
Sert Kaya
5 dk
No-Huddle Offense’i 1990’larda durdurulamaz bir silah hâline getiren Jim Kelly’nin kaybettikleri, yalnızca dört Super Bowl’dan ibaret değil.
Birçokları, Amerikan futbolunu iri yarı adamların birbirlerini itip kakması üzerine kurulu bir spor olarak görüyor. Sporun Kuzey Amerika dışında yaygın bir geçerlilik görememesinin temel sebeplerinden biri de bu. Bu oyunu sevmeyi başarabilenler ise Birleşik Devletler’in en çok izlenen sporunun neden Amerikan futbolu olduğunun farkında: Tüm o dönen hengâmenin altında yatan taktiksel deha.
Tüm sporlar içinde en kalın ‘oyun kitabı’nın NFL takımlarında olması sürpriz değil. Bir oyun kurucunun, rakipler üzerine çullanmadan önce doğru oyun tercihini yapmak için sadece birkaç saniyesi var. O kısıtlı zamanda seçeceği opsiyonlar için takım dizilimi ve oyuncu tercihleri her hücum öncesinde kulağına bildiriliyor. Peki ya quarterback, ‘huddle’ denen bu oyun öncesi toplanmaları pas geçip riskli de olsa doğrudan rakip savunmayı okuyarak kendi hücumunu çizerse?
NFL tarihinin en çok touchdown pası atan quarterback’i Peyton Manning’in başarısında, no-huddle’ı ustalıkla uygulayışı önemli bir etken. Kolejde yılın en öne çıkan Amerikan futbolu oyuncusuna takdim edilen ‘Heisman Ödülü’ne ismini vermiş olan John Heisman, çalıştırdığı 72 kilo ortalamaya sahip oyunculardan kurulu Auburn Üniversitesi takımını, hızlı oyun kurarak rakip savunmaları çaresiz yakalayan ilk ekip olarak tanımlıyor. No-huddle’ı hücumun temeli olarak kullanıp başka bir yolun da mümkün olduğunu kanıtlayan ilk takım payesi ise Jim Kelly'nin 1990'lardaki Buffalo Bills'ine ait...
Jim Kelly, kariyerine bir linebacker olarak başlayabilirdi. Penn State’in efsane koçu Joe Paterno, ona linebacker olarak futbol bursu önerdi. Ancak Kelly, eski bir NFL oyuncusu olan abisi Pat’in de tavsiyesiyle quarterback oynayabileceği Miami Üniversitesi’nin teklifini kabul etti. 1983 NFL Draft’ında seçildiği Buffalo kentine varışı ise üç yıl rötarlı oldu. NFL’e alternatif bir lig denemesi olan USFL’deki (Birleşik Devletler Futbol Ligi) Houston Gamblers günlerinden sonra Bills’e geldiğinde kimse, onun giyeceği 12 numaralı formanın ileride emekli edileceğini aklından geçirmiyordu. Koç Marv Levy’nin 1989 yılında hücum koordinatörü olarak görev verdiği Ted Marchibroda ile Jim Kelly’nin iş birliği, Buffalo Bills’i 1991-1994 arası üst üste dört kez Super Bowl’a taşıyacak hücum sistemini doğurdu: Kelly’nin rakip savunmanın dizilişini okuyup doğru oyuna karar vermesine dayanan ve adını Bills’in tight end’i Keith McKeller’dan alan ‘K-Gun Offense’.
Hikâyenin bundan sonrası ise biraz karanlık... Bills, ligin en çok skor kaydeden takımı unvanıyla adım attığı ilk Super Bowl’unda galibiyete 8 saniye uzaklıktaydı. Ancak Scott Norwood, son anlardaki alan golü denemesini dışarı vurdu ve şampiyon New York Giants oldu. Jim Kelly o sırada, üç kez daha hüsran yaşayacağını bilmiyordu. Buna karşın, 20 yıl sonra USA Today’e verdiği röportajda “Tek Super Bowl oynayıp kazanmaktansa dört kez kaybetmeyi tercih ederim” diyecekti.
Kelly, hayatı boyunca kaybettikleriyle anıldı ve bunlar sadece spor alanıyla da sınırlı kalmadı. Sekiz yaşındaki oğlunu Krabbe adı verilen ve ender görülen bir sinir sistemi rahatsızlığına, üst çenesini ise 2013 yılında yakalandığı kansere kurban verdi. Hayatın ondan koparamadığı şey ise oyunculuk yıllarından kalan ve kişiliğini tanımlayan mücadeleci karakteri oldu. Kazandığı parayı daha havalı -ve nispeten sıcak- şehirlerde yemek yerine Buffalo’da yaşamaya devam etti. Sports Illustrated’dan Peter King’in tabiriyle “gitgide beyaz yakalı bir hal alan oyundaki mavi yakalı adam”, kanseri üç kez yenmeyi başardı. Kanser tedavisini sürdürdüğü New York’tan Buffalo’ya dönüşü ise eşi Jill’e göre bu zaferindeki dönüm noktasıydı: “New York’taki hastaneden ayrılıp Buffalo’dakine geçince bir anda hayata döndü.”
Kelly şu sıralar yaşama tutunmaya devam ediyor. Yılın dokuz ayı karlarla kaplı, 250 bin nüfuslu Buffalo’da keyfi yerinde görünüyor. Zamanının çoğunu kanser hakkında farkındalık yaratmaya ayırmış durumda ve şehrin nüfusundan katbekat fazla insana ilham vermeye devam ediyor. Yaşadığı onca şeye rağmen, benzer hastalıklarla boğuşan ve geleceği için savaşanlara dimdik durmayı öğütlüyor. Tıpkı, sert bir kaya gibi...
