.jpg?w=3840&fit=max&q=75)
Bizim Yolculuğumuz
10 dk
Serena Williams, geçtiğimiz günlerde her şeyin başladığı yerde kortlara veda etti. Bu, sadece onun kortlara ve bizlere vedası değildi. Yıllarca onu takip eden birçokları da ona veda edecekti…
Son yıllarına yaklaşılırken Kobe Bryant'ın bir veda turnesine çıkacağı gayet açıktı. Asla sessiz sedasız bir vedayı tercih etmeyecekti. Hayatı boyunca hiçbir zaman gürültüden kaçmamış hatta çoğu zaman o gürültüyü kendisi yaratmış biri, kendine yaraşır şekilde veda etmek zorundaydı. Bu, o sınıftaki birçoklarının hissettiği bir zorunluluk hissi. Sezonun son akşamında herkesin gözü Staples Center'daydı. Üstelik 72 galibiyeti olan Golden State Warriors, o akşam Memphis Grizzlies'i mağlup etmesi halinde NBA tarihinin bir sezonda en çok galibiyet alan takımı olacakken…
Hayatının bir noktasında Kobe ismini duymuş hemen herkes, kariyerinin son maçı için farklı şeyler sakladığından emindi. Kobe Bryant, o gün Utah Jazz potasına tam 60 sayı bıraktı ve takımına galibiyeti getirdi. Bu, Los Angeles Lakers'ın o sezonki yalnızca 17'nci galibiyetiydi. Aynı zamanda sahadaki yıllarının sonuna doğru defalarca mağlup olmasına rağmen ayakta kalabilen birinin vedasıydı. İzlediklerimiz hem görkemli dönemlerinden hem de takımıyla birlikte yokuş aşağı gitmeye başladığı yıllardan parçalar taşıyordu. Her gününü çok iyi hatırlayacağı bir kariyere sahip değildi. Her gününü çok kötü hatırlayacağı bir kariyere sahip olmadığı gibi…
Serena Williams, Amerika Açık sonrasında tenisten uzaklaşacağını açıkladığında Iga Swiatek ve Coco Gauff gibileri de dahil olmak üzere birçokları "Umarım Serena'yla eşleşirim" minvalinde demeçler verdiler. Birkaç yıldır hatırı sayılır seviyede tenis oynamalarına rağmen Serena'yla eşleşme şansını veya şanssızlığını yaşayamamış iki genç raketin bu tarz demeçler vermesi boşuna değildi. Zira 36 yıl önce eline aldığı raketi hiç bırakmayan bir tarihti Serena. Ve birçokları bu tarih sahnesinin bir parçası olma arzusundaydı. Neticede kortta onun karşısında yer almak ve üstelik bunu her şeyin başladığı yerde, Amerika Açık'ta yapmak yıllar önce odasına onun posterini asan birçok genç raketin hayallerini süslüyordu. Serena Williams, 2022 Amerika Açık üçüncü turunda Ajla Tomljanovic karşısında aldığı mağlubiyetin ardından kortlara veda etti. Bu, sadece onun vedası değildi.
***
Yolculuk. Serena Williams'ın son aylarda en çok tercih ettiği kelimelerden biri bu. Kendisi, bunun bir yolculuk olarak anılmasını istiyor. Daha doğmadan önce filenin karşısından kendisine atılan topları karşılayacak biri olacağı belli olan Serena'nın yolculuğunda önce babası Richard Williams karşımıza çıkıyordu. Zaten her şeyin başında o vardı. Serena'dan bile önce. Ailesi ve çocukları için refah dolu bir dünya yaratmak isteyen Richard Williams, sırt çantasında kızlarının korttaki performanslarını kayıt altına aldığı görüntülerle onlarca tenis merkezinin kapısını çaldı. Ne mutlu onlara ki Abla Williams yetenekliydi ve güçlüydü. Üstelik aile içinde öncü bir role sahip olacaktı. Belki de Serena'yı bugünkü Serena yapan da bu biletin tek kişilik kesilmiyor oluşuydu. Rick Macci'nin tenis akademisine giderken en yakınında yine en yakınının olacağını biliyordu.

Williams Kardeşler
Her şeyin başladığı yerde Richard Williams'ın ardından Venus Williams geliyordu. Daha büyük olan da daha yetenekli olan da oydu. Eğer günün birinde birine şans tanınacaksa o şansa sahip olacak olan Abla Williams'tı. Tenise vedasını açıkladığı mektubunda da öyle diyordu Serena: "Eğer King Richard'ı izlediyseniz küçükken teniste pek de iyi olmadığımı görmüşsünüzdür. Venus'ün karşısına erkenden çıkacak tüm o fırsatları elde edemediğimde epey üzülmüştüm ama bu bana yardımcı oldu. Venus'ün antrenman partneri olarak turnuvalara seyahat ederdim. Onu takip ettim. Onu izledim. Mağlup olduğunda neden mağlup olduğunu anlamaya çalıştım ve korta çıktığımda aynı şekilde kaybetmeyeceğimden emin oldum. Bu sayede dünya sıralamasında hızlı bir şekilde yükselmeye başladım çünkü öğrenmem gerekenleri zor yoldan değil, Venus'ün mağlubiyetlerinden öğreniyordum. Onunla birlikte onun maçlarını oynuyordum. Venus'ün gölgesinde olmasaydım, ben asla ben olamazdım."
Steffi Graf, 1999 Wimbledon Finali'nden kısa bir süre sonra henüz 30 yaşında kortlara veda edeceğini açıkladığında tenis dünyası büyük bir şaşkınlıkla karşı karşıyaydı. Doksanlı yılları sadece etkisi altına almakla kalmayan, o dönemi tanımlayan Graf, emeklilik kararıyla birlikte tercihini bugün hâlâ sürmekte olan uzun bir sessizlikten yana kullanacaktı. Wimbledon'daki emeklilik kararının ardından Graf'ın katılmadığı 1999 Amerika Açık ise farklı bir çağın ilk günlerini simgeliyordu. Kortun karşı tarafından geri dönmeyen servisler, rakipleri oldukları yere mıhlayan return'ler, kusursuz bir geri çizgi oyunu ve izleyenlere asla yıkılmayacağını düşündürten bir duruş… Kim Clijsters, Conchita Martinez, Monica Seles, Lindsay Davenport ve finalde Martina Hingis. Serena Williams, 1999 Amerika Açık Finali'nde beş kez Grand Slam galibi Martina Hingis'i mağlup ettiğinde yeni bir oyunun ve çağın müjdecisiydi. 2000'li yıllara bir kala sahne artık Serena'nın sahnesiydi.
***
Herhangi bir senaryo bu kadar tozpembe olamaz. Yerdeki uyuşturucu izlerini görüp silah seslerini duyarak antrenman yaptığınız bir yerden çıkıp dünyanın zirvesine oturmanız, orada 20 yıl sürecek bir hükümranlık kurmanız ve bunları başarırken birinin canını yakmamanız mümkün değil. Bu hikâye de elbette tozpembe değil. Justine Henin'e ettiği küfür, Sloane Stephens ile yaşadığı tartışma sonrasında yaptığı "Seni ben yarattım" paylaşımı, Naomi Osaka'yla oynadığı finalde büründüğü kişilik akla ilk gelenler.
Muhammed Ali, Michael Jordan, Tiger Woods… Bu isimleri duyduğumuzda aklımıza gelen ilk sıfatlar hangileri? Efsane, yenilmez, dominant ve o malum kelime: G.O.A.T. Ancak bu üç ismi en azılı rakipleriyle çıkacakları maçlar öncesinde onlar hakkında ırkçı yorumlarda bulunan biri, 'yeri geldiğini' düşündüğünde takım arkadaşını yumruklamaktan geri durmayan biri, eşine sadık kalmayarak seks bağımlılığının pençesine düşen biri diyerek de anabiliriz. Muhammed Ali, yıllar sonra Joe Frazier hakkındaki söylemlerinden pişman olmuş ve özür dilemişti. Hakeza Jordan ve Woods da zamanla hatalarının farkına vardılar. Hatta Jordan, takım arkadaşı Steve Kerr'e yumruk attığı için kendisinin bir aptal olduğunu dahi söyleyecekti. Gençken hayata geçirdikleri eylemleri yüzünden şeytan olmadıkları gibi pişmanlıkları ve özürleri onları melek statüsüne kavuşturmayacaktı.

Martina Hingis ile Serena Williams, 1999 Amerika Açık Finali
Bir başka dominant, büyük ve efsane ancak ne melek ne de şeytan bir figür, Kobe Bryant kariyerinin son sezonunda verdiği bir röportajda belki de sadece kariyerini değil; tüm yaşamını özetlemişti: "Hepimiz söylemememiz gereken şeyler söylüyor, yapmamamız gereken şeyler yapıyoruz. Hepimiz meleğiz. Hepimiz şeytanız." Ne mutlu bize ki Serena da söylenmemesi gereken şeyler söyledi ve yapılmaması gereken şeyler yaptı. Ne mutlu bize ki, Serena Williams da pamuklara saracağımız ve 'güzel kazanan' diyerek anacağımız bir figür değil. Güzel bir kaybeden de. Ne iyi ne de kötü. Ne melek ne de şeytan. Senin gibi. Benim gibi. Bizim gibi.
***
Rafael Nadal, 2005 Fransa Açık'ta son puanını oynadığında saniyeler içinde kendisini yere bırakmıştı. Karşımızda ilk Grand Slam'ini kazanmış 19 yaşında bir çocuk vardı ve her şey gözlerimize fazlasıyla 'insanca' geliyordu. Bugüne gelindiğinde ise her şey göze çok daha robotik geliyor. Bir oyuncunun 14 kez yılın aynı mevsiminde, aynı kortta diğerlerini mütemadiyen ardında bırakmasının ne kadar kıymetli olduğunun farkındayım. Bunu göz ardı etmek en başta sporun doğasına aykırı olur. Ancak zamanla o 2005 Finali'ne daha çok döndüğümü fark ettim. Ve 1999'a. Orada farklı bir şeyler daha vardı.
1999 Amerika Açık Kadınlar Finali ve 2005 Roland Garros Erkekler Finali, bugün en çok Grand Slam'e sahip olan oyuncuların ilk şampiyonlukları olması sebebiyle zaten tarihte özel bir yere sahip ancak o finalleri tarihin tozlu sayfalarının bir parçası saymak yerine raftan indirip tekrar göz atabiliriz. İlk defa büyük bir sahneye adım atıyorlardı, gergindiler ve heyecanlıydılar. Birkaç sene içinde asla tekrarlamayacakları hatalar yapıyorlar, asla dışarı göndermeyecekleri topları forehand'lerine fazla yüklendiklerinde dışarı gönderiyorlar, çıkılmaması gereken yerlerde fileye çıkıyorlardı. Ancak tüm bu olanlar, onları daha 'insan' gösteriyordu. Serena Williams'ın da bir dönem kazanırken zorlandığını, hatalar yaptığını, test edildiğini görmekten çok keyif aldım ve her defasında 1999'a döndüm. Sonrasında buna gerek kalmadı. 2018 geldi.
***
2017'de sezonun ilk Grand Slam'inde mutlu sona ulaştığında Serena'yı son kez bir turnuvanın son puanında galip gelirken izlemiştik ve bunun farkında değildik. Ancak bilmediğimiz başka bir şey daha vardı: Serena Williams iki aylık hamileydi ve ilerleyen aylarda bir doğum arası vermesi gerekecekti. Kızı Olympia'yı dünyaya getirdikten kısa bir süre sonra tenise dönse de asla eski Serena olamadı. 2018 Wimbledon'da Angelique Kerber, 2018 Amerika Açık'ta Naomi Osaka, 2019 Wimbledon'da Simona Halep, 2019 Amerika Açık'ta ise Bianca Andreescu karşısında hüsrana uğradı. İşin trajik boyutu, bu maçların hiçbirinin üçüncü sete dahi gitmemiş olmasıydı. Öncesinde yenildiği rakip sayısı sınırlı olan Serena, bu kez gerçekten mağluptu. Dahası, çaresizdi. Simona Halep karşısında 6-2'lik iki set sonucunda gelen mağlubiyet, sadece 56 dakika sürmüştü. Tıpkı 1999'a dönmüşçesine hatalar yapıyor, zaman zaman forehand'ine fazla yükleniyor, geri çizgide ise toplara yetişemiyordu.
Serena ne kadar çabalarsa çabalasın kaybeden bir sporcuya dönüşmüştü artık. Zamanla daha az turnuva oynamaya, daha az maç yapmaya başladı. Zaten katıldığı turnuvalarda da taş çatlasın ikinci veya üçüncü turu görebiliyordu. 2022 Amerika Açık yaklaşırken son 15 ayda sadece 12 maça çıkmış olduğu gerçeği sarsıcıydı. Daha sarsıcı olan ise bu maçların sadece yarısını kazanabilmiş olmasıydı. Önce o Grand Slam finallerini, daha sonrasında ise önceleri antrenman yapıyormuşçasına rahat geçtiği ilk tur mücadelelerini kaybetmeye başladı. Mağlubiyet mevsimi çoktan gelmişti ve Serena hâlâ ayaktaydı.
***
Tenisin bugünlerde kan kaybettiği ve ilerleyen yıllarda bugünkünden çok daha farklı bir zemine oturacağı gerçeğinden kaçamayız. Ancak Serena cephesinde yaşanan bunca şey sayesinde çok daha insancılız belki de. Çünkü bir gün herkes yapılmaması gereken şeyler yapacak, söylenmemesi gereken şeyler söyleyecek ve bir gün herkes kaybedecek. Zor. Gerçekten çok zor ve kaybedebilirsiniz. Yedi maçtan üst üste galip ayrılan sadece bir kişi olacak. Kaybedebilirsiniz. Tüm hayatınız boyunca kazanamazsınız. Ve ne mutlu bize ki, Serena da kaybetti.
Bugün, 1999 Amerika Açık, 2017 sonrası ve yine bugün. Bu, tek başına yapılan bir yolculuk değil. Sürücü koltuğunda Serena Williams vardı ancak kelimenin gerçek manasıyla 7'den 70'e birçokları zaman içinde bu trene atlamıştı. İsteyerek veya istemeyerek. Filenin hangi tarafında yer aldığımızın pek bir önemi yoktu. Bazen söz konusu tartışmada Sloane Stephens'e hak verdik, bazen de o finali Naomi Osaka'nın kazanmasını isteyen gözlerle takip ettik. Ama oradaydık. Bazen 1999'a döndük, bazen televizyonu açtık. 1999'daki unutulmaz zaferin üzerinden tam 23 yıl geçti. Sevinçlerin, üzüntülerin, heyecanların, gerginliklerin, şaşkınlıkların, pişmanlıkların, tartışmaların, kavgaların odağında bir kariyeri, daha doğrusu hayatı geride bıraktı Serena. Bu, Serena'nın olduğu kadar bizim de yolculuğumuzdu ve hepimiz bir noktada bu trene atladık. Richard Williams, Venus Williams, Rick Macci, Martina Hingis, Olympia, Simona Halep, Naomi Osaka ve siz. Biz.