktaş yöneticisi): Antrenmanlarda tribünlerin dolduğunu hatırlıyorum. Bu zor rastlanan bir durumdur. Beşiktaş'ı modern bir kulüp hâline getirdi.
Tezcan Ozan: Bir saç kurutma makinesi vardı. Onu Gündüz Kılıç getirmiş soyunma odasına. Yeniliklerinin simgesiydi o.
Sanlı Sarıalioğlu: Kurutma makinesi ne demek ya! Büyük olay, büyük lüks o dönemde.
"Bir saç kurutma makinesi vardı. Onu Gündüz Kılıç getirmiş soyunma odasına. Yeniliklerinin simgesiydi o." -Tezcan Ozan
Süleyman Oktay: Bizden önceki dönemde oynayanlar da zorluk çekmiş orada ama bizde de medeniyet anlamında fark yoktu. Biz de stadın muslukları donduğu için duş alamadık. O soğuk deniz suyuyla çamurumuzu atmaya çalışırdık…
Rasim Kara: Mazot alınamadığında suyu ısıtamadığımız zamanlar olurdu. Bu dönemlerde koşarak Ortaköy Hamamı'na giderdik.
Tezcan Ozan: Benim, Zekeriya'nın, Sanlı Abi'nin, Vedat'ın ve Niko'nun arabası vardı…
Zekeriya Alp: Herkes o arabalara sığışır, doğru Ortaköy Hamamı'na…
Rasim Kara: Hatta çok çamurlu olduğumuzda hamam yetkilileri bizi içeriye almıyordu.
Necmi Mutlu: Bir gün yine haklı olarak "Sizi bu kadar çamur içindeyken hamama alamayız" dediler. Bizim amigolar geldi hemen "Burayı yakarız" tehditleri falan, girdik içeriye…
Tezcan Ozan: Dışarıda "Sular akmasa da Ortaköy Hamamı'na gitsek, çok güzel" diyorum arada. Rahmetli Tekin Aral da duymuş bunu, Gırgır'ın çizeri, hasta Fenerli… Bir hafta Fener'e gol attım, sinir olmuş bana. Ertesi hafta Gırgır'ın orta sayfasında şöyle bir karikatür: Hamamda göbek taşının ortasında ben, elimde bir tef, çevremde de diğer futbolcular şarkı söylüyoruz: "Hamam tası gümüşten, ben anlamam bu işten, beni futbolcu yapan ablam ile eniştem!"
Sanlı Sarıalioğlu: Yazın rahat olurdu ama; sular akmıyorsa hop denize atlardık. Doğal duş!
Metin Tekin: Bizim dönemimizde de Polis Merkezi'nde kapalı salon vardı, onun duşlarını da kullanırdık bazen.
Tezcan Ozan: Ya hamamı geçtim, maça gidilecek; otobüs yok. Arabası olanlar alabildiği kadar alır, kalanlar taksiyle gelir İnönü'ye… Biz kobaydık, kobay… Bir de 1970'lerin ikinci yarısı buhranlıydı. Devalüasyonlar, dövizin olmayışı, Kıbrıs Harekâtı sonrasındaki ambargo falan… Bir yokluk dönemiydi. Futbola da tesir etti bunlar.
7 | Veda
Ali Kemal Denizci: Her yerde durum buydu. Trabzon'un idman sahası bile yoktu, caddelerde koşuyorduk… Beşiktaş'ın en azından çalışma yeri vardı, "Burası bizim" diyebiliyorlardı.
Sanlı Sarıalioğlu: İlginçtir, bütün bu zorluklar bugün bize komik ve yıldırıcı geliyor olabilir ama çok da keyifliydik ya. Beşiktaş'ta oynadığımız için mutluyduk bir kere…

Evrim...
Kadir Akbulut: Bir gün sahaya gittiğimizde son kez orada antrenman yapacağımız söylendi.
Zekeriya Alp: O dönem ben de Süleyman Seba'nın yönetim kurulundaydım. Fulya'daki tesislerin inşaatına başlamıştık ve oraya geçtik.
İbrahim Altınsay: Bence Şeref Stadı korunabilirdi. Maalesef arsa rantına karşı çıkamıyorsun. Üstelik 1980'ler sonunda Turgut Özal döneminde Türkiye'de başka bir dönüşüm vardı. Buna karşı durmak imkânsızdı.
Emre Zeytinoğlu: Eski semt sahalarının yerlerine bir sürü şey yapıldı. Levent'teki alışveriş merkezi oldu, Bostancı'ya apartmanlar geldi. Oralarda gezerken "Aa kale tam bu dükkânın önündeydi, orta yuvarlak şuradaydı" diyorsunuz.
Mehmet Yüce: Şeref Bey'in, Refik Osman Top'un ve Hüsnü Savman'ın mezarları, Şeref Stadı'nın karşısındaki Yahya Efendi Dergâhı'nda. Üçü de şu an Şeref Stadı'nın olduğu o bahçeye bakıyorlar. Özlemle anıyorlar orayı sanki.
Cafer Bozkurt: Şeref Stadyumu'nun yerine yapılan otel halka açık. Bugün çaya üç lira yerine 25 lira verebilen herkes oraya girebiliyor, kılık kıyafet rahatsız edici değilse. Bu bir kazanım. Kimsenin giremediği, belirli kişilerin özel kullandığı bir yer değil. Ama elbette o spor alanının kültürü taşınmamış oluyor.
İbrahim Altınsay: Statlar artık çok teknolojik yerler. Şeref Stadyumu bir yandan kültür aktarımı ama bir yandan da soyunma odaları sıkıntılı, zemini futbolcuların sağlığını pek önemsemeyen, yardımcı olmayan bir yerdi. Ama miras kalan bir kültürel olguydu.
Saadet Özen: Başta bahsettiğim İtalyan Mario Serra, tadilatı yapabilmiş olsaydı Şeref Stadı hiç olmayacaktı belki de...
"Cruyff gelmiş"
İlk gün idmana çıktım, o zaman sevgili Serdar Bali vardı. Süratli bir oyuncuyum, topla da samimiyim ya pas falan vermiyorum pek. Antrenman bitti, havuza doğru yürürken arkadan Serdar Abi konuşuyor; “Cruyff gelmiş bugün idmana gördünüz mü? Pas vereceksin kardeşim, pas!” diyor. Eyvah dedim, nereye geldik! / Metin Tekin
8 | Yuva
Tezcan Ozan: Bana göre Kolezyum'u yıkıp otel yapmakla aynı şey… Büyük tarihti orası ya! Orası stat da değil ki asıl, Çırağan Sarayı'nın bahçesi… Stat yapmak da skandal oraya, bakma…
Mehmet Yüce: Şeref Stadı'nın yapıldığı yer de aslında çok stat yapılacak bir yer değil. Fotoğraflara bakıyorum, muazzam bir saray kalıntısı var orada. Öbür tarafta da deniz.
Feyyaz Uçar: Keşke hayatım boyunca Şeref Stadı'nda yaşasam. Bütün Beşiktaş orada. Futbolu sevdiren bir havası vardı Şeref'in. Fulya'da Şeref Stadı'ndaki kadar mutlu olmadık hiçbir zaman. Fulya, bir tesisti; Şeref Stadı ise tesisten fazlasıydı, bir yaşam yeriydi…
İbrahim Altınsay: Beşiktaş, 1940'larda semtten çıksaydı belki Karagümrük gibi kaybolan bir semt takımı olacaktı. Beşiktaş'ı canlı tutan Şeref Stadyumu ve arkasından Dolmabahçe'dir. Hayat dediğin mekânlarda yaşanmış zamanlarda oluşan bir şeydir.
Metin Tekin: Geçerken hep hatırlıyorum Şeref'i. Hayatımda en heyecanlı yürüdüğüm yoldur orası. Beşiktaş'ta vapurdan inip ne yapacağımı, nerelere geleceğimi, futbolculuk hayallerimi düşünerek Şeref Stadı'na yürümek...
Feyyaz Uçar: Takım arkadaşlarım bize gelirdi… Annem de durumumuz yettiğince bir şeyler hazırlardı; köfte ekmek, peynir ekmek… O ekmekleri ısıra ısıra idmana giderdik… O yürüyüşleri unutamıyorum.
Zekeriya Alp: Arabamı hep en öne park ederdim. Geçen gün eşimle bir düğüne gidiyoruz, yine oradan geçtik. Eşime bundan bahsettim. "Her geçişimizde de bunu anlatıyorsun!" dedi.
Galip Haktanır: Oradan her geçtiğimde futbolculuk günlerimi değil de daha ortaokul talebesiyken, arkadaşlarımla buluşup orada maç izlemeye gittiğimiz günleri hatırlardım.

Çırağan Oteli
Rıza Çalımbay: Çırağan Oteli'ne ilk gittiğimde bakakaldım… Şu an havuzun olduğu yere bir bakıyorum, anılar gözümün önüne geliyor… O iki kapıyı görünce daha da fena oluyorum. Bir yakınının düğününe gitmişsin ama değişik şeyler geliyor aklına… "Nereden nereye!" diyorum.
Tezcan Ozan: O kenarlardaki pislikler, şarapçılar, fareler… Her seferinde buradan bir halt olmaz derdim. Evet, düzenleyebilirsin ama tarihi eser, bir yandan dokunamazsın da… Şimdi Çırağan'ı görünce her seferinde hayret ediyorum.
Sanlı Sarıalioğlu: Oradan geçerken anılarım depreşiyor ama içimi hüzün kaplamıyor. Tamam futbol aşkı, Beşiktaş'a ayak bastığım yer, güzel anılar ama cidden büyük ıstıraptı. Bugünkü sahaları beğenmeyenleri gördükçe çıldırıyorum! Al eline bir sopa, düş peşlerine!
Feyyaz Uçar: Meşakkatli bir sahaydı ama çok keyifliydik. Ben, İnönü'de defalarca maça çıkmaktan da Şeref Stadı'nda antrenman yapmaktan da gurur duyuyorum.
Garo Hamamcıoğlu: Duygulanmaz mısın ya! Ben hep stadın karşısında bir yere park ederdim arabamı. Yerim hep belliydi. Oraya bırakırım, arabadan inerim ve yirmiye yakın Sarıyer taraftarı, onları içeri sokmam için girişte beni beklerler. Maçtan çıkarız, onlarla buluşuruz, yakınlara bir yerlere gideriz… Zordu ama keyifliydik ya! Ayrı bir ekoldü orası. Çok futbolcu yetişti, çok anılar yaşandı…